Sanki, Ortadoğu üzerine senaryolar yazan “kudretli efendiler”, trajedi mi, komedi mi yazacaklarına karar vermemişler de, her şey birbirinin içine girmiş gibidir. “Kudretli efendilerin”, eğlenmek için yazdıkları bir oyun değil ise bu, demek ki, “kudretleri” artık tartışılırdır. İşin bu ikinci bölümü, yani kudretlerinin tartışılır olması şıkkı, kuşku yok ki, eğlendirici öyküler doğuruyor. Onlar halklar için bir “trajedi” yazıyorlar, ama kendi durumları giderek rezilleşiyor.
IŞİD’i kuran güçler, başkaları mutlaka vardır ama ABD, İngiltere, İsrail olarak biliniyor. Bu güçlerin, Ortadoğu’da tetikçileri, işlerini yürüten kâhyaları var. Kâhyalar, hüküm sürdükleri ülkelerde kendi varlıklarını, ABD ve emperyalist güçlere borçlu olduklarını biliyorlar. Böyle olunca, “ülke” onların değil, onların “sahip” ya da “efendi” olan ABD’nin adına, bulundukları ülkede kâhyalık yapıyorlar. Bu nedenle, sürekli ceplerini doldurmakla, servet elde etmekle meşguller. “Şu ahir ömürlerinde yetecek parayı”, şu kâhya olarak atandıkları dönemde, ziyadesi ile biriktirmek isterler. Erdoğan’a bakın, tüm bu hikâyeyi bir anda resmedersiniz.
IŞİD’i kuranların elinde, ellerini ateşe atan, ceplerine sokan bu kâhyalardır. ABD, İngiltere, İsrail sayıldı mı, hemen Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar isimleri sayılıyor. İlk akla gelenlerdir bunlar. Elbette başkaları da vardır.
Şimdi, Haziran 2017 başında, birdenbire Ortadoğu’da bir Katar sorunu patladı. İşte biz bu sorunu anlamak için, IŞİD’e kadar gittik. IŞİD konusunda Katar, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın nasıl destekler sağladığı biliniyor. Bu noktada artık, pek bir sır yok. Kuşku yok ki, biz halk, biz işçiler, birçok detaya hakim değiliz. Ama Türkiye’de, Suriye savaşı boyunca ortaya konan pratiği, içeride işçilere, emekçilere, devrimcilere yönelen şiddeti vb. çok yakinen biliyoruz.
İşte bu IŞİD veya El Kaide veya El Nusra destekçisi ülkelerden bir bölümü, diğer bölümünü suçlamaktadır. Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır vb. sayısı 9’a çıkmış olan ülkeler, Katar ile “diplomatik” ilişkilerini kestiler. Katar vatandaşlarının ülkelerini terk etmesini, Katar ile sınırlarını tamamen kapattıklarını vb. ilan ettiler. Onların iddiasına göre, Katar, terörü desteklemektedir.
Aslında Katar’ın IŞİD’i desteklediği biliniyor. Türkiye’nin de desteklediği biliniyor. IŞİD’i, ABD ve İngiltere’nin bizzat organize ettikleri de biliniyor. Ama Suudi Arabistan, IŞİD’in, El Kaide’nin, El Nusra’nın, daha başka adını hemen aklımıza getiremediğimiz pek çok grubun destekçilerinden biridir. Ve şimdi Suudi Arabistan Kralı, Katar’ı, yani kankası olan Katar’ı, terörü desteklemekle suçluyor ve ilişkilerini kesiyor.
Mısır yönetiminin, Türkiye’yi, Katar’ı “Müslüman Kardeşleri desteklemekle” suçlaması anlaşılabilir olurdu. Ama Katar’ı, Suudi Kralı’nın, IŞİD’i desteklemekle “suçlaması”, kesinlikle komiktir.
Buyurun, bunca insanın, çocuğun, yaşlının, gencin katledildiği bir Ortadoğu coğrafyasında, bu kanı akıtanlara tetikçilik yapan Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar, şimdi birbirlerini terörü desteklemekle suçlamaktadırlar. Yemen’a savaş ilan edenler, Yemen’i kana boyayanlar, katliamlar yapanlar, şimdi birbirini suçlamaktadır. TC Dışişleri Bakanı, Katar’da organize edilen, Suudi Arabistanlı Yemen gazilerinin moral gecesine katılmıştı. Suudiler, Yemen’de savaşıyor ve gazi oluyor, Suudi Arabistan’da değil, Katar ve moral gecesi düzenleniyor ve Mevlüt Çavuşoğlu, bu moral gecesinde boy gösteriyordu. İşte, şimdi bu Suudi Arabistan liderliğindeki ülkeler, ortakları Katar’ı, terörist ülke ilan etmektedirler.
Suriye savaşını başlatırken Batı (en başta ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar), El Cezire TV kanallarından, başka ülkelerde gerçekleşen protesto gösterilerini, başka zamanda gerçekleşen gösterileri, “Suriye’de protesto” diye vermişlerdi ve bu El Cezire TV, Katar’ındır.
Suudi Arabistan ve ittifakları, Katar’da bulunan teröristler listesini de yayınladı ve bu listenin genişleyebileceğini de söylediler. Yani, öyle şaka yapmadılar. İş ciddidir.
Katar, son derece küçük bir ülkedir. Ve Katar doğalgaz ve petrol kaynaklarına sahip, ABD ve İngiltere’nin kurdurduğu bir petrol kuyusudur. Bir ülke ve devlet olarak sayılması saçmadır. Suudi petrol kuyuları da öyledir, Kuveyt petrol kuyuları da öyledir. Daha başkalarını da saymak mümkün ve hiçbiri ne ülkedir, ne devlettir. Petrol kuyusudur ve bir klana dayalıdır. Ve Katar’da ABD’nin hiç de küçük olmayan üsleri vardır. Katar, her açıdan ABD denetimindedir.
Katar krizi ortaya çıkınca, Trump, aslında kendisinin düğmeye bastığını ilan etti. Ya da itiraf etti. Suudilere sormuş, terörü kim finanse ediyor diye ve yanıt Katar çıkmış.
Trump, Mısır lideri ve Suudi Kralı ile birlikte, kürenin üzerine ellerini boşuna koymamış olmalı. Bir bildiği var.
Trump, Suudi Kralı’na, nişan almak için, kınalı başını boşuna uzatmış olmamalı. Para karşısında bir boyun eğmedir bu ve elbette yeni bir hamle için, kollar sıvanmışa benzer.
Katar konusunda, Mısır’ın “Müslüman Kardeşler’i besliyorlar” açıklaması da işin rengini vermektedir.
Peki öyle ise ne oluyor?
Suudi Arabistan ve ittifakları, birdenbire Katar’a karşı bir operasyona neden başlıyor?
Kanımızca, üç neden sıralamak mümkündür.
İlki, Suriye savaşında yenilen taraf, ABD, İngiltere, Batı, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar vb.dir. Bu taraf yenildiği için, kendi aralarında, ciddi bir “maliyet” ayrılığı yaşamaktadırlar. Bu birinci nedendir ve elbette buraya döneceğiz.
İkincisi, Katar, kendi ekonomik gücünü, biraz ABD kanalları dışında kullanmaktadır. Suudi paraları ABD’de, biraz da rehindirler. Oysa Katar paraları, çeşitli ülkelerdedir. Almanya’da Vollkswagen’de, Türkiye’de NTV’de vb.dir. Başka ülkeler de var. Bu durum, dün sorun değil idi. İster İngiltere’de, ister İsviçre’de, ister Almanya’da olsun, isterse ABD’de, fark etmiyordu. Oysa bugün, Batı denilen şeyin büyük güçleri arasında bir “paylaşım savaşı” var. Bu paylaşım savaşımında, ABD dışındaki güçlerin çok da etkin olmaması, çok da öne çıkmaması, “askerî dengeler” nedeni iledir. Fransa, İngiltere, Almanya, askerî alanda ABD’nin gücünün karşısına çıkmaya hevesli değildir. Savaşı daha farklı yürütmek istiyorlar. Bu durumda, artık, Katar’ın parasının nereye yatırıldığı önemlidir. Hele ki, ABD, ekonomik açıdan oldukça zor dönemden geçmekte iken. Hele ki, Trump yönetimi ile ABD’nin, “önce Amerika” sloganı ortada iken. Yani, ABD, kendini daha fazla düşünmek zorundadır.
ABD, Suudi Kralı’ndan 380 milyar dolar almak üzere bir anlaşma imzalamıştır. Bunun karşılığında, acaba Suudi Kralı’nı koruma sözü mü vermişlerdir? Yoksa Suudi lideri, İran’a karşı operasyon yaparsanız, biz de bunun bedelini öderiz mi demiştir?
Trump, haraç toplamaktadır.
Gece kulüplerinin haracını toplar gibi, petrol kuyularının haracını toplama dönemindeyiz ve bu, açıktan yapılmaktadır.
İşte bu Katar operasyonu, Katar’ın bir anda “terörist” ülke ilan edilmesi, ardından da bizzat Trump tarafından, Katar Emiri’nin Beyaz Saray’a davet edilmesi, gitmeyince, bu kez emri ben verdim açıklamalarının gelmesi, Katar’ın ne kadar haraç vereceği konusunda bir pazarlık sürdüğünü göstermektedir.
Tabii, buradan, haraç sırasının tüm bölge ülkelerine geleceğini anlıyoruz. Ha, petrol kuyunuz yoksa, o zaman “değerli” başka şeylerinizi verirsiniz. Türkiye’den acaba ne isteniyor? Belki de İran’a karşı asker isteniyor. İşte Katar operasyonunun üçüncü önemli nedeni, İran’a karşı bir ittifak oluşturma arayışıdır. Bu açıdan Katar bir kurban seçilmiştir ve esas olan, Türkiye’nin İran’a karşı savaşa katılmasıdır. TC devletinin bu hesapları yapacak kapasitesi olmadığı kabul ediliyor olmalıdır. Yoksa, Katar’a asker gönderme teskeresi nedir? Katar’a gidecek askerler, İran’a karşı mı savaşacak? Değil ise, Katar Emiri’ni, mesela ABD askerlerinden mi koruyacak? Demek ki, TC devletinin olup biteni anlama kapasitesinin düşüklüğü konusundaki varsayımlar doğrudur.
Konunun Suriye savaşı ile ilişkisi açık.
Suriye savaşı, bugün, tüm Ortadoğu’yu paylaşma savaşımının, tüm Ortadoğu savaşının anahtarlarını içinde barındırmaktadır. Suriye savaşı bu nedenle çok ama çok önemlidir.
Savaş senaryolarını yazan, ABD-İngiltere-İsrail güçleri ya da “kudretli efendiler”, ne yazık ki, yanılmayı alışkanlık hâline getirdiler. Ortadoğu halkları için, kan, katliam, yıkım, yağma dolu bir gelecek yazdılar. Ortalığı yaktılar, yıktılar. İnsanları katlettiler, şehirleri dümdüz ettiler, tarihi yok ettiler, zenginlikleri yağmaladılar. Ama ne yazık ki, gelişebilecek bir direnişi hesaba katmadılar.
Suriye direndi ve bu direniş, şimdi, tüm bölgede, bir anti-emperyalist mücadelenin gelişimine katkı verecektir. Direniş, kendini çoğaltacaktır. Kobanê direnişi bunun en somut örneğidir.
“Kudretli efendiler”, bu direnişi görmediler ve bir ayda savaşın biteceğini hesapladılar. Belki de 2011’de Suriye savaşına başladıklarında, 2012’de de İran’ı halletmeyi hedeflemekteydiler. Bunu bilemiyoruz. Ama “kudretli efendiler”in kudretleri artık tartışılırdır.
Suriye yenilgisi, ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar için yeni bir durum demektir. Burada, ABD, İngiltere gibi ülkelerin manevra alanı geniştir. Bölgede bizzat kendi topraklarının yanında savaşmıyorlar. Kendilerine bağlı bir gücün yenilmesi, onlar için, çok da büyük bir keder değildir. Nihayetinde, Suriye’nin aldığı yara da onlar için büyük bir kazançtır. İşe böyle baktıkları açıktır.
Şimdi, bölgede, ABD yeni hamleler peşindedir. ABD-İngiltere-İsrail ittifakının daha kararlı olduğu anlaşılıyor. Bu üçlü içinde de ABD-İsrail ittifakının daha sağlam olduğu görülüyor.
Şimdi bu ittifak, Ortadoğu’da, durumu daha da karışık, daha da kanlı hâle getirme peşindedirler. Bu açıdan, hem yeni ittifaklar yaratmak istiyorlar, hem de bunun mali yükünü, olduğu gibi, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelere ödetmek istiyorlar. ABD’nin bu yükü üstlenecek bir mali durumu olmadığı artık açık olsa gerek.
Şimdi, ABD, bölgede yeniden ittifaklar kurmak, Suriye savaşı sonrasında ittifaklar arasında başlayan çözülmeyi durdurmak peşindedir. Müdahale etmese, Suriye karşıtı ittifak, dağılmaya başlayacaktır.
Öyle anlaşılıyor, Trump, bir yandan haraç topluyor, ama diğer yandan, İran’a karşı bir saldırı için hazırlık yapıyor. Bir askerî ittifak kurulması da bunun içindedir. Bir cins, Ortadoğu NATO’su gibi.
İran’a karşı savaş planları devrede ise, bu konuda isteklilikte başı İsrail ve Suudi petrol kuyuları çekse de, askerî açıdan Türkiye önemli durmaktadır. ABD, Zarraf’a karşılık, mesela Erdoğan’dan, İran’a saldırı desteği alabilir mi?
Acaba bu Katar operasyonunun, Erdoğan ailesine bir mesaj niteliği de var mıdır?
Biliniyor, TC devletinin Katar’da üs edinme planları var. Katar ve Erdoğan liderliğindeki Türkiye’nin aralarından su sızmadığı biliniyor. Bu birlikteliğin, ailesel bir boyutu olduğu da biliniyor. Bu durumda, apar topar Katar’a asker gönderme teskeresi, bu ilişkilere yardımcı olabilecek midir?
Türkiye, bölgede bir savaş destekçisi, kundakçısı, kışkırtıcısı rolünü epey zamandır uygulamaktadır. Suriye lideri ile, son derece yakın ilişkileri olduğunu görmüş olduğumuz Erdoğan, birdenbire kardeşim Esad söylemini rafa kaldırdı ve “katil Esed” söylemine döndü. Öğrendiğimize göre, bu süreçte, Müslüman Kardeşler konusunda Erdoğan’ın Esad’dan talepleri olmuş ve Esad bu talepleri geri çevirmiş. Ve sonunda Erdoğan ve TC devleti, birdenbire savaşa hevesli, birden bire Osmanlı hayalleri ile yanıp tutuşan bir vaziyette ortaya çıktı. TC devleti, işgalci bir güç, saldırgan bir güç olarak, ABD’nin emrinde olduğunu defalarca ilan etti. Şimdi, Katar krizi ortaya çıkınca, yine, asker “ihraç” etmeye yönelmesi aynı histerik isteklerin ürünü müdür?
Zamanın Genelkurmay Başkanı Özkök, Soros ile, kameraların karşısına geçtiğinde, Soros’un, “sizin en önemli ihraç malınız askerinizdir” sözlerini dinleyip gülümsemekteydi. Şimdi, artık, içerideki rollerinden arınmış olan ordunun, dışarıda savaşa sokulması için uygun zaman olduğu anlaşılmaktadır.
Bunların da Erdoğan eli ile yapılması, çok da mümkündür.
FETÖ darbesi diye başladığı söylenen, ama bizim açık ve net olarak Erdoğan darbesi olarak devam ettiğini gördüğümüz darbe ile, bu süreçler daha da kolaylaştırılmıştır. Artık, Erdoğan’ın “başkomutan” ünvanını kullanıma sokacağını görmek sürpriz olmayacaktır.
İran ile savaşa, her şeye rağmen, Türkiye’nin sokulması kolay değildir. Bu konuda Erdoğan’ın istekli olması yetmez. Ama çok da önemlidir.
İran ile savaş, kuşku yok ki, bir ABD-İngiltere-İsrail planıdır ve dünya savaşına dönüşme eğilimi çok yüksek bir hamle demektir.
Ama bu savaşın sonunda, İran’a karşı savaşan güçlerin kazanması planı yapılıyor olamaz. İran’a ağır hasarlar vermek önemli bir başarı olacaktır, ki ABD-İngiltere-İsrail cephesinin hedefi budur. Elbette, İran’a karşı savaşan güçlerin de çok ağır kayıplar vereceği açık. ABD bununla ilgili değildir. ABD, hem Ortadoğu’da kontrolü kaybetmek istemiyor, hem de ekonomik olarak gücünü toplamak istiyor. Bu açıdan bakılırsa, bunlar ABD için acil ve ivedidir. Çünkü, ABD, dağılmaya uygun adım gitmektedir. Trump, bir proje olarak, bu dağılmayı önleme projesidir. Ama bazan bir proje, önlemi olarak planlanan bir şeyin, bizzat aracı hâline gelebiliyor.
ABD’nin Ortadoğu’yu yağmalama, istikrarsızlaştırma, yerle bir etme planları, bölgemizde gelişmekte olan direnişle karşılaşacaktır. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar üçgeninde halkların anti-emperyalist direnişi gelişecektir.