Bir kere daha “barış oyunu”

Şubat 2025 ortasında, Öcalan’ın yakalanıp Türkiye’ye getiriliş tarihine denk getirilmek istenerek, Öcalan’ın bir açıklama yapması ayarlanmıştı. Beklenen buydu. Öcalan, TC devletine göre, PKK’yi feshedip, silah bırakma çağrısı yapacaktı. Öyle anlaşılıyor, açıklama yetişmedi. Öyle anlaşılıyor, Kandil’e bir telefon trafiği kurulması, bu yolla oradakilerin suikast için hedef olması planlarına PKK yönetimi izin vermedi. Hizbullah örneğinden sonra bu konuda aldıkları önlemler varsa, yerinde olduğunu söylemek gerekir. Bu nedenle, açıklama yetişmemişe benziyor.

Ama, 15 Şubat öncesinde, PKK yönetimine bir mektubun ulaşmış olduğu anlaşılıyor. Ve PKK yönetimi, en yetkili ağızlardan, örgüt işleyişini hatırlattılar. Mektubun kendilerine ulaştığını ifade ettiler. Ardından Karayılan bir açıklama yaptı. Karayılan, açıklamasında, örgütün hiç kimsenin, şu ya da bu ismin açıklamasıyla feshedilemeyeceğini, ancak kongre tarafından feshedilebileceğini söyledi. Doğrudur ve örgütsel işleyiş budur. PKK tüzüğünde “örgütün nasıl feshedileceği” konusunda bir madde var mı bilmiyoruz ama kongrenin en üst organ olduğunu biliyoruz. Karayılan, “Apo gelir, kongreye katılır, kongrede katılımcıları ikna eder ve örgüt feshedilebilir” anlamına gelen sözlerle işleyişi açıkladı. İşleyiş budur ve bu bilinmez değildir.

Gel ki, biz henüz Öcalan’ın yapacağı açıklamayı bilmiyoruz. TC devletinden gelen bilgiler, iki noktada yoğunlaşıyor, silah bırakmak, örgütü feshetmek. Elbette bu konuda ne karar vereceklerini kendileri bilirler. Ama içinde bulunulan şartlarda, 40 yılı aşkın bir süredir bir mücadele geliştirmiş olan bir örgütün, silah bırakma ve kendini feshetme gibi kararları nasıl alacakları da, herkesçe bilinen bir konu olmalıdır.

Bu süreç NATO tarafından organize edilmektedir. NATO, İran’a karşı savaş planları yapmaktadır ve İran’a karşı savaş için, Suriye’de Esad’ın devrilmiş olması, büyük bir avantaj gibi görünmektedir. Görünmektedir, çünkü bazan görünen ile gerçek birbirinden oldukça uzak hâle gelir. Görünen Suriye’de HTŞ yönetimi, İran’a karşı, ABD-İngiltere-İsrail önderliğinde bir NATO operasyonu yapılmasını kolaylaştırmıştır. Ama bu uzun bir yoldur ve İran ile Rusya arasında yapılan anlaşma önemli görünmektedir. Dahası, Trump’ın seçilmesi, D. Adalı’nın vurgusu ile, aslında ABD’nin Ukrayna yenilgisini örtme, bir çeşit hafifletme işine de yaramaktadır. Ama ne olursa olsun, ne kadar hafifletilirse hafifletilsin, ortada bir yenilgi vardır. Trump’ın yüksek perdeden dünya patronu gibi tutumlar alması, aslında bu yenilgiyi örtmek içindir. Bu nedenle, bir yandan İran’a karşı savaş daha fazla istenmektedir, ama diğer yandan daha kolay olduğu tartışılırdır. Esad’ın ülkeyi terk etmesi, İran için açık ve ağır bir yenilgidir. Buna rağmen, İran’a karşı savaşın daha da kolay yürüyeceği ise kesin değildir.

İşte bu savaşta NATO, TC devletini de devreye sokmak istemektedir. Böylece ABD-İngiltere planlarına, İsrail ve Türkiye dâhil olacaktır. İstenen budur.

Ama yetmez. Bu nedenle, Kürtlerin bir bölümünün Barzani gibi, ABD emrinde hareket ederek, İran’a karşı savaşta TC devleti ve İsrail ile birlikte olmalarını istedikleri anlaşılıyor. D. Adalı, bu konuyu, oldukça erken, net bir biçimde ortaya koymuştur. Gelişmeler bunu doğrular niteliktedir. Bu durumda, Apo’nun, silah bırakma ve örgütün feshi gibi konuları içereceği tartışılan açıklamasına bir tahminî konu daha eklenebilir: Acaba Öcalan Ortadoğu’da istikrarlı bir yaşam için, TC ile birlikte hareket etmeyi açıktan dile getirebilir mi? Konu NATO planı ise, bunu talep etmiş olmaları ihtimal dâhilindedir. Eğer görüşmeler sadece TC ile Öcalan arasında olmuş olsaydı, daha dar kapsamlı açıklamalar beklenebilirdi. Öyle anlaşılıyor ki, TC devleti, İran’a karşı savaş planlarına, ancak Kürtlerin kendine biat etmesi, etmeyenlerin imha edilmesi koşulu ile evet demiştir. Öcalan’ın ne diyeceğini bilmesek de, TC devletinin bu politikasını biliyoruz, görüyoruz. Yani, TC devletinin, Kürtler için bir imha planı hazırlamakta olduğu bir sır değildir. Bu nedenle, sürekli saldırmaktadır.

Öcalan’ın açıklaması 15 Şubat’a yetişmedi. Ama 15 Şubat günlerinde biz, üç haber aldık: İlki, Öcalan’ın bir mektubunun PKK yönetimine ulaştığıdır. İkincisi, sadece Mazlum Kobani’nin değil, 15 Şubat günlerinde “İmralı heyeti”nin Barzani ve Talabani ile görüştüğü haberidir ve üçüncüsü Van’a kayyum atanması da içinde Saray Rejiminin şiddetli saldırılarına devam ettiği haberidir.

Van, koca bir ildir ve Kürtler açısından Diyarbakır’dan sonra en önemli kültürel alanlardan biridir. Yani, sıradan bir ilçe gibi değildir. Van’a kayyum atanması, yerel seçimlerin hemen ardından da denenmiş, ama sokağa çıkan halkın net ve kararlı duruşu nedeni ile Saray Rejimi geri adım atmıştır. Ve 15 Şubat açıklaması İmralı’dan beklenirken, Van’dan kayyum açıklaması gelmiştir. Bu sadece, “barış için masaya otururken saldır ki güçlü olasın” taktiği değildir. Daha ilerisidir ve açık olarak, bize biat etmeyenleri yok edeceğiz açıklamasına uygundur. Bu konuda ABD ve NATO, TC devletinin “güvenlik kaygılarını anladıklarını” ifade etmişlerdir. Demek ki, TC devletinin geri durması için bir neden de yoktur.

Ve DEM Parti Eş Başkanları, Erdoğan’a seslenip, “ne yapmaya çalışıyorsunuz” diye sormuşlardır. Tepki gibidir. Ama yerinde değildir. Kelimeler yanlıştır. Eş Başkanlar, aslında Erdoğan’a, sen NATO’nun planlarını bilmiyor musun da, böyle adımlar atıyorsun mu demek istediler? Bilmiyorum. Ama bu ise, bunu açık söylemeleri tercih edilir olmalıdır. Yerinde olmayan, tepki gösterilmesi değildir. Aslında Erdoğan’ın ya da Saray Rejiminin ne yapmaya çalıştığı açık ve nettir. Bunun dile getirilmesi, eğer devlet sırrı ise, bu sırrın açığa vurulması gereklidir.

İki nedenle.

Birincisi, Van’a kayyum atanması, tek ve ilk saldırı değildir. HDK’ye açılan soruşturmalar, CHP belediyelerinde “Kürt” oldukları için tutuklananlar, Suriye’de F-16’larla bombalanan evler, yapılan suikastlar, saymakla bitmeyecek kadar çok saldırı söz konusudur. Kaçıncı kayyum olduğunu saymıyoruz bile. Çünkü, “Erdoğan söz verdi kayyum atamayacak” demek, eğer siyasal bir manevra değilse, büyük bir yanılgıdır. Bu nedenle kaçıncı kayyum olduğunu saymak, bir anlamda anlamsızdır. Henüz kayyum atamadıkları yerlerde de bunun hazırlıklarını yaptıkları kesindir. Bu nedenle olağan hâle gelmiş olan bu saldırılar nedeniyle, sanki ilk kez Van’a kayyum atanmış gibi “ne yapmaya çalışıyorsunuz” diye sormak, belki kızgınlığı ifade edebilir, o kadar. Oysa, TC devleti bir sömürgedir ve Kürtlere karşı savaşmak için her ne kadar efendisi ABD ve AB emperyalist merkezlerinden emir gelmesini beklemeye niyetleri olmasa da, Kürtlere karşı her saldırılarında ABD ve AB’nin onayı olduğunu düşünmemek hafiflik olur. Gerillaya kimyasal attıklarında, elbette NATO’dan izin ve onay almışlardır, elbette ABD bu konuda emir vermiş, yol açmıştır. En azından, “biz duymayalım ama siz şu bizim kimyasal silahlarımızı Kürtler üzerinde deneseniz nasıl olur” dedikleri kesindir. Ve bu izni ya da işareti aldıklarında biraz daha ileri gitmekten kendilerini alamayacakları da kesindir. Bu nedenle, bir yandan Öcalan üzerinden, Kürt hareketi ile TC arasında “ortak kader birliği” çalışması yapsalar da, TC devletinin her fırsatı değerlendirmesine onay verdikleri de kesindir. Suriye’de Kürt hareketine tehditler savururlarken, elbette bunu ABD’den bağımsız yapmıyorlar. Böylece ABD, “evet Türkiye saldırabilir, ama siz şu şartları kabul etseniz…” şeklinde yaklaşım geliştirme olanakları ortaya çıkar. Yani bu danışıklı dövüştür. Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz demek, başka ne anlam ifade eder?

Yine sanırım 15 Şubat öncesinde Türkiye Kürdistanı’nda bir ordu üssüne saldırı gerçekleştirilmiştir. Bu durum savaşın aslında farklı biçimde sürmekte olduğunun da kanıtıdır. Üste meydana gelen patlamanın HPG tarafından üstlenildiği ve bu üstlenmede gerillanın “hava kuvvetleri” tarafından gerçekleştirildiği vurgusunun yapıldığı biliniyor.

İkincisi, Erdoğan biliyor mu bilemeyiz, ama TC devleti ne yaptığını biliyor ve tam da kendi planlarını uyguluyorlar. Bu planlar, NATO planları ile uyumludur. Bu açıdan “ne yapmaya çalışıyorsunuz?” sorusunun yanıtı bellidir: “Ya silahlarınızı bırakacaksınız ya da sizi gömeceğiz” tehdidine uygun davranıyorlar. Ve bu tehdit, “iç cepheyi güçlendirme” siyasetinin özgün hâlidir.

CHP belediyelerinde, “kent uzlaşısı” ittifakından gelenleri, açıkça “Kürtler” vurgusu ile iddianameler düzenleyerek tutukluyorlar. HDK için davalar açıyorlar. Böylece, sol ile Kürt hareketi arasındaki her türlü etkileşimi sınırlandırmaya çalışıyorlar. Demek ki, en az beş çeşit saldırı görülebilir; kent uzlaşısına saldırı, HDK’ye dava, kayyum atama, suikastlar, Suriye ve Irak’ta bombalamalar.

Yapmaya çalıştıkları şey de açıktır: ya silahınızı bırakacaksınız ve biat edeceksiniz ya da sizi yok edeceğiz. Bunu yapmaya çalışıyorlar.

Kürt hareketi, en genel anlamı ile, PKK çizgisi ve Barzani çizgisi diye ayrılabilir. Elbette, burada daha detaylı farklılıklar da vardır. Olmaması mümkün değildir. Ama, bu iki çizgi, dünden de gelen iki çizgidir. Ve bugün, Barzani çizgisini geliştirmek ve diğer çizgiyi yok etmek üzerine bir politika kurmuşlardır. Ve bu politika, elbette TC’nin de politikasıdır ama bu politikanın esas sahibi, NATO’dur, ABD-İngiltere-AB-İsrail’dir. Bu güçlerin arasında elbette çelişkiler ve çatışmalar vardır. Ama, farklılıklar, ABD-İngiltere-İsrail-Türkiye ve NATO’nun Kürt hareketine karşı ortak önlemler almasını önleyecek hâlde değildir. Buna inanmak, aslında çok büyük bir hata olur.

Kuşku yok ki, Kürt hareketi ne yapacağını kendisi bilir. Bu konuda istediği adımlar atma hakları olduğu da açıktır. Bizim de Barzani çizgisi ile diğer devrimci çizgi arasındaki farkı ortaya koymamız, kimsenin iradesine müdahale etmek de değildir.

Dünya devrimci mücadeleler tarihi, dünya işçi hareketi tarihi, bize göstermektedir ki, egemen elini uzatır gibi yaptığında, direnişin gardını indirmeye yatırım yapar ve bulduğu her boşlukta saldırır.

Eğer, her atacağımız adımda, “aman süreç zarar görmesin” kaygısı, her türlü tepkiyi engeller hâle gelirse, doğrusu düşmanın saldırılarının artmasını beklemek bir zorunluluk olur. “Ne yapmaya çalışıyorsunuz” vurgusu, biz bu denli dikkatle süreç zarar görmesin diye uğraşırken, siz neden hiçbir şeye dikkat etmiyorsunuz, demektir. Oysa zaten yapmak istedikleri tam da budur. Barışı isteyenleri durdurmak, bir an için durmuş olanlara vurmak.

Evet, Kürt hareketi, bir yandan birçok olanak elde etmektedir. Diğer yandan ise, büyük paylaşım savaşımının artması ile, oldukça zorlu koşullarla karşı karşıya kalmaktadır. Dahası, bölgemizde direniş cephesi içinde yer alan güçler son derece zayıftırlar. Bu açıdan Kürt devrimci hareketi, adeta yalnızdır denilebilir. Devrimci hareketlerin zayıflığı, durumu bu noktaya getirmektedir. Ama bu zayıflıkları bugüne aittir, yarına ait değildir. Bölgemizde devrimci bir çıkışın her açıdan olanakları, nesnel anlamda artmaktadır.

Kürt hareketi, elbette tüm süreci, bize göre daha net ve sağlıklı değerlendirme olanaklarına da sahiptir. Bunun pek çok işareti vardır. Orada mücadele sürmektedir.

Bize düşen, devrimci sosyalizme düşen görev, gelişmekte olan mücadeleyi daha da geliştirmek, direnişi yaymak ve onu örgütlü hâle getirmektir. Bölgemizde birçok ülkede direniş vardır ve sürmektedir. Kitlesel bir direniş hattını örgütlemek, bölgemizdeki tüm emperyalist güçleri ve onların kuklası olan iktidarları yerle bir etmenin tek gerçekçi yoludur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz