Sur’da da yasak tümüyle kalktığında nasıl bir tabloyla karşılaşacağımızın ipuçlarını şimdiden görüyoruz. Sur bölgesi dışında Amed’in diğer bölgelerinde yaşayan insanlar olarak, çok defa Sur’a gitmeye çalıştık. Katliama engel olmak istedik. Bu savaş bitsin diye çok bağırdık. Her sokağa çıktığımızda öldürdüler gençlerimizi… Yine de vazgeçmedik. Evet korku esir alıyordu ruhlarımızı.. Kimimiz bıraktık sokağa çıkmayı, ancak artık tek başına direniş için değil, tüm insani değerlerimizi kaybetmemek için de ses vermeye çalıştık. Zalimin karşısındayız, olmaya devam edeceğiz.
Savaşın tüm boyutlarıyla değerlendirilmesi, ayrı bir yazının konusudur. Ben şu anda savaşın en yakıcı etkilerinden, göç ve çocukların durumu nedir ve bizler ne yapıyoruz sorularının yanıtlarını anlatmak isterim.
Savaş göçü, ölümü ve travmayı beraberinde getirdi bildiğiniz gibi. Başta çocuklar olmak üzere, bölgede yaşayan tüm insanlar olarak bizler, bu savaşın bir bütün olarak duygusal, fiziksel ve zihinsel etkilerini iliklerimize kadar hissetmekteyiz. Savaşın son iki yüz yıla, özellikle de son kırk yıla ait hafızamızda yarattığı yaralar dururken, son aylarda kapımızın önünde, evimizin içinde süren, şehirlerimizde göç ve ölümlere neden olan hali, baş etmekte zorlandığımız bir durum almıştır.
Kürt halkı direnmiştir evet, korumuştur evini sokağını ve mahallesini işgalcilerden. Ancak günler geçtikçe, savaş kirli ve ölümcül yüzünü daha bir ortaya çıkarmış, siviller evlerini ve mahallelerini terk etmek zorunda kalmıştır. En az 25 bin insan göç etmiş, 7450 öğrenci savaştan doğrudan etkilenmiştir.
Göç eden ailelerin kimisi tepkiden, kimi korkudan çocuklarını okula göndermemiş, okula devam eden çocukların ise, “eğitimden” yararlanması için gerekli fizyolojik ve zihinsel şartlar sağlanamadığından okula gidip gelme davranışından öte gitmeyen bir durumları olmuştur. Çocukların nakille ya da taşınan okullarda eğitime devam etmesi üçte bir oranındadır. Yani en az 4000 çocuk okula birinci dönem gitmemiş, ikinci dönem bir kısmı gitmeye başlamıştır. Hâl böyleyken bu çocukların gelişimsel, fiziksel, ruhsal, zihinsel durumları nedir, ne olacak, ne yapmalıyız sorusu en büyük gündemimiz oldu.
İnsan eliyle yaratılan bu “travmanın” etkilerini nasıl görecek, nasıl okuyacak ve nasıl baş edecektik? Travmayla büyüyen çocuklara, zaten travmayla büyümüş olan ya da taşıdığı toplumsal hafıza travmatik anılarla dolu olan bizler, artık topyekün savaşın içinde olan kendimize nasıl yaklaşacaktık ya da yaklaşacağız?
Savaşın yarattığı duygularla, savaş hâlâ devam ediyorken nasıl baş edeceğiz? Bu soruları sormaya yasaklarla birlikte başladık ve 2 ay kadar önce Amed Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde düzenlenen ve birçok kurum ve STK’nın katıldığı çalıştayda çalışma yürütme kararı aldık. Bizler 2 aydır psikolojik danışmanlar, Eğitim-Sen, TİHV, PD-DER, Mezopotamya Psikologlarının da desteğiyle çocuklara ve ailelere yönelik “psikolojik destek” çalışması yürütüyoruz.
Ancak yürüttüğümüz çalışmanın iktidar diliyle “rehabilitasyon” , “şefkat zamanı”, “mağdurlara yardım” olmaması gerekiyordu. Bu nedenle öncelikle, tartışmayı nasıl bir psikolojik destek sorusuyla başlattık. Çünkü psikoloji literatüründeki travma kavramı bizim yaşadığımız süreci tarif etmiyordu. Travma anormal bir olaya verilen normal tepki demekti ve başlayıp bittikten sonra etkileri bir ayı aşan bir süre devam ederse “uzman yardımı” almak gerekiyordu. Oysaki bizim coğrafyamızda kırk yıldır süren bir savaş var ve bu “anormal” olay, kendini bu haliyle “normalize” etmiş durumda. Dolayısıyla yaşadığımız süreç, travma kelimesiyle açıklanmıyor.
Travmatik yaşantıdan sonra bir ayı aşkın süre devam eden ve uzman yardımı gerektiren belirtiler, yalnızca şehir savaşının bile dört aydır devam ettiği koşullarda geçerliliğini tümden yitiriyor. Kaldı ki adına travma denilen savaş koşullarına direnerek yanıt veren bir halk ve gençlerden bahsediyoruz.
Direnişin ve örgütlülüğün bu denli güçlü olduğu topraklarda, travma ya da bireylerdeki travma sonrası stres bozukluğu kavramını kullanma ihtimalimiz ortadan kalkmış oluyor. Zira 10 yaşında çocukların, hangi patlamanın ne tür bir bomba ya da silahtan çıktığını bildiği, çatışma ve direniş, eylem ve sokak kavramlarının 6 yaşında idrak edildiği, 8 yaşında bir çocuğun Şirinler’in özyönetim kurmuş olduğundan bahsetmesi gibi bir durum vardı. Dolayısıyla travma, mağduriyet bakışıyla gidemezdik. Bütün bunların yanında, şehir savaşının bu denli uzun ve can yakıcı olması nedeniyle kendini sahipsiz, terkedilmiş ve yalnız hisseden aileler ve onların katliamlara sessizlikle büyüyen “bunlar neden bizim başımıza geliyor, Kürt olduğumuz için mi?” diye soran çocuklar vardı. Batıyla duygusal kopmalardan bahseden aileler vardı. İntihar girişimleri, altına kaçırmalar, seslerle sıçramalar, uykuda ve iştahta bozukluk, ağlama krizleri, aşırı bağlanma gibi daha birçok etki… nihayetinde göç ve savaşın yarattığı yıkım, baş etmemiz gereken bir süreç olarak önümüzde duruyor.
Bizler bir araya gelen insanlar olarak travma, mağdur, yardım etmek, iyileştirmek, danışma kavramlarını yeniden değerlendiriyoruz. Hasta değiliz, mağdur, iyileşmesi gereken garibanlar da değiliz. Topluca desteğe elbette ihtiyacımız var. Bunun da dayanışmayla, öz-örgütlenmeyle, bir arada olarak güçlenmeyle sağlanabileceğini biliyoruz. Bu nedenle yaptığımız çalışma dayanışma çalışmasıdır.
Çocuklarla kurduğumuz atölyelere de Barış ve Dayanışma Atölyeleri dedik. Çocuklara yaklaşırken yardım eden, uzman, danışman algılarıyla yaklaşırsak, bu sürecin ideolojik ve politik durumunu gözden kaçırmış oluruz. Bizler yardım eden, terapi yapan insanlar olarak değil, dayanışan ve birlikte dayanıklılığı arttıran insanlar olarak çocuklarla bir aradayız. Yardım etmek kavramının kendisi bir fikir olarak, yardıma muhtaç insan algısını ortaya çıkarmaktadır. Bu durumda hiyerarşik bir ilişki tarzına dönüşmekte, yardım eden-yardım alan, güçlü-güçsüz mesajına dönüşmektedir.
Bizler birlikte olmak, dayanışmak algısıyla devam eden savaş sürecine dayanıklılık ve direnç geliştirmeyi amaçlamaktayız. Ayrıca çocuklara sürekli acımak, merhamet etmek, mağdur olarak görmek, bir bütün olarak onlara iyileşmesi gereken hastalar olarak bakma tuzağına düşmemize yol açabilir. Oysa ki belirttiğimiz gibi bölgede yaşayan çocuklar için travma anormal bir olay değil normale dönmüş bir yaşam şeklidir. Direnme ve baş etme güçleri tahminimizden çok daha fazla olabilmektedir. Mağdur algısıyla yaklaştığımız zaman, iç direnci yüksek bir çocuğun direniş gücünü kırma ihtimalimiz vardır. Merhamet, acıma, mağdur algısı yerine birlikte olma, dayanışma, dönüşme ve dönüştürme duygusu iletişimi güçlendirmektedir. Çocuklarda yaşananlara anlam vermenin psikolojik dayanıklılık için oldukça gerekli olduğunu bilerek yaklaşmaktayız.
Özetle yapacağımız çalışmanın temel ilkelerini şöyle sıralayabiliriz (Mezopotamya psikologlarının belirlemesiyle);
Özgürleştirici/Dönüştürücü psikososyal destek için, şu temellerden hareket etmekteyiz.
Hakikat: Ne olduğuna ve nasıl olabildiğine dair bütün hakikat ortaya çıkarılacaktır.
Adalet: Bu hakikat temelinde sorumlular saptanacak ve yargılanacaktır.
Öz-örgütlenme: Travmanın sözsüz ve çaresiz bıraktığı insanların, kendi seslerini hem bireysel hem de kolektif düzeyde bulabilmeleri, kendilerini hayata etkileri olabilecek bir özne gibi hissedebilmeleri için öz-örgütlenmelerini yaratıp sürdürebilmeleri desteklenecektir.
Anlam: Travmatik olaya yol açan nedenler saptanıp, bir daha bu tür olaylar olmaması için gerekenler yapıldıkça kayıpların bir anlam çerçevesinde görülmesi mümkün olabilecektir. Ölenlerin boşuna ölmemesi, ölümlerinin hiç olmazsa koşulları dönüştürücü bir işe yaraması gerekir ki geride kalanlar olarak bir anlam kurabilelim.
Bu temelde yürüyen çalışmamız, belediyeye bağlı Bağlar Eğitim Destek Evi’nde başladı. Aynı zamanda Sur İskenderpaşa mahalle meclisinde ve Umut Işığı Kadın Kooperatifi’yle ortaklaşa Yenişehir’de yürütülmektedir. Çalışmayı genişletmek ve daha çok çocukla buluşmak hedefindeyiz. Uzun soluklu ve diğer yasak ilan edilen Cizre, Nusaybin, İdil, Gever, Silopi bölgelerinde de devam etmek istiyoruz.
Çok zor bir süreçten geçtiğimiz doğrudur. Sağlıklı kalmak, yaşananlara anlam verebilmek hepimiz için zorlaşıyor. İlerde tarih sayfalarında hayretle okuyacağımız bir sürecin içinden, tanıklar ve elbette bir taraf olarak geçiyoruz. Kürt halkı şuana kadar nasıl gücünü direnişinden aldıysa, bu savaşın yarattığı yıkımı da, hakikatinin verdiği güç ve direnişle atlatacak, zafere ulaştıracaktır. Geçeceğini biliyoruz…umut ediyoruz…mücadelemiz haklı ve meşrudur. Hayalini kurduğumuz her şeyi, yaşamı kuracağız. Çünkü bu savaş, şahit olduklarımız sonucunda istediğimiz yaşama götürürse ancak, kafamızda bir anlama oturacaktır. Boşa değil bunca ölüm, göç, yıkım…boşa olmamalı…Bu coğrafya mücadelesini tarihinden alıyor. Geleceğe taşıyamayacağı hiçbir şeyde yok üstelik. Bu yüzden inanıyoruz…Olacak…Sadece barış değil istediğimiz, ÖZGÜRLÜK DE aynı zamanda…
Yasemin Aygün