“Enflasyon bir semptomdur. Türkiye’de temel sorun fakirlik. Çünkü işçi ücretleri artmıyor. İşçi ücretlerinin artması için eğitim ve teknolojiye yatırım yaparak verimliliği artırmamız lazım. Enflasyon sorunu verimlilik artışından gelen ücret artışıyla çözülür.”
Yukarıdaki sözlerin sahibi 2024 yılında ekonomi dalında dağıtılan Nobel Ödüllerinden birini kazanan Daron Acemoğlu.
Ama biz konuya girmeden önce birkaç belirleme yapmalıyız. İlki bilim hakkında olsun. Bilim, TDK sözlüğüne göre, evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten yararlanarak sonuç çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim, olarak tarif ediliyor. Bilim insanı da bununla uğraşan kişiler.
Bilim, varlığını insanın üretim sürecine borçludur. Diyelim ki bir tarlayı ekeceksiniz, yanı başındaki akarsuyun hareketlerini bilmelisiniz ya da ürünlerde hastalık yapan böcekleri tanımalısınız. Bilim, sınıfsal bir olgu olarak ortaya çıkıyor. Örneğin, dünyanın yuvarlak olduğunu ve evrende belli bir yörüngede hareket ettiğini kanıtlamak için pek çok bedel ödenmiştir. Dönemin egemen sınıfları ve din adamları, bu gerçeklerin egemenliklerini yıkması korkusu ile bu yalın gerçeğe ölümcül bir savaş açtılar. Bugün de bilim sadece kapitalistlere çıkar sağlıyorsa faydalıdır, değilse kasalara kitlenir. Yine bilim bugün, tüketimi öne alan, yalanı egemen kılan, hayatını güzelleştirmesi beklenen insanı köle hâline getiren bir yönetim aygıtı olarak işlev görüyor. Acaba bilim, dün dinin gördüğü işlevi görüyor olabilir mi?
Ekonomi bir bilim, derler. Eksiktir. Bilim olan ekonomi-politiktir. Kapitalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, onun işleyişini ortaya koyan teoriler geliştirildi. Bunları geliştirenler, kapitalizme hizmet eden ideologlar oldu. Marx ve Engels, artı-değer teorisi başta olmak üzere iddia edilen “görünmez el”in aslında sömürüyü saklayan yalanlar olduğunu açığa çıkarırken, ekonomi-politik işçi sınıfının elinde bir silaha dönüştü.
Bir de Nobel Ödülleri üzerine konuşmak gerekir. Prestijli bir ödül olduğu söylenen Nobel Ödülleri, her zaman tartışmaya açık, kapitalizme hizmet eden kişilere verilen bir ödül olagelmiştir. Ülkemizden bu ödülü alanlar Orhan Pamuk, Aziz Sancar ve şimdi de Daron Acemoğlu. Bana sorarsanız ortak özellikleri, bu ülkeye, insanına olan yabancılıkları ve yukarıdan bakışlarıdır diyebilirim.
Çok mu dağıttık acaba? Ama ne yapalım, karşımızda koskoca bir profesör duruyor. Gözümüzün içine baka baka, fakirliğimizin sebebini işçilerin cahilliği olarak açıklıyor.
“Önümüzdeki 10 yıl hem Türkiye hem de dünya için çok kritik. Teknolojiyi doğru kullanamazsak, eşitsizlikler ve ekonomik sorunlar derinleşecek.” Bu sözler de kendisine ait.
Son dış ticaret verilerine göre, Türkiye’de yüksek teknolojili ürünlerin imalat sanayii ihracatı içindeki payı yüzde 3,6 seviyesinde.
2024 yılı ilk 10 ayında yüksek teknolojili ürünlerin ihracatındaki pay da yüzde 4,7 oranında azalırken, orta yüksek, orta düşük ve düşük teknolojili ürünlerin payı ise artış gösterdi.
İthalat tarafında da aynı dönemde yüksek ve düşük teknolojili ürünlerin payı arttı.
Kısaca Türkiye, yüksek teknolojili ürünleri dışarıdan almak durumunda kalıyor.
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının üretim endeksi verilerine bakıldığında ise çalışan kişi başına ve çalışılan saat başına üretimde yükseliş sürüyor. Hatta bu iki verinin pandeminin ardından birbirine yaklaştığı da görülüyor.
Maaşlar ne durumda?
Türkiye’de hane halkı fertlerinin esas işteki durumlarına göre yıllık ortalama esas iş gelirleri, 2006’dan 2023’e toplamda yüzde 1228 oranında artış gösteriyor. En yüksek artış yüzde 1901 ile işverenlerde oluyor. Yevmiyeli ve kendi hesabına çalışanların da aynı dönemde gelir artış yüzde 1500 seviyesinde oluyor. Ancak maaşlı çalışanlar yüzde 1034 oranında gelirini artırıyor.
Ortalama gelire bakıldığında da maaşlı kesimin yıllık ortalama esas iş gelirleri asgarî ücretin altına geriliyor.
İSO’nun her yıl açıkladığı Türkiye’nin en büyük sanayi şirketleri verilerine bakıldığında ise üretimden satışların 2022’den 2023’e yüzde 42, net satışların da yüzde 43 arttığı görülüyor.
Şirketlerin aynı dönemde özkaynakları yüzde 245, aktifleri ise yüzde 126 oranında artıyor.
İhracatı yüzde 3 düşen en büyük sanayi şirketlerinin vergi öncesi net kâr/zararı ise yüzde 33 oranında artış göstermiş.
Ücretle çalışan kişi ortalaması ise sadece yüzde 2 artıyor.
Çalışan sayısındaki artış düşük olduğuna göre, çalışanların daha verimli çalıştığı verilere yansıyor.
OECD verileri ne diyor?
Türkiye, 2020 yılı verilerine göre, OECD ülkeleri içinde haftada 60 saatten daha fazla çalışanların en yüksek olduğu ülke oluyor.
Yukarıdaki veriler TÜİK, İSO ve OECD verileri. Acemoğlu için saygın kuruluşlar olsa gerek. Emeğin verimliliği gibi bir sorunumuz yok velhasıl. Ama emeğin örgütlenişi konuşulabilir. Kapitalizm, belki daha doğru deyişle emperyalizm, küresel dünyada sömürge ülkeler, emperyalist çıkarlara göre örgütleniyor. Elbette yerel özgünlükler gözetilerek. Bilim, emperyalistler elinde, işçi sınıfının en verimli şekilde sömürülmesi için işlev görüyor. Böylece sömürge ülkeler, bir çeşit iş bölümüne tâbi kalıyor. Kimi tahıl ambarı oluyor, kimi narenciye. Kimi elektronik parçaların montajını yaparken kimisi de emperyalist merkezlerden gelen motorların etrafına kaporta yaparak uçak, araba, gemi falan imal ettiklerini sanıyorlar. Ve elbette teknoloji sermayenin, dünya çapında emperyalist tekellerin elindedir. İşte şu yerli arabadan savaş araçlarına hepsinin motoru yurt dışından geliyor, ucuz (ve ama kalifiye) iş gücü tarafından monte edilince ortaya vergi rekorları kıran şirketler çıkıyor.
Daron ve benzerleri, sürekli olarak katma değerli ürünler üretilmediğinden dem vuruyor. Katma değerli ürünler, ancak yüksek teknoloji ile mümkün. Bu ise uluslararası tekellerin elindedir. Buradaki sermaye de buna bakmaz, meslek lisesi mezunlarına yaptırılabilir işlerle muazzam kârlar elde ederler.
Ücret, işçinin emeğinin karşılığı değildir. Emek, bütün değerlerin yaratıcısıdır. İşçinin ödenmeyen emeği, artı-değer, kârın kaynağı, kapitalist üretimin biricik sebebidir. Bunca kürsü, bunca profesör, bunca “ekonomist” bunların üstünü örtmek için var.
Üstelik, verimlilik artışı, işçiler için çok da iyi bir şey olmayabilir. Zira verimliliği, bir başka deyişle kârlılığı artırmanın bir yolu, işçileri aynı sürede daha ucuza çalıştırmaktır. Dışarıda bekleyen işsizler ordusu buna sebep olabilir. Aynı işçiden aynı sürede daha fazla ürün istemek, bu üretim bandında yapılacak küçük bir oynamayla, bandı diyelim birkaç saniye hızlandırmak ile mümkün. Bir başka yol, işçinin zamanından çalmak. Bütün paydoslarda birkaç dakika çalarak bunu yapabilirsiniz. Ve elbette, teknolojik gelişmeler yoluyla daha kısa sürede daha fazla meta üretimini sağlamak. Bu, fazla eğitim ve kalifiyelik gerektirmez, hem de daha az işçiyle bu fazla üretim gerçekleşir ve totalde işçi ödemeleri düşer, kârlar artar.
Zaten bizim gibi ülkelerde, patronların çoğu zaman, teknoloji yatırımı yapmak yerine, paradan para kazanmaya yönelmesi pratik bir durumdur. Rakamlarla ortaya koyalım: Ücretli çalışanlara yapılan ödemelerin bankaların yaptığı faiz ödemeleri ile karşılaştırılması yararlı olabilir. 15,9 milyon kişiye yapılan ödeme, yaratılan gayrisafi katma değerin %37,1’i, bankadan faiz alanlar ise bu katma değerin %10,9’unu alıyor. Bu şu demek aslında: Ücretli çalışan 15,9 milyon kişiye yapılan tüm ödemeler (ücret, sigorta, yol, servis, yemek, mesai), rantiyere ödenenin yalnızca 3,4 katı. Diğer bir ifadeyle, 4,7 milyon ücretlinin brüt katma değerden aldığı pay, bir avuç rantiyerin edindiği faiz geliri kadar! Ama kapitalist ideoloji ve onun getirileri ile gözü dönmüş bu çok okumuşlar, kapitalizmin lanetini görmezden gelerek, işçinin verimsiz olduğu için düşük ücret aldığını söyleyerek bu değirmene su taşıyorlar.
“Fakat ne hikmettir ki TARANTA – BABU
Büsbütün tersine burda bu!.
Bir öyle şaşılası
Dünya ki burası,
Bollukla ölüyor,
Kıtlıkla yaşıyor.
Varoşlarda hasta, aç kurtlar gibi
İnsanlar dolaşıyor
Ambarlar kilitli
Ambarlar buğdayla dolu..
Tezgâhlar
İpekli kumaşla dokuyabilir
Topraktan güneşe kadar giden yolu.
İnsanlar yalnayak
İnsanlar çıplak…
Bir öyle şaşılası
Dünya ki burası,
Balıklar kahve içerken
Çocuklar süt bulamıyor.
İnsanları sözle besliyorlar,
Domuzları patatesle…”
Bunları görmezden gelerek, yazan, çizen, konuşan kim varsa bizim için dost değildir, kapitalizmin hizmetkârıdır. Bırakın bilim insanı olmayı, insan bile olamamıştır…