Sarayın ortağı, MHP başkanı Devlet Bahçeli’nin başlattığı ‘askıda ekmek’ kampanyası, memleketin hali ve halkın durumunu net bir şekilde ortaya koydu. Bahçeli bu kampanya ile eve ekmek götüremeyen insanların varlığını birinci elden ilan etti.
Bu ‘yerli ve milli’ kampanyayı anlamayanlar, Bahçeli ve Sarayı, insanları ekmeğe muhtaç bırakmakla eleştirince elbette ‘vatan haini’ olmakla suçlandı.
Bunun üstüne bir de, Malatya’da bir servis şoförü, reise “eve ekmek götüremiyoruz” deyince kıyamet koptu. Reis, servisçiye “abartma” derken, içmesi için bir de keyif çayı fırlattı. Bir gün sonra ise, ‘askıda ekmek’ kampanyasını eleştiren ‘hainlere’ koz verdiği düşünülmüş olsa gerek, servis şoförü, ne kadar vatansever olduğunu vurgulayarak, sözlerinin çarpıtıldığını, yanlış anlaşıldığını bir kağıttan Anadolu Ajansı‘na okudu.
Ekonomi Bakanı olduğu söylenen Damat Berat Albayrak, ufukta yatırımların gözüktüğünü söyleyerek nurlu bir geleceğin müjdesini verdi. Bu arada, dolar kuru, 2023’te gelmesi gereken 8 TL’ye müjdelerden heyecanlanmış olacak ki 2020 bitmeden geldi.
Tabii ki Ekonomi Bakanının hiç yüz vermediği döviz kurlarının,maaşını dolarla almayan biz işçilerin, emekçilerin yoksullaşması ile hiçbir bağı yok!
Milli Eğitim Bakanı olduğu söylenen özel okul patronu Ziya Selçuk, uzaktan eğitim sistemi EBA’nın çökmesini sisteme duyulan ilgiye yorup gururla açıkladı.
Yüzbinlerce çocuk uzaktan eğitime ulaşamazken, ulaşanların da eğitim alıyormuş gibi gösterilmesi dışında hiçbir anlamı olmayan, kayıp bir dönem yaşanmasından zerrece rahatsızlık duymuyor bakan. Tek derdi, bir patron olarak, çocuklara bu koşullarda bir şeyler anlatmak için çırpınan öğretmenlerin maaşları oluyor. Milli Eğitim Bakanı olarak, bütçede eğitime ayrılan payın arttırılması için uğraşması gerektiği ise hiç aklına gelmiyor.
Yine özel hastaneler sahibi, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, vaka ile semptom göstermek arasındaki bağı açıklayarak, verdikleri rakamların vaka değil hasta sayısı olduğunu, rakamları gizlemelerinin ‘ulusal çıkarlar’ gereği olduğunu söyledi.
Rakamlar gerçeği yansıtmıyor diyen, salgının kontrolden çıktığını söyleyen, tükeniyoruz, ölüyoruz diyen sağlık çalışanları ise, tabii ki ‘yerli ve milli’ olmamakla, hainlikle suçlandı.
Uluslararası tarım ve gıda tekellerine danışmanlık gibi önemli bir kariyere sahip, Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli ise, yanan ormanlar 10 hektarı geçmeden yangın helikopteri göndermesinin mümkün olmadığını söyleyerek madenci şirketlere alan açmakla meşgul olduğunu açıkça ilan etti.
Bu arada, patronlara vergi affından, İşsizlik fonunun yağmalanmasına kadar her türlü kolaylık sağlanırken, Eylül ayından itibaren asgari ücret vergi dilimine girdiği için aylıklarımız düştü. Salgında biz işçi-emekçilere verilen tek destek borç oldu. Alabilen ‘şanslılar’ 30 ay ödemeli kredi kullandı. Şimdi onların da geri ödemesi başlıyor.
İşte ‘yedi düvele ayar veren’, her açıklaması yalan olan Sarayın, biz alınteri ile geçinmeye çalışanları, yoksulları, halkı getirdiği yer burasıdır: Askıda ekmek, askıda fatura, askıda eğitim, askıda sağlık…
“İstanbullu hasta hasta işe gidiyor. Çünkü Covid’den korkuyor ama işten atılmaktan daha çok korkuyor”…
Böyle dedi İstanbul valisi. Tüm bu yalanlar içinde bir tane doğru şey söyleniyor ve biz biliyoruz ki bu korku sadece İstanbullu işçi-emekçilerle sınırlı değil.
Covid’den korkuyoruz, işten atılmaktan korkuyoruz, sarayın zulmünden korkuyoruz; kredilerimizi ödeyememekten korkuyoruz, çocuklarımızın geleceğinden korkuyoruz…
Onlar ise, cehenneme benzeyen, hiçbir gelecek umudu taşımadan çile doldurduğumuz bu hayata ‘artık yeter!’ dememizden korkuyorlar.
Yalanları da saldırıları da korkuları kadar büyük… Bir dakika olsun düşünmeyelim, bu cenderenin içinde debelenelim, çok öfkelendiğimizde birbirimize saldıralım ama asla tüm bunların sebebi olarak onları görmeyelim istiyorlar. Kürtler ne güne duruyor? Kadınlar, ‘Suriyeliler’, Ermeniler, Rumlar, Yunanlılar… Ne güne duruyor; eyy Fransa, eyy ABD, eyy Almanya, eyy Rusya, eyy Esed, eyy Sisi…
Bu tabloda hala yönetiyormuş gibi gözüküyorlarsa, bu onların yeteneği, gücü değil, bizim örgütsüzlüğümüzdür.
Ya kendi kaderimizi elimize alıp hayatımıza, geleceğimize sahip çıkacağız ya da yağmanın, rantın, savaşın ve yalanın iktidarının bize reva gördüğü cehenneme benzer bir hayatı, adına yaşamak denirse, yaşamaya devam edeceğiz.
İnsanca ve onurumuzla, kardeşçe yaşamak ellerimizde.
Ekonomik-sosyal hakları için direnen işçilerin, eşitlik isteyen, erkek şiddeti ile öldürülmek istemeyen kadınların, doğasını, yaşam alanlarını korumaya çalışan köylülerin, özgür-bilimsel bir eğitim ve özgür bir gelecek isteyen öğrencilerin direnişi, mücadelesi yapılması gerekeni gösteriyor.
Her alanda askıya alınan yaşamlarımıza sahip çıkmak için, geleceğimiz için, bu topyekün saldıraya karşı topyekün direnişi büyütmek için bir arada mücadele edelim.
Var olan tüm direnişleri yaygınlaştırmak, yan yana getirmek için, kaderimizi ellerimize almak için birleşik emek cephesinde bir araya gelelim. İnsanca ve onurulu bir hayatı birlikte örelim.
Kurtuluş yok tek başına. Ya hep beraber ya hiçbirimiz!