“… Ama biz milim rüzgârın esmediği
günleri de biliriz.
Biliriz bir gök patlamasıyla yarılır da
kâinatın yüzü
bir fırtına kaplar tüm yeryüzünü…”
Ortaklarımız, yoldaşlarımız, Komutan Bekir ve Ali Serkan…
Bundan tam 18 yıl önce, tekelci polis devleti tarafından katledildi.
Uludağ Üniversitesi öğrencisi, Burhanettin Akdoğdu (Bekir kilerci), 13 Aralık 1997’de, Erdal Eren’in ölümsüzleştiği günde, Ankara TEM şubesinde işkencede, ser verip sır vermeyerek ölümsüzleşti.
Ege Üniversitesi öğrencisi Ali Serkan Eroğlu, 24 Aralık 1997’de, ajanlık dayatmalarını reddettiği, insan onurunu sonuna kadar savunduğu için, Ege Üniversitesi tuvaletinde işkenceci katiller tarafından asılarak katledildi.
“… Günler ağır.
Günler ölüm haberleri ile geliyor…”
Reyhanlı’dan, Amed’e; Amed’den Suruç’a; Suruç’tan Ankara’ya; Ankara’dan Beyrut’a; Beyrut’tan Paris’e, Bağdat’a, Lazkiye’ye… günler ölüm haberleri ile geliyor.
Cizre’de, Nusaybin’de, Silvan’da, Yüksekova’da, Derik’te… bir halk katil sürülerinin kuşatması altında, katliamlara direniyor.
Hrant Dink gibi, Tahir Elçi gibi, halkların acılarına, direnişlerine yüreklerini açmış, vicdanlarını kendilerine dayanak yapmış yürekli insanlar sokak ortasında infaz ediliyor.
Kapitalist-emperyalist sistem kendi suretinde bir dünya yarattı…
Emperyalist paylaşım savaşında, yıllardır, gün be gün, insanlar katliama uğruyor, yerinden yurdundan ediliyor, köle pazarlarında satılıyor. Bebeklerin cansız bedenleri sahillere vuruyor.
İşçilerin alın terinin sömürülmesi yetmiyor, madenlerde, inşaatlarda, tersanelerde, fabrikalarda, yollarda, onar onar; yüzer yüzer al kanları içiliyor.
Kadınlar, lgbti bireyler, namus ve nefret cinayetlerinde katlediliyor.
Doğa, kentler, rant uğruna yağmalanıyor.
Kendi yarattıkları canavarların elinde sadece insan değil, bugüne kadar insanlık adına yaratılan bütün değerler de öldürülüyor.
Fazladan ömür süren kapitalist-emperyalist sistem, ömrünü uzattıkça bir ucubeye dönüşüyor, çürüyor. Bu çürümenin kokusu dünyanın dört bir yanına yayılıyor.
Ayakta kalabilmek için insanı da kendisi gibi bir ucubeye çevirmeye çalışıyor.
Bugün yaşanan “vahşet dünyası”na bakıldığında, bir şey çok net açığa çıkıyor. Tarih boyunca insanlık değerlerine dair ne birikmişse, hepsi ama hepsi, sosyalizmde; sosyalizmin bu dünyada var olduğu dönemde en gerçek haliyle hayat bulmuştur.
Sosyalizmin, somut bir güç, kapitalizm için somut bir “tehdit” olmadığı son yirmi beş yılın özeti bize bunu açık bir şekilde göstermektedir.
İnsanın ilk kez, kendi kaderini eline aldığı, bilinçli bir kuruculuğa soyunduğu sistemdir sosyalizm.
Eğitimden, sağlığa; barınmadan, beslenmeye; bilimden, sanata kadar sosyalizm, bir avuç sömürücü asalak dışında, bu dünyanın insanlarının nefes almasını sağlamıştır. Tüm eksikleriyle beraber, insan toplumunun gelecek endişesi olmadan yaşadığı tek dönem, tek sistemdir.
Kapitalizmin insanlığa, geleceğe dair vaat ettiği tek şey, her yönü ile vahşettir! Büyük bir umutsuzluk, karamsarlıktır!
Bu vahşet dünyasına, bu geleceksizliğe, bu değersizleşmeye karşı isyan da büyümektedir aynı zamanda.
Latin Amerika’dan, Asya’ya, Ortadoğu’dan Avrupa’ya… henüz kâinatın yüzünü yaramasa da, küçük gök patlamaları insanlığa ışık saçmaktadır.
Bu patlamaları kalıcı hale getirecek, zifiri karanlık kaplamış kâinatın yüzünü yaracak daha sıkı bir mücadeleyi örmektir bugün görevimiz.
Tarih işçi sınıfını iktidara çağırıyor!
Komutan Bekir, rüzgârın karşıdan estiği, devrimciliğin ahmaklık olarak pompalandığı, sosyalizmden dönmenin göklere çıkartıldığı bir dönemde atıldı kavgaya. Ali Serkan, tertemiz yüreği ile bu kavgaya omuz verdi…
Tıpkı, kendi geleceğini emekçi halkların geleceğine bağlayıp, toprağa düşen binlerce devrimci gibi.
Tıpkı, Suruç’ta, yanmış yıkılmış bir kentin, halkın yaralarını sarmak için yola çıkan Suruç şehitleri gibi.
Tıpkı, halkların, eşit, özgür, kardeşçe ve barış içinde yaşamasını isteyen, Ankara’da kaybettiğimiz arkadaşlarımız gibi.
Tıpkı, Hrant Dink gibi, Tahir Elçi gibi.
Tıpkı, Mahir gibi, Deniz gibi, İbo gibi.
Tıpkı, Che gibi…
Eskinin çürüyerek gittiği, yeninin henüz doğmadığı sancılı bir doğum süreci yaşıyoruz.
Bu nedenledir boğazımızda düğümlenmiş bir yumrukla yaşamamız.
Bu nedenledir derin derin nefes alıp, dişlerimizi sıkarak yürüyüşe devam etmemiz.
Boğazımıza düğümlenmiş yumrukla yaşamayı, kavgayı öğreniyoruz, daha da öğreneceğiz.
Tarihimizden, bugünümüzden öğrenerek, örgütlenerek yürüyeceğiz.
“…En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı:
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı…
Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır…”
Bekir’e, Serkan’a sözümüz var!
Hayallerini gerçek kılacağız!
Devrim için ileri! Ya sosyalizm ya ölüm!