2018’de Lübnan’da kaçırılarak Türkiye’de gizli bir işkencehanede 6 ay boyunca tutuldun. Bu süreçte yaşadıklarını kısaca anlatabilir misin?
2018 yılında Lübnan Refik Hariri Havalimanı’ndan kaçırıldım. Orada 6 gün gözaltında kaldım. 13 Mart 2018’de Türkiye’ye gayriresmî bir şekilde teslim edildim. Özel bir uçakla bir yere getirildim. Getirildiğim yerin neresi olduğunu bilmiyordum ve orada ben 6 ay kaldım. 6 ay boyunca işkenceyi yaşadım. Küçücük bir hücreydi. Yaklaşık 2 metreye 2,5 metre olması lazım. Böyle bir yerde 24 saat gözleniyordum ve zaman zaman tamamen çıplaktım. Zaman zaman onların verdiği giysileri giymek zorunda kaldım. Psikolojik işkenceden tutun da her türlü fizikî işkenceyi de yaşadım orada. İlk başta tabii ki ben neden kaçırıldığımı tam olarak anlayamadım, sonuçta yurtdışındaydım. Bir dava konusu, mahkeme vs. olabilir ama 6 ay boyunca sürecek işkence sürecini tahmin etmek zordu. Orada bunu anladıktan sonra, onların söylemlerinden anladıktan sonra, ben de kendi yaşamımı ona göre orada sürdürebileceğim -yaşam denilebilirse tabii- ona göre kontrol etmeye, planlamaya çalıştım. Onların düşündürtmeye çalıştığı her şeyin dışında farklı şeyler düşünmeye çalıştım. Öncesinde öğrendiklerimi, okuduklarımı, bildiklerimi, değerlerimizi… Hep onlara sarıldım ve o süreç boyunca verdikleri elektroşok, kaba dayak, tabuta koyma, suda boğmaya çalışma gibi işkenceler esnasında. Ben şimdi bunları hızlı hızlı anlatıyorum ama bunlar günlere yayılan, acı yaşatılan, sürekli çığlıkların olduğu, insanın insanlıktan çıkarılmaya çalışıldığı işkence yöntemleri. Ancak her şeye rağmen orada bir şekilde benim kararlılığımın, inancımın, direnişimin kazanacağına inanıyordum. En sonunda mecburen beni bırakmak zorunda kaldılar. Oradayken dışarıdan haber alamıyordum, onlar da vermiyorlardı. Ama beni daha sonra bir araziye bıraktılar ve gözaltına alındığımda dışarıda benim için bir kampanya sürdürüldüğünü ve çıkmamın o kampanya sayesinde olduğunu anladım. Ardından 3 günlük gözaltından sonra tutuklandım. 3,5 yıl tutsaklık süreci oldu.
Benim ilk tutuklandığım konu şuydu: “Neden seni sahiplendiler?” Yani savcının karşıma getirdiği suç buydu. Beni sahiplenmişlerdi çünkü ortadan kaybolan bir insan var. Aslında onların sorusu yadırganacak bir soru. Olması gereken kaybedilen bir insanın aranmasıdır. Ben bunun için tutuklandım aslında. Daha sonrasında ise eski yargılandığım bir davadan mahkemeye çıktım ve o davadan serbest bırakıldım. Ancak diğerinden tutuklu olduğum için ikisi birleştirildi ve tutukluluğum sürdü. Sonrasında mahkemeye çıktığım her seferde işkenceyi anlattım. Çünkü tutuklanma sürecimde, ilk başta, gardiyanlar beni hapishaneye almadı. Çünkü yaralarım çok belliydi. Polisler mecburen beni hastaneye geri götürüp rapor almak zorunda kaldı. Yani ilk defa işkence o zaman belgelendi ve ben bunu mahkemelerde anlatmaya çalıştım.
Ancak hâkimler bütün suç duyurularıma takipsizlik kararı verdi. Ben yine de anlatmaya devam ettim. Tutukluluğumun sürmesinin bir nedeninin bu olduğunu düşünüyorum. Çünkü yargılandığım davada bir tek şu vardı: Bir iftiracı, bir tecavüzcünün linç olayını kaldırımdan izlediğimi iddia etti. Böyle bir yalan beyan sonucunda ben iki kez ağırlaştırılmış müebbet cezası aldım. Dünyada böyle bir örnek yoktur aslında. Bu cezayı alarak ev hapsiyle tahliye edildim, şimdi yaklaşık 2 senedir ev hapsindeyim.
Devletin özellikle devrimcilere, sosyalistlere dönük kaçırma, kaybetme ve gizli işkencehanelere hapsetme politikasıyla ilgili ne düşünüyorsun? Devlet neden böyle bir politika uyguluyor?
Aslında bu işkence yöntemleri ve gizli işkence merkezleri yeni değil, Naziler dönemine dayanan bir geçmişi var.
Naziler, işgal ettikleri ülkelerin insanları direndiklerinde ya da karşı koymaya kalktıklarında onları geceleri toplayıp kamplara götürüyorlardı. Buna “gece ve sis kararnamesi” diyorlardı. O dönem yapılan bütün bu işkenceleri ve gayriresmî olan insanlık dışı her türlü uygulamayı kararname ile açıklıyorlardı. İnsanlar gece toplu toplu götürülüyor ve işkence ile kaybediliyordu. Bu yüzlerle, binlerle sayılacak bir orandaydı. Sonrasında ise bu devam etti, başka ülkeleri işgal etmeye çalışan emperyalist ülkelerin bir politikası hâline geldi. Hatırlarsınız 11 Eylül’den sonra da Amerika’nın farklı ülkelere yönelik böyle girişimleri oldu. Oralarda da Amerika’ya karşı olan herkes aslında terörist olarak tanımlanıyordu ve onlara yapılan işkenceyi haklı görüyorlardı.
Hatta bunun için eğitim merkezleri bile vardı, “Amerikan okulları” diye. Bu okullara iş birliği yapabilecek ülkelerin başındaki, yani yönetimindeki insanları alıp eğitiyorlardı. Onlara şunu öğretiyorlardı: Hâkim olabilmeniz için insanlara bu şekilde işkence yapmalısınız ve bu haklıdır, bunu empoze ediyorlardı. Birçok Latin Amerika ülkesinde uygulandı bunlar. İnsanlar binlerle katledildi, uçaklardan okyanuslara atıldı ve oralarda hâlen kayıplar var.
Ülkemizde tam olarak bu şekilde değil ama elbette ki ülkemizde de bu yöntemler kullanılıyor. Çünkü bizim ülkemiz de emperyalizme bağlı bir ülke. Ve politikalarını hayata geçirmek için, halkı susturmak için, direnişleri kırmak için ve iktidarlarını sürdürmek için uygulanan bir yöntem.
Sonuçta devrimciler halka öncülük eden insanlardır ve onlardan başlanır her zaman. Onun için devrimciler hedef. Bizim ülkemizde geçmişte de 90’lı yıllarda da kayıp politikası vardı. Bugün ise uzun süreli kaybetme, işkence yapma ve bununla insanlara gözdağı verme hedefleniyor. Şimdi benim durumumu duyan insanların bir kısmı belki de korkuyordur, ama sonuçta böyle bir yerde bile direnilebileceğini ve böyle bir yerden bile insanların başının dik çıkabileceğini gösteren bir örnek aynı zamanda.
Buna rağmen saldırılar sürdü. En son Gülten Matur kaçırıldı 8 gün kaldı ve yaşadığı işkenceler benimkiyle hemen hemen aynı. Bu yine sürecektir, sonuçta vazgeçebileceklerini düşünmek mümkün değil. Ama bunu durdurmak ve geri adım attırmak mümkün. O da birliğimiz ve dayanışmamızla, işkence olaylarını teşhir etmekle, gizli işkencehane merkezlerinin araştırılması, bulunması ve işkencecilerin yargılanması için göstereceğimiz her türlü çaba ve faaliyetle mümkün.
Bununla ilgili zaten şu anda bizim de işkence ve kayıp politikalarına karşı bir koordinasyon kurma çalışmamız var. Duyarlı bütün kesimleri bu çatı altında toplayabilirsek güçlü bir ses çıkarabiliriz.
Ev hapsinde olmana, evden çıkmamana rağmen kaldığın ev basılıyor, kelepçenin bozulması, sinyal almaması gibi bahanelerle sürekli telefonla aranıyorsun. Sana dönük bu saldırıları nasıl değerlendiriyorsun?
Ben aslında bu süreç boyunca ne yapılmak istendiğini anlıyorum. Kullanılan yöntemler o kadar acizce ve mantığı olmayan yöntemler ki. Yani asıl sebep işkenceyi anlatmam, teşhir etmem ve hâlen buna karşın mücadele etmem. Birinci sebep bu.
İkincisi kıramamanın hazımsızlığı olabilir. “Tamam orada kıramadık belki ama ev hapsinde böyle psikolojik bir işkence altında tutarak iradeni de kırabiliriz, seni burada da tüketebiliriz” diye düşünüyor olabilirler.
6 kez kelepçe değiştirildi ve her seferinde söylenen farklı bir şey. Bir defasında pil nedeniyle dendi, bir defasında temassızlık dendi, bozuk dendi. Her seferinde farklı farklı şeyler söyleniyor. Ben de böyle bir sorun varsa sağlam bir şey takmalarını söyledim. Sürekli gece gündüz aranmak yerine sağlam bir alet taksınlar. Aletin görevi bu zaten benim nerede olduğumu belli eden bir alet. Evde olduğum belli. En son bir tane taktılar ama aramaları vs. bitmedi.
Dediğim gibi sebebi rahatsızlık vermek, işkenceyi sürdürmek. Şöyle de olabiliyor, bu başıma geldi mesela. Aletten kaynaklı, kelepçeden ya da cihazdan kaynaklı sorun olabiliyor ve bunu benim hakkımda ihlal varmış gibi rapor tutarak dosyama koyabiliyorlar mahkemeyi etkilemek için. Ben 24 saat bu evdeyim, kapıdan dışarı bile adım atmıyorum. Böyle olmasına rağmen böyle bir rapor tutturup dosyaya konulabiliyor.
Sürüyor, sürdürecekler. Sonuçta bu sürecin sonunda iki ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası söz konusu. Şu an yargıtayda. Yargıtay sürecini beklerken “En kısa sürede Ayten’i nasıl hapse koyarız” diye düşünüyorlar. Çünkü dediğim gibi buradayken 3 defa evim basıldı 6 kez kelepçe değiştirildi ve yüzlerce defa arandım. Bunun açıklaması budur, beni tekrar tutuklamak istiyorlar ki zaten açık açık bununla tehdit ettiler. Bir baskında “Bir kere de senin için geleceğiz Avukat Aytaç’a yaptığımız gibi yapacağız, hapse koyacağız” dediler.
Son olarak eklemek istediğin bir şey var mı?
Her ne kadar engellemeye çalışsalar da ben adalet mücadeleme devam edeceğim. Çünkü haklı pozisyondayım, her yönüyle haklıyım. Suçluları asıl yargılamaları gereken kendileri, işkencecilerim bulunmadı henüz ya da gizli işkence merkezi bulunmadı. Bırakalım bulunmasını bununla ilgili tek bir soru bir sorulmadı, araştırma başlatılmadı. Şu an aslında kendilerinin yapması gerekenler varken beni etkisiz hâle getirmeye çalışıyorlar. Ancak ben susmayacağım ve bu çabalarımı sürdüreceğim.
Yakın zamanda 29 Ocak’ta online olarak bir sempozyum yapacağız. Sempozyumda işkence, kayıp politikalarını, Türkiye’de ve emperyalist ülkelerdeki gizli işkence merkezlerini ve işkence yöntemlerini, benim hukuki durumumu konuşacağız.
Sempozyuma milletvekilleri, avukatları, doktorları davet ettik. Yurtdışından da katılım olacak, uluslararası bir sempozyum olacak. Buradan duyarlı bütün kurumlara ve kişilere çağrıda bulunuyorum. Katılmak, orada bulunmak, dinlemek aynı zamanda işkence politikasını kabul etmemek demektir, işkenceye bir dur demektir. Şuna inanıyorum, başka ülkelerde binlerce insan katledilirken ülkemizde öyle bir şey olmuyorsa bu tamamen ülkemizin direniş geleneğinden ve tarihinden kaynaklıdır. Bundan sonra da buna izin vermeyeceğiz. Sonuçta bunları engellemek için insanlar bedel ödüyor, yine bedel ödemeye hazır insanlar var. Bu ülkede bu topraklarda mücadele tarihi ve geleneği olduğu sürece aynısını yapamayacaklar ve biz kazanacağız.