“Bizim tercihimiz
savaş ve barış arasında değil,
haysiyetli veya haksız
bir yaşam arasında.”[1]
Herkes kendinde eksik olanı arar; tıpkı ezilenlerin eşitlik, kardeşlik ve barışı aradığı gibi…
Bu elbette sınıflı-sömürücü zorbalık koşullarında “Et pium desiderium” ya da Türkçesi ile “Gerçekleşmesi olası olmayan gelecek veya geçmiş bir şeye duyulan derin hasret” hâlidir.
Ki bu da ezen/ ezilen ilişkileri sürdükçe eşitlik, kardeşlik ve barışın imkânsızlığına işaret eder.
* * * * *
Barış hakikât için yazgımızı kendi avucuna alabilmek iken; bunun mümkün olmadığı hâlde ezen ile ezilen mücadelesinde akan kan durmaz; ezilenlerin demokrasisi gerçekleşmez. Çünkü eşitliği sağlamadan barışı gerçekleştireceğini “iddia” eden her şey nafiledir.
Hızla ifade edelim: İyi dilekler, temennilerle barış sağla(na)maz ve “Otoriteyle barış yaptığınızda otorite olursunuz,” diye ekler Jim Morrison.
Barış yanlısı olmak barış getirmez. O, davet edildiği her yere gitmez. Gerçek biz(ler)e, barışı ya da mutluluğu değil; onun için mücadeleyi vaat eder. Mücadele dışında barışı sağlayacak sihirli değnek yoktur.
Eşitlik olmadan barış olmaz, sağlanamazken; barışı ona muhtaç olanlardan başka kimse getir(e)mez.
Din(ler)in/ ve sınıflı sömürücü iktidarların amacı barış değil; imkânları dahilinde tahakküm arayan siyasi fetihtir; bizim ihtiyacımız ise, barış için devrimci mücadeledir. Çünkü o, görüşme masasında anlaşmalarla değil, insanların kardeşliğiyle ve eşitlikçi empatiye mümkündür.
Barış ancak adaletle gelir ve nihai kertede dünyada barış, ancak sınırların ortadan kalkması ile mümkündür.
Bu bağlamda Tupac Amaru Shakur’un, “Adalet yoksa barış da yok”…
Emiliano Zapata’nın, “Halk için adalet yoksa hükümet için barış olmamalıdır”…
Jacque Fresco’nun, “Dinlerin, ulusların, bayrakların, sınırların olduğu yerde asla barış olmayacaktır”…
- İ. Lenin’in, “Devrimler olmaksızın sözde demokratik bir barış, dar kafalı bir ütopyadan başka bir şey değildir”…
Thomas Jefferson’un, “Barış içinde köle olmaktansa, tehlike içinde özgür olmayı yeğlerim,” uyarıları kulaklara küpe edilmelidir.
Çünkü ezilenlerin barışı, insandan yana olan tüm çabaların temelidir; ancak kimi zaman “Barış” diye sunulan şey üst sınıfın sömürü düzenine hizmet eden zulmün ayakta kalması için ücretli köleliği sürdürmenin kılıfı da olabilir.
Bu açıdan Fidel Castro’nun, “Adalete, eşitliğe ve barışa dayalı yeni bir dünya düzeni oluşturmalıyız,” vurgusunu “es” geçmeden Bertolt Brecht’in, “Bir tabiat kanunu değildir savaş,/ Barışsa bir armağan gibi verilmez insana:/ Savaşa karşı/ Barış için/ Katillerin önüne dikilmek gerek,/ ‘Hayır yaşayacağız!’ demek./ İndirin yumruğunuzu suratlarına!/ Böylece mümkün olacak savaşı önlemek,” dizeleri barışın aslî mottosu olmalıdır.
* * * * *
Olmalıdır çünkü, hâlâ ve ne yazık ki, emperyalist-kapitalist talanın dünyasında yaş(atıl)ıyoruz!
Söz konusu tabloyu José Mujica’nın, “Dünyada bu kadar savaş varken, hangi yüzle Nobel Barış Ödülü veriyorlar”…
Eduardo Galeano’nun, “Dünya barışı silah ticaretinden en büyük payı alan beş gücün ellerinde”…
Albert Einstein’ın, “Silahlanmak insanların barış için değil, savaş için sesini yükseltmesi ve savaş için hazırlık yapmasıdır”…
Lucy Parsons’un, “Mülk sahibi sınıf barışçıl bir değişimin gerçekleşmesine izin vermeyecektir,” saptamalarının altını çizerek, silahlanmaya doymayan NATO’ları[2] Ukrayna’dan Filistin’e uzanan vahşet tablosunda Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius’un,[3] ordunun mühimmat ihtiyacı için 8 yılda 20 milyar euroluk yatırım yapmayı hedeflediklerini açıklamasını[4] hatırlamak yeter de artar bile!
Söz konusu hâl Thedor Adorno ile Max Horkheimer’ın, “Tamamen aydınlanmış şu yeryüzü muzaffer felâket âlâmetleriyle parlıyor,” diye tarif ettikleriyken; Malcolm X, “Bana bir kapitalist gösterin, ben de size bir kan emici göstereyim”; Gerry Spence, “Bugün doyumsuz kâr arayışı, yeni köleliği teşvik ediyor”; John Steinbeck, “Kavga ancak insanlar kendi kendilerini yönettiği ve emeğinin karşılığını aldığı zaman sona erer,” diye eklerler.
* * * * *
“İyi de ne olacak” mı?
Gayet basit: Barış sadece savaş olmaması hâli değil; savaşın mantık dışı hâle gelmesine vesile olan ekonomi-politika ile mümkünken; Maximilien Robespierre’in, “Yöneldiğimiz amaç nedir? Eşitlik ve özgürlükten barış içinde faydalanmaktır,” formülüne kafa yorulmalıdır.
Savaşların olmadığı, halkların ve kültürel kimliklerin saygı gördüğü, gerçekten barışçı bir dünya kurulabilir mi?
Bu anti-emperyalist, anti-kapitalist bir mücadele ile elbette mümkün; tıpkı Yannis Ritsos’un, “Barış, yarın yeni bir dünya kuracağız dememizdir. Ve kurmamızdır”…
John Lennon’un, “Savaşlar, hükümetler, din, aç gözlülük ve hatta ülkelerin olmadığı barış ve özgürlük kokan yepyeni bir dünya kuralım.” “Ölmek ve öldürmek için bir nedenin olmadığını, dinlerin de olmadığını, tüm insanların barış içinde yaşadığını düşle”…
Albert Einstein’ın, “İnsan savaş gibi inanmadığı bir şey için acı çekeceğine, barış gibi inandığı bir dava uğruna ölse daha iyi değil mi?” ifadelerindeki üzere…
“Bu imkânsız bir ütopya” mı dediniz?!
Eduardo Galeano’nun, “Tarih asla elveda demez, görüşmek üzere der,” uyarısı eşliğinde tarihin merdivenlerinden inen iskarpinlerin, çıkmakta olanların ayak seslerine kulak verin…
Gelmekte olan ezilenlerin eşitlikçi barışıdır…
4 Ocak 2024, İstanbul
N O T L A R
[1] Komutan Yardımcısı Marcos.
[2] “NATO Silaha Doymuyor”, Cumhuriyet, 14 Haziran 2023, s.7.
[3] Almanya Savunma Bakanı Boris Pistorius, İsrail’den Arrow 3 hava ve füze savunma sistemini tedarik etme projesinin Almanya’yı balistik füze saldırılarına karşı korumak için önemli olduğunu söyledi; ABD yönetiminin İsrail’e Arrow 3 füze savunma sistemini Almanya’ya satması için onay vermesini memnuniyetle karşıladığını belirterek, şimdi Arrow 3 sisteminin tedarik etme işlemlerini başlatabileceklerini ifade etti. (“Silahlanma Çılgınlığı”, 22 Ağustos 2023… https://www.avrupademokrat3.com/silahlanma-cilginligi-balistik-fuze-saldirilari-ve-arrow-3-projesi)
[4] “Silahlanma Çılgınlığı Sürüyor”, 28 Temmuz 2023… https://www.avrupademokrat2.com/silahlanma-cilginligi-suruyor-almanya-gelecek-8-yilda-20-milyar-euro-yatirim-yapacak/