Önceki Bölüm: V. Türkiye Kapitalizmi ve TC Devleti
Anadolu’da bitmez tartışmalardan biri, demokratik devrim tartışmasıdır. Tartışma, ülkenin somut durumundan hareketle bir devrim stratejisi tartışması olarak ele alınamaz. Pratik budur. Daha çok, belli bir ülkede zafere ulaşmış devrimin koşulları ile benzerlik kurarak devrim biçimi tartışılmıştır.
Oysa devrimin niteliği ve yolu üzerine yürütülecek tartışma, somut durumun somut analizine dayanmak durumundadır. Bu da yetmez, devrimin niteliği tartışması, devrimin yolu tartışmasından ayrı ele alınamaz. Bu perspektif ışığında tartışma yararlıdır.
Devrimin niteliği açısından bugünkü somut durum aşağıdaki biçimde özetlenebilir.
1. Bugün Türkiye orta derecede gelişmiş kapitalist bir ülkedir.
Kapitalizm tekelci kapitalizmdir. Banka ve sanayi sermayesi iç içe geçmiştir. Ülkenin ekonomik yönetimi finans oligarşinin elindedir. Tekelci sermaye, ülke ekonomisinin yönetiminde olduğu kadar, siyasal iktidarda da egemendir. Ülkemizde finans-kapital, temel olarak şu ayaklar üzerinde oturmaktadır; devlet tekelci sermayesi, tekelci sanayi ve banka sermayesi ve emperyalist sermaye ayakları. Bu durum, emperyalizm, devlet gücü ve tekelci sermayeyi bir bütün olarak ele almayı da gerektirir. Bu kesimler arasında “çelişkiler” bulmak ve onlara dayalı bir politika yürütmek girişimleri devrimci değildir.
2. Tarımda kapitalist ilişkiler egemen ilişkilerdir. Feodal ilişkilerin çözülmesi, kapitalizmin tarımda gelişmesi, köylülüğü, kapitalizmin sınıf yapısına uygun olarak ayrıştırmıştır. Köylülük feodalizmdeki gibi bir sınıf değildir. Bu nedenle devrimde bir bütün olarak köylülükten söz edilemez. Köylülük:
Kapitalist zengin köylülük, toprak sahipleri,
Orta kapitalist köylülük,
Yoksul köylülük olarak ayrışmıştır. Yoksul köylülük, kırsal alanda yaşayan tüm kesimlerin büyük bir kesimini oluşturmaktadır. Yoksul köylülük, tüm tarımsal nüfusun yaklaşık üçte ikisini oluşturmaktadır ve bu kesim, ağır sömürü koşullarında yaşamaktadır.
3. Tekelci egemenlik, tekelci kâr yoluyla kapitalist sömürünün, işçi sınıfından tüm emekçi katmanlara yayılmasına yol açmıştır. Yoksullaşma, sömürünün derinleştirilmesi ve yayılması ile birlikte yaşanmaktadır. Bu durum, kapitalizmin çelişkilerini yoğunlaştırmakta ve keskinleştirmektedir. Emekçi, giderek daha çok kolektif emekçi haline gelmektedir. Kolektif emekçi, üretimin artan toplumsal niteliğinin de açık göstergesidir ve sonucudur. Bu çerçevede; hizmet sektöründe çalışanlar, politik amaçla grev yapmalarını engellemek için memur sıfatına sokulan emekçiler işçi sınıfının bir parçasıdırlar.
4. Tekelleşme süreci emperyalizme bağımlılıkla birlikte gelişmiştir. Bugün sömürgecilik stratejisi içinde yer alan alt-emperyalist merkezler oluşturulması çerçevesinde, TC’nin bölgesel bir süper güç olması, bu aynı bağımlılık süreci içinde gelişmektedir. Bu durum iki noktada önemlidir.
Bu çerçevede uluslararası kapitalist sistemin çok yönlü etkileriyle kapitalist bunalım derinleşmektedir.
İkinci olarak; Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığından söz edilirken, mutlaka tekelci burjuvaziden, burjuvaziden söz edilmek zorundadır. Bunun tersi de doğrudur. Bu nedenle Türkiye’de kapitalizmi yıkmak için yürütülen savaşım dışında anti-emperyalist mücadeleden söz edilemez. Burjuvaziye, kapitalizme karşı savaşmadan, anti-emperyalist mücadele ancak laf olabilir. Uzun yıllar boyunca, Türk solunun, ordunun anti-emperyalizm geleneğinden dem vurması, gerçekte, Kemalist etkinin sol üzerindeki yansımasından başka bir şey değildir. Kapitalizmin sınırları içinde kalınarak ulusal bağımsızlık sağlanamaz. Öyle ise, anti-emperyalizm, ancak anti-kapitalizm ile birleştirilerek anlam kazanır. Öyle ise, burjuva egemenliğe, burjuva devlete köklü bir biçimde darbe indirmeden, devrimi gerçekleştirmeden, emperyalist sömürü sisteminin dışına çıkmak olanaklı değildir.
5. TC devleti, tekelci polis devletidir. Tekelci polis devleti, daha önceki devlet biçimlerini içererek “yetkinleşmiştir.” Tekelci egemenlik, siyasal iktidara da damgasını vurmuştur. Hükûmetler, tekellerin bir yürütme komitesi olmuştur. Devlet baskı aygıtlarını geliştirerek “gizli örgütlenme” yolları oluşturmuştur. Tekelci polis devleti, terörün her biçimini kullanmaya hazır aygıtlar oluşturmuştur. Devlet, tekeller adına ekonomik süreçlere müdahalelerde bulunmaktadır. En küçük bir ekonomik hak arayışı, karşısında tekelci polis devletini bulmaktadır. Ekonomik savaşım ile politik savaşım iç içe geçmiştir.
Tüm bunlar, tekelci aşamada kapitalizmin çözümsüzlüğünün de kanıtlarıdır. Savaşımın hedefi; devletin parçalanması, ele geçirilmesi olarak koyulaşmıştır.
Devletin bu niteliği kavranmadan, “iyi devlet, kötü devlet” ayrımı ile ancak işçi sınıfının mücadelesi kararsızlaştırılır. “Faşizm” ayrı bir devlet değil, karşı-devrim saldırısıdır. Faşizme kötülükler yükleyip, burjuva “demokrasisi”ni aklamak, devrimci değil, uzlaşmacı bir tutumdur.
“Faşizme karşı burjuva demokrasisi” tercihi ile savaşmak kendini kandırmak, burjuvazinin bir kesimi ile ittifak aramak, onun kuyruğuna takılmaktır. Devlet iktidarının ele geçirilmesi hedefinin koyulaşması, tam da bu noktada, devletin bir başka sınıfın eline geçmesinin önüne ara aşamaların konmaması anlamına gelmektedir. İktidar, işçi sınıfı tarafından ele geçirilecektir. Öyle ise iktidar mücadelesinin önüne aşamalar koymak, kendini geri hedeflere kilitlemek, düzene yeniden bağlanmak demektir.
Devlet tekelci sermayesinin, finans-kapital içindeki yeri, demokrasi mücadelesi ile devrim mücadelesini birleştirmektedir. Devrim hedefi olmadan demokrasi mücadelesi anlamını yitirmektedir. Bu çerçevede anti-kapitalist mücadeleden söz etmeden, anti-tekel mücadeleden söz etmek, tekelciliği kapitalizmden bir sapma, kapitalizmin bir uru olarak görme yanılsamasına dayanmaktadır.
Tekellerin egemenliği, tekel-dışı burjuvaların kendi varlıklarının sonu olacak bir eyleme kalkışabileceklerinin kanıtı değildir. Tekellerin egemenliği, her şeyden önce tüm burjuva sınıfın egemenliğidir. Tekel dışı burjuva kesimlerle ittifak aramak, burjuvalar arasındaki çatışmayı temel almak, sınıf savaşımını burjuvazinin iç çatışması olarak ele almak demektir. Bu, işçi sınıfına, kendine güvensizliktir.
6. Burjuvazinin küçük burjuvazi ile tekeller arasında yer alan kesimi düzenin ana dayanaklarındandır. Bunlar tekellerden ayrı bir siyasi kimliğe asla sahip olamazlar. Çıkarları tekellerin varlığına bağlıdır.
Bu kesimler ile tekeller arasındaki çelişkiye dayanarak anti-tekel cephe önermek, tekelci burjuvazinin kendi içindeki ayrışmaları dikkate alarak, en büyük tekellere karşı bir cephe önermekten farksızdır. Devrimci Sosyalistler bu taktiği, işçi sınıfının davasına zarar veren reformist bir anlayışın ürünü olarak kabul eder.
7. İşçi sınıfı, çıkarı, sistemin tümden yıkılması ve üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılmasında olan ve bunu kendi önderliğinde, emekçi kesimlerin ittifakını sağlayarak başaracak olan sınıftır. Devrimin öncüsüdür. İşçi sınıfı, her gün sayısal olarak çoğalmaktadır. Köylülüğün ayrışması ve proleterleşmesi, kent küçük burjuvazisinin yıkımı, eğitimli iş gücünün giderek sınıfın saflarına katılması bu etkiyi doğurmaktadır. İşçi sınıfı, bugün nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturmaktadır.
Kent emekçileri ve yoksul köylülük proletaryanın devrim ve sosyalizm savaşımındaki ittifaklarıdır.
Anadolu devrimi, sosyalist bir devrimdir. Devrime karakterini veren, proletarya öncülüğünde emekçilerin burjuvaziyi alaşağı etmesi ve proletarya diktatörlüğünün kurulmasıdır.
Ancak, Anadolu devrimi “salt proleter” bir devrim olmayacaktır. Tarih, saf devrimler bekleyenleri yanıltmıştır. Toplumda hiçbir sınıf birbirinden kalın çizgilerle ayrılmaz. İşçi sınıfının sosyalist devrimdeki ittifakı; kent emekçileri ve yarı-proleter yoksul köylülüktür. Aktif nüfusun 3/4’ü bu kesimlerden oluşmaktadır. İşçi sınıfının birleştirici ve eğitici önderliği, hegemonyası olmadan kent emekçileri ve yoksul köylülük devrim yolunda kararlılıkla yürüyemez. Devrim, proletarya öncülüğünde birleşik bir emek cephesinin oluşumu ile zafere ulaşacaktır. Birleşik bir emek cephesi, işçi sınıfının birliği için mücadeleyi de şart koşar.
Birleşik emek cephesi, öncelikle işçi sınıfının devrimci temelde kalkışı ve birleşmesi ile başlayacaktır. Devrimcileşmemiş bir işçi sınıfı, elbette müttefiklerini de devrim bayrağı altında toplayamaz.
Bu noktada sosyalizm için savaşacak güçlerin durumuna daha yakından bakalım.
Sosyalizm için savaşacak güçlerin durumu şöyledir:
1. Proletarya: Proletarya toplumun en geniş kesimi olmakla kalmıyor, proletarya her toplumsal süreçte hesaba katılmak durumunda kalınıyor. Proletarya, burjuvaziye karşı yürütülen savaşımda, sosyalizm savaşımında en kararlı güçtür. Proletaryanın bu kararlılığı elbette onun bir sınıf olarak nesnel konumundan gelmektedir. Proletaryanın kurtuluşu sınıfların ortadan kalktığı komünist topluma ulaşmak için sosyalizmi kurmak, bunun için iktidarı ele geçirmekten geçer. Yani onun kurtuluşu, tüm toplumun kurtuluşunun yoludur.
Tarım proletaryası, proletaryanın ayrılmaz bir parçasıdır. Kapitalizmin tedrici gelişimi ve radikal biçimde feodalizmin tasfiye edilmemiş oluşunun sancıları en çok işçi sınıfı tarafından çekilmiştir. Radikal bir toprak reformu yapılmadan köylülüğün ayrışması süreç içinde gerçekleşmiştir. Bugün pek çok işçi “yarı köylü” olma özelliklerini devam ettirmektedir.
2. Yarı Proleter Yoksul Köylülük ve Kent Emekçileri: Köylülüğün ayrışması, tarımda kapitalist ilişkilerin egemenliği, yoksul köylülüğün yarı proleterleşmesini birlikte getirmiştir. Büyük kapitalist toprak işletmeleri çevresinde yer alan yoksul köylülük, belli mevsimlerde bu büyük kapitalist işletmelerde de çalışarak geçimini sağlamaktadır. Kendi küçük topraklarında ve bir kapitalistin yanında çalışma, gerçekte yoksul köylülüğün durumunu dayanılmaz hale getirmekle kalmıyor, onun kurtuluşunu işçi sınıfının kurtuluşu ile birleştiriyor.
Yoksul köylülüğün karakterini belirleyen, küçük burjuva özelliklerdir. Ancak onun geleceği proletarya saflarıdır. Kent emekçileri, küçük burjuva kararsızlığını taşısalar da artan tekelci sömürü ile geleceklerinin işçi sınıfının geleceği ile birleştiğini görmektedirler. Yoksul köylülük ve kent emekçilerinin, devrimde işçi sınıfı ile ittifak içinde olmalarına karşın devrimi geri çekecekleri açıktır. Özellikle yoksul köylülüğün mücadele geleneğinin yok denecek kadar az olması gerçeği düşünülürse, bu daha iyi anlaşılır bir olgu olacaktır. Kent emekçilerinin ise, kararsızlığına rağmen mücadele geleneği yabana atılamaz niteliktedir.
Yoksul köylülük ve kent emekçileri, gelişen devrimde proletaryanın müttefikidir. Onların geleceği sosyalizmdedir. Kapitalizmin yoksul köylülüğe ve kent emekçilerine sunabileceği hiçbir şey yoktur. Gelişen devrimin çok renkliliği buradan gelmektedir.
Ülkemizin, pek çok benzeri ülke gibi önemli bir özelliği de kente göçtür. Bu göç, kentlerin çevresinde emekçi-yaşam alanlarının oluşumunu koşullamaktadır. Gecekondular, bir bütün olarak sisteme karşı savaşımın önemli mevzilerindendir.
3. Öte yandan Kürt Kurtuluş Hareketi ile Anadolu devrimi arasındaki ilişki çok daha özel bir noktaya oturmaktadır. Birincisi; bugüne kadar Kürt Kurtuluş Hareketi, Türkiye devrimci hareketinin stratejik bağlaşığı olarak ele alındı. Misak-ı Milli sınırlarını terk edemeyen Türkiye solu, Kürt kurtuluş mücadelesinin zaferinin Türkiye işçi sınıfı öncülüğünde gerçekleşeceğini savunageldi. Ancak pratik, bu süreci aştı. Şimdi yine de “stratejik müttefik” terimi telaffuz ediliyor.
Stratejik anlamda müttefik olmak, böylesi bir yol dışında kurtuluşun olamayacağını söylemek anlamına gelir. Yani, Kürt halkının bizim devrimimize zorunlu bağımlılığından söz etmiş olursunuz. Bu doğru değildir. Bu noktada ittifak olmak ayrıdır, stratejik ittifak olmak ayrıdır. Elbette ki Kürt kurtuluş mücadelesi ile Anadolu devrimi arasında çok ciddi bir ilişki vardır. Her iki mücadelenin zaferi de aynı güce, TC’ye karşı savaşmaktan geçiyor. Ancak yine de nesnel anlamda çelişkilerin farklılığı, gelişim yol ve olanaklarını nesnel anlamda farklılaştırmaktadır. Bunu görmemek, gerçekte her iki hareket arasında kurulacak devrimci ittifakı, “Misak-ı Milli Sınırları” anlayışına kurban etmektir.
Özetle Kürdistan devrimi, Anadolu devriminin önemli bir müttefikidir, ancak aradaki ittifak “stratejik” ittifak olarak ele alınmamalıdır. Kürdistan devriminin “abisi” rolünü, hem pratik olarak aşılmış, hem de enternasyonal ahlak açısından yanlış buluyoruz. Öte yandan Kürdistan devrimi, toplumsal kurtuluşa, sosyalizme yöneldiği sürece, iki devrim arasında ilişki daha büyük önem arz edecektir.
Öte yandan bölge devrimi temelinde bakıldığında; Kürdistan devriminin gelişimi, büyük bir fırsattır. Bu açıdan her iki devrimin ilişkisi, tüm bölgeyi tutuşturmak açısından stratejiktir. Bölgemizde gelişecek enternasyonal ilişkiler, aynı zamanda bölgemizdeki devrimci güçlerin dünya devrimi ile ilişkilerinin de sağlıklı temelde gelişimini koşullamaktadır.
Bu açıdan da tüm bölgemiz devrimci güçleri ve uluslararası devrimci hareket, devrimimizin önemli ittifakıdır.
İşçi sınıfının ittifakları üzerindeki eğitici ve birleştirici rolü, ancak onun devrimci öncü partisi aracılığıyla yerine getirilebilir.
Devrim, işçi sınıfı, yoksul köylülük ve kent emekçilerinin silahlı mücadelesi ile muzaffer olacaktır. İşçi sınıfı, devrimci partisi aracılığı ile bu silahlı mücadeleyi süreklilik içinde örecek ve bir ayaklanma, bir iç savaşla devrim zafere ulaşacaktır.
Devrimci zor, mücadelenin temel yöntemidir. Ancak devrimci zor, tek başına silahlı mücadeleye eşit değildir. Devrimci zor, siyasal, ideolojik ve askerî savaşımın bir bütünüdür. Silahlı savaşım, siyasal savaşımın yoğunlaştırılmış biçimidir. Siyasal savaşım olmadan silahlı mücadeleden söz etmek doğru değildir.
Devrim üç temel noktaya dayanarak zafere ulaşacaktır. Birinci nokta; devrimci partinin önderliğidir. Devrimci Sosyalistlerin önderliği olmadan, işçi sınıfının hegemonyası ve öncülüğünden kuru kuruya söz etmek yeterli değildir.
İkinci nokta; gerilla savaşıdır. Gerilla savaşı, Devrimci Sosyalistlerin devrimi örme savaşımının yolu ve önderliğinin somut ifadesidir. Gerilla savaşı özellikle 20. yüzyıl boyunca gelişen, proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımının bir biçimidir. Ancak gerilla savaşı, savaşın sadece bir yönüdür. Onun temel olması, tek yöntem olması anlamına gelmez.
Devrimci Sosyalistler bir yandan mücadelenin hiçbir biçimini reddetmez, diğer yandan hiçbir mücadele biçimini de mutlaklaştırmaz.
Gerilla savaşı, iç savaşın en gelişmiş biçimi olan bir ayaklanmanın hazırlanmasının yoludur. Ayaklanma ve iktidarlaşma, ancak bu yolla gerçekleştirilecektir. Gerilla savaşı, hem öncünün kitleleri eğitmesinin, hem burjuva bombardımanın ters çevrilmesinin, hem de halkın gücünü halka göstererek devrime katmasını sağlamanın yoludur.
Üçüncüsü; kitle desteğidir. Devrim, dar bir parti tarafından yönlendirilir. Ama devrim, yığınların elleri üzerinde yükselecektir. İşçi sınıfı, yoksul köylülük ve kent emekçilerini (memurlar, tüm emekçi kesimler, öğrenciler) sosyalizm bayrağı altında birleşik bir emek cephesinde toplayamayan bir devrim zafere ulaşamaz. Bu aynı zamanda sosyalizmin kuruluşu aşaması açısından çok büyük öneme sahip olacaktır.
Bu üçlü zincirin belirleyici noktası parti ve onun önderliği ise, bu önderlik ile yığın bağını birbirine bağlayan halka gerilla savaşıdır.
Anadolu devrimi çok renkli olacaktır. Bu çerçevede, çeşitli devrimci gruplar birleşik bir emek cephesi içinde yer alabileceklerdir. Devrimin öncüsü olacak olan Parti, bu güçlerle ilişkisine kardeşlik ve aynı cephenin unsuru olma gerçeği ile yaklaşır. Eleştiri ve savaş arkadaşlığını birlikte bir bütün olarak ele alır. Bu çerçevede devrim için şehit düşenleri dar örgüt çıkarları ile başkalarının şehitleri görenleri saflarında barındırmaz. Devrimci savaşımda şehit düşen her devrimci, ortak davanın ortak hazinesine kazınır. Tarihe de bakarken bu ruh esastır.
Devrimci partinin önderliği siyasal, ideolojik bir içeriğe sahiptir. Önderlik birebir emir mekanizması ile ele alınamaz. Bu, öncülüğü, tarihsel ve toplumsal boyutlarından kopartıp, onu mekanik bir ilişkiye indirgemek anlamına gelir.
Toplumsal devrimin ilk habercisi egemen ideolojiye karşı savaşımın aldığı boyuttur. Bir toplumda egemen ideoloji, egemen sınıfın ideolojisidir. Bu ideoloji parçalandıkça devrimin yolu da açılacaktır. Devrim ilerledikçe, burjuvazinin ideolojik egemenliği de daha hızlı parçalanacaktır.
Egemen ideolojiye karşı savaşım, örgütlü bir savaşımdır. Devrimin öncüsü olacak olan parti ideolojik, politik ve askerî savaşımı birbirinden ayırmaz ve hepsini örgütlülük temelinde ele alır.
TC devletinin ideolojisi Misak-ı Milli sınırlarının bölünmezliği temelinde öne çıkartılan Kemalizm’dir. Kemalizm, tarihinin hiçbir döneminde karşı-devrimcilik dışında bir anlama sahip olmamıştır, olamaz. Devrimci özne Kemalizm’e karşı, burjuva ideolojisinin her biçimine karşı sürekli bir ideolojik savaş yürütür. Bilimden sanata, toplumsal yaşamın tüm alanlarını burjuva ideolojisine, burjuvaziye karşı savaşım alanı olarak ele alır.
Devrimci Sosyalistler din ideolojisine karşı açık, materyalist, bilimsel düşünceyle donatılmış, düzeyli bir savaşım yürütür. Dinsel düşüncenin her türlü dışa vurumuna ve izlerine karşı düzeyli bir savaşım, devrim ve sosyalizm savaşımının ayrılmaz parçasıdır. Ancak Devrimci Sosyalistler, dinî inancından dolayı kimseyi hor görmez, dinî inancı kişisel bir hak olarak ele alır.
Dinî bir temelde de olsa, düzene karşı savaşımı destekler. Burada esas olan, bu düzene karşı savaşımdır. Devrimciler, düzene karşı konumlanış ile düzenin yedek gücü olma açısından dinî hareketleri ele alır ve ayırır.