19 Aralık 2000 Harekâtı ve açlık grev(ler)i

“Gerçeği
sonuna dek
söylemeliyim.”[1]

“Bir katilin, bir hırsızın başbakan olduğu bir cumhuriyette, dürüst kişilerin yerinin ya mezar ya cezaevi olduğunu anlayabilmek zor bir şey olmasa gerek,” der ve ekler Fidel Castro: “Altmış gün boyunca açlık grevinde kalarak idealleri uğruna ölme kudretine sahip insanların huzurunda despotların eli ayağı titrer! Bunun yanında, yüzyıllar boyunca insani feda ruhunun simgesi hâline gelen İsa’nın çarmıhtaki üç günü nedir ki?”…

Fidel Castro’nun tespitleri coğrafyamızdaki 19 Aralık 2000 harekâtı ile açlık grev(ler)inin özeti gibidir.[2]

Kolay mı?

Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk’ün, “Operasyona bir yıl önceden hazırlanmıştık,”[3] itirafıyla malûl kırım Ercan Kanar’ın, “…‘Hayata Dönüş Operasyonu’ Ecevit’in emriyle Genelkurmay Başkanlığı tarafından yürütülen katliam operasyonuydu”;[4] Ayşe Düzkan’ın, 19 Aralık operasyonu bir darbe olarak değerlendirilmelidir,”[5] diye betimledikleri vahşetti.

“Hayata Dönüş”(?!) adı verilen harekâtlarda 28 tutuklu katledildi. Sonrasındaki ölüm oruçlarında toplam 122 tutuklu yaşamını yitirdi,[6] 600’den fazla tutuklu da sakat kaldı.

Sadece Bayrampaşa Cezaevi’nde (28 tutuklu içinde) 12 tutuklu öldürüldü, 55 tutuklu sakat kaldı. Bayrampaşa C-1 koğuşundaki 5 kadının yanarak, biri de gazdan zehirlenerek öldüğü bilirkişi raporuyla tespit edildi.

* * * * *

19 Aralık Harekâtı ile hedeflenen hücre sistemine geçilmesi, ABD ve AB’nin talebiydi[7] Rasim Öztaş’ın ifadesiyle: “Operasyonun boyutlarının daha öncekilerden farklı olacağını tahmin etmek zor değildi. Vali televizyonlardan herkese ilan ederek operasyon yapılacağını söyledi. Hücre sistemine geçmek esas olarak Amerika ve Avrupa Birliği’nin talebiydi. Bu talepler doğrultusunda devlet hızla F tipi hapishanelerin yapımına başladı.”[8]

Devlet F tipi hapishaneleri inşa etmiş, yeni bir cezaevi rejimine geçiyordu ama bu planı, sosyalist örgütlerce direnişle karşılandı. Açlık grevleri ölüm oruçlarına döndü, tutukluları vazgeçirmek için arabuluculara kapıları açan devlet, kapalı kapılar ardında çoktan operasyon hazırlığını yapmıştı, birlikler emir bekliyordu.

15 Aralık 2000’de “dost güçler”in ana operasyon karargâhında, İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Eyüp Engin Hoş komutasında harekâtın Özel Müdahale Planı son bir kez gözden geçirildi; “düşman güçler”in hayatlarını yok ediş için artık her şey hazırdı…

O harekât çerçevesinde askerî güçleri kendilerine, cezaevi müdürlerine ve infaz koruma memurlarına “dost güçler”, bu cezaevlerinde kanunlar çerçevesinde devletin koruması altında kalan tutuklu ve mahkûmlara “düşman güçler” diyorlardı.

Türkiye’nin orta Anadolu ve batı bölgelerinde, başta İstanbul Bayrampaşa ve Ümraniye Cezaevleri olmak üzere, 20 cezaevine Türkiye Cumhuriyeti’nin asker ve polis kuvvetleri tarafından askerî harekât düzenleniyordu.

Savaş hâli yaşanan düşman bir ülkenin tespit edilen kalesine yönelik kesin yok edici bir harekât idi bu…

Başlattıkları bütün savaşlara “barış” adını vermek, elleri kolları bağlı insanları diri diri yakmanın adına “Hayata Dönüş” demek, işkence yapanı terfi ettirmek, “işkence var” diyeni cezalandırmak devleti yönetenlerin genetiğine işlemişçesine kuşaktan kuşağa aktarılıyor. Zalimin adı kimi zaman diktatör K. Evren, kimi zaman da “Halkçı Ecevit” oluyordu![9]

Emir 19 Aralık 2000 sabahı verildi, üçüncü günün sonunda ortaya çıkan tablo vahşetti. Açlık grevinde olanlara zorla müdahale edilmiş, birçoğu sakat bırakılmıştı. 22 Aralık 2000’de F tipi hapishane rejimi resmen başladı.

20 yıllık AKP iktidarının ardından, bugünden bakınca hayırla anılan Bülent Ecevit’in DSP’si, operasyon döneminde iktidardaydı.

DSP-MHP-ANAP koalisyonunun Başbakanı Ecevit, operasyonla ilgili “Teröristleri kendi terörlerinden kurtardık” açıklamasını yaptı. Bundan 20 yıl sonra emekli asker Ali Aydın’ın ifadesinden öğrendik ki, operasyon öncesinde de askere desteğini esirgememişti: “Başbakan, operasyonun devletin bekası için zorunlu olduğunu, çağın operasyonu olduğunu söyleyip ‘Kılıcınız keskin olsun’ temennisinde bulundu.”

Ecevit’in temennisi yerini buldu, harekât devlet açısından “gayet başarılı” geçmişti!

* * * * *

19-22 Aralık 2000 tarihinde ülke genelindeki 20 ayrı cezaevinde düzenlenen “Hayata Dönüş Operasyonu”nda 30 tutuklu yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı. Katliamın sorumlularından biri bile hesap vermedi.

Katliam sonrasında açılmak istenen davalar sürekli engellendi. 2010 yılında açılan davada, operasyonu gerçekleştiren “Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı” (JÖAK) birliğinin sayısı ve kimlik bilgileri istenmesine rağmen bilgi gönderilmedi, bilgi göndermeyenler hakkında herhangi bir işlem yapılmadı. Harekât esnasında kullanılan kimyasalların niteliğinin araştırılması talepleri de sonuçsuz kaldı.

Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden dava kapsamında ifade veren emekli bir uzman çavuş, Bayrampaşa Cezaevi’ndeki operasyonda jandarmanın envanterinde bulunmayan değişik gaz bombaları kullanıldığını, kadın mahkûmların teslim olmak isteyip jandarmadan kapıyı açmalarını istemesine rağmen kapıların açılmadığını ve rütbeli jandarmaların yanmakta olan koğuşlara atılan battaniyelere su yerine benzin döktüklerini anlatmıştı.

Tüm bu yaşananların üzerine, operasyonlardan sağ kurtulan mahkûmlara “kasten adam öldürme”, “cezaevi yönetimine karşı silahlı isyan” gibi suçlardan çeşitli davalar açıldı.

F tipi cezaevlerinin mimarlarından olan ve “Hayata Dönüş Harekâtı’nda Cezaevleri Genel Müdürlüğü görevindeki Ali Suat Ertosun’a 2004 senesinde hükümet kararıyla “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” verildi. Ertosun, madalyasını dönemin Adalet Bakanı AKP’li Cemil Çiçek’in elinden aldı.

* * * * *

Susturmak, görünmez hâle getirmek, unutturmak, bellek silmek, ibret-i âlemlik birer korku nesnesi yaratmak… tecridin başlıca amaçları bunlar. Tecrit edilenin iradesinin kırılması üzerinden yaratılan Takrir-i Sükûn Kanunu (suskunluk yasası) toplumsal muhalefete yönelik olarak, her dönem tedavülde tutuldu. 19 Aralık katliamı bir yönüyle Takrir-i Sükûn, diğer yönüyle cezaevinde ve sokakta mutlak izolasyonu amaçladı. “Etkisiz hâle getirildi” sözcüğünde gizli olan öldürme eylemi, F Tipi tecrit ortamında ölüm sessizliğine gömmek anlamına büründürüldü.

12 Eylül’ün işkence merkezlerinden Diyarbakır, Mamak cezaevlerindeki işkenceleri bile geride bırakan yöntemlerle 26 Eylül 1999’da gerçekleştirilen 10 devrimcinin katledildiği Ulucanlar katliamı, F tiplerine giden yolda önemli bir dönemeç oldu. Ulucanlar’da “yarım kalan iş”in devamı olarak 5 Temmuz 2000’de Burdur Cezaevi’ne harekât düzenlendi ve onlarca tutuklu ağır yaralandı. Koğuşa sokulan dozerle Veli Saçılık’ın kolu koparıldı…

Katliamın siyasi sorumluları olan Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz, Hikmet Sami Türk, Ali Suat Ertosun ve dönemin paşalarının isimleri sadece bir ayrıntıydı. 24 Ocak neoliberal kararlarını uygulamak için nasıl ki 12 Eylül’e ihtiyaç duyulmuşsa, 1999’da ekonomik-siyasal kararlarını uygulamak için de 19 Aralık katliamına ihtiyaç duyuldu. Genelkurmay Başkanlığında görüşmelerde bulunan Başbakan Bülent Ecevit’in “teröristlerle pazarlık yapmayız” açıklaması sonrasında, ölüm orucunun 61. günü sabaha karşı yirmi cezaevinde aynı anda operasyon başlatıldı.

Katliamdan ağır yaralı kurtulan Birsen Kars’ın ambulanstan indirilirken “Bizi diri diri yaktılar” dediği dakikalarda Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, “Ölüm oruçlarında insanların göz göre göre ölmesine seyirci kalamazdık,” diyordu.

Harekât sonrasında Birsen Kars ve Hacer Arıkan vücutlarında oluşan yanıkların, üzerlerine atılan ateş çıkarmayan kimyasal bir madde nedeniyle meydana geldiğini kamuoyuna açıkladılar.

Yine harekât sabahı çıkan sermaye gazeteleri “Devlet girdi-Sahte oruç kanlı iftar” manşetleriyle harekâtı selamlayacaktı.

Harekâtın sürdüğü sıralarda İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, “Biz bu harekâtı bir yıldır hazırlanıyorduk,” açıklamasıyla Ulucanlar, Burdur ve Bergama cezaevlerindeki vahşete atıfta bulunuyordu.[10]

“Adli Tıp uzmanlarının raporlarına göre de koğuşlarda gaz bombası kullanıldı. Raporlara göre Bayrampaşa Kapalı Cezaevi’ndeki C-1 koğuşunda öldürülen Yazgülü Güler Öztürk, Seyhan Doğan, Özlem Ercan, Şefinur Tezgel ve Gülser Tuzcu’nun cesetlerine yapılan otopsilerde elbise parçaları ile saç, doku ve cilt örneklerinde tinerde bulunan organik solventlerden toluen, xylene ve metanol saptandığı kaydedildi.

“Nilüfer Alcan adlı tutuklunun ise gaz zehirlenmesi sonucu öldüğü tespit edildiği raporda, harekâtta kullanılan bombaların etkin maddesinin 20 gramının 38 dakikada insanı öldürdüğüne dikkat çekildi ve C-1 koğuşunda 35 gram bomba maddesi bulundu.”[11]

* * * * *

“Hayata Dönüş” harekâtı davasında ifade veren zamanın “üst düzey” yetkilileri, sorumluluklarını kabul etseler de; beyanlarını kanıtlayan belgeler dosyada olsa da; tanık yerine sanık olmaları için suç duyurusu yapılsa da;[12] Ümraniye Cezaevi’ne 19 Aralık 2000’de düzenlenen ve biri uzman çavuş, beş kişinin öldürüldüğü harekâtla ilgili 267 askere açılan davada verilen kararın gerekçesinde, İstanbul Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi, zaman aşımı ve beraatla biten davada yargılanan askerlerin “Operasyon sırasında hapishane içerisine girmedikleri” beyanına dayanarak bu kararın verildiğini ifade etti.[13]

Yani 19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş”(?!) Harekâtı’nda ve sonrasındaki açlık grevinde 122 devrimci katledilirken; resmi sonuç buydu!

* * * * *

19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş”(?!) Harekâtı sonrasındaki açlık grevlerine ilişkin “eleştirel” görünümlü negatif söylemlere gelince…

Kimileri “Bugüne dek açlık grevlerinin işe yardığını görmedik. Ancak hukuk devletinde, yasaların uygulandığı ülkelerde geçerli olabilir diye düşünüyorum. Ama yine de dosyaları bile okunmadan yargısız infaz karşısında sesinizi nasıl duyurabilirsiniz ki!,”[14] derlerken; bazıları da, “Biz Marksist-Leninistiz, sosyalistiz, devrimciyiz. Öyle büyük, anlı şanlı isimlere gerek yok. Tarihte bir tek ak sayfaya sığar ömrümüz!,” diyen Ebru Timtik üzerinden ekliyorlar:

“Onun adı Ebru Timtik. O bir avukattı. Cezaevindeydi ve adil yargılanma isteminin kabul edilmesi için ölüm orucuna başlamıştı. Ölüm orucunun 238. gününde öldü.

“Ebru Timtik 2022 başlarında aynı davadan tutuklu olan arkadaşı Aytaç Ünsal’la birlikte adil yargılanma hakkı için başlattıkları açlık grevini ölüm orucuna çevirdiklerini çevrelerine ve kamuoyuna duyurdular. Günlerden 5 Şubat 2022 idi.

“İki mahkûm da ‘Bilincimiz kapalı olsa dahi tedavi talebimiz yoktur’ dilekçelerini mahkemeye sundular. Ve sonuçta Ebru Timtik son anda kaldırıldığı hastanede organ yetmezliğinden öldü. Ebru son olarak teyzesine yolladığı bir mektupta adaleti yalnızca kendileri için istemediklerini belirtip ‘Hak arama mücadelesi veriyoruz, tahliye olursak adalet mücadelesine omuz vereceğiz. Şu anda elimiz kolumuz bağlı adalet istiyoruz. Hiçbir şey yapamıyoruz. En çok da canımızı yakan bu. Elimiz kolumuz bağlı demek gerçekten bizim için açlıktan daha zor.’

“Evet, bunlar birer destan ama XXI. yüzyıldayız. Dünya değişti ve yaşadığımız bu kaos ortamında artık ölüm oruçlarının hiçbir etkisi yok!

“Biliyorum, adaletin yaptığı çok büyük bir haksızlık. Ama ölüm kutsanılacak bir şey değildir! ‘Ebru Timtik ölümsüzdür!’ diye haykırmak bize ne kazandırıyor?”[15]

Bu tür anlayış(sızlık)lar açısından “Anlaşılır olmayan, açlık grevlerine, bir mücadele biçimi olarak karşı çıkmaktır. Bu karşı çıkış, genellikle, ‘Kendini harap edip öldüreceğine, yaşa ve mücadele et,’ gerekçesiyle yapılıyor. Böylesi bir gerekçeyle karşı çıkanlar, ister istemez, sadece günümüzün açlık grevlerini değil, aynı zamanda, geçmişin ve geleceğin açlık grevlerini de karşılarına almış oluyorlar…

“Deniliyor ki, bu mücadele biçimi bir intihar gibidir, bununla zalimlerden hak almak da zordur. Zamanlaması ve talepleri doğru ve makulse, sorun yoktur. İsterse alamasın hakkını. Tarih bize, kazanılmış büyük hakların veya devrimlerin, sadece son vuruşun eseri değil, asıl olarak, çeşitli biçimlerde zamana yayılan, irili ufaklı mevzi hak mücadelelerinin, biriken, birleşik gücünün bir eseri olduğunu söylüyor. Bu gerçeği göremeyen Türkiye aydınları, alınan hakların, mücadele ile alınmadığını, tepeden verildiğini söyleye gelmişlerdir hep. Gerçeği yansıtmayan bu anlayışı artık aşmamız gerekiyor,”[16] diyen Muzaffer Oruçoğlu sonuna dek haklı.

Malum üzere açlık grevleri devletlerin idari politikalarını etkileyecek biçimlere de bürünür. Mesela IRA, RAF, Mahatma Gandhi vb.leri gibi.

Bir eylem biçimi olarak kullanıldığında iktidarı gerçek anlamda zora da sokar. Ancak, açlık grevi her koşulda başarılı olur ön kabulünden de yola çıkamayız. Etkisi, ideolojik ve metodolojik gücünden ve yarattığı kamuoyundan gelir; ama tek başına talepleri elde edemez. Belli bir desteğe ve politik güce ihtiyaç duyar. Bunun eksikliğinde, iktidar verecek mantıklı bir cevabı olmadığı için ya ölümlerine seyirci kalır ya da “zorla besleme” (bundan sonra “zorla müdahale” diyeceğiz) yoluna gider vb.leri…

* * * * *

Coğrafyamızdaki açlık grevleri tarihi, Türkiye’deki cezaevlerinin dönüşümü tarihinde önemli bir direnme biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Onun içindir ki bunu anlamak için cezaevlerine ve cezaevlerindeki mahpusluğun değişimine bakmak gerekmektedir. Cezaevleri salt kapatma yerleri değildir, erkin daha büyük anlamlar yüklediği mekânlardır ve coğrafyamızdaki cezaevleri tarihi aslında politik muhalefetin tarihidir…

Coğrafyamızdaki bilinen ilk açlık grevi Nâzım Hikmet tarafından Bursa Cezaevi’nde 8 Nisan 1950’de gerçekleştirilmiştir. Çeşitli açlık grevi eylemleri yapılmış olsa da coğrafyamızda adı konulmuş kitlesel açlık grevi direnişi 1980’ler ve sonrası dönemlerde yapıldı ve cezaevlerinin dönüşümü tarihinde önemli bir direnme biçimi olarak karşımıza çıktı…

Coğrafyamızda ölümle sonuçlanan ilk açlık grevi eylemi 1982’de Diyarbakır Cezaevi’nde Kemal Pir’inki olurken ardından 3 mahpus daha ölüm orucu sonucu hayatını kaybetti. 1983’te 4, 1985’te 12, 1988’de 1, 1989’da 2, 1993’te 1, 1995’te 2, 1996’da 52 cezaevinde yapılan açlık grevinde 12 mahpus hayatını kaybetti.[17]

2000’lerde ise F tipi cezaevlerine karşı dünya tarihinin en uzun süreli açlık grevi/ölüm orucu direnişi süreci yaşandı. 26 Ekim’den itibaren 18 cezaevinde 816 siyasi mahpusun katılımıyla yaygınlaşan açlık grevleri, 19 Kasım 2000’de ölüm orucuna dönüştürüldü. 23 Kasım 2000 itibarıyla cezaevlerinde ölüm orucuna katılanların sayısı 57’ye, süresiz açlık grevine katılanların sayısı da 805’e yükseldi. Özetle cezaevlerinde, özellikle cezaevlerinin politikleşme süreciyle birlikte, mahkûmlar tarafından birçok eylem yapıldı.

* * * * *

Dediklerimizi Selçuk Kozağaçlı’nın, “Medrese-i Yusuf denir hapishaneye. Hz. Yusuf gibi yatacaksınız, hiç ‘iman’ınızı bozmadan; Hz. Yusuf gibi de çıkacaksınız. Biz öyle yattık, bir gün çıkarsak da öyle çıkacağız. Yoksa hapishane sizi çürütürse, sizi hapse koyanlar amacına ulaşmış olur,” ifadesiyle ve Ferit Edgü’nün, “Alışmak, boyun eğmek demektir./ Bir şeye alışan kişi, her şeye alışabilir./ Zindana işkenceye çaresizliğe ölümlere eşitsizliğe,” dizeleriyle noktalarken ekleyelim: Baş eğmedik, baş eğmeyeceğiz de…

29 Ekim 2024, Muğla.

 

[1]  Simone de Beauvoir.

[2] Bkz: i) Temel Demirer, “(C)Ezaevleri ve ‘F Hâli’! ya da ‘Yumma Gözün Kör Gibi’! veya Vahşeti Durdur(mak)!”, Kurtuluş dergisi, No: 7, Eylül 2000; Damar dergisi, No: 114, Eylül 2000…

  1. ii) iii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “19-22 Aralık 2000’in Anımsatıp Öğrettikleri”, Devrimci Yolda Özgürlük, No: 2, Şubat 2011…

iii) Temel Demirer, “19 Aralık’ın (C)Ezaevleri Gerçeği!”, Kaldıraç dergisi, No: 222, Ocak 2020…

[3] Celalettin Can, “Operasyona Bir Yıl Önceden Hazırlanmıştık (2)”, 23 Aralık 2019… https://www.independentturkish.com/node/107241

[4] “Ercan Kanar: 19 Aralık, Ecevit Emriyle Yapılan Bir Katliam Operasyonuydu”, 19 Aralık 2019… https://www.artigercek.com/haberler/ercan-kanar

[5] Ayşe Düzkan, “kalsın benim davam!”, 18 Aralık 2019… https://www.artigercek.com/haberler/kalsin-benim-davam

[6] 19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş”(?!) harekâtı’nda katledilenler: 1) Ahmet İbili; 2) Ercan Polat; 3) Umut Gedik; 4) Alp Ata Akçayüz; 5) Yazgülü Güder Öztürk; 6) Fırat Tavuk; 7) Ali Ateş; 8) Aşur Korkmaz; 9) Özlem Ercan; 10) Şefinur Tezgel; 11) Nilüfer Alcan; 12) Gülser Tuzcu; 13) Seyhan Doğan; 14) Mustafa Yılmaz; 15) Cengiz Çalıkoparan; 16) Murat Ördekçi; 17) Fidan Kalşen; 18) İlker Babacan; 19) Fahri Sarı; 20) Sultan Sarı; 21) Murat Özdemir; 22) Ali İhsan Özkan; 23) İrfan Ortakçı; 24) Hasan Güngörmez; 25) Yasemin Cancı; 26) Berrin Bıçkılar; 27) Halil Önder; 28) Rıza Poyraz; 29) Cafer Dereli; 30) Gültekin Koç; 31) Cengiz Soydaş; 32) Adil Kaplan; 33) Bülent Çoban; 34) Gülsüman Dönmez; 35) Nergis Gülmez; 36) Fatma Ersoy; 37-Abdullah Bozdağ; 38) Tuncay Günel; 39) Celal Alpay; 40) Erol Evcil; 41) Murat Çoban; 42) Canan Kulaksız; 43) Gürsel Akmaz; 44) Endercan Yıldız; 45) Sibel Sürücü; 46) Şenay Hanoğlu; 47) Hatice Yürekli; 48) Kazım Gülbağ; 49) Erdoğan Güler; 50) Sedat Karakurt; 51) Fatma Hülya Tümgan; 52) Hüseyin Kayacı; 53) Cafer Tayyar Bektaş; 54) Uğur Türkmen; 55) Veli Güneş; 56) Aysun Bozdoğan; 57) Zehra Kulaksız; 58) Gökhan Özocak; 59) Ali Koç; 60) Sevgi Erdoğan; 61) Muharrem Horoz; 62) Osman Osmanağaoğlu; 63) Hülya Şimşek; 64) Uğur Bülbül; 65) Gülay Kavak; 66) Ümüş Şahingöz; 67) İbrahim Erler; 68) Abdülbari Yusufoğlu; 69) Zeynep Arıkan Gülbağ; 70) Ali Rıza Demir; 71) Ayşe Baştimur; 72) Özlem Durakcan; 73) Ali Ekber Barış; 74) Arzu Güler; 75) Sultan Yıldız; 76) Bülent Durgaç; 77) Barış Kaş; 78) Nail Çavuş; 79) Eyüp Samur; 80) Muharrem Çetinkaya; 81) Tülay Korkmaz; 82) İsmail Kahraman; 83) Ali Çamyar; 84) Zeynel Karataş; 85) Lale Çolak; 86) Yusuf Kutlu; 87) Yeter Güzel; 88) Doğan Tokmak; 89) Tuncay Yıldırım; 90) Meryem Altun; 91) Okan Külekçi; 92) Semra Başyiğit; 93) Fatma Bilgin; 94) Melek Birsen Hoşver; 95) Gülnihal Yılmaz; 96) Fatma Tokay Köse; 97) Hamide Öztürk; 98) Serdar Kara Kurt; 99) İmdat Bulut; 100) Zeliha Ertürk; 101) Feridun Yücel Batu; 102) Feride Harman; 103) Berkan Abatay; 104) Özlem Türk; 105) Orhan Oğur; 106) Yusuf Aracı; 107) Şengül Akkurt; 108) Muharrem Karademir; 109) Günay Öğrener; 110) Ümit Günger; 111) Selma Kubat; 112) Ali Şahin; 113) Hüseyin Çukurluöz; 114) Bekir Baturu; 115) Semiran Polat; 116) Salih Sevinel; 117) Selami Kurnaz; 118) Sergül Albayrak; 119) Faruk Kadıoğlu; 120) Eyüp Beyaz; 121) Serdar Demirel; 122) Fatma Koyupınar.

[7] “Bilhassa ‘hücre tipi’, ‘izolasyon tipi’ cezaevlerinin bir işkence yöntemi olduğunu, adeta kişiyi kendisi olmaktan çıkarmayı amaçlamış bir yöntem olduğunu, araştırmalarımızla dile getirildi. İzolasyon tipi cezaevinin geçmişine, temeline baktığımızda bunun bir CIA projesi olduğu da açıktı. Edgar Schein isimli bir profesöre Amerika’da ‘kişiyi kendisi olmaktan nasıl çıkarabiliriz?’, aslında daha doğru bir deyimle, ‘kendisinden vazgeçme noktasına nasıl getirebiliriz?’ konulu bir araştırma verilmiş ve Edgar Schein’in önerisiyle bu izolasyon tipi cezaevleri gündeme gelmiş.” (Eren Keskin, “19 Aralık… Unutulmaz Cezasızlık”, Yeni Yaşam, 21 Aralık 2022, s. 3).

[8]           Hatice Eroğlu Akdoğan, “Hücre Sistemine Geçmek ABD ve AB’nin Talebiydi”, Birgün, 19 Aralık 2019, s. 5.

[9]           Veli Saçılık, “… ‘Hayata Dönüş’ Katliamı”, Yeni Yaşam, 19 Aralık 2019, s. 4.

[10]          Veli Saçılık, “Sol-Kırım: ‘Hayata Dönüş’ Katliamı”, Yeni Yaşam, 19 Aralık 2022, s. 5.

[11]          Yadigar Aygün, “Cezaevlerinde de Kimyasal: Diri Diri Yaktılar”, Yeni Yaşam, 19 Aralık 2022, s. 4.

[12]          Ayça Söylemez, “Belgeli Katliam”, Birgün, 25 Haziran 2024, s. 9.

[13]          “Hayata Dönüş’te Tepki Çeken Gerekçeli Karar”, Evrensel, 15 Ocak 2020, s. 3.

[14]          Zeynep Oral, “Onlar Ölürken”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2024, s. 11.

[15]          Işıl Özgentürk, “Haykırıyorum: Ölüm Oruçlarına Hayır!”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2022, s. 8.

[16]          Muzaffer Oruçoğlu, “Açlık Grevleri”, 7 Nisan 2020… https://www.gazetepatika11.com/aclik-grevleri-57644.html

[17]          Barış Can, “Yitik Vicdanlara: Türkiye’de Açlık Grevleri”, 5 Nisan 2020… https://ilerihaber.org/icerik/baris-can-yazdi-yitik-vicdanlara-turkiyede-aclik-grevleri-111346.html

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz