Ülkemiz sınıf savaşımı tarihinde, 1 Mayıs kutlamalarında, İstanbul büyük bir öneme sahiptir. Osmanlı’nın son dönemlerinde Selanik de önemli olmuştu. Ama İstanbul, Türkiye’de işçi sınıfının savaşımının kalbi demektir. Bu elbette sadece 1 Mayıs kutlamaları için geçerli değildir. Tüm sınıf savaşımının ana üssüdür İstanbul. Sanayinin geliştiği yer olması nedeniyle, Çorlu’dan Gebze’ye, geniş bir hat içinde İstanbul, işçi sınıfının pek çok çetin mücadelesine mekân olmuştur. 15-16 Haziran direnişi, 2013’te Gezi Direnişi olarak bildiğimiz toplumsal patlamanın bir başka türüdür ve dalga işçi sınıfından gelmiştir. İşçiler, İstanbul’un her yanında sokaklara taşmış, şalterleri indirerek fabrikalardan çıkmış, barikatları yarmış, tankları devirmiştir.
Konu 1 Mayıs olunca, Taksim, bir başka öneme sahiptir.
Taksim, 1 Mayıs alanıdır ve hemen her iktidar döneminde, işçi sınıfına kapatılmaya çalışılmıştır. 12 Eylül sonrası bu kapatma, zaman zaman aşılmış olsa da, süreklilik kazanmıştır. Saray Rejimi, Taksim’de görkemli 1 Mayıs kutlamalarını, ülkenin gerçek sahiplerinin sahneye çıkmasından korktuğu için, her yol ve araçla yasaklamaktadır.
Gerçekte konu yasalar ise, Taksim 1 Mayıs kutlamaları yasak değildir. AYM, bizzat bu konuda karar vermiştir. Demek ki “1 Mayıs Taksim yasağı” aslında yasalara dayanmamaktadır. Yasalara rağmen, fiilî sınıf savaşımı pratiği içinde yasak uygulanmaktadır. Hattâ Taksim alanı, tüm Avrupa yakasının kapatılması şeklinde uygulanmaktadır.
Sendikalar ve sendikacılar, ülkemizde yasaları çok önemserler. Ama konu 1 Mayıs olunca, bu “yasal” hakkı kullanmaktan geri dururlar. Taksim’de görkemli ve kitlesel bir 1 Mayıs, devlet kadar belki de devletten çok, onları korkutur.
Ve ülkemizde işçiler, gençler, kadınlar, kısacası direnen herkes, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması için, her yıl, ciddi bir mücadele yürütürler ve doğrusu bu mücadele selâmlanmalıdır. Başkası da düşünülemez. Taksim, 1 Mayıs alanıdır ve bunun hem tarihsel hem de güncel anlamı biliniyor.
Egemen, aslında her zaman işçi sınıfını, mümkün olduğunca görünmez kılmak ister. 1 Mayıs kutlamalarını, mümkün olduğunca kentten uzak tutmak ister. Böylece, işçi sınıfının kendi sesini, topluma ve işçi sınıfının bütününe duyurmak istemezler. İşçi sınıfını yok saymanının, bir yoludur bu. İşçiler, mücadele içinde, kendi sınıfsal gerçekliklerini kavrarlar, sınıf kardeşliğini öyle geliştirirler, kendilerini böyle tanırlar. Taksim, bu nedenle, her zaman egemen sınıf için bir sorundur. Burjuva basının her zaman görmezden geldiği işçiler, işçi sınıfının mücadelesi, 1 Mayıs’ta da görünmez kılınmak istenir.
Taksim’in 1 Mayıs alanı olmasını koşullayan 1977 katliamı, elbette tüm bu süreç için önemlidir. Ama güncel olarak da Taksim önemlidir.
2025 1 Mayısı için Taksim, yine ve her yıldan daha fazla önem kazanmıştı. Çünkü; (a) son yıllarda, işçi sınıfının her yerde gelişen, parça parça ortaya çıkan direnişleri vardır ve bu direnişlerin 1 Mayıs alanı Taksim olursa oraya yansıması büyük bir ihtimaldir. Bu, direnişteki işçilerin, özellikle de genç işçilerin, işçi sınıfının burjuvaziye karşı savaşımının tarihi ile bağ kurması da demek olacaktı, ki egemen, bu tarihten, tarih bilincinden, bilinçli işçiden çok korkar; (b) 19 Mart direnişi, “böyle yaşamak istemiyoruz” kitlesel hareketi, Taksim’de daha büyük bir kitlesel yansıma bulacaktı ve böylece kitleler, gençler işçi sınıfı ile görkemli bir 1 Mayıs’ta bir araya gelecekti.
Bu iki nedenle, 1 Mayıs Taksim’de gerçekleşmesi olanağını bulabilirdi. Bulabilirdi ama bunun için, kitlesel bir Taksim 1 Mayısı isteği olmalıydı.
Ve işçi sınıfı, devrimci hareket, böylesi bir iradeyi örgütleyemedi.
TC devleti ve onun işçi hareketi içindeki uzantıları, Kadıköy’de 1 Mayıs’a razı olduklarını ifade ettiler ve Türk-İş Kartal’a gelince, DİSK ve diğerlerinin Maltepe’de olma ihtimali ortadan kalktı, Kadıköy bir uzlaşı noktası oldu. Oysa Taksim, eğer sendikalar diretseydi, “Taksim iradesi ile Kadıköy’de olmak” yerine, Taksim iradesi ile Taksim’de olmaya karar verebilselerdi, bu konuda devrimci hareketlerin bir kesiminin ısrarlarına evet diyebilselerdi, durum farklı olurdu.
Ülkenin 78 ilinde 1 Mayıs kutlamaları yapılmıştır. Ama yine de en önemlisi, Taksim’de ne olacağı idi.
Kadıköy 1 Mayısı, Taksim’in gölgesi altında gerçekleşmiştir. Alandaki herkes, aslında aklı Taksim’de, kendisi Kadıköy’de idi.
Bir bölüm devrimci grup, sadece Taksim, bir bölümü ise hem Taksim ve hem de Kadıköy’de var olmayı seçti. Ve bir bölüm sol grup, sadece Kadıköy’de olmayı seçti. Sonuçta Taksim’in gölgesi altında bir Kadıköy 1 Mayısı gerçekleştirilmiştir. Elbette, bu durum Kadıköy’de kutlamaların görkemini azaltıcı bir etkidir, öyle olmuştur. İşçilerin alana girişleri ile alanı terk edişleri çok kısa sürmüştür.
Taksim’in gölgesi yabana atılamaz. Taksim için hareket eden her kişi ve gruba selâm olsun. Bu kararlılık, sanıldığından ya da elde edilen sonuçlardan çok daha önemli ve değerlidir.
1 Mayıs kutlamaları geride kaldığında, aslında yeni bir nesnellik oluşmuş demektir.
Eğer, 1 Mayıs Taksim’de kutlanabilseydi, yani bu konuda sendikalar, Kadıköy’de yer alanlar, bir bütünsel karar verebilseydi, şu an içinde bulunduğumuz nesnellikten daha farklı bir nesnellik içinde olacaktık. Özellikle, 19 Mart kitlesel eylemlerinin direnişe kattığı güç, daha da büyüyecekti ve CHP’nin kitleler üzerindeki kontrol kurma çabaları, devrimci hareketin önünü kesme çabaları çok daha zor hâle gelecekti. CHP, 19 Mart eylemliliğinin önce önüne, bir selin önüne kapılır gibi kapılmıştır ve son derece etkili manevralarla, kendisine yönelen tehdidin tazyiki ile, bu harekete ayak uydurmaya yönelmiştir. Taksim 1 Mayısı, bu sürece ciddi bir müdahale demek olacaktı.
Bu “eğer” ile tarih yazılmaz. Bu nedenle, bu “eğer”i, sadece içinde bulunduğumuz güncel durumu açıklamak için kullandığımızı söylemeliyiz. Yoksa biz sınıf savaşımına dünden bakmayı değil, tersine gelecekten bakmayı tercih edenlerdeniz.
Bugün, 1 Mayıs kutlamaları ile işçi sınıfının kendi gündemini, kendi direnişlerini alanlara yansıtmasında bir eksiklik olduğunu söylemek mümkündür. Bu durum, aslında direnişlerin daha da hızla genişlemesi ve örgütlenmesi yolunda bir eksikliktir. Ama, bu direnişler devam edecektir, etmektedir. Dahası, 19 Mart kitle eylemlerinin öğrenci gençlik içindeki dalgası hemen sönmeyecektir. Bu iki etken, (a) işçi direnişlerinin gelişme eğilimini sürdürmesinin devam edeceğini, (b) işçi eylemleri ile öğrenci eylemlerinin birbirini etkileme sürecinin de süreceğinin kanıtıdır. Taksim 1 Mayısı ile nitelikli bir sıçrama olanağı elden gitmiştir. Taksim 1 Mayısı, işçi sınıfının ve kitlelerin kendine güvenini yükseltecekti. Yeri gelmiştir; öyle “zulmün artsın ki tez zeval bulasın” tutumu doğru değildir. Bu, zulme uğrayan örgütsüz kitlelerin temennisi, duası olabilir. Ama doğru değildir. Tersine, zalimin sonunu getirecek şey, zulme uğrayanların isyanı ve bu isyanın gerektirdiği kendine olan özgüveninin gelişmiş olması durumudur.
Sınıf savaşımı ciddi bir savaştır. Birçok durumda, olağan yaşamımızın içine bir anda “iki ülkenin savaşı” girdiğinde, bunu ciddiye alırız, önemseriz. Elbette önemsemeliyiz. Ama sınıf savaşımı da ciddi ve önemlidir. Evet bu savaş, bireysel olarak senin, benim dışımızda vardır. Ama bu savaş ciddi bir şeydir. Egemen, açık bir sınıf bilinci ile bu savaşı yürütmektedir. Egemenin Taksim’i kapatma durumu, bu yolda İstanbul’u kuşatma hâli, savaşın ciddiyetini gösterir. Bu hâl, aslında bazı kişilerin, devleti yönetenlerin kör inadı, anlamsız ısrarı vb. değildir. Egemen, sınıf bilinci ile, burjuva sınıf bilinci ile, mücadelenin sonrasına etkilerini düşünebilmektedir.
Tersinden bakarsak, bu savaşımda, bu 1 Mayıs eyleminde, işçi sınıfının sınıf bilinci geridir. Bu genel olarak işçi sınıfının suçu değildir. Bu sendikaların, solun, en başta da devrimci hareketin eksikliğidir. Biz devrimciler, eksikliği kendimizde aramak zorundayız.
İşçi sınıfı, burjuva sınıfın tersine, örgütsüzdür. Bu örgütsüzlük, onun devrimden ve devrimci hareketten uzak durmasında ifadesini bulmaktadır.
Ama işçi sınıfı sendikal alanda da örgütsüzdür. Mevcut sendikaların çok büyük bir bölümü işçi sendikası olmaktan uzaktır. Türk-İş, Hak-İş ve DİSK ayrı ayrı 1 Mayıs kutlamaları yapmaktadır. Bu, egemenin, Saray Rejiminin istediğine uygundur. Böylece, işçi sınıfının birliği de sağlanamamaktadır. Türk-İş, eylemi Kartal’a taşımıştır. Türk-İş yönetimi, kendine verilmiş olan işçi sınıfını denetim altında tutma işini, artık eskisi gibi rahatça yürütememektedir. Petrol-İş ile Koç Holding arasında bağlanan toplu sözleşmeyi reddeden işçilerin polis barikatını aşması, Türk-İş’in nasıl zorda olduğunun göstergesidir. DİSK ise, hiçbir 1 Mayıs gösterisine etkin bir katılım göstermemektedir. Bu hâli ile, DİSK, adındaki devrimci sıfatının da etkisi ile, solu ve devrimci hareketi frenleme görevini görmektedir. Saraçhane pratiği bunun en somut kanıtıdır. Kadıköy’ü Taksim iradesi ile kabul etmek, aslında Taksim’in iradesi ile Taksim’de olmaktan çok uzak ve farklı bir “siyasal” tutumdur. Ve bu tutum, aslında, biz bir sendikayız, siyasal alana da o kadar giremeyiz bahanesini de devre dışı bırakmaktadır.
Taksim yerine başka bir alanın her kabulünde önümüze gelen bahane, işçileri ve kitleleri korumak olarak sunulmaktadır. İyi ama, o kitleler, (a) zaten polisle, devletle her yerde karşı karşıya gelmektedir, (b) doğrusu bu kitleleri korumak değil, tersine, kitleleri geri ve daha geri çekmektir. Bu tutum görülmelidir. Şimdi, Petrol-İş işçisi polisle karşı karşıya gelmiştir. Yarın, başka yerde de gelecektir.
Bu sınıf savaşımıdır ve sınıf savaşımını kendince “sert” bulan her kim olursa olsun, işçi sınıfı ile burjuvazinin arasına bir tampon gibi girmemelidir. Zira bu, sınıf savaşımını yumuşatmaz. Açlığın, işsizliğin kol gezdiği, en küçük bir hak arama eyleminin devletin tüm güçleri ile bastırma girişimleri ile karşı karşıya kaldığı, iç savaş hukukunun egemen olduğu bugün, sınıf savaşımının gelişim yolunu doğru anlamak gerekir.
1
Bugün içinde bulunduğumuz nesnellikte, işçi sınıfı sendika mafyasını sırtından atmak zorundadır ve bunun zor olduğunu biliyoruz. Bu, zor ama başarılamaz değildir, tersine başarılacaktır. Sendika mafyası da bunun ipuçlarını görmektedir. İşçi hareketi içindeki mücadeleci sendikalar, bu açıdan, güçleri az olsa da büyük bir iş görmektedirler. Mücadeleci sendikacılığa selâm olsun. İşçi sınıfı, kendi içindeki burjuva ajanlarını sırtından atacaktır, er ya da geç.
2
İşçi sınıfının önünde duran görev, direnişi geliştirmek ve örgütlemektir. Bu direniş, genel grev ve genel direniş örgütlenmesine yönelmek zorundadır. Bu elbette işçi sınıfının siyasal örgütlenmeden uzak durması ile gerçekleşmez. İşçi sınıfı devrimcileşmek zorundadır. Bu ise, devrimci hareketin de temel görevidir. Birinci maddedeki görevin başarılması da buna bağlıdır. Devrimcileşmeden, işçi sınıfının en ileri unsurları, hareketimizin bayrağı altında işçi sınıfının öncüleri hâline gelmeden, bu süreç yürütülemez. Demek ki, biz devrimcilerin örgütlenmesi, siyasal bir güç olarak kitleler içinde yer etmesi, sürecin anahtarıdır.
3
İşçiler, hem sendikalarını geri almalı, bunun mücadelesini yürütmeli, hem de fabrikalarda, işyerlerinde sağlam bir örgütlülük geliştirmelidirler. Zira sendikaların eli geçirilmesi, geri alınması, sendika mafyasının alaşağı edilmesi süreci, buna da bağlıdır.
4
Devrimci hareketin her bir grubunun, parçasının, kendini örgütlemesini tartışma konusu etmeksizin, ortak savaş arkadaşlığını daha da geliştirmesi gereklidir. Bu açıdan Birleşik Emek Cephesi, acil bir görev olarak, en başta devrimci hareketin önünde durmaktadır.
Birleşik Emek Cephesi, sadece siyasal yapılara açık olmamalıdır. Bunun yanında, birçok sendika, birçok birlik vb. de bunun içinde yer alabilir.
Birleşik Emek Cephesi, kitlesel direniş hattının gelişimi için de çok önemlidir. Tüm bileşenleri ile devrimci hareketin kitlesel direniş hattını geliştirmesinin yolu buradan geçmektedir.
Sınıf mücadelesinin kendi gelişim dinamiğini doğru anlamak gerekir. Bu iç dinamik, birçok dalga ile olumlu ya da olumsuz olarak etkilenebilir. 19 Mart kitlesel eylemleri, sınıf savaşımını olumlu etkileyecek, bu potansiyeli taşıyan bir etkendir. Bu kitlesel eylemler, sınıf mücadelesini de geliştirecektir. Böylesi dalgalar, uluslararası sınıf mücadelesinden de gelebilirler. Tüm bu dalgaları doğru analiz etmek ve buna uygun adımlar atmak, bunların etkilerinden doğan sonuçları hızla mücadelenin parçası hâline getirmek için, devrimci hareketin, bizim, çok daha duyarlı olmamız gereklidir. Hareketin daha hızla geliştiği koşullarda atik olabilmek için, öncesi dönemlerde elbette sınıf savaşımının gelişim dinamikleri konusunda net bir hatta sahip olmak da gereklidir.
1 Mayıs 2025’in sonrasında, işçi sınıfının, öğrencilerin, kadınların örgütlenmesi, işçi sınıfının devrimci yolunun daha da öne çıkması için olanaklar azalmamıştır, tersine artmıştır. Bu olanaklar sadece öğrenci hareketi içinde artmamıştır; öğrenci hareketinin toplumsal hareketin tümünü etkilediğini unutmamak gerekir. Şimdi, sınıf mücadelesinin dinamiklerini bir kere daha kavrama ve buna uygun bir eylemlilik yürütme çok daha önemlidir. Süreç, asla ve asla, bir çizgi şeklinde düz bir hatta yürümemektedir. İnişli çıkışlı bu yolda işçi sınıfın devrimci örgütlenmesi, istikrar sağlayıcı temel unsur olacaktır.