Birlikte mücadele, kriz ve sınıf çatışması: Karadeniz’den Türkiye’ye bakış | Süleyman Hacıbektaşoğlu

1 Mayıs 2025 | Zonguldak

Türkiye bir kez daha kritik bir tarihsel kavşağın eşiğinde duruyor. İktidarın yıllardır sürdürdüğü otoriter yönetim tarzı, toplumun geniş kesimlerinde birikmiş öfkeyi açığa çıkarırken, bu öfkenin nasıl ve hangi kanallar üzerinden akacağı geleceğin sınıfsal ve siyasal dengelerini belirleyecek temel mücadele konusu hâline gelmiştir.

Bugün Karadeniz’den İstanbul’a, Diyarbakır’dan İzmir’e kadar yükselen toplumsal muhalefetin, sınıfsal ve politik anlamda yönsüz bırakılması, yeni tehlikeleri de beraberinde getirmektedir. Halk sokaktadır; ancak bu sokak hangi hedefe yürüyüp hangi programı benimseyeceği konusunda bizim açımızdan hâlâ bir netliğe kavuşmamıştır.

Bu süreçte, toplumsal muhalefetin ateşinin biraz gerilediği CHP’nin eylemliliklerini bölgesel mitinglere çevirdiği ama öğrencilerin asla vazgeçmediği, ısrarla yeni bir Türkiye isteme iradeleri inatla sürüyor. Bu irade memleketin doğusunu da kapsayacak bir sürece dönüşmedikçe sonuçsuz kalacağa benziyor.

19 Mart’ta İstanbul’un seçilmiş başkanının tutuklanması ile başlayan süreç, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “bu bir darbedir” açıklamasına kadar tırmandı. Ancak bu çıkış, esasen Türkiye’nin batısında sıkışıp kaldı. Oysa bu gelişme, Kürt halkının yıllardır maruz kaldığı kayyım politikalarının yeniden hatırlanması ve ortak demokratik cumhuriyet çağrısının yükseltilmesi için tarihî bir fırsat olabilirdi.

Ama maalesef bu konuda sokaklarda böyle bir iradenin olmaması CHP’nin de bu konuya bulaşmak istememesi ile belki de tarihî bir fırsatı elimizden alıp götürüyor. Ne var ki, CHP’nin bu konuda açık bir irade sergilememesi, sokaklardaki öfkenin birleştirici bir hatta taşınamamasına yol açtı. Öğrencilerin itici gücüyle sokaklara taşınan eylemler dahi, partinin siyaset yapma konusundaki isteksizliğini aşmakta zorlandı.

Bütün sokak muhalefetinin hedefini seçimler olarak belirleyen CHP, bu siyasetsizliği ile şu an için sınıfta kalmış bir tavır gösteriyor. Öğrencilerin ittirmesi ile eylemlerin sokağa taşınması aslında CHP’nin çok da istemediği bir eylem türüydü.

Bugün geldiğimiz noktada, Karadeniz’den Diyarbakır’a, Mersin’den Ankara’ya her yerde yükselen halk tepkisi; örgütsüz, yönsüz ve manipülasyona açık bir biçimde savruluyor. Bu yönsüzlük, yalnızca mevcut iktidarın işine yaramıyor; aynı zamanda milliyetçi, şovenist ve halkları birbirine düşüren akımların da ekmeğine yağ sürüyor.

Aslında bu siyasetsizliği, bugünlere gelinmesinin de sebebiydi. AKP–SARAY rejiminin yıllardır sürdürdüğü kayyım politikalarına zamanında gösterilecek sert tavır ve o gün halkın iradesinin gasbına “darbe” denilmiş olsaydı ve Kürt halkı ile o bağlar o gün kurulmuş olsaydı belki de bugün gelinen nokta çok farklı olabilirdi.

Bugünkü durum karşımıza tüm halkların sınıfsal kurtuluşu için birleşik mücadelenin bir ihtiyaç olduğunu önümüze koymuştur. Tüm demokrasi güçlerinin, sosyalistlerin, sistemden rahatsız olanların, hak, hukuk, adalet arayanların tüm yurtta sokaklarda olduğu bugünlerde ihtiyacımız olan tam da budur.

Peki bu anlayış üzerine sokakları işleyebildik mi? Uzaktan büyük illerimizi takip ettiğim kadarı ile bunu becerebilmiş sayılmayız. Gençlerin taleplerinin gayet sınıfsal talepler olduğunu gördüğümüz hâlde kendi örgütlülüğümüzün yeterli olmaması alanlarda aykırı, şovenist, halkların birlikte eşit yurttaşlık temelinde yaşama iradesini tehdit eden seküler bir şovenizmle yüzleştik.

Bu tablonun aynısını Karadeniz’de de gördük. Geldiğimiz bu noktada, Karadeniz özelinde gelişen son sokak hareketliliği, meseleyi daha da derinlemesine ele almayı zorunlu kılıyor artık.

Toplumsal muhalefetin yükselişi ve yönsüzlüğü

Türkiye’de son aylarda artan zamlar, ekonomik kriz, genç işsizliği ve tarımın çöküşü, doğal olarak halkta bir tepki doğurdu. Karadeniz illerinde de çay ve fındık üreticileri, işçiler, esnaf ve gençler için İmamoğlu’nun tutuklanması bir bahane oldu ve sokaklara çıktılar.

Ancak bu öfkenin örgütsüz ve politik olarak savruk olması, kitlenin bazı gruplar tarafından yönlendirilmesini kolaylaştırdı. CHP’nin bu süreçte doğrudan bir çağrı yapmamasına rağmen, alanda biriken öfke sahipsiz kalınca, Zafer Partisi gibi seküler-şovenist yapılar, milliyetçi duyguları kaşıyarak eylemleri sahiplenmeye çalıştı.

Bu sessizlikten faydalanan bazı İYİ Parti unsurları da resmî bir çağrıları olmamasına rağmen alanlarda ağırlık kurdu.

Burada önemli bir durum ortaya çıktı: Karadeniz’de doğal bir şekilde oluşan ekonomik öfke, sosyal bir adalet talebi yerine, AKP’nin DEM Parti ile yürütmeye çalıştığı adı konulmamış süreç üzerinden Kürt halkına yönelen söylemlerine kaydırıldı.

Bu durum bir yandan devletin bilinçli olarak toplumsal muhalefetin dışında tutmaya çalıştığı Kürtlere karşı yönlendirmesinin, diğer yandan sol-sosyalist yapıların güçsüzlüğünün sonucu oldu.

CHP ve seküler şovenizm

CHP’nin alanlarda doğrudan çağrı yapmaması, ilk bakışta pasif bir tavır gibi gözükse de; bu boşluk, alanı seküler şovenist damarların doldurmasına yol açtı. CHP içindeki bazı kanatlar, özellikle seküler yaşam tarzı üzerinden milliyetçiliğe kayan bir damar geliştirdi. Bu damar, Kürt halkına yönelik önyargılara açık, ekonomik talepleri milliyetçi bir çerçeveye hapseden bir siyasal refleks taşıyor.

Karadeniz’de kendini “laik ama milliyetçi” olarak tanımlayan bu profil, hem iktidarın milliyetçi hegemonya kurma çabasına dolaylı destek oluyor, hem de gerçek sınıfsal taleplerin üstünü örten bir millî duvar örüyor.

Sol ve sosyalist hareketlerin müdahale eksikliği

Bu ortamda, bu bölgede sol-sosyalist partilerin ve CHP içindeki sosyal demokratların ciddi bir zayıflığı ortaya çıktı. Alanlarda görünür olamamak, doğru sloganlarla yönlendirme yapamamak ve birleşik mücadele perspektifi sunamamak, doğal tepkilerin şovenizme kaymasına yol açtı.

Özellikle Karadeniz gibi milliyetçi duyguların güçlü olduğu bölgelerde, halkın gündelik sorunlarını sınıfsal bir hatta bağlayan, Kürt halkıyla dayanışmayı emek ekseninde anlatan bir politik dil geliştirilemedi.

Yani, krizin derinleştiği bu anlarda, Karadeniz halkı eski ideolojik reflekslere geri dönerek devletin çizdiği milliyetçi çerçevede tutunmaya zorlandı. Yine de çok başarılı olamadılar. Sokağa inen halkın böyle bir gündemi yoktu çünkü. Atılan milliyetçi sloganlara karşı “kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz” ve “birleşe birleşe kazanacağız” sloganları alandaki ana sloganlar oldu. Çünkü artık Karadenizli de ekonomik talepler, hukukun ayaklar altına alınması gündemi ile sokaktaydı.

Marksist-Leninist perspektiften değerlendirme

Marksizm-Leninizm açısından bakıldığında, mevcut durumun analizini şöyle yapabiliriz sanırım:

Birincisi, kriz anları halk kitlelerinin doğal tepkilerini açığa çıkarır, ancak bu tepkilerin devrimci bir programa yönelmesi kendiliğinden olmaz. Bu yönlendirmenin eksik olduğu yerde, ya burjuva milliyetçiliği ya da küçük burjuva anarşizmi alanı kaplar.

İkincisi, sınıf mücadelesi, halkların birbirine düşmanlaştırılmasına karşı, ortak çıkarlar üzerinden örgütlenmelidir. Karadenizli üretici ile Kürt mevsimlik işçiyi yan yana getirmek, Marksist-Leninist bir perspektifin temel görevidir.

Üçüncüsü, halklar arasındaki duygusal bağlar, sınıfsal mücadeleyi kolaylaştırıcı bir etkendir. Bu nedenle seküler şovenizmin kırılması ve halkların eşitliği temelinde yeni bir toplumsal bilinç inşa edilmesi, devrimci görevdir.

Somut tahlil ve görevler

Lenin’in dediği gibi, “somut durumun somut tahlili” esastır. Bugün Karadeniz’de ve genel olarak Türkiye’de somut durum şudur:

Ekonomik kriz geniş kitlelerde öfke biriktirmiştir. Bu öfke yönsüzdür ve milliyetçilikle soğurulmaktadır. Sol ve sosyalist hareketler örgütsüz, etkisiz ve parçalıdır. CHP seküler-şovenist damarları bastırmakta isteksizdir, hattâ zaman zaman bu damarlarla uyumludur. Kürt halkına yönelik önyargılar yeniden canlanmaktadır.

Bu tabloda görevlerimiz şunlar olmalıdır: Ekonomik taleplerle demokrasi taleplerini birleştiren bir mücadele hattı kurmak. Halklar arasındaki duygusal bağları güçlendiren kültürel ve politik çalışmalar yapmak. Milliyetçi, seküler şovenist eğilimlere karşı emekçi halkın çıkarlarını savunan bir propaganda dili geliştirmek. HES direnişlerinden fındık işçilerine kadar her alanda sınıfsal ve halkçı direniş ağları kurmak. Kürt halkının özgürlük mücadelesi ile Karadenizli emekçilerin taleplerini ortak bir zeminde buluşturmak.

Sonuç

Bugün Karadeniz’de ve Türkiye’nin her yerinde yükselen öfke, doğru kanallara akıtılmazsa ya devletin baskıcı aygıtı tarafından bastırılacak ya da faşizan akımlar tarafından saptırılacaktır. Marksist-Leninist bir perspektifle, birleşik halk mücadelesinin, sınıf eksenli bir direniş hattına dönüştürülmesi zorunludur.

Bu, yalnızca Kürt halkına borçlu olduğumuz bir dayanışma değil; Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Gürcü, Arap tüm halkların birlikte kurtuluşunun da yegâne yoludur.

Şairin dediği gibi:

“Birbirimize benzemesek de, aynı yoksulluk çöker gecelerimize.”

Bugün, o yoksulluğa karşı birlikte direnişi örmenin, halkların kardeşliğini sınıfsal bir bilinçle yeniden kurmanın zamanıdır. Yolumuz bellidir: Ya birleşik mücadelede ısrar edeceğiz ya da sessizliğe gömüleceğiz.

Ve unutmayalım:

Kurtuluş yok tek başına! Ya hep beraber ya hiçbirimiz!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz