Covid-19 acaba geçti mi, yoksa ikinci dalgası var mı? Hatta ikinci dalgası varsa, acaba üçüncü dalgası olacak mı?
Bu sorular, bugünlerde, oldukça sık sorulan sorulardır. Doğrusu, bu “tıp biliminin” konusu da diyemeyeceğiz.
Tıp, aslında bir uzmanlık alanıdır ve biz kapitalist dünyada yaşayanlar, doktoru, hastalıkları iyileştiren olarak görürüz. Yaygın bir bakıştır bu. Hasta iseniz de doğrudur. Ama biliyoruz ki, aslında sağlık sistemi, beş yıldızlı otelleri andıran ve yüksek kâr için organize edilmiş bir sistem değil de, hastalıkların ortaya çıkmasını önleyecek bir toplumsal sistem olmalıdır. Böyle bakarsanız, ilaç şirketleri ile sigorta tekelleri hemen size karşı çıkacaktır. Ama, ancak böyle bakarsak, aslında salgının devamının olup olmayacağı sorusunun yanıtı, sadece tıp insanlarının yanıtlayacağı bir soru olmaktan çıkar.
Doktor, bugün, “varlığı eksik olmasın ama allah eline düşürmesin” türünden sayılmaktadır. Bu ortalama bilinçtir. Oysa doktor, tüm sağlık emekçileri, hastalığın ortaya çıkmasını önlemek için uğraştığında, “eline düşürmesin” diye bir düşünce tarzını da geride bırakmış olabiliriz. İşte o zaman bir doktorun söylediklerinin arkasında hinlik ve cinlik aramak zorunda da kalmayız. O zaman ne bu kadar çok sayıda ilaç olur, ne de hastahaneler otelleri andırır. Sağlık, hayatın bir parçası olur ve tıp bilgisi de, tümü değilse de önemli bir bölümü, herkesçe kolaylıkla ulaşılabilir olur.
Amerika Birleşik Devletleri halkı, Trump’ın ağzından, Covid-19 salgını için, “bu bir savaştır, her savaşta kayıplar olur, bu savaşta da kayıplar olacaktır” tarzında açıklamaları dinledi.
Yani Trump, bunun bir savaş olduğunu açık olarak söyledi.
Bu noktadan sonra, acaba Covid-19 salgını bir biyolojik saldırı mıdır, gibi sorular da anlamını yitirmiş olmalıdır.
Mesele, virüsün, özel bir laboratuvarda üretilip üretilmemiş olması değil, mesele, bunun bir saldırı aracı olarak kullanılmış olmasıdır. Bunda da artık bir şüpheye yer yok.
ABD, Çin’i suçluyor ve Çin’de bu suçlamaları reddediyor. Eğer birisine inanmamız gerekli olsa idi, ABD’ye inanmayı seçmezdik. Liberal sol, hemen bize, Çin “kapalı” bir toplum, oysa ABD bir “demokrasi” diyecektir. Bir de ünlü “Batı değerleri” eklenecek ve bize Çin’e inanmamamız önerilecektir.
Bu bakış açısı, ABD hegemonyası dönemine aittir ve sonu da gelmektedir. ABD hegemonyası, eğik düzleme binmiştir ve gün be gün bu hegemonya ortadan kalkma eğilimindedir. Bizzat ABD, bu “Batı Değerleri”ni yerle bir etmiştir, her gün de etmektedir. Nasıl oluyorsa, atom bombasını kullanan, dünyada sayısız katliamlar gerçekleştiren, dünyanın en pespaye “diktatörlükleri”ni açıktan destekleyen ABD olduğu hâlde, ABD’nin her adımında “demokrasi” etiketi yapıştırılmaktadır.
ABD, bu pandemi günlerinde, fırsat bu fırsat diyerek, dünyanın birçok bölgesinde “demokrasi” için tuttuğu askerî varlığını artırmaktadır. Avrupa’da, 7 bin kişiye inen bu varlık, bugün, bir-iki aylık süre içinde 30 bine çıkarılmıştır. Yakın dönemde ABD, Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması’nı, tek taraflı olarak çöpe atmıştı. Mayıs ayı içinde ise, “Açık Semalar Anlaşması”ndan çekildiğini duyurmuştur. Bu, savaş naralarının, sözden eyleme dönüştürülmesinin ta kendisidir. Zaten ABD dünyanın her yerinde, açık askerî operasyonlar, savaşlar kundaklamaktadır. Biz, Afganistan’ı, Irak’ı, Libya’yı biliyoruz ve Suriye savaşının da tam göbeğindeyiz. Şimdi ABD, daha büyük bir savaş için yollar açmaktadır.
Öte yandan ise, Çin’e karşı ekonomik savaş naraları sürekli yükselmektedir. Aslında bu ekonomik savaş ya da ticaret savaşı, sadece Çin’i hedef almıyor, içinde Almanya’ya karşı, AB’ye karşı, Rusya’ya karşı vb. olan bölümleri de var. Ekonomik ambargo adı altında ortaya konan uygulamalar, gümrük duvarları vb. bunun göstergeleridir.
Ama şu günlerde, Rusya’ya karşı askerî savaş, Çin’e karşı ticaret savaşı öne çıkarılmaktadır. Bu savaşlar, 2008 krizinden bu yana hız almıştır.
Biz, açık olarak, Covid-19 pandemisini, arkasındaki iki gelişme ile birlikte ele almaktan yana olduğumuzu yazdık. Birincisi, kapitalist sistemin yaşadığı kriz, ikincisi ise paylaşım savaşımı. Kriz, bir çözüm bulunamadığı sürece, kapitalist sistemi sarsmaya devam etmektedir. Ve öyle anlaşılıyor ki, kriz daha da derinleşecektir. Karşılıksız paraların piyasaya enjekte edilmesi, dev şirketlerin devlet tarafından sermaye aktarılarak kurtarılması, krize çare olmuyor. Dünya kapitalist merkezlerinin işçi ve emekçilerinin paraları, bu şirketlere aktarılıyor ama yine de ortada bir çözüm yoktur.
Paylaşım savaşımı ise bunun diğer yönüdür. Bu paylaşım savaşımı, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Japonya arasındadır. Dün Soğuk Savaş döneminin hegemon gücü, kapitalist dünyanın jandarması olan ABD, bugün, diğer emperyalist güçler karşısında pazar kaybetmektedir. Hakimiyetini kaybetmektedir ve buna razı olmak niyetinde değildir.
Bu nedenle, çeşitli operasyonlara başladılar. Afganistan ve Irak, dünya imparatorluğu ilan etme stratejisinin birer parçası olarak gündeme geldi. Ama sonuç, hiç de istenildiği gibi olmadı. ABD, Soğuk Savaş dönemi boyunca, diğer emperyalist güçleri, ortak düşman Sovyetler’e karşı bir arada tutabiliyordu. Oysa bugün bu iş oldukça zor. Zira diğer emperyalist güçler, paylarını artırmak, ABD hegemonyasından kurtulmak arzusundadır.
ABD, bu durumu gördü ve onlara, bir “ortak düşman” sundu; radikal İslam. Ama bu tutması oldukça zor bir “ortak düşman” idi. Çünkü, radikal İslam’ın arkasında bizzat ABD vardı. Bu tutmayınca ve Rusya ve Çin, Suriye’de sahaya inince, bu kez düşman değişti. Bir süreliğine Rusya düşman olarak önde idi. Bugünlerde ise Çin onun yanına daha açık olarak eklendi ve Trump, eğer adına bir “doktrin” denirse, bunu açıkça belgelere yazdı. Çin ve Rusya yeni dönemin düşmanı ilan edildi. Fakat, bu da tutması o kadar kolay bir yeni “ortak düşman” manevrası olmayacak gibi.
Bugün, görüntüde, Rusya-Çin ve ABD arasında bir çarpışma var gibidir. Ama bunun arkasında, 5 emperyalist gücün paylaşım savaşımı vardır. Rusya ve Çin, ABD tarafından öne sürülmektedir. ABD, diğer emperyalist güçlere, Rusya ve Çin’i birlikte yiyelim, gerisine sonra bakarız demektir. Ama ne Rusya, ne de Çin, eski dönemin “komünist düşmanları” değiller, her ikisi de kapitalist ekonominin kurallarına göre işlemektedir. Bu diğer emperyalist güçleri eskisi tarzda “ortak düşman” hislerinden uzak tutmaktadır. Kaldı ki, hem Rusya ve hem de Çin, bu saldırganlık karşısında, etkili bir savunma tutumu almışlardır. Yani kolay lokma olmayacakları da açık. Tahminen, eğer kolay lokma olsalardı, diğerlerinin ABD’nin dediği gibi önce bunları yemek için masaya oturmaları mümkün olurdu.
ABD, Rusya ve Çin’i, hep birlikte hâlletmek üzere, tüm Batı’yı kendi etrafında toplamaya çağırıyor. Soğuk Savaş, bu nedenle bitmemiştir diyebiliriz. ABD, eğer bunun için Batı’yı kendi yanına katabilirse, bu emperyalist beş ülkeyi birleştirebilirse, işte ondan sonra diğerlerini daha küçük pastalara razı edebilir düşüncesindedir.
Bu nedenle, ABD-Çin çatışması, sadece göstermelik bir çatışma değildir. Bunu asla söylemek istemiyoruz. Hatta bu açıdan, Mayıs ortasında Pompeo’nun İsrail ziyareti sırasında, Çin’in İsrail elçisinin ölümünü oldukça şüpheli görmemiz gerektiği kanısındayız.
İşte Covid-19 saldırısını bu noktada değerlendirmek gereklidir. ABD’nin bunun bir savaş olduğunu ilan etmesi, New York Times’ın “bir hesaplanamaz kayıp” başlığı ile yüz bin kişinin ismini yayınlamasına rağmen Trump’ın bunları savaş kaybı olarak görmesi durumu özetlemektedir.
Sermaye, dünya çapında ucuz emek cennetleri olarak tanımlanan ülkelere göçmeye, bu yolla kâr oranlarını yükseltmeye yöneldi. Bu 1970 krizinin ardından, 1980’li yıllarda başladı. Sermayenin uluslararasılaşması ve finansallaşması bu sürecin içinde alıp başını gitti. Bugün, dünyanın fabrikası, ağırlıklı Çin olmak üzere Doğu ve Güney Asya ülkeleri oldu.
Şimdi Trump’ın ağzından Amerikan sermayesi, “Amerika First” ile, bu süreci değiştirmeye çalışıyor. Ama sermayenin uluslararasılaşmasına ve finansallaşmasına önlem almak mümkün değildir. Hele ki, Çin, bu süreci, büyük ölçüde karşılayıp, büyük hamleler yapmaya başlamış iken.
İşte paylaşım savaşımını ele alırken, bu gerçekleri görmek ve yerli yerine oturtmak gerekir.
Kapitalizm, “pes ettim”, yerimi sosyalizme bırakıyorum demeyeceğine göre, ABD hegemonyasından öyle bir hamlede vazgeçmeyeceğine göre, bu savaş, daha da gelişecektir. Demek oluyor ki, ABD yeni saldırıları devreye sokacaktır ve eğilimi de zaten bu yöndedir. Bunun içine biyolojik saldırılar da dahildir.
Şimdi bu savaşı, ABD-Çin savaşı olarak algılamak, öyle ele almak, gerçeğin su üstündeki kısmı ile ilgilenmek, onunla yetinmek olacaktır. Elbette bu savaş vardır, ama sadece bu değil. Çin, kendini savunmaktadır. Oysa ABD, Çin ve Rusya tehdidi bayrağını yükselterek, diğer emperyalist rakiplerini etrafında tutmak istemektedir.
Öyle görünüyor ki, ABD, çeşitli suikastlere devam edecektir. İranlı generalin öldürülmesi, Çin elçisinin tuhaf ölümü, Rus diplomatların öldürülmesi, sanırım sadece başlangıçtır. Çünkü ABD bu savaşı büyütmek istemektedir.
Salgın, bu konuda bir yeni penceredir. Ama bu pencerenin nelere yol açabileceği de, henüz belli değildir.
Bu tüm yeryüzünü kapsayan, beş emperyalist gücün paylaşım savaşımıdır. Rusya ve Çin’in kendilerini aktif tarzda savunması, belki savaşı ötelemektedir. Ama aynı zamanda, savaşın çok değişik biçimlerde ortaya çıkmasına da neden olmaktadır. Ukrayna meselesi gibi, Hong-Kong sorunu gibi, Suriye savaşı gibi vb. Ama bu savaş, yaşamın her alanında sürmektedir. Birçok sömürge ülkenin içindeki savaşlar, bu paylaşım savaşımının farklı görünüm biçimleridir.
ABD’nin Suriye’de aldığı yenilgi, bu savaşın gidişi üzerinde oldukça etkili olmaya aday bir durumdur. Eğer ABD, Suriye yenilgisini kabul edip geri çekilirse ve başka bir alandan yeni bir saldırı devreye sokmazsa, ABD hegemonyası daha da geri düşecektir. Bu durumda, diğer dört emperyalist gücün alanlarını, hakimiyet alanlarını genişletmesi daha da olanaklı olacaktır. Bu nedenle, Covid-19 salgınının AB içinde yol açtığı sarsıntılar, ABD’nin yeni askerî sevkiyatlarını teşvik etmiştir. ABD, AB üzerindeki eski kontrol mekanizmalarında ısrarlı olacaktır. Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşmiştir” sözlerinin devamının gelmesini önlemeye dönüktür bu askerî sevkiyat.
Tüm bu süreç, emperyalist metropollerde, işçi sınıfının üzerindeki baskıyı artıracaktır ve elbette buna da tepki gelecektir.
Bir uçta, beş emperyalist güç arasındaki paylaşım savaşımı keskinleşmektedir, diğer uçta ise, sınıf savaşımı keskinleşecektir.
Bu savaşı önleyebilecek tek güç, dünya işçi sınıfıdır. Devrim, sistemin işleyen çarkları içinde alttan alta yükselmektedir. Buna uygun bir devrimci atılım gerçekleşebilirse, kapitalizmi mezara gömecek olan proletarya devrimci temelde örgütlenebilirse, savaş ihtimali de ortadan kalkabilir.