Herkes daha yatmamış olduğu için, darbe ile ilgili bir “ilk an”a sahip olabildi. Kimisi alçak uçan helikopterlerden anladı darbeyi, kimisi Boğaz Köprüsü’nün bir yönünü kapatan askerlerden, büyük çoğunluk ise TV kanallarından.
İlk soru şudur: Bu generaller -ki çoğunun Fethullahçı olduğu açık- kurmay eğitimi almış, az ya da çok starteji ve taktik bilgileri olduğu varsayılan kişiler olmalıdır. Uzun yıllar devlet içinde yuvalanmış, “ne istediniz de vermedik” kadar takdir görmüş, bunu başarmış kişilerdir. Fethullahçı olsa da, ki çoğu öyle gibi, yine de bu alt yapıya sahiptirler. Öyle ise, saat 21.00’da ya da saat 22.00’da bir darbeye neden kalkışırlar?
Yanıtlar şöyledir: Çünkü darbe deşifre olmuştur.
İşte bu yanıt, bir yanıltma, bir kafa karıştırma değil ise, büyük bir bilgisizlik demektir. Darbe yapmayı akıl eden birileri, Fethullahçı ya da başka bir grup, başarısızlığa uğrayacak bir darbenin ne demek olduğunu bilebilecek durumda olmalıdır. Mantık bunu söyler. Darbeye kalkışacakken, deşifre oldu diye durup geri çekilirlerse, çok daha az kayıp verirlerdi. Oysa saat 21.00’da bir darbeye kalkışırsanız, kesinlikle başarılı olamazsınız. Tabii amacınız başarılı bir darbe ise.
Acaba darbeyi yapanlar, başarısız bir darbe olsun mu istediler? Öyle ise neden?
Demek ki, saat 21.00’da darbe olmaz ama bunlar öyle başladılar.
O saatte köprüyü kesmek, kendine karşı bir tehdit biriktirmek demektir. O insanlar bir yolla evlerine gitmek isteyecektir. Oysa gece, sabaha karşı mesela 03.00’da darbe yaparsanız, yolları kesmek de kolay olur. Bunu bu generallerin bilmeme ihtimali yoktur. Bildiklerini varsaymak zorundayız.
Hem sonra, köprüyü kesmeye de gerek kalmaz.
Dahası, köprüyü kesen akıl, dalga geçer gibi, özensiz bir tiyatro gibi, neden sadece köprünün bir yanını keser? Köprüde trafik iki yönde akar. Neden her iki köprünün de tek yönünü kesiyorlar?
Köprüyü kesen akıl, havalimanının ana girişine asker koymadan önce, alana giden yolları tutmaz mı? Bu yollar, köprüden daha mı az önemlidir?
Bizim bildiğimiz darbeler, seçilmiş hükümeti hedef alır. Bu durumda da, sabaha karşı 04.00’da mesela Demirel’in kapısını çalar ve kendisine “nazik” davranarak gözaltına alırlar. Bunu hem siyasi parti liderlerine, hem de bakanlara yaparlar. Hatta siyasi parti liderlerini de alırlar. Kuşku yok ki, Demirel’i ve siyasileri alan 12 Eylül darbesi, gerçekte onlara karşı yapılmış değildir. En başta halka karşı, işçi ve emekçilere karşı, devrimcilere karşı yapılmıştır. Darbe, 12 Eylül sabahından başlayarak, gerçek muhalifleri, devrimcileri, sendikaları vb. ezmeye yönelmiştir. TRT’den bildiri okunması darbe “imajına” uymuş ama, bu Yurtta Sulh Komitesi, bildiride söyledikleri “yönetime el koyduk” konusunda şaka mı yapmaya çalışmışlardır? Yönetime el koymak demek, bakanları vb. almak, onların yerine geçmek demektir. Yurtta Sulh Konseyi, acaba hangi yönetime el koymuştur?
TRT’de bildiri okuma işini bile kendileri askerî kıyafetlerle yapmamışlardır.
Yine, her darbeci bilir ki, darbe yapacakken, sadece TRT basılmaz, tüm kanalların denetimi ele alınır ve bildiri hepsinden aynı anda okunur. Hatta, bunu kanalları keserek yapamıyorsanız, o zaman her kanala reklâm parası diye yüksek miktarda para verin ve ardından bu metni reklâm olarak okumalarını isteyin, kendiniz okumak istemiyorsanız, o zaman asker kıyafeti giyen bir sanatçı bulabilirsiniz ve daha başarılı olursunuz.
Sen, TRT’den bildiri okuyacaksın ve aynı anda, diğer kanallardan Bakanlara ulaşılmasına olanak tanıyıp, onların açıklamalar yapmasına fırsat vereceksin! Demek ki, sen bu darbenin başarılı olmasını istemiyorsun demektir. Madem istemiyorsun, peki niye yapıyorsun, niye kalkışıyorsun? Hem sonra TRT’nin reytingi diğer kanallardan daha fazla değil ki, neden onu basıyorsun?
Uzatmaya gerek yok.
Demek ki, darbe, ya bizzat başarısız olsun diye yapılmıştır ya da darbenin içinde olduğu düşünülen bazı unsurlar, son anda bu darbeden vazgeçmiştir. Darbeyi erkenden başlatmışlar ve darbenin başarı şansını yok etmişlerdir.
Bu durumda darbenin amacının ne olduğu sorusu da ortaya çıkıyor. Amaçlanan nedir? Senaryoyu kim yazmıştır? Bu darbecileri sahaya kim sürmüştür?
Doğrudan, dolandırmadan, söyleyeceklerimize geçelim.
1- Ya bu darbe, başarılı olmak için yapılmamıştır ya da darbenin içindeymiş gibi yapan bazı unsurlar, darbeyi önlemek için süreci erkenden ve teatral bir vaziyette başlatmıştır. Darbe, Fethullah örgütünün işi olarak ortaya çıkmış ise, demek ki, darbeye destek verir gibi yapan, ama desteğini keserek darbeyi deşifre eden unsurlar “ulusalcı-NATO’cu” unsurlardır.
Fethullah grubunu tanımlamak kolaydır. Kimlerin Fethullahçı olduğu anlamında değil, bunu biz bilmesek de zaten Erdoğan çok iyi biliyor. Ama biz biliyoruz ki, Fethullah örgütü ABD’ye bağlı çalışan, ılımlı İslam projelerinde görevli, AK Parti hükümetini de “iktidar” yapan bir harekettir. Bugün darbe ile kapatılmaya başlanan Gülen okullarını, dünya çok önceden beri kapatmaktaydı ve kapatmada hep ana suçlama CIA bağlantısıydı.
“Ulusalcı-NATO’cu” kesimi tanımlamak biraz zor. Erdoğan, 17-25 Aralık’a kadar Balyoz ve Ergenekon davaları yolu ile bu kesimin tasfiye edilmesinde başrolde idi. Gülen hareketine en büyük destek bizzat iktidardan gelmekte idi. Ama belli bir tarihten sonra “kandırıldım” nidaları ile, bu kez tasfiye edilenlerle ilişkiye girdi.
Bu yüzyıllık devlet geleneği, Ergenekon vb. aslında ordunun ana gövdesidir. Bugün Kürtlere karşı operasyonlarda Veli Küçük’ün protokolde yer alması rastlantı değildir.
Bu “ulusalcı-NATO’cu” kesim de, tıpkı diğer devlet güçleri gibi, iktidar savaşındaki rakipleri gibi, Amerikan yanlısıdır. NATO’ya bağlı ordunun eğitimi, örgütlenişi, şekillenmesi bu yöndedir, hep öyle olmuştur.
Bu güçler, acaba darbecilere destek verir gibi görünüp sonra çark mı etmişlerdir?
Ama egemen TC devleti içinde üçüncü ve en zayıf güç olan Erdoğan ve hükümet, darbeyi akrabalarından haber aldığına göre, darbe önlendikten sonra sahne almışlardır.
2- Darbeyi Erdoğan planlamamıştır. Senarist o değildir. Darbenin sonunda Fethullahçıların ya da büyük çoğunluğu Fethullahçı olanların temizlenmesine bakarak, darbeyi Erdoğan’ın planladığını söylemek doğru değildir.
Evet bu bir tiyatrodur ama senaristi kimdir?
Erdoğan, bu tiyatroda, istese de istemese de bir rol almış ve oynamıştır. “Ulusalcı- NATO’cu” kanat, bu darbede rol almıştır, baştan darbecilere engel olmamış, ama darbeyi başarısız kılacak hamleler yapmıştır.
TC devletinde bir darbe planlanıyorsa, ABD’nin ve NATO’nun bundan haberdar olmama şansı yoktur. ABD, darbeyi uçan uçaklardan anladım diyor. Komiktir ve doğru olma şansı yoktur.
ABD acaba, darbenin başarılı olmasını istemiş midir? Yoksa, zaten başarısız olmasını mı istemektedir? Bu gerçekten en önemli sorudur.
Eğer ABD, darbenin başarısını gerçekten istiyor idi ise, şu anda büyük bir başarısızlık yaşıyor demektir. Bu durumda, TC devleti dışında darbeyi haber veren güçler var demektir. Bu senaryonun zayıf ihtimal olduğu açık. Elbette haber veren üçüncü ülkeler olmuş olabilir. Ama ABD, başarısızlığa uğrayacak ve kendine bağlı kadroları kaza sonucu kaybedecek kadar güçsüz müdür?
Nasıl ki, Ergenekon operasyonları, Fethullah eli ile, Erdoğan’ın desteği ile ABD tarafından yapılan bir tasfiye idi ise, bugün de yaşanan süreçler ABD için sır değildir. Bu, ABD’nin her şeyi planladığı anlamında bir söz değildir; tersine, Türkiye’de, ordu, hükümet, Erdoğan ve Fethullah’ın, ABD ile ilişkilerinin niteliği nedeni ile böyledir.
Yok eğer senarist, darbenin zaten başarısız olmasını istiyor idi ise, bu durumda, süreç yeni başlıyor demektir. Bu durumda ABD, Ortadoğu’nun paylaşılması, Suriye savaşında aldığı yenilgi, TC devletinin Suriye savaşındaki yenilgisi, buna bağlı olarak Rusya ile ilişkiler, Kürt sorununda ortaya çıkan savaş ve direniş, halkların gelişen direnişi gibi faktörler altında bir düzenleme içine giriyor demektir.
Bu durumda başarısız darbe girişimi ile, nereye ulaşmak istediği analize muhtaçtır.
3- Darbe, Erdoğan’ı öldürmek ya da esir almak ya da indirmek amacında değildir. Elbette Erdoğan korkmuştur, korkutulmuştur. Ama yaverinin Fethullahçı olduğu doğru ise, bu ölçüde generaller, savcılar, hakimler, öğretmenler vb. işin içinde ise, Erdoğan’ı öldürmek için darbe yapmalarına gerek de yok demektir.
Kimin tarafından olduğunu bilmesek de, Erdoğan’ın hem korunduğu ve hem de korkutulduğu açıktır. F-16’lar, otelin çıkışından sonra bombalanması, olaydan birkaç gün önce Erdoğan’ın Antalya’da olduğu haberleri bunu göstermektedir.
Biz bilmesek de, Erdoğan, kendisini koruyan ve tehdit edenleri bilmektedir.
4- Bu darbenin, sonuçlarından biri, Erdoğan’ın “darbe allahın bir lütfudur” demesine neden olan durumdur. Erdoğan, Fethullahçıların temizlenmesine ve kendisine halkın sokağa dökülmesi için fırsat verilmesine şükür etmektedir. Fethullahçıların temizlenmesi, “ulusalcı NATO’cu”ların kazancı ise, başkanlık hayallerinde bir adım daha ilerlemek Erdoğan’ın kazancıdır.
Suriye politikasındaki çıkmaz, İsrail ile geri dönüş, Rusya ile ilişkilerde yeni manevralar, Erdoğan’ı bunaltmıştı. Bu nedenle, allahın lütfu, demektedir.
Doğrusu, arkasında Enerji Bakanı damadın sırıtmasını görmemiş olsak, kendisinin allah tarafından korunduğuna inandığı fikrinde olduğuna inanabilirdik.
Erdoğan, fırsatı yakalamak, buradan ilerlemek istiyor. Acaba sadece Fethullahçılarla mı hesaplaşacak, yoksa aynı zamanda “ulusalcı-Ergenekoncu” kesimin esaretinden de kurtulmak için manevralar mı deneyecek, hep birlikte göreceğiz. Demokrasiyi korumak için hareket etmediği kesindir.
Şiddetle, kendine bağlı bir grubu tahkim etmek, güçlendirmek ve kendi etrafına yığmak istemektedir. Korkunun en açık göstergesi budur ve bu durum, darbe içinde darbe sürecinin işlediğinin de açık kanıtıdır.
Kaldı ki, 7 Haziran seçimlerinin iptali de bir darbedir. Parlamento zaten işlevsizdir, siyasi partiler zaten var ile yok arasındadır. Hükümet işlevsizdir. Zaten darbe de bunları yapar.
5- Darbeye kalkışan, “planlayıcı” olarak ilan edilen Fethullahçılar, gerçekten de darbenin içindedir ve heveslidirler. Darbenin başarılı olacağına inanmışlardır. Yoksa kalkışmazlardı. Peki, darbenin başarılı olacak şekilde planlanmadığını söylediğimize göre, bunlar buna nasıl inandırılmıştır?
Öyle anlaşılıyor, darbeyi planlayan ABD, aynı zamanda orduda bazı güçlere de bilgi vermiş, bu güçler, darbecilere engel olmaktan uzakmış gibi bir hava yaratmıştır. Fethullahçı generaller, NATO’cu-sağcı-ulusalcıların ya da Amerikancı Kemalistlerin, kendilerine destek vereceklerine inandırılmıştır. Eğer bu böyle ise, darbeye erken başlayanlar bu generallerdir. Bunlar darbeyi saat 21.00’da başlatarak, fiili olarak deşifre etmekle kalmamış, bizzat başarısızlığını garanti altına alacak şekilde harekete geçmişlerdir. Bu durumda, Fethullahçı kanat, bazı generalleri esir almış, aldatıldıklarını anlamaya başlamış, bakanlar kurulunu, basını vb. ele geçirme planları fiilen devre dışı kalmıştır. Bu, ihtimal dahilindedir.
Böylece, Fethullahçı kanadın devletten tasfiyesi süreci başlatılmıştır. Ellerinde zaten listeler vardır. Listeler devreye sokulmuştur. Demek ki, bu egemen sınıf içinde bir çatışmanın devamıdır.
İşin bu noktasında, ulusalcıların müttefikleri Erdoğan, bir yandan prestij elde ederken, diğer yandan, kendi isteklerini de açılan meydanda hamle yaparak öne çıkmaya başlamıştır. Hem sokağa çağırdıkları ile, zaferini daha da pekiştirmek istedi, hem de bu vesile ile devlet kadrolarında yapılacak temizlik işini Fethullahçı olmayan bazılarını da içine katarak yürütmek istedi.
Suriye, İsrail, Rusya, Mısır ilişkilerinde yaşanan çark etme sürecinin verdiği sıkıntıyı, bu yolla aşmaya kalkıştığı görüldü. Buradan moral bulmaya çalıştı, çalışıyor. Böylece, sahnedeki üçüncü güç olarak Erdoğan da kendi hedeflerine yürümek istiyor. Demek ki, darbeden faydalanmak isteyen çok sayıda güç devrededir. “Ulusalcılar” bir yandan devleti temizledikleri düşüncesindedirler, diğer yandan ise, Erdoğan, elde ettiği prestij ile boşlukları doldurmaya çalışmaktadır.
6- Meclisin bombalanmasını, acaba darbeciler mi yaptı, yoksa başkaları mı? Kimin tarafından yapıldığının ortaya çıkarılması zor olmasa gerek. Bombaları atanların tümünün kimliği, uçuş sistemlerinden herhâlde anlaşılır.
Ama bu saldırılar, halka ateş açılması, darbecilerin başarısız olmasının ardından gelecek şiddetli tasfiyenin temelini oluşturmaktadır.
Bu yolla, önlenmiş olan Fethullahçı darbe, yeni bir sivil darbe yaratmaktadır. Parlamentoda dört partinin ortak bildirisine rağmen, saldırgan bir tutum ile, paramiliter güçler için yollar açılmaktadır.
Daha önceden başlamış olan bir başka darbe sürecini hatırlamalıyız. Parlamento işlevsizleşmiştir, milletvekillerine dokunma kampanyaları yapılmaktadır, Kürt halkı başta olmak üzere halklara karşı girişilen savaşın parlamentoda yansımaları hatırlanmalıdır, dahası AK Parti dahil, MHP dahil, CHP dahil, partiler bitirilmiştir. Hukuk sistemi vb. askıya alınmıştır.
Şimdi, Fethullahçı darbe vesilesi ile, bu sivil darbe süreci genişletilmektedir.
Halk, Fethullahçı olmak ya da iktidarı desteklemek (Erdoğan’ı desteklemek) ikilemine sokulmaktadır. Oysa, bunların ikisi de aynı şeydir. Hiçbiri seçilebilir, asgarî insanî alternatifler değildir.
Özetle, iç içe geçmiş iki savaş, bu darbe sürecinin arka planında işlemektedir. Bunlardan biri, emperyalist güçler arasındaki paylaşım savaşımıdır. Bu savaşım, Suriye’de, Irak’ta çok sıcak biçimler alırken, birçok ülke de kendi güçlerini devletler içinde yuvalandırarak gelişmektedir. Hem AK Parti’nin içinde, hem Fethullah’ın içinde, ABD, Almanya, İngiltere, Fransa gibi güçler cirit atmaktadır. Bu bilinmez değildir. Bu aynı durum, devletin tüm kurumlarının içinde de söz konusudur.
Bu arada ise, Türkiye’nin egemen güçleri arasında da bir iktidar savaşı vardır. Fethullah bu güçlerden biridir, Ergenekoncu gelenek bir diğeridir ve bugün Erdoğan ve Saray örgütlenmesi bir başka güçtür. Bir nevî parçalı bir iktidar söz konudur. Bunların dışında güçler olması da mümkündür. Biz bugün bunları görebiliyoruz.
7- Bu darbenin ardında, hem emperyalist güçler arasında süren paylaşım savaşımı vardır. Emperyalist güçler, dünyayı yeniden paylaşmak için savaşa tutuşmuştur. Bu da yeni değildir. Bu savaş, dünyanın her yerinde halkların kıyımına yol açacak savaşlarla sahneye konmaktadır. TC devleti, bu paylaşım savaşında, NATO mekanizmaları içinde ABD tetikçisi olarak hizmet görmüştür.
Her emperyalist güç, aynı zamanda devletin, aynı zamanda Fethullah örgütünün, aynı zamanda AK Parti’nin vb. içinde örgütlüdür. Bu darbe, daha çok ABD’nin temizliğine benzemektedir.
Gülen hareketi de, ordu da, Erdoğan da ABD tarafından kontrol edilmektedir. Öyle ise, burada ABD ne istiyorsa, bu daha bitmemiştir. Bu darbe süreci, daha başka adımlara gebedir.
8- Bu darbenin arkasında, Suriye savaşında alınan yenilginin de payı vardır. Davutoğlu’nun başbakanlığına son veren süreç de budur. Şimdi, Rus uçağını düşüren pilotun Fethullahçı olarak tutuklandığı söylenmektedir. Boşuna değildir.
Ama ne Davutoğlu’nu almak Erdoğan’ı kurtaracak ve Suriye savaşının tüm yükünü üzerinden atacak, ne de Rus uçağını düşüren pilotun Fethullahçı olması işini kolaylaştıracak. Erdoğan, emri ben verdim, gene veririm demekten geri durmamıştı, Davutoğlu aynı sözleri söylemişti.
Evet Suriye savaşında alınan yenilgi, içeride ABD tarafından yeni bir düzenlemeyi gerekli kılmışa benzemektedir.
Acaba, bu doğru ise, bu darbe sonrasında ABD istediği sonuçların tümüne ulaşmış mıdır, yoksa arkası var mıdır?
Erdoğan darbenin bir üst aklın işi olduğunu söylemektedir. Peki bu üst akıl, beceriksiz midir, yoksa zaten başka sonuçlar ve planlar peşinde midir?
9- Bu darbenin arkasında, Kürt halkına karşı yürütülen savaşın sonuçları da vardır. Kürt halkının direnişi ve Gezi Direnişi ile gelişen halk direnişini kırma isteği, bu darbenin amaçlarından biridir.
Darbe girişiminin bastırılmasına rağmen “olağanüstü hâl” ilanı budur.
Gerçekte darbeler, daha çok “olağanüstü hâl” uygulamalarının ardından başarıya ulaşırlar. 12 Eylül, yıllarca süren sıkıyönetim ve olağanüstü hâl uygulamalarının ardından gelmiştir.
10- Darbeinin arkasında, aynı zamanda egemen güçler içindeki çatışmanın da etkisi vardır. Devlet içinde farklı güçler arasında süren savaş, darbede kendini açıkça dışa vurmuştur. Görülen odur ki, bu güçlerden biri olan Fethullah grubu kaybetmiştir, bu süreçten zararlı çıkmıştır. Devlet içinde, hemen her kurumdan 50 bine yakın kişi, Fethullahçı diye atılmıştır. Bunların %50’sinin doğru olması durumunda bile, burada büyük bir tasfiye vardır. Gülen grubu bu tasfiyeyi, elbette ABD planları ile yaşamaktadır.
Görünen odur ki, bu güçlerden biri olan Erdoğan, “prestij” kazanarak süreçten çıkmıştır. Erdoğan, hem kendine destek veren kitlelerden destek almış, onları sokağa çağırmıştır. Ama iyice bakılırsa bu destek, kof bir destektir. Elbette bu vesile ile başkanlık umutları artmıştır. İnanmak ister gibi sık sık, “ben başkomutanım” demesi ve bu arada damadın arkada sırıtıyor olması, durumun nazikliğini göstermektedir.
Ve görünen odur ki, sürecin esas kazananı, şu anda ağır prestij kaybı yaşasa da, ordu olmuştur. Şimdi, demokrasiyi rafa kaldırma olanakları daha da ilerleyecektir. Ordunun Erdoğan üzerindeki nüfuzu daha da artacaktır. Görünen budur. “Ulusalcı”-Erdoğan ittifakı, darbeden başarılı çıkmıştır.
11- Tüm bu süreç, iç savaşı genişletme ortamına da olanak sağlamaktadır. Meydanları doldurma çağrısı, olmayan bir demokrasiyi korumak için değildir. Demokratları olmayan bir demokrasiyi kimsenin koruması mümkün değildir. Ama İslamcı bir kitleyi, aktif kılmak, cesaretlendirmek, sokakta tutmak amacına hizmet etmektedir.
Öte yandan, çeşitli yöneticilerce yapılan silâhlanma çağrıları da buna işarettir.
Kalabalıklara dönük silâhlanma çağrılarının devlet içinden gelmesi, sıradan bir sorumsuzluk değildir. Bu aynı zamanda iç savaşı genişletme hazırlığıdır.
Ve bu hazırlıklar, camilerden selalar okunarak, çağrılar yapılarak yapılmaktadır. Fethullahçı darbeci generallerin namazını kılmayacağız diyen Diyanet İşleri, aslında demokrasinin ve İslamın ruhuna fatiha okumaktadır.
Şimdi soru şudur: İşçiler, emekçiler, halklar, barıştan yana olanlar ne yapmalıdır? Devrimciler, demokratlar ne yapmalıdır?
Kuşku yok ki, biz devrimciler, biz sosyalistler, biz işçiler, darbelerin karşısındayız. Her darbe, ister 12 Eylül gibi, gelişen devrimi ve toplumsal muhalefeti ezmek için gelsin, ister bugünkü darbe gibi paylaşım savaşımının içinde egemen güçler arasında bir çatışmanın parçası olarak gelişsin, esas olarak halklara darbe vurur. Esas olarak işçi ve emekçilere darbe vurur. Her zaman devrimci ve demokratlara darbe vurur. Her zaman halkların özgürlük mücadelesine darbe vurur.
Kuşku yok ki biz, tüm burjuva iktidarların karşısındayız. Kuşku yok ki biz, burjuva diktatörlüğün her biçiminin sonuna kadar karşısındayız.
Ve yine kuşku yok ki, biz, 7 Haziran seçimlerinin ardından gelen iç savaş uygulamalarının da karşısındayız.
Bu bir orta yol da değildir. Biz, işçilerin, emekçilerin, halkların ortak devrimci mücadelesinin yolundayız. Bu, darbeden önce de böyle idi, bugün de böyledir. Burjuva egemenliğe, insanın insana kulluğuna, savaşa ve sömürüye son verme mücadelesidir bu. Bu, özgürlük mücadelesidir. Darbe girişimi hiç olmasa idi de bizim yolumuz budur, darbe başarılı olsa idi de yolumuz budur, yarın başka bir darbe ortaya çıkarsa da yolumuz budur, sivil görünümlü darbelere karşı da yolumuz budur.
Bu ülkede sosyalizm ve devrim mücadelesinin, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya kurma mücadelesinin esas eksiği örgütsüzlüktür.
Gerçek budur.
Halkların örgütlü mücadelesi, işçi ve emekçilerin örgütlü mücadelesi tek çıkış yoludur.
Bu açıdan örgütsüzlüğün yenilmesi gereken ilk sorun olduğunu bilince çıkarmak gerekir.
Darbeleri önlemenin gerçek yolu, ülkemizde barışı kurmanın gerçek yolu, her türden baskıya karşı durmanın gerçek yolu, özgürlükleri savunmanın gerçek yolu, direnişten geçmektedir.
Örgütlenmek ve her yolla, her koşulda örgütlenmek, geleceğimizi elimize almanın, kaderimizi kendi ellerimizle yazmanın tek yoludur.
İşçi ve emekçiler, ancak kendi örgütlenmeleri ile kendileri olurlar. Hiçbir burjuva parti, hiçbir burjuva iktidar, işçi ve emekçilere kölelikten başka bir şey veremez.
Bugün bölgemizde sürmekte olan paylaşım savaşımını durdurmanın, halklara dönük katliam politikalarını durdurmanın, bölgemizin yağmalanmasını durdurmanın, köleleştirme politikalarını durdurmanın tek yolu, halkların ortak devrimci mücadelesidir.
Bu mücadelenin hangi hızla gelişeceği, bu yönde mücadele eden devrimcilerin iradesine bağlıdır. Ama hangi hızla gelişirse gelişsin, başka çıkış yolu yoktur. q