“Rahip krizi”.. “Ekonomik savaş”.. “Kahrolsun ABD!”

Hatırlayalım; Şubat 2018’de, cezaevinde bir yıldır tutklu bulunan Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel, Almanya ile yürütülen kapalı pazarlıklar sonucunda sessiz sedasız tahliye edilmiş, özel bir uçakla Almanya’ya dönmüştü.

Bunun öncesinde yine Almanya ile basın üzerinden atışmalar yürütülüyor, Saray’ın, Erdoğan’ın “dik duruşu”ndan söz ediliyordu. O zaman Türk Lirasının değeri böyle düşmemiş, ekonomi de bugünkü gibi kriz tartışmaları ayyuka çıkmamıştı.

Alman vatandaşı gazeteci Deniz Yücel ile benzer suçlamalarla tutuklu bulunan ABD vatandaşı Rahip Brunson da ise, görüşmeler kamuya açık bir şekilde basın ve sosyal medyadan karşılıklı restleşmelerle sürdürülmekte. Görüşmelerin yarattığı kriz ise, Türk Lirasının değerinde büyük kayıplara yol açarken, ekonomik kriz tartışmaları artık bir gerçek olarak dillendirilmekte.

Burada ikinci bir hatırlatmaya ihtiyaç var. 2019’un Kasım ayında yapılacak genel seçimler, 1,5 yıl önceye çekilerek, geçtiğimiz Haziran ayında yapıldı. Saray rejimi, Erdoğan, yaşanan ekonomik krizi artık saklayamayacaklarını anladıklarından, erken seçime gitmişlerdi. Ekonomik krizin yaratacağı öfkenin 2019’daki seçimlerde kendi iktidarlarını tehlikeye sokacağını görerek hareket etmişlerdi.

Buradan bazı sonuçlara varmak mümkündür.

1- Bu kriz, borcu boçla çeviren, rant ve yağma ekonomisinin eskisi gibi borç para bulamamasından kaynaklanmaktadır. 2002 yılında yaklaşık 100 milyar dolar olan dış borç, bugün özeli ve devleti ile toplam 450 milyar dolara ulaşmıştır. 16 yılda tam 350 milyar dolar para bu ülkeye borç olarak girmiştir.

Bu 350 milyar dolar, yollara, köprülere, havaalanlarına, inşaata ve ihalelerden alınan komisyonlar üzerinden yönetenlerin ceplerine indirilmiştir. Sadece, 2018 yılı sonuna kadar ödenmesi gereken borç miktarı 180 milyar dolardır.

2- 24 Haziran seçimleri ile kurumsallaştırlmaya başlanan Saray Rejimi, başta ABD olmak üzere emperyalist merkezlerin üzerinde anlaştığı yeni yönetim modelidir. Dolayısıyla ortada, Saray’a, Erdoğan’a karşı ilan edilmiş bir savaş yoktur.
Tam tersine, ülke ekonomisinin kaçınılmaz krizinin sorumluluğunun Saray ve Erdoğan’a kalmasını engellemenin bir yolu olarak “Rahip Krizi” devreye girmiştir.

3- Türkiye, Sovyetler Birliği’nin varolduğu dönemde, sosyalizme karşı bir tampon ülke olarak organize edilmiş, ekonomik olarak Avrupa sermayesine, siyasi olarak ABD’ye bağlı bir sömürge ülkedir.

Bugün yaşanan emperyalist paylaşım savaşında, ortaklalaşa sömürge olan Türkiye’de emperyalist güçler, Avrupa ve ABD bir paylaşım savaşına tutuşmuşlardır.

Türkiyede en büyük yatırıma Avrupa sermayesi sahipken ABD’nin yatırımları çok düşüktür. Bu nedenle ABD, “Rahip Krizi”ni Avrupa sermayesini sıkıştırmanın bir aracı haline dönüştürmüştür. Almanya’nın; “Türkiye’nin ekonomik krizi bizim çıkarlarımıza terstir” açıklaması boşuna değildir. Yine Almanya’nın müdahalesi ile, dövizdeki gerileme, ABD ve Saray’dan yapılan açıklamalarla boşa düşürülmeye çalışılmaktadır.

Aslında ortada Trump’ın ABD’si ve Erdoğan’ın Türkiye’si arasında danışıklı bir dövüş vardır.

Bu ülkede yaşayan kimsenin hukuk işlediği için Rahip Brunson’un serbest bırakılmadığını düşünmesi mümkün değildir. Çünkü geçmişi bir yana bıraksak bile son iki yıldır hiçbir hukuk kuralının işlemediğini herkes bilmektedir.

4- Bu arada gerçekte varolan ekonomik krizin sorumlusu olarak bize ABD gösterilmiş ve altı boş bir ABD düşmanlığı körüklenmiştir.

Eğer gerçekten ABD emperyalizmi ile bir çatışama var ise, eğer gerçekten Siyonist İsrail’e karşı lafta her türlü söz söylenirken ticari, askeri, siyasi ilişkilerin geliştirildiği gibi bir tiyatro oynanmıyor ise, Saray ve Erdoğan ABD emperyalizmine karşı gerçek adımlar atsın.

Başta İncirlik olmak üzere tüm ABD üsleri kapatılsın.
Ülke topraklarındaki tüm ABD askerleri sınırdışı edilsin.
ABD büyükelçiliği kapatılsın, çalışanlar sınırdışı edilsin.
Erdoğan’ın kameralar karşısında elektronik eşyaları boykot edeceğiz derken, arttırılan gümrük vergilerinde olmayan elektronik eşyalar da dahil, tüm ABD ürünlerinin ülkeye girişi yasaklansın.

Doğrudan ya da dolaylı az miktarda da olsa tüm ABD yatırımları ülkeden çıkarılsın.

Eğer bunlar yapılmıyorsa bilelim ki, bizim inanmamız için oynanan bir tiyatro vardır. Biz buna inandıkça, onlar gerçekte varolan ekonomik krizin yükünü bizim sırtımıza yükleyeceklerdir.

16 yıldır sürdürülen yağma ekonomisinde deniz bitmiş, şimdi kendi sorumluluklarından kurtulmak için dış güçler yalanına sarılmışlardır.

Bu krizin faturasını, 16 yılda 350 milyar doları ceplerine indirenler, biz işçi-emekçilerin alınteri ile zenginleşenler ödesin.

Bize düşen;
Bu kriz ile neredeyse yarı yarıya azalan başta asgari ücret olmak üzere ücretlere zam istemektir.

İşten atmalara karşı direnmektir.

İğneden ipliğe, elektrikten doğalgaza, ekmekten şekere yağmur gibi gelen zamları kabul etmemek, bunun için mücadele etmektir.

Bilelim ki; biz örgütsüz oldukça, yan yana gelip beraber hareket etmedikçe, tek başına bu kabustan sıyrılmaya çalıştıkça, bu faturalar bize ödetilecek. Yönetenler, patronlar zenginliklerine zenginlik katmaya devam edecek.

Onların anti-emperyalizmi bir masaldır.

Yalanlara inanma, krizin faturasını ödememek için, örgütlü direnişe!

Bizler örgütlendikçe saldırıları püskürtecek, direndikçe kazanacağız.

Krizin faturasını krizi çıkaranlar ödesin!

KALDIRAÇ
18 Ağustos 2018