Önceki Bölüm: XI. Sosyalizm: Daha İleri
Somutun Zenginliğini Kavramak
Kürdistan devrimi, en başta ülkemizi etkileyerek, tüm bölgeyi sarsarak ilerliyor. TC devletinin tüm yüzünü açığa vuruyor. Yüzlerce kitap, onbinlerce bildiri vb.’nin başaramadığını, Kürt Devrimi’nin ayak sesleri anlatıyor. Kemalizm’in ne olduğu, Türk solunda Kemalizm’in kalıntıları açığa çıkıyor. Bu şaha kalkış, sosyalizmin çözüldüğü bir dünyada, devrimin kızıllığının arttığı bir toprakta, insanlığa ümit veriyor.
Bu noktada, Kürt Devrimi’ni “teoriye” sığdırmaya kalkmak, somutun zenginliğini gözardı eden, dogmatik bir anlayışa yol açmaktadır.
Kürt Devrimi, klasik bir ulusal sorun değildir. Birincisi; dört parçaya bölünmüş bir uluslararası sömürgedir. İkincisi; Kürt topraklarını işgal etmiş olan ülkeler, birer sömürge ülke durumundadır. Üçüncüsü; Kürt Devrimi, 1990’larda yükseliyor. Öyleyse onu bu somutta incelemek gerekir.
Kürdistan’ın en gelişmiş parçası olan Kuzey Kürdistan’da, Marksizm-Leninizm temelinde PKK önderliği yola çıkmıştır. Bugüne gelişi, onun Kürdistan gerçekliğini somutta kavrayışının ürünüdür. Tersi bakış ya rastlantıya ya da emperyalizmin bir kolu olduğuna varır ki, gerçekte bu kendine güvensizliğin ürünü olarak başkalarına çamur atmaktan öte bir anlam taşımaz.
1. Anadolu devrimi, Kürt Devrimi’nin arkasında kalmıştır. Eşitsiz gelişim budur. Anadolu devriminin arkada kaldığı bir durumda, “tek ülke tek devrim” söylemini tutturmak, gerçekte sosyal-şoven bir tavır, ezen ulus “büyüklüğü”, “abiliği” tavrıdır.
Tek ülke vurgusu, Misak-ı Milli sınırlarını ve TC’nin “bölünmez bütünlüğünü” kabul etmek değil ise nedir?
2. Bu noktada, Türkiye’den ayrılan bir Kürdistan’ın emperyalizme yama olacağını söyleyenler vardır. Belki böyle bir olasılık da mümkündür. Ama bu durumda Küba’nın; nasılsa bu kuşatmayı yaramayız; deyip teslim olması gerekmez mi? Böylelerine sormak isteriz: Teslimiyet çizgisi ile devrim çizgisi arasındaki fark nerededir?
Ulusal kurtuluş, ulusal bir devlet ile kapitalist sistemde kalmak ile sağlanamıyor. Tersine, ulusal kurtuluş sosyalizmsiz olanaksızdır. Ancak tam da Kürdistan devriminin bugüne kadar ki mücadelesi bu doğruyu ispatlamaktadır.
3. Öte yandan Kürt Devrimi, bugün bir emperyalist kuşatma altına alınmaktadır. Emperyalizm 1917’den beri, gelişen her devrime dönük kuşatma siyaseti uygulamıştır. Soğuk Savaş bu kuşatma siyasetinin özgün bir biçimi, gelişmiş bir biçimi değil midir?
Çelişkiler yumağı Ortadoğu’da, bir yandan emperyalist merkezler kendi isteklerini dayatırken, diğer yandan Kürt Devrimi’ni boğmak konusunda da ortak davranmaktadırlar. Başlıca üç düzeyden Kürt Devrimi’nin yarattığı ortama bakılabilir. Birincisi ve belirleyici olanı; Kürt halkının ulusal kurtuluş ve bu yolla sosyalizm için yürüttüğü mücadeledir. Bu mücadelenin temel dinamizmi ulusal kurtuluştur. Ancak özellikle Kuzey Kürdistan’da ulusal olan ile sınıfsal olan iç içe geçmiştir. Kuzey Kürdistan’da işçi sınıfı ve ağırlıklı olarak yoksul köylülük devrimin temel dayanağıdır. Bu toprakları öne çıkartan da siyasal gelişmişliğin yanı sıra, temelinde bu sınıfsal tutarlılıktır. Sosyalizm vurgusu buraya dayanmaktadır.
Öyle ise, Kürdistan devrimini boğmak demek, önderliği ve devrimin dayanağı olan yoksul köylülüğü devrimden çevirmek demektir.
Bu çerçevede Kürt Devrimi, başta TC olmak üzere dört ülke ile çelişkidedir. Ancak özellikle Irak ve İran Kürdistanı’nda emperyalizme bağlı kolların etkinliği bilinmektedir. Bu nokta, Kürt Devrimi’nde yoksul köylülük ve işçi sınıfına dayanan devrimci çizgi ile, aşiret reisleri ve burjuvaziye dayanan işbirlikçi çizginin çatışmasının da kaynağıdır. PKK’ye milliyetçi damgasını vurma heveslisi sözde “komünistler”, gerçekte bu iki çizginin çatışmasını ve farkını da kavrayamazlar. Sonuçta her şeyi komplolarla açıklayan, kâğıttan kaplan dedikleri emperyalizmin gücünü göklere çıkartan bir çizgiye oturuyorlar.
Öyleyse birinci belirleyici düzeyde Kürdistan devrimi, hem Kürt işbirlikçilerine, hem de başta TC olmak üzere, gerçekte dört ülkeye karşı savaşmaktadır. Nesnellik budur. Bu savaşımda, 1992’den bu yana, uzlaşmacı ve emperyalist cephenin önemli adımlar attığı görülüyor.
4. Kürdistan devrimi, özgün bir sömürge oluşu ile de bağlantılı olarak, bugün, özgün bir biçimde ulusal sorunu “çözmüştür.” Çözmüştür, çünkü, artık bir halk vardır ve tüm gücü ile ayaktadır. Bu noktadan sonra ise, artık devrimin ikili karakteri daha da önem kazanacaktır, kazanmaktadır. Öyle ki; sosyalizme yöneliş ile Kürdistan’da elde edilen başarıların çok gerisine düşen bir resmîleştirme, bugün iki kutup şeklini almaktadır. Bu; öznel tercihlerin ötesinde, nesnelliğin açık ifadesi, devrimin yeni durumudur.
Kürdistan’da ulusal sorun, yukarıda anlatıldığı biçimi ile 1992’de yeni bir aşamaya gelmiştir. Bu aşamadan sonra, daha yeni taktik ve politikaların oluşturulmasında bir tereddüt yaşandığı açık olarak söylenebilir.
Dünya devrimci hareketi tarihinde El Salvador, Nikaragua ve daha yakınımızda Filistin örnekleri biliniyor. Öyle ise Kürdistan devriminin yeni aşamasında ortaya çıkan tehlike de içten ve dıştan kuşatmadır. İçerde, yoksul köylülükten kopmayı hedefleyerek, yeni-Kürt egemenleri ile bağlanmayı amaçlayan politikalar, dışarıdan ise, emperyalist kuşatma söz konusudur.
İkinci olarak; bu dört ülke, bağlı oldukları emperyalist merkezlerle belirli düzeyde çatışma halindedir. Örneğin ABD, reformize edilmiş bir Kürt devrimine evet diyebilmekte iken ve bu yolla Almanya’nın önünü kesecek iken, onun bölgedeki kollarından biri olan TC, buna ancak kendisine yeni topraklar kattığı durumda ve kısmî bir tarzda evet demektedir. Almanya, kendi denetiminde bir Kürdistan’a evet derken, onun kolu İran, kendi topraklarını parçalamayacak bir Kürdistan istemektedir. Bu durumda Almanya, TC içinde bir siyasal çözümü uygun görebilmekte, ancak bunun diğer parçalara etkisini kontrol altına almakta güçlük çekeceğini düşünmektedir. Zira Talabani, Barzani gruplarının ABD ile içli-dışlı ilişkileri vardır.
Anlatılanlardan anlaşılacağı gibi, aslında ikinci düzey, üçüncü düzey olan emperyalistler arasındaki bölgenin paylaşılması savaşımından ayırt edilerek ele alınamıyor. Yani Kürdistan devrimi uluslararasılaştıkça, hem gerçek muhatabı olan merkezleri karşısında buluyor, hem de yukarıda ifade edilen yeni aşamanın yol ayrımı, uluslararası açıdan da yeniden belirginleşiyor. Kürdistan devrimi, sosyalizme yürüyüp, bölge devriminin bir kaldıracı olmak ya da bölgenin emperyalist paylaşım savaşında bir aracı konumuna düşmek yol ayrımındadır. Devrim ve uzlaşma çizgisinin uluslararası ifadesi budur.
Ancak, burada bakışının merkezine birinci noktayı oturtmayan herkes, sonuçta sosyal-şoven bir tavırla, PKK karşıtı kampa katılacaktır.
Şimdi bugünkü somut durumu biraz daha açalım.
1. Kürt Devrimi, bir iç ihanete uğramazsa, bölgede diğer devrimleri ateşleyerek, en başta da Anadolu devrimini ateşleyerek sosyalizme yürümektedir. PKK önderliği yenilmediği sürece er ya da geç bu yönelişten kuşkuya düşmemek gerekir. Ancak aynı biçimde Anadolu ve bölge devrimleri yenilgiye uğrarsa, Kürt Devrimi’nin sosyalizme yönelişinin ezilmesi çok olanaklı hale gelecektir. Ancak bu son olasılık gerçekleşse bile Kürt Devrimi’ne ne bugünden milliyetçi damgası vurmak, ne onu bugünden yenilgiye mahkûm etmek olanaklı değildir.
Kürt Devrimi’ni bölge devriminin bir parçası olarak ele almak ve bölge devrimini görmek yerine, tek ülke-tek devrim saplantısına yaslanmak kuş beyinli düşünmektir.
Bu noktada Kürt Devrimi kapıyı çalmıştır. Anadolu devrimi ise henüz kalkış aşamasındadır. Yine de iki devrimin birlikte patlaması istenir bir şeydir. Ama bu, bugün Kürt Devrimi’ne, bekle, demeyi gerektirir. Kim kendinde bu hakkı görebilir? Bu, doğu kültüründeki aile yapısından kaynaklanan abilik hakkı ile istenebilir mi? Kürt Devrimi feodal kafaları yerle bir ederken, Anadolu topraklarında feodal kafalar mı “yeşeriyor”?
Öyleyse, Kürt Devrimi’ni, bağımsız bir Kürdistan’ı TC’den önce tanımamız gerekmez mi? Biz, bu yeni doğan Kürdistan’ı tanıyoruz.
2. İkinci olarak; Kürt Devrimi, ister sosyalizme yönelsin, isterse sadece ulusal kurtuluşla yetinmek zorunda kalsın, her durumda dünya devrimci hareketine pek çok sözde sosyalistin hayal edemeyeceği oranda katkı yapacaktır.
Bunu, en çok Anadolu devrimcilerinin hissetmesi gerekir. Anadolu devrimi, yenilgi psikolojisini üzerinden atıp yenilenmiş biçimde, henüz yola koyulmaktadır. Kürt Devrimi, akla gelebilecek en kötü olasılıkta bile, devrimimizin gelişimini hızlandırmaktadır.
Kürdistan devriminde, bugün, yenilgi ve zafer çizgisi bir aradadır. Ya da sosyalizm ile, bugünkü aşamanın “resmîleştirilmesi”nin önüne geçemeyecek bir uzlaşma iç içedir. Onun için de esas savaş, bu noktada Kürdistan devriminin içindedir. Nitekim Güney’de emperyalist merkezlerle işbirliği üzerine yükselmiş olan Kürt uzlaşma örgütleri ile devrimcilerin çatışmaları, bu çerçevede ele alınacak bir olgudur.
Kürt Devrimi, bugünden TC’yi çözmektedir. TC, bu çözülmeyi görmüştür ve kurmaylarının “yeniden yapılanma” (ikinci cumhuriyet vb.) perspektifi bunun içindir. O halde, şimdiden bu çözülüşü değerlendirmek gerektiği açıktır. Ne olursa olsun, TC ,siyasal ve ideolojik planda geri adım atacaktır. Bu yeni durumdan Anadolu devrimcilerinin yararlanmaması için sokak infazlarına yönelmekte, en küçük bir hak arama eylemine şiddetle saldırmaktadır.
TC, bu çözüme gelmemek için şiddeti tüm olanakları ile artırmaktadır. Bu elbette Anadolu insanının tam soysuzlaşması ile birlikte gitmektedir. Her çözüm öncesinde şiddet en son noktaya kadar tırmanır. Bugün bu dönemdeyiz. TC savaşı finanse etmek için vergi oranlarını artırıyor, uluslararası bazı hedeflerinden (Adriyatik’ten Çin Denizi’ne) vazgeçiyor, askerlik süresini uzatıyor. Tüm bunlar da yetmezse başlayacak olan çözüm sürecine şimdiden hazırlanıyor. Ama tüm bunların tıkandığı ortamdan sonrası eğik düzleme benzer. Siyasi çözüm tartışmaları, bu eğik düzlemde nerede durulabileceğinin hesaplarından başka bir anlam taşımıyor.
Bu noktada Kürt ve Anadolu devriminin birlikte gelişimi, Kürt devriminin Anadolu devrimini beklemesi anlamına gelmez. Tersine Kürt Devrimi doğru rotasında ilerlerken Anadolu devriminin hızını artıracağını görmek gerekir. Bunun ön şartı ise ortada iki ayrı ülke, iki ayrı devrim olduğunu görmektir. Ancak bu iki devrimin kaderi, Kürdistan devriminin sosyalizme yönelişinin durumuna ve ortaya konacak olan “resmî” çözümlere göre giderek birleşmektedir. Kürdistan devrimi, olası bir yenilgi durumunda bile, Zeynep’lerin eylemlerinde ifadesini bulan bir halkın özgürlük istemi bitmeyecektir. Bu açıdan yeni aşamanın taktiklerinin ipuçları da ortaya çıkmaktadır. Bir yandan Kürdistan’da PKK’yi ehlileştirme, FKÖ’leştirme, diğer yandan bununla birlikte halktan koparma politikası gündemdedir. Dışarıdan başlatılan emperyalist kuşatma, gerçekte bu amacın başarısı için, Kürdistan orta sınıflarının güç kazanması, desteklenmesidir.
Bugün dünya komünist hareketi, enternasyonalist örgütlenmeden yoksundur. Bölge devrimi perspektifi, bu bölgede böylesi bir enternasyonalist ilişkinin gelişimine basamak olabilecek tarzda bölgemizin devrimci örgütleri arasında sağlam bir ittifakın oluşumuna olanak tanımaktadır. Bu ise, en başta Kürdistan ve Anadolu devrimcilerinin gündeminde olmalıdır.
Yaşasın Halkların Kardeşliği!