Konuyu, mevcut sistemin “eleştirisi” üzerine kurmak yerine, nasıl bir dünya mümkündür yaklaşımı ile ele almak, daha kalıcı bir sonuç ortaya çıkarır kanısındayız. Elbette bu arada sistemin eleştirisi de yapılacaktır, yapılmalıdır.
Sağlık sistemini tartışırken, bir sağlık emekçisinin (doktor, hemşire vb.) bu konuda gireceği detaylar, mutlaka yol açıcı olacaktır. Bunun gibi, bir eğitimcinin söyleyeceklerinin de farklı katkıları olacağı açık. Hatta, eğitim söz konusu olunca, mesela bir sanat eğitimcisinin, yani eğitimin özel bir alanındaki eğitimcinin katkıları da önemlidir.
Eğitim meselesini tartışırken, hemen hatırlatmak isteriz ki, bu konuda pek çok tartışma var. Sibel Özbudun ve Temel Demirer’in Kaldıraç Yayınevi’nden çıkan kitabı “Kuşatmayı Yarmak: ‘Eğitim, Bilim ve Aydınlar’ “ çalışması, birçok veriyi, durum tespitini ve elbette ki öneriyi içeriyor. Yine, yine bizim yayınlarımız arasında “Özgür Bilimsel Eğitim” broşürümüz var. Bunların dışında da birçok kaynak mevcut.
Biz ise, tartışmayı, daha detayda ve bugünden kopmadan ama daha çok geleceği tartışarak ele almak istiyoruz. Bir anlamda nasıl bir sosyalizm tartışması içinde.
Bugünlerde, mesela Rojava’da bir üniversite kurma çalışmaları var ve yetişirse, 2016-17 döneminde eğitime başlayacak. Diyelim ki, biz, hep birlikte bu üniversitenin ya da eğitimin herhangi bir aşamasının nasıl organize edilmesi gerektiğini tartışır gibi bir çalışma yapmalıyız.
Elbette, tüm bu tartışmalar dünyada yeni değil, olması da mümkün değil. Önümüzdeki yıl, Ekim Devrimi 100. yılını kutlayacak ve bugün SSCB’nin var olmamış olması, bu deneyimin yok olduğu anlamına hiç gelmez.
Tam da bu nedenle, Fikret Başkaya’nın Yordam Kitap’tan çıkan “Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto” isimli çalışması yazılmıyor mu? Düşünün bir kere, eğer yeniden ve yeniden nasıl bir dünya düşlediğimiz ele alınmaz olursa, bunca mücadelenin sonuçlarına haksızlık yapılmış olmaz mı?
İşte tüm bunları bilerek, başarabiliyorsak tümünden yararlanarak, alternatif bir dünya mümkün tartışmasına katkı verecek herkesi tekrar davet ediyoruz.
Biz, eğitim sisteminde okul öncesi eğitimle ya da yaygın adı ile “anaokulu” ile başlamıştık. Biliyoruz ki, “çocuk büyütüyorum”, çok da yerinde bir söz değil. Tıpkı mesleğiniz nedir sorusunu birçok kadının, “ev hanımı” diye yanıt vermesi gibidir. “Ev hanımlığı” mesleği, bizim dünyamıza ait bir meslek olmayacaktır. Eğer gelecekten bugüne bakabilirsek, bu “ev hanımlığı” mesleğinin hiç de masum bir isimlendirme olmadığını görebiliriz.
“Çocuk büyütüyorum” da pek masum değildir.
Ailenin, tıpkı bir eşya gibi çocuğu mülk edinmesi, kapitalist sistemin daha doğrusu binlerce yıllık özel mülkiyet dünyasının bize öğrettiği şeydir. Bu mülkiyet ilişkileri, çocuğa, insanlaşma sürecindeki bir kişi olarak bakmaz. Nasıl baksın ki, bizzat yetişkinin kendisi, öğretmeni ya da anne-babası, kendisi insan olmaktan her gün çıkmakta, öyle bir hayat sürmektedir.
Bugün ülkemizde çocuğun eski deyimi ile kreşe, yeni adı ile anaokuluna verilmesinin iki nedeni var. Bu iki neden de daha çok iki ayrı sosyal sınıf-tabakaya aittir. Birincisi, çalışmak zorunluluğu nedeni ile, çocuğa bakacak kimsenin olmaması. Bu açıdan, bu okul öncesi eğitim meselesi, aynı zamanda sendikal mücadelenin alanlarından biridir. Kreş zaten böyle ortaya çıkmıştır. İşçiler mücadele ile, çocuklarının bakımı için kreşler kurulmasını sağlamıştır. Ama elbette kapitalizm koşullarında, bu kreşlerde nasıl bir eğitim verileceği, nasıl bir “bakım” yapılacağı meselesi, bizim ülkemizde sendikaların gündemi hâline gelememiştir. Zaten bugün sendikalar bu sosyal hakların tümünü kaybetmiş, kendileri de devlet-patron-mafya üçgeninde işçi sendikası olmaktan çıkmış ya da çıkmaktadır.
Bugün bu aileler, çocuklarını, mahallerinde var olan bir “anaokuluna” vermektedir. Beklentileri esas olarak çocuğa bakılması iken, artık bunun üzerine bir eğitim de verilmesi beklenir veya istenir hâle gelmiştir. Birçok kapitalist, bu alandaki kârlılığı görerek bu alanda yatırımlar yapmış ve bilmem ne kolejinin anaokulu reklâmı ile, ücretleri biraz daha da artırarak, “sadece bakmıyoruz, eğitim de veriyoruz” imajını devreye sokmuştur.
Bu yolla aslında işçi ailelerinin okul öncesi eğitimi tamamen rafa kalkmıştır. Başlangıçta işçi aileleri için var olan kreşler, artık ücretleri nedeni ile işçilerin çocuklarını gönderemeyecekleri yerlere dönüşmüştür. Bu nedenle, anaokulları çok farklı statülerde, çok farklı tarzlarda vardır. Orta sınıfların çocuklarının daha yaygın olarak gittiği anaokulları esas kalabalık kitleyi oluşturmaktadır.
Elbette, bir de burjuva sınıfa dahil ailelerin çocukları var ki, onların okul öncesi eğitimden beklentileri tümü ile eğitimdir, bakım değildir. Bu nedenle de, fiyatları yolu ile diğer anaokullarından ayrılan okullar oluşmuştur. Bu okulların yüksek ücretlerini sıradan bir ailenin karşılaması mümkün değildir. Bu da ayrıcalıklı bir ortam oluşmasına olanak vermektedir. Fiyat her zaman ürünün satın alıcısını ayırmaya olanak sağlar. Bir meta olarak anaokulu eğitimi için de bu gereklidir.
Çocuğun, tüm eğitimi, onun çağdaşlarından, onunla aynı yaşta olanlardan ayrılması üzerine kuruludur. Üniversiteye girmek, dil bilmek, bilgisyar bilmek vb. gibi donanımlar, onu diğerlerinden daha “şanslı” kılmaktadır. Bu nedenle, elenenler arasında kalmamaktadır. Elenmemek ve sonunda kapitalist iş dünyasının talep ettiği donanımlara sahip olmak, başarı olarak konulmaktadır.
İş böyle olunca, çocuklar daha anaokulunda yabancı dil öğrenmeye başlamaktadır.
Oysa anaokulu meselesinin en önemli ayaklarından biri, çocuğun anadilde eğitimidir. Yani anadilde eğitim anaokullarında başlar.
İngiltere’de bir fabrikada çalışan 10 Türkiyeli işçinin çocuklarının başına bir İngilizce’den başka dil bilmeyen birisinin eğitmen olarak konulması ne gibi sonuçlar doğurur?
Okul öncesi eğitimde, çocuğa başka bir dil öğrenmesi üzerine kurulu bir eğitimin “ayrıcalıklı” eğitim olması, aslında acınacak bir durumdur. Burjuvazinin görmemişi de böyle oluyor işte.
Aslında sosyalizm deneyimi, hemen hemen her ülkede okul öncesi eğitimi çözmüştür ya da büyük ölçüde çözmüştür. Yani, nasıl yapmalı meselesi büyük ölçüde sır değildir.
Her mahallede kreş-anaokulu kurulmuş, burada çocukların eğitimi ve bakımı birlikte sağlanmıştır. Çocuk bakımının, yemesi içmesi gibi alanlarla sınırlandırılması, aslında açlar dünyasına, kapitalist dünyaya özgüdür. Okul öncesi eğitimde, çocuğun sosyalleşmesi ana meseledir. Anlaması, kendini ve arkadaşlarını tanıması, kavraması, karar vermesi, kendini ifade etmesi, vücudunu kullanması vb. öndedir.
Sosyalist ülkelerin deneyimleri göstermektedir ki, çocukların okul öncesi eğitiminin çözülmesi, gerçekte onların toplumsallaşmasının sağlanması demektir. Bu toplumsallaşma, aynı zamanda anne-babanın çocuğunu mülkiyetinde görmesini de aşan, yani onları da yeniden toplumsallaştıran bir süreçtir.
Savaşın, açlığın, gelecek korkusunun olmadığı bir dünyada, elbette çocuğun aileye bağımlılığı süreci de anlam değiştirecektir.
Kuşku yok ki burada çocuk pek çok şey öğrenecektir. Ama önemli olan çocuğun hangi bilgilerden ne kadar öğrendiği değil, gelişimidir. Daha büyük çocukların daha küçük çocuklara belli işlerde liderlik ettiği uygulamalar, aslında çocuğun her yönlü gelişimi açısından olumlu sonuçları ile bilinen uygulamalardır. Belli bir yaşın üzerindeki her çocuğun bu eğitimden, eşit ve ücretsiz olarak geçmesi gerekir.
Dünya, sosyalizm deneyimi ile tanıştı, epey bir birikim elimizdedir. Henüz, sınıfsız ve sınırsız, sömürüsüz ve savaşsız bir toplum inşa etmeyi başarmış değiliz. Aslında biz, öylesi bir dünyada, çok daha başarılı sonuçlar elde etme olanağına sahip olacağız.
Buradan ilkokul ile başlayan eğitim sürecine bakabiliriz.
İlk olarak, elbette, herkese, ücretsiz, eşit eğitim olanağı sağlanmalıdır, sağlanacaktır. Bu, sanıldığı gibi zor bir olay da değildir. Sarayın masrafları ile tümü karşılanabilirdir. Zarrab’ın götürdükleri ile neler yapılabilir?
Eşit, ücretsiz eğitim denildi mi, içinde, anadilde eğitimi de içerir. Anadilde eğitim olmadan, “eşit” bölümü olmuş olmaz.
Anadilde eğitim, bizim ülkemizde bir atla deve, imkânsız, olanaksız, zor bir olay olarak tartışılmaktadır. Aslında devletin resmî politikasının karşı çıktığı anadilde eğitim, gerçekte “temizce” tartışılmamaktadır. Samimi insanların elinde anadilde eğitim, son derece basit çözümü olan bir olaydır. Dünyada da bugün örnekleri vardır. Sorunu çözmeye niyeti olmayanlar için, her sorun çözümü imkânsız bir sorundur. Bugün birçok kapitalist ülkede bile, bazan tek bir çocuk için bile, anadilde eğitim için olanaklar sağlanabilmektedir.
Anadilde eğitim, mesela bizim ülkemizde, sadece Kürtler için geçerli de değildir. Elbette Laz için de, Ermeni için de, Rum için de, Boşnak için de vb. geçerlidir.
Eşit ve ücretsiz, bedava eğitim olanağı temeldir.
Üstelik, bu eğitim, bugünkü devlet okullarında olduğu gibi, “kalitesi düşük” bir eğitim anlamına hiç gelmez.
Sadece dershanelere akıtılan para, eğitim için harcansa, bizim bu berbat eğitim sistemimiz bile epeyce yol alabilirdi.
Eğitim, nitelik olarak, bilimsel olmalıdır.
Bu demektir ki, dine dayalı bir eğitim ve dindar nesil yetiştirme gibi bir durum olmaz. Bu demektir ki, ideolojik olarak şekillenmiş değil, bilimsel esaslara dayalı bir eğitim.
Bu demektir ki, ırkçı ve şoven bir eğitim olamaz. Bilimsel eğitim denildi mi, bunları dışlar. Bilimsel olarak hiçbir halk, diğerini gütmek için yaratılmamıştır vb.
Bu demektir ki, ders kitapları, bilimsel esaslara göre ve bilimin en son kazanımlarını da kapsayacak şekilde düzenlenmelidir.
Bu demektir ki, eğitimin metodu da bilimsel olacak. Ezbere dayanan bir eğitim metodu, çağdışı eğitim metodu olmayacak.
Özgürlük, insanın insanlaşma sürecinin en iyi ölçütlerinden biridir. Eğitim, insan özgürlüğünü geliştirici, yol açıcı karakterde olacak.
Öğrencinin emeğinin de içinde olduğu bir eğitim süreci devrede olacak. Hangi yolla ve nasıl, belki bunu bugünden söylemek zor ama, kesinlikle öğrencinin pasif bir “eğitilen” olmaktan çıktığı bir eğitim sistemi devrede olacak. Bu, aynı zamanda, üretim süreçlerinden kopukluğu da yenmek demektir.
İlkokul, öğrencinin temel bilgileri edineceği bir süreç de olacağından, ne kadar zaman olması gerektiği elbette o çağa göre değişebilecektir. Bu nedenle 12 yıl mı olmalıdır, 13 yıl mı olmalıdır tartışması, anlamsız olur.
Kuşku yok ki, işin meslek meselesini de tartışmak anlamsızdır. Zira o çağda, meslek meselesi de değişikliklere uğramış olacaktır. Pazarlama veya marketing veya işletmecilik gibi meslekler olmayacağını düşünmek mümkün. Muhasebe işinin karakterinin baştan aşağıya değişeceği de. Herhâlde emlakçılık diye bir iş olmayacaktır. Ve bunlar teknik gelişime bağlı şeyler değil, daha çok, kapitalist toplumun kâr amacı ve meta ufkunun aşılması ile ilgili şeylerdir. Bir de teknik olarak yaşanacak değişimler söz konusu olacaktır.
Bu nedenle meslekî eğitim üzerine tartışmak da anlamsızdır ya da yukarıda söylediklerimiz de bu alanda geçerlidir.
Üniversite eğitiminin üzerinde durmamıza gerek var.
devam edecek… q