Adına son olarak “partili cumhurbaşkanlığı sistemi” denen yönetim şekliyle hedeflenen nedir?
Bu sistemin daha önce örneğinin yaşanmadığını söyleyebiliriz, başkanlık bile değil, diktatörlük inşa ediliyor. Meclisten geçen 18 maddelik anayasa değişikliği ile birlikte oluşan anayasa taslağının anayasal hiçbir özelliği yok. Tasarı, bir şahsın devlete el koymasının resmi belgesi niteliğinde. Bütün devlet kurumlarının hiçleştirildiği, işlevleri son derece sınırlı olan yasama, yürütme ve yargının iyice işlevsizleştirildiği bir rejim inşa ediliyor. Neden?
Birincisi, Erdoğan iktidarı daha önce oldukça yüklü miktarda işlediği suçların bedelinin ağır olduğunun farkında. Suriye savaşında işlenen savaş suçları, bu savaşa bağlı olarak ülkemizde de palazlandırılan katliamcı çetelerin işlediği suçlar; Suruç, 10 Ekim ve diğer birçok katliamda iktidarın herkesçe malum olan sorumlulukları, Gezi ayaklanmasında işlenen cinayetler, 7 Haziran’dan sonra devreye sokulan şiddet ortamı, Cizre ve Sur başta olmak üzere Kürt illerinde yapılan katliamlar ve daha niceleri…
Bunca suçu işlemiş bir siyasal iktidarın, Türkiye Cumhuriyeti’nin totaliter-despotik rejiminin daracık sınırlarına bile tahammülü olmayacağı çok açık. Erdoğan ve çetesinin olası bir yargılanma durumu karşısında kendilerini garanti altına almak istedikleri açık. OHAL dönemindeki mutlak iktidar, KHK yetkisi kalıcılaştırılmak isteniyor.
Öte yandan Erdoğan’ı kuşatan çok fazla kriz dinamiği var. Bunların kimisi sistem içi dinamikler, ama önemli bir kısmı sistem dışı dinamikler. Kürtler, Aleviler, Gezi güçleri, kadınlar vs. bu dinamiklerin sistem ile olan çelişkileri Erdoğan döneminde iyice keskinleşti. Bunda yukarıda saydığımız suçların da etkisi var. Bu tablo içerisinde Erdoğan elinin altından kayıp gitmekte olan iktidarı, kontrol gücünü yeniden eline almak istiyor.
Erdoğan’ı çevreleyen bir düzen içi kriz de söz konusu. O da devlet krizi. Özellikle 2007’den itibaren başlatılan devlet içi operasyonlar halen bir nihayete erdirilemedi. Devletin paylaşılmasına dair yaşadıkları sorun ortada duruyor. Buna 15 Temmuz darbesi de eklendi. Devletin zirvesinde Ergenekoncusundan İslamcısına, Ülkücüsünden Cemaatçisine birçok güç pusuda bekliyor ve olası bir boşluğu kapma yarışı veriyor. Erdoğan devletin tüm organlarını elinde bulundurarak bütün rakiplerini de etkisiz hale getirmek istiyor.
Başkanlıkla hedeflenen şey, yalnızca bu saydığımız krizleri ötelemek değil elbette. Erdoğan iktidarı boyunca şahit olduğumuz birçok toplumsal olay yaşadık. Bu olaylarda karşımıza belli tipolojiler çıktı. Palalı saldırganlar, silahlandırılmış paramiliter güçler, parkta spor yapan kadına saldıranlar, mini etek giydiği için bir kadına otobüste tekme atanlar, HDP binalarına saldıranlar, buraları yakıp yıkanlar, eylemlerde Alevileri açıkça tehdit eden, ne olduğunu iyi bildiğimiz “dernekler ve sivil toplum kuruluşları!”, cem törenlerini basarak Alevileri İslam’a davet edenler!, üniversitelerde öğrencilere saldıran çeteler vb. bütün bunların toplamı aslında Erdoğanizm’dir.
Erdoğanizm, toplumda kendisine karşı oluşan demokratik ve çoğu zaman sistem dışına çıkma eğilimi barındıran dokuları daha doğmadan boğmaya çalışıyor. Bunu toplum içerisinden seçilmiş, faşistleştirilmiş kişi ve çetelerle yapıyor. Başkanlık bütün bu mekanizmaların toplamının kurumsallaştırılmasıdır. Ve eğer mümkünse yaygınlaştırılmasıdır.
Toplumsal mücadele güçlerinin bu sürece dair tutumu ne olmalıdır? Ortak bir mücadele hattı nasıl örülür?
Öncelikle önümüze konan sandığın, gerçekleştirilecek olan referandumun hiçbir meşruiyetinin olmadığını her zaman, her yerde vurgulamak gerekir. Dizayn edilen siyasal-toplumsal ortam ne 7 Haziran seçimleri öncesine ne de 2010 referandumu öncesine benzememektedir. Burada bir dayatma söz konusudur ve referanduma gidilirken toplumsal mücadele güçlerinin ve solun bunları göz önünde bulundurması gerekir. Her an her şeyin yaşanabileceği bir politik atmosfer söz konusu. “Adil seçim ortamı” zaten daha önce de hiç olmadı, şimdi daha da imkânsız.
Ortada hepimizi dehşete düşüren bir tablo olsa da, soğukkanlı olmak en önemli görevlerden birisidir. Bir kere Erdoğan rejimi özellikle medya gücünü kullanarak güçlü bir görüntü veriyor, ama bunun ne kadar gerçek olduğu tartışmalı. Öte yandan kaotik ortamlar korku yaysa da, devrimci olanaklar barındırır. Hepimizin gözü önünde bir devlet krizi yaşanıyor. Ve nihayete erdirilemiyor.
Öte yandan rejimin kriz dinamikleri büyük bir hareketlilik halinde. Bu hareketliliklerin bir kaynama noktası olduğunun bilincinde olmamız gerekir. Her an her şeyin altüst olduğu bir toplumsal patlama yaşayabiliriz. Toplumun tüm hücrelerinin nabzını yoklayan, buralarda konumlanan, kaba ajitasyona kaçmayan, devrimci mücadeleyi güncel politik ortamın içerisinden çıkaran bir yönelimde olmak gerekir.
Metal işçilerinin OHAL koşullarında başlattıkları mücadele, kadınların yine OHAL’e rağmen tecavüz yasasını püskürtmeleri, Alevilerin, Kürtlerin tehdit altında geliştirdikleri hareketlilik gibi yaşanmışlıklar sisteme karşı birikmekte olan bir öfkenin varlığına işaret. Bu kesimlerin yanı sıra, yoksul Müslüman halkı kapsama konusunda kapasiteler kazanan bir tutum gerçekleştirmek zorundayız. Büyük kentlerdeki yoksul Kürt-Alevi mahalleleriyle sınırlı bir çalışmanın yetmeyeceği çok açık. Şimdi önümüzde şimdiye dek denemediğimiz bir şeyi deneme fırsatı buluyoruz. Bunu değerlendirmemiz gerekir.
Ortak mücadele hattı konusunda, asgari demokratik talepler konusunda bile örgütlenmiş mekanizmalara ihtiyaç var. Demokrasi için Birlik gibi oluşumlara hayat vermek gerekiyor. Bunu yaparken kimi pratik deneyimleri kullanmak en iyisi. Ortaklaştırılmış hayır kampanyaları, yerel meclisler vs. gibi.
Sosyalist sol açısından da yan yana gelişin yalnızca referandum gündemiyle olmaması gerektiği çok açık. Referandum bugün önemli bir gündem olsa da, referandum sonrasındaki görevler bizleri bekliyor. İşçi sınıfı mücadelesi başta olmak üzere, tüm antikapitalist dinamikler kalıcı örgütlenmelere ihtiyaç duyuyor. Bunu başarmak bir varlık yokluk sorunu.
Referandumdan çıkacak olası iki farklı sonuca göre, toplumsal mücadele güçleri ne yapmalı, nasıl konum almalı?
“Evet” çıksa da, “Hayır” çıksa da krizler olduğu gibi duracak. Hatta bu krizlerin derinleşmesini bekleyebiliriz. Gezi’de sıkça yapılan “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” vurgusunun hayatın her alanında doğrulandığını görüyoruz. Bu koşullar altında, sandık matematiği ile sınırlı bir çalışmanın yetmeyeceği, toplumsal gerçekliğin bizlerden çok daha fazlasını beklediği çok açık.
“Hayır” çıkması durumunda yukarıda işlerin daha da karışacağı açık. Bu, rejimin krizlerini de, devletin krizini de derinleştirecektir. Ancak olası bir “Hayır” sonucu tek başına hiçbir şeyin çözümü değildir. 7 Haziran sonrası düşülen hataya, “erken zafer havasına” tekrar düşülmemesi gerekir. “Hayır” çıkarsa Erdoğan gelip elimizi sıkmayacak ve bizi tebrik etmeyecek. Yine birtakım planları devreye sokacaktır.
İkincisi, olası bir “hayır”, sistemin kendisini restore etmesi için bir fırsata dönüşecektir. Hemen göz boyamalık bir planı devreye sokmak isteyecekler. Burada halk güçlerinin çok uyanık olması ve çok hızlı konumlanması gerekiyor. Oylama bize bir kapı açar, ama içeri girmek başka çabalar gerektirir. Halk inisiyatiflerinin güçlendirildiği bir ortamın olmaması 7 Haziran sonrası bize kaybettirdi. Şimdi aynı hataya düşmemek gerekir.
“Evet” çıktığını farz edelim. Bu evet, Cizre’de, Sur’da, Silopi’de, Şırnak’ta, Hakkari’de, Defne’de, Samandağ’da belki de yüzde doksanlara varan “hayır” ile, İzmir, Antalya, Mersin, Adana, İstanbul, Eskişehir gibi illerin kimi bölgelerinde de çok yüksek bir oranda yine “hayır” oyları ve son olarak önemli bir yoksul Müslüman kesimin de “hayır” oyları ile geçmiş bir “evet” olacaktır. Bunun rejim açısından ve burada yaşayan kesimler açısından anlamlarını iyi analiz etmemiz gerekir.
Bu, yeni rejimin bütün bu kesimlerin dışında yükseleceği anlamına gelir. Yani olası bir “Evet” ile temsiliyeti ve kontrol gücü oldukça sıkıntılı bir rejim ortaya çıkacaktır. Bu “Evet”in nelere derman olabileceği şüpheli. Bu yüzden böyle bir durumda moralsizliği hemen bir kenara koymak ve yeni döneme göre konumlanmak gerekiyor.
Ana Sayfa SINIF MÜCADELESİ DOĞA MÜCADELESİ “Anayasa değişikliği; bir şahsın devlete el koymasının resmi belgesi niteliğinde”