Adına son olarak “partili cumhurbaşkanlığı sistemi” denen yönetim şekliyle hedeflenen nedir?
Partili cumhurbaşkanlığı sistemiyle aslında hedeflenen Türkiye’nin demokratik sistemden tamamen koparılmasıdır. Hâlihazırda Türkiye’de aksasa da, çok da içimize sindiremesek de, birçok eleştirimiz olsa da ve ileriye taşımak için bir mücadele içinde olsak da, kısmen bir burjuva demokrasisi var. Bu burjuva demokrasisinin halklar, kadınlar, toplumsal kesimler lehine daha da geliştirilmesi gerekiyor. Ama getirilen anayasa değişikliği, yani partili cumhurbaşkanlığı sistemi, bu içerisinde bulunduğumuz burjuva demokrasisini de aslında askıya alan, yok eden ve geriye götüren bir uygulama.
Bir defa meclisi feshediyor, öncelikle onu söylememiz gerekiyor. Meclisin hiçbir yetkisinin, hiçbir hükmünün kalmadığı bir sisteme evriltiyor. Başbakanlık kurumunu ortadan kaldırıyor, bütün yetkileri tek bir kişide, cumhurbaşkanlığında topluyor. Cumhurbaşkanlığının tarafsızlık ilkesi gibi, anayasada şu anda olan bir ilkesi var ki, onu ortadan kaldırıyor. Partili bir cumhurbaşkanlığı sıfatı getiriliyor. Bu da, devleti temsil eden kişinin bir siyasal aidiyetinin, bir zihinsel aidiyetinin olması anlamına geliyor. Yani devleti en üst düzeyde temsil eden kişinin çok ön planda bir ideolojik aidiyetinin olması anlamına geliyor. Bu anlamı ile de çok sorunlu bir şey.
Meclisin hükmü üzerindeki bütün denetim haklarını; gensorudan tutun sözlü soru sormaya, meclis araştırması vermeye kadar meclisin yürütme üzerindeki bütün denetim haklarını ortadan kaldıran bir yaklaşımı var.
Yine bu tek adam sistemi, tek kişi sistemi içerisinde bütün atamaları, özellikle de yüksek yargıyı ve yüksek bürokrat atamalarının hepsini de, bakanların atamalarının hepsini de, yine milletvekili seçilmede kimin milletvekili olacağının kararını da cumhurbaşkanına, o tek kişiye bağlıyor. Tek kişi, ülkenin kaderini belirleyebilecek bir pozisyona gelmiş oluyor. Tek bir insan, bütün ülkenin kaderini belirleyebilecek bir noktada kendisini konumlandırmış oluyor.
O zaman biz de şunu soruyoruz, 80 milyonluk bir ülkede hepimiz aptalız da bir tek zekimiz mi var? Neden hepimiz, bütün yetkilerimizi bir tek kişiye devrediyoruz gibi bir soru sormak zorundayız.
Yine aslında getirilen sistemle beraber, çok partili sistemin de iki partili bir sisteme doğru indirgendiğini görüyoruz. Hâlihazırda, şu anda meclisimizde 4 tane parti halkı temsil ediyor. Biz bunun bile yetersiz olduğunu, toplumda çok daha farklı düşünceler olduğunu ve daha farklı bir temsil sistemiyle aslında toplumun bütün farklı görüşlerinin mecliste temsil edilmesini savunuyoruz.
Bu ne demektir? Toplumun aslında iki uca sıkıştırılması, iki görüş arasında toplumun sıkıştırılması, kendi görüş ve düşüncelerini ifade edebileceği mecralardan uzaklaştırılması anlamına geliyor. Bu anlamıyla da çok sorunlu bir sistem olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bunların hepsinin özü şu, gelen sistemin özü monarşi. Tek adama dayalı, eril ve diktatöryal bir sistemin yasal ve anayasal düzleme taşınmasıdır.
Peki bu gelen sisteme toplumsal mücadele güçleri nasıl tutum almalı ve ortak mücadele hattını nasıl işleyebiliriz bununla beraber?
Mevcut durumda, bu tasarıyı kimin getirdiğine bakmamız gerekiyor. AKP ve MHP ittifakı; aslında Erdoğan ve Bahçeli ittifakı bu tasarıyı gündeme getiriyor ve bu ittifaka karşı biz toplumsal muhalefet güçlerinin nerede durduğu sorusunu da kendimize gerçekten esaslı olarak sormamız gerekiyor.
Bizim toplumsal muhalefet güçleri olarak yaptığımız temel bir hata var; karşı tarafı çok iyi tanımlamakla, çok iyi tahlil etmekle beraber kendi durduğumuz yeri çok iyi tarifleyemiyoruz. Bugün, belki de karşı blokun bu kadar güçlü olmasının temel nedenlerinden birisi birleşik mücadeleyi çok iyi örgütleyememekle ilişkili.
Bizim önümüze aslında tarihsel bir fırsat da çıkmış durumda. Çünkü bir, topluma gitmek için önümüzde muazzam bir fırsat var. İkincisi, topluma anlatacağımız ve haklı olduğumuz çok önemli argümanlarımız var. Yani şu anda ortada, haksız, hukuksuz, kap kaç şeklinde hazırlanmış bir anayasa değişikliği var. Bunun karşısında da, bunun gerçekten nasıl yapılması gerektiğini söyleyen ve buna çok güçlü bir şekilde itirazı olan ve bu itirazını özgür, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü, barışçı bir Türkiye’den yana söyleyen demokrasi güçleri, toplumsal muhalefet güçleri var. Bizim bu muazzam fırsatı toplumsal dinamikler açısından değerlendirmemiz gerekiyor.
Biz ‘hayır’ımızı kurarken, ‘hayır’ımızın nereye tekabül ettiğini doğru bir şekilde anlatmalıyız. Bizim ‘hayır’ımız mevcudu korumak üzerine olan bir ‘hayır’ değil, öncelikle bunun altını çizmemiz gerekiyor. Mevcut sistemin eleştirdiğimiz, değişmesi ve dönüşmesi gereken yüzlerce yönü var. Zaten biz onun için mücadele eden güçleriz aynı zamanda. Mevcut sistem bir tekçilik üzerine kurulmuş, kadını reddeden, çoğulculuğu reddeden, halkları reddeden, bir çok yönüyle sorunlu bir mevcudiyeti barındırıyor. Mevcudu korumamakla beraber, gelenin çok daha kötü olduğunu, gelenin aslında halklarımız, inançlarımız ve toplumsal geleceğimiz açısından çok daha büyük bir uçurum ve çok daha büyük bir karanlık yaratacağını öncelikle anlatmamız gerekiyor.
İkincisi, sadece kendi mahallelerimize seslenen bir dilimizin olmaması gerekiyor. Bütün anketler bize şunu gösteriyor, yüzde yirmi oranında bir kararsız kitle var. Bu, aslında AKP ve MHP’ye oy veren kararsız kitle. O zaman, bizim bu yüzde yürmilik kararsız kitleye seslenmemiz gerekiyor.
Birincisi, referandumda ‘hayır’ diyebileceklerin ‘hayır’larını sağlamlaştırmak üzerine bir çalışma, ikincisi kararsız olanları ‘hayır’ noktasına getirecek bir çalışma, üçüncüsü de ‘evet’ pozisyonunda olanları ‘hayır’a dönüştürmek üzerine bir çalışma, aslında üç yönlü bir çalışma yürütmemiz gerekiyor.
Bunun için de tüm topluma seslenen, tüm Türkiye halklarına seslenen bir dile, yaklaşıma, içeriğe sahip bir kampanya sürecini bütün toplumsal güçlerin yürütmesi gerekiyor. Kendi kendimize propaganda yapan, kendi kendimize konuşan bir iç seslilikten çıkıp daha çok dışımıza, diğer mahallelere uzanmamız gerekiyor. Bunun için de bütün temaslar, bütün topluma dokunuşlar çok önemli. Kahve gezileri, Pazar gezileri, esnaf gezileri, mahallelere girmek, apartman gezileri gibi çoğaltabileceğimiz bir dizi yöntem kullanılabilir.
Bunun dışında psikolojik olarak hegomonik üstünlüğü ele geçirmek gerekiyor. Şu anda AKP medya gücü elinde olduğu için, devletin bütün aygıt ve araçları elinde olduğu için toplum üzerinde bir tahakküm kurmuş durumda. Şöyle bir algı yaratmaya çalışıyor, sanki toplumun büyük bir oranı ‘evet’ diyormuş gibi ya da büyük bir çoğunluk ‘evet’ yönünde oy kullanacakmış gibi bir algı yaratmaya çalışıyor.
‘Hayır’ diyenleri yanyana getirmemiz ve ne kadar kalabalık olduğumuzu, ne kadar çok ‘hayır’ diyen olduğunu göstermemiz gerekiyor. ‘Hayır’ diyenler birbirini bulmalılar. Bunun için de çeşitli yol ve yöntemler geliştirmemiz gerekiyor. Sosyal medya etkinliklerinden tutalım halk buluşmalarına, mitinglere kadar bir dizi etkinliği toplumsal muhalefet güçlerinin birlikte, beraber enerji akıtarak gerçekleştirmesi gerekiyor ve bu noktadaki psikolojik üstünlüğün de bizden yana olduğunu görmemiz gerekiyor. Bunu yüksek sesle söyleyecek cesareti, umudu, motivasyonu toplumsal muhalefet güçlerinin durdukları yerden yaratmaları, enerji vermeleri ve açığa çıkartmaları gerekiyor.
Ortak bir mücadele hattı örmek bizim açımızdan en önemlisi. Biz özellikle HDK olarak bunu çok önemsiyoruz ve bu dönemin tarihsel misyonunun ortak mücadele hattıyla yürümek olduğunu düşünüyoruz. Açık ve net bir şekilde bunu söyleyebiliriz. Bunun illa ki bir masa etrafında yan yana gelerek, basına deklare ederek olacağını düşünmüyoruz.
Bunu yerellerde, birlikte yaşadığımız, sokağımızı paylaştığımız, mahallemizi paylaştığımız bütün muhalefet odaklarıyla birlikte örgütleyerek yapabileceğimizi düşünüyoruz.
Bu dönem bir yan yana gelişi sağlayamazsak, bir ortak mücadele hattı gerçekleştiremezsek tarih karşısında da çok ağır bir vebalin altına gireceğimizi düşünüyoruz. Onun için de bu noktada ciddi çaba içerisindeyiz, görüşmelerimiz halihazırda devam ediyor. Bunu sadece kampanya süreci için değil, aynı zamanda kampanya sonrası için de düşünüyoruz.
Başbakan yardımcısı Numan Kurtulmuş’un açıklamaları vardı, yine buna paralel Sedat Peker’in açıklamaları vardı. Devlet ve hükümet kanadından gelen bütün bu açıklamaları gördüğümüz zaman, bu referandum sürecinin aslında 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar giden süreçle benzer götürüleceğini görüyoruz. Yani sokağın daha fazla terörize edileceği, şiddetin daha fazla tırmandırılacağı, kitlelerin daha fazla baskı altına alınacağı, ‘hayır’ diyenlerin daha fazla susturulmaya çalışılacağı bir sürece de girmiş bulunuyoruz ki, Maltepe’de afiş asan CHP’li gence yapılan silahlı saldırı bunun en bariz örneği.
Bizim bütün bu öngörüleri de gören bir yerden yan yana gelmemiz gerekiyor. Birbirimizin aslında can güvenliğini de sağlayacak, birbirimizi yerellerde kollayacak, birbirimizle başka bir hatta buluşacak bir yaklaşıma da ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. Yani tek başına HDK’li afişi asmamalı. HDK’liler afişi asarken diğer bütün toplumsal muhalefet odağındaki arkadaşlarla birlikte asmalı. O mücadele içerisinde, o kampanyanın içerisinde erimeliyiz, renksizleşmeliyiz. Tek bir rengimiz var, o da bu gelen faşizm dalgasını durdurmak ve buna karşı mücadeleyi yükseltmek olmalı. Bizim yaklaşımımız budur.
Referandumun olası iki farklı sonucuna göre, ‘evet’e veya ‘hayır’a göre nasıl konum alınmalı?
Referandum sonucunda ‘evet’ çıkması, bu ülkenin gerçekten Suriye’leşmesi demektir. Bunu görmemiz gerekiyor. Bu ülkede yaşayan herkes açısından istikrarsızlığı, karanlığı ve geleceksizliği de besleyen bir şey. Şu anda mevcut pozisyonda bile Suriye’ye girilmiş ve yenilmiş bir çılgınlıktan yarın Irak’a girmeye veya başka bir ülkeye girmeye savrulabilecek noktadaki bir karanlığı da birlikte getiriyor.
Bununla beraber ‘evet’ çıkması demek, kadınların eve kapatılması demektir. ‘Evet’ çıkması demek, kadınların çalışma yaşamında çok daha zor koşullarda çalışması, hatta çalışma yaşamından dışlanması demektir.
‘Evet’ çıkması demek, eğitimin gericileşmesi, islamcılaştırılması ve anadilde, bilimsel eğitim hakkının elimizden alınması demektir. Bu noktada çok daha kötü bir eğitim sistemiyle karşı karşıya kalmamız demektir.
‘Evet’ demek, paralı sağlık demek ki, bunun başlangıcını yaptılar, bunun çok daha katmerli bir şekilde aslında pratikleşmesi demektir. Kamunun çok daha hızlı bir şekilde tasfiye olması demektir.
‘Evet’, yolsuzluğun, rüşvetin, toplumsal çürümenin çok daha katmerli bir şekilde yaşanması, gelir eşitsizliğinin çok daha derin bir şekilde yaşanması demektir. İşçilerin ve emekçilerin çok daha kötü koşullarda çalışmak zorunda kalmaları demektir.
Bu ülkede grevlerin daha fazla yasaklanması, grev hakkımızın elimizden alınması, insanların bir sözle kapı dışarı edilebilmesi demektir. Güvencesiz çalışmanın artık hukuki olarak da dayatılması demek bizlere.
‘Evet’in bu ülkeye getireceği tek bir iyi şey yok.
Referandumdan ‘hayır’ çıkması, öncelikle kendini her şey sanan, AKP ve MHP koalisyonuna halkın iyi bir tokat atması demektir. Bütün bu neoliberal yasalara, KHK’lara, OHAL’e geçit vermeyeceğiz demektir. Halkı nesneleştiren, gerçek karar verici olmaktan çıkaran, halkı sadece bir oy makinesine dönüştüren, halkın gözünü boyayan ve medyayı zapturapt altına alan AKP’ye iyi bir cevap demektir.
Bu aynı zamanda bizleri, emekçileri açlıkla, yoksullukla, KHK’larla terbiye etmeye çalışan AKP hükümetine bunlarla terbiye olmadığımız cevabını vermek demektir. Yine Kürdistan için söylemek gerekirse, bu 7 gün boyunca Taybet ananın cenazesini yerde bırakanlara, o cenazeye sahip çıktığımızın cevabını vermek demektir. Miray bebeği katledenlere, Miray bebeğe sahip çıktığımızın cevabını vermek demektir. Sur’a sahip çıkmak demektir.
Bütün bunlara göre, tabii ki toplumsal muhalefet güçlerinin, demokrasi güçlerinin alacakları pozisyonlar var. İkisinde de çok diri durmak, iki pozisyonda da mücadeleden vazgeçmemek, iki durumda da aslında ne yapacağını bilmek bizler açısından çok önemli.
Öncelikle şunu söylememiz gerekiyor; ‘evet’ çıktığı durumda bu ülkede bizler açısından mücadele devam edecektir. Biz bu ülkeye barış, özgürlük ve demokrasiyi getirinceye dek demokrasi mücadelesini, hak ve özgürlük mücadelesini kesintisiz bir şekilde devam ettireceğiz.
‘Evet’ çıkmasının yaratacağı yeni bir toplumsal hareketin olacağını da düşünüyorum. Bu anlamıyla, Türkiye’nin toplumsal güçleri açısından öncülüğe yine çok uygun bir süreç olduğunu düşünüyorum. Onun için bu cephenin derli toplu, kafası berrak, ne yapacağını bilen şekilde davranması gerekir.
‘Hayır’ çıkması durumunda, AKP, MHP ve Saray açısından artık baş aşağı gitme sürecini engelleyemeyecekler. İkincisi, öyle ya da böyle seçimin yenilenmesi gündeme gelecektir. Bu, toplumsal anlamda onların sandıkta onaylanmadıkları anlamına gelecektir. Bu, hükümetin meşruluğu sorununu gündeme getirecektir. En önemlisi de, bu sonuç toplumsal güçleri OHAL’le, KHK’larla zapturapt altına alanlara gücünüz halka yetmeyecek diyecektir. Bunun için herkesin burdan çıkaracağı çok ciddi bir ders var.
Bu sonucu tanımayan bir Saray’la, AKP’yle de karşılaşabiliriz. Tıpkı 7 Haziran’da karşılaştığımız gibi… Onun için bizim bunu da gören bir yerden tartışmamız gerekir. O zaman ne yapacağız meselesine hazırlanmamız gerekiyor.
7 Haziran’daki gibi bir süreci yaşamamamız için bugünden toplumu örgütlememiz gerekiyor. Biz şaşkın ve mutluyduk, bunu söyleyebilirim. Biz bir 8 Haziran kurgusu yapmamıştık. Bütün süreci 7 Haziran üzerine kurgulamıştık. Baraja kilitlenen bir süreç yürütmüştük. Bugün sadece ‘hayır’a kilitlenen bir kampanya yürütmeyeceğiz, onun arkasını da gören, iktidarın ne yapabileceğini de konuşan, hesaplayan bir yerden referandum sürecini yürütüyoruz. Bu noktada da hazırlıklarımız toplumsal alanda da devam ediyor diyebilirim.
Eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Sistemle rejim değişikliği hedeflendiğini açık ve net bir şekilde ifade etmemiz gerekiyor. Rejim yeniden kurgulanıyor, Türkçü milliyetçiliğin üzerine bir islami sos da ekleniyor. Bununla sistemde de değişiklik yapılıyor. Yani yaşam tarzımıza da müdahale ediliyor.
Biz 7 Haziran’da bütün demokrasi güçleri, toplumsal güçler yan yana gelip zafer kazandıysak, bugün de ‘hayır’ etrafında yan yana gelip o zaferi ve AKP’ye hezimeti tekrar yaşatmamız gerekiyor. Buna da çok yakınız. Umudumuz çok büyük.
Ana Sayfa SINIF MÜCADELESİ DOĞA MÜCADELESİ “AKP’ye, 7 Haziran’da yaşadığı hezimeti tekrar yaşatmamız gerekiyor”