6 Şubat 2023 tarihinden bu yana yaklaşık iki yıl geçti. İkinci yıldönümüne yaklaştığımız depremin, deprem bölgesindeki halklar açısından ortaya çıkardığı ve ortaya çıkarmaya devam ettiği bir sürü şey var. Herkesin “Devlet gelmedi,” dediği noktada bizlerin “Devlet buradaydı, enkazlara bile isteye gelmeyerek katliamın tam da başındaydı,” dememizin üzerinden yaklaşık 2 yıl geçti. Hâlâ, bu dediğimizi abartılı bulanlar mevcut, hattâ devletin tutumunu unutup bugün devletten medet umanların arttığı bir süreç yaşıyoruz. Hatırlamak ve hatırlatmak ise tarihî sorumluluktur.
Bu tarih ve sürecin kendisi asla unutulmamalıdır. Herkesin hafızasında bir yer edinen bu tarih her zaman diri tutulmalı ve gelecek, tutulan bu dirilik üzerinden inşa edilmelidir.
Unutma, affetme!
6 Şubat 4.17’de, 11 ili kapsayan Maraş merkezli deprem meydana geldi. Depremin şiddetli olduğu belliydi, lakin asıl yıkımı yaşayan yerlerdeki durumun ise kimse henüz farkında değildi. Deprem bölgesinde soğuğun, yağmurun altında kendini dışarı atanlar, enkaza girip insanları çıkarmaya çalışanlar, enkazdan çıkardığı ölülerini toprağa verip acısını yaşayamadan yüreğinde koca bir ağırlıkla tekrar yardıma koşanlar, yaralılara müdahale etmeye çalışanlar, kepçesini, kamyonunu, aracını, ambulansını, hiltisini, kazmasını, küreğini alıp enkazlara ulaşanlar, dışarıdaki soğuktan donmamak için barınacak bir yer yapanlar, geçirdiği şokun ve yaşanılan yıkımın görüntüsü karşısında dona kalanlar…
Ülkenin dört bir yanında ise saat 5 gibi depremin büyüklüğünden kaynaklı haberdar olmuş ve çalışmaya başlamış emekçiler. Kimi yakınlarına ulaşmaya çalışıyor kimi yakınlarının iyi olduğunu öğrenince hızlıca yola koyuluyor kimi dayanışma için arkadaşlarına ulaşıyor kimi bölgeye enkaz çalışmaları yapmak, yardımları organize etmek için harekete geçiyordu.
Devletin birimleri de ilk andan itibaren teyakkuza geçirilmiş ve bölgeye hareket etmeye başlamıştı. AK Partilisi, CHP’lisi, MHP’lisi bütün Saray Rejimi, ilk olarak zenginlerin kasalarına ve kendilerine doğru harekete geçmişlerdi. Bir de gerçeği gizleme işine girişmişlerdi. Gerçeği gizleme işine girişmişlerdir çünkü bugün hiç kimse depremde kaç kişinin öldüğünü tam bilmemektedir. Lakin hiç kimse devletin açıkladığı 50 bin rakamına da inanmamaktadır. Rönesans rezidansta ölen sayısı 271 olarak açıklanmış, gerçek sayı ise 903 olarak ortaya çıkmıştır. Ama bu, Saray Rejimi marifetiyle gizlenmiştir. Moloz yığınlarının kaç kişiye mezar olduğunu bilen yoktur.
Unutma, affetme!
Devlet enkazlara değil kasalara doğru harekete geçmiş, zenginlerini kurtarma işine girişmiştir. Ölen insan sayısının artması için zamanı bu şekilde kullanmış ve geçirmiştir. Sonra enkazlara ulaşmış ve kaldırmaya başlamıştır. İnsanların bedenleri enkazlar ile birlikte aceleyle kaldırılmış, anılar, yaşamlar tuzla buz edilmiştir. Sonra molozları sırf fazla benzin yakmasın diye, sırf bir depolama alanı inşa etmek pahalı olduğu için çadır kentlerin çevrelerine, yaşadıkları yerlere dökmüş ve çadırlarını sattığı insanları zehirlemeye başlamıştır. Molozları ayrıştırma işini de aynı maharetle yapmış, soluduğumuz havayı asbeste bulamış, tek derdinin demir olduğunu ve tek bir kilosunun bile kaybolmasının insan canı ile ölçülemeyecek bir pahada olduğunu ortaya koymuştur. Aynı anda hasar tespitlerine girişmiş ve Hatay Valisinin dediği üzere gözlemsel -kesinlikle bilimsel olmayan- bir risk analiziyle fazladan, binlerce binaya ağır hasar raporu vermişlerdir. Çünkü hesap bellidir: Ne kadar çok yıkım o kadar çok demir o kadar çok kâr, ne kadar çok yapım o kadar çok satılık bina o kadar çok kâr.
Enkazları kaldırmaya devam eden devlet bir yandan da henüz depremin üçüncü gününde Kalyon’a verdiği ihalelere hız kazandırmış ve bir “yapım” sürecine girişmiştir. İhaleler zemin etütleri yapılmadan verilmiş, nerede bir ağaç varsa düşman olarak bellenmiş nerede bir tarla varsa gasbetmek için gözleri dönmüş bir şekilde insanların tarım arazilerine, çocukluklarının geçtiği yerlere çökmüşlerdir. Önce zeytinleri satılık odun olarak görmüş kesmeye başlamış, direnişler sonrası parasını ödemek zorunda kaldığı zeytin ağaçlarını ise otobanlarda peyzaj bitkisi olarak kullanmaya başlamıştır. İnsanların ömürleri boyunca çalışıp ürettikleri arazilere “bir gece ansızın gelebiliriz” diyerek girmiş ve yağmalamışlardır. Düşman hukuku gütmüşlerdir. Bugün, yapılan birçok binanın kaydığına dair onlarca örnek ortaya çıkmıştır. Devlet hiçbir şekilde zemin etüdü yapmadığı, kayalık diye tarif ettiği ve gasbını bu şekilde meşrulaştırmaya çalıştığı tarım ve hazine arazilerine zemini sağlamlaştırmak için fore kazık dikmeye başlamıştır. İnsanlar ne kadar borçlandıklarını bilmedikleri boş müsveddelere (taahhütname dedikleri) imzalar atmış ve henüz yapımı tamamlanmamış, altyapı, sağlık, eğitim vb. hizmetlerin hak getirdiği evlerinin anahtarlarını, şovlarla, ne kadar borçlanacaklarını bilmeden, “devlete güvenin, devlet kimseyi mağdur etmez ama devlet kimseye de evi ücretsiz vermez” sözleriyle birlikte devletin elinden teslim almışlardır.
Unutma, affetme!
Devlet depremin en başından gelen yardımlara el koymuş, yetmemiş toplanan yardımları denetim altına alıp yağmalamak ve halkın geliştirdiği örgütlülüğü yıkmak için, yaptığı TV şovuyla 115 milyar daha toplayıp el koyduğu miktarı büyütmüş ve sonra da çadırlardan başlamak üzere depremzedelere gelen yardımları satılığa çıkarmıştır.
Devlet konteyner kentlerde de aynı maharetine devam etmiştir. Depremin ikinci yılına girerken hala Antakya’da 2500 kişi konteyner beklemektedir. “Efendim elektrik, su, yemek ücretsiz verildiğinden halk rahata alışmış konteyner kentlerden çıkmak istemiyor”muş. Samandağ’da teslim edilen bir tek konut yokken, teslim edilenlerin çatısı çıkan ilk kuvvetli rüzgârda uçuyorken bu iddia bir hakarettir, gerçeği gizlemek, saptırmaktır. Aleni suçtur. Ve vali bu sözlerle konteynerden çıkmayan insanları suçlamaktadır. İskenderun’daki villasında kahvesini yudumlayıp her istediği hizmete erişebiliyorken, anahtar teslimine rağmen henüz hiçbir altyapısı tamamlanmamış konutlara yerleşmeyenleri suçlamayı görev bilen vali, aklınca insanları birbirine düşürmeyi planlamakta asıl sorumluyu gizlemeye çalışmaktadır. Konteyner kentlerde yaşanan sorunların üzerinden atlayan, kentte yaşayanlar protestolarla ayağına çelme takıp atlamasına mani olduğunda ise soruşturmalar açan vali, kahvesini yudumlamaya devam edebilir ama suçunu ve suçluyu gizleyemeyecektir.
Unutma, affetme!
Konteyner kentlerde yaşayanlar hakkında bu biçimiyle atıp tutan devlet bir gün uyandık ki bütün Antakya’yı rezerv alan ilan etmiş. Sadece Antakya değil deprem bölgelerinin tamamında aynı hukuku devreye sokmuş. Restaurantta rezerve edilen masa misali her türlü hakkı kendine bir yasa ile vermiştir.
İnsanların sağlam olan evleri, güçlendirip yaşamaya başladığı yerleri, orta hasarlı olup güçlendirebilirsiniz dediği yerleri, depremden önce evi, arsası olan yerleri, bir günde “hamurlaştırılarak” rezerv ilan edilmiştir. Maksat ise depremin başından itibaren ettiklerinde gizlidir. Hamura istediğin biçimi verip pişirebilirsin. Devlet de rezerve ettiği yerleri istediği biçimde inşa etmek istiyor. Yıkılmış bir şehrin “yapım” sürecini ikinci bir yıkım sürecine dönüştürmek istiyor.
Hem yağma olacak hem rant üretecek hem de bu şehrin tarihine, kültürüne, direniş geleneğine dinamiti yerleştirip patlatacak. Hesapları buydu, her zaman olduğu gibi. Rezerve itiraz yükseltenleri ise konteyner kentlerde yaşayanlara şikâyet edip “Onlar yüzünden sizin evlerinizi yapamıyoruz,” diyecek kadar da sınıfının devletiydi. Hesap, konteyner kent sırası bekleyenler için yaptığı hesabın aynısıydı. Sorumluluğu üzerinden atmanın en iyi yolu gerçeği gizleyip, çarpıtılmış bilgiler sunarak insanları birbirine düşürmekti.
Unutma, affetme!
Suçları dağları aşmış olanlar deprem konutlarının yıkılması sonrasında kamu personeline dava açılmasına müsaade etmemiş, açılmasına izin verilen yerlerde ise asıl sorumlular korunmuş, suçlar hafifletilmiş, tutuksuz yargılamalara karar verilerek suçların üzeri örtülmüştür. Mesela “Hatay” ilinde “sayın valinin” marifetiyle hiçbir kamu personeline dava açılamamıştır. Ceza alan 3-5 müteahhit, mühendis, mimardır. Sorumlulardan bırakın hesap sormayı mevki veren, mevkiini yükselten bu devlet, ettikleri katliam için kimilerine adeta ödüllendirme yapmıştır. Halklara düşmanlığı Maraş’tan, Madımak’tan, Kürt illerine yaptıkları katliamlardan belli olanlar bugün aynısını deprem bölgesinde yapmaya devam etmektedir.
Depremin en başından itibaren aldığı tutumla bizlere düşman olduğunu gösteren, savaş hukuku işleten devlet deprem bölgesinde insanları her geçen gün aşağılamaya devam etmektedir. Kamyon kazalarının yaşandığı yolların kullanımını yasakladığını ilan ederek insanların gazını alıp, aynı yolları iki gün sonra kullanıma açmaktadır. Taş ocaklarını, beton santrallerini patronlar adına kendisinin kurduğunu itiraf edip, patronlar üzerindeki maddî yükü azalttığını savunarak çocukları, liselileri, kadınları, yaşlıları ölüme sürüklemektedir. “Hatay”ın koca bir şantiyeye dönüşmesinden duyduğu mutluluğu dile getirip, uçaklarla bombalayarak yıktıkları Sur şehrini örnek göstererek inşa sürecinde “Sur modeli” uyguladıklarını söylemektedir. Bölgedeki Arap Alevi halkına Eti Türkü diyerek dillerini, kimliklerini, tarihlerini inkâr edenleri yüceltenler, “Biz buranın Tayfur Sökmenleriyiz” diyenler bir kere daha halklara yönelik imha, inkâr, katliam süreci işlettiklerini ortaya koymuşlardır.
Örgütlen, hesap sor!
Devlet, kapitalist-emperyalist sistemin koruyucusu olarak onlar adına kârı ve sadece daha çok kârı hedefler. Depremde enkazlara gidilmemiş, insanlar ölmüş, yangın merdiveni, yangın alarmı olmadığından Bolu Kartalkaya’da onlarca insan-bebek yanarak uykularında can vermiş, sellerin önlerine kattığı evlerde çoluk çocuk bütün bir ailenin hayatı kararmış, inşaatlarda-fabrikalarda onlarca işçi güvenlik önlemleri alınmadığından cinayete kurban gitmiş, kadınlar sokak ortasında herkesin gözü önünde taciz edilmiş, öldürülmüş, Suriye emperyalistlerin destekledikleri HTŞ-SMO eliyle sömürgeleştirilmiş, Arap Aleviler, Dürziler, Kürtler sokakta kimliklerinden kaynaklı infaz edilmiş… Devlet ve kapitalist-emperyalist sistem gerçeği budur. Aslolan sadece daha fazla kârdır, yağmadır, ranttır, savaştır.
Depremin başından itibaren de halklara yönelik düşmanlığa, yağma, rant ve savaş ekonomisini uygulayıp bölgenin tarihini, demografik yapısını, kültürünü imhaya girişen bu anlayışı biliyoruz. Onların tarihi budur.
Bizim tarihimiz ise depremin sesini kısmaya çalıştıkları, seçim süreçlerine kurban etmeye uğraştıkları o günlere meydan okuyan 40. gün “Hüznümüz İsyanımızdır” eylemidir. Sokak sokak bucak bucak örgütlediğimiz, “Ma Rıhna Nehna Hon” diyerek yeni bir yaşamın nüvelerini yarattığımız dayanışmalardır. Dikmece’de istimlaklere karşı giriştiğimiz mücadeledir. Depremin 1. yılında “Unutma, Hesap Sor!” diyen on binlerin iradesidir. Sokaklara akan ve “Yüzbinlerin Katili Saray Rejimi” diyenlerdir. Molozlara karşı “Yaşam Nöbeti” başlatanlardır. Rezerve karşı harekete geçip “Rezerv Yasası Yağma Yasasıdır, Rezerve Hayır” diyenlerdir. Bizim tarihimiz Mağaracık Mahallesi’nde “Geçim kaynağımız, çocuğumuz, çocukluğumuz, geleceğimiz olan ağaçlarımız satılık değildir,” diye haykıran ve tarlalarını korumaya çalışan halklardır. Bizim tarihimiz “Bize evden, paradan, arabadan, kentten, işten önce onur lazım,” deyip devletin aşağılamalarına karşı mücadele yürüten onlarca insanın, devrimcinin tarihidir. Suriye’de katliamlara karşı çıkan, bölge halklarının özgürce yaşayabilmesi için ortak mücadele zeminini geliştiren, depremde katleden bugün Suriye’de işgale girişen, halklara ölüm yağdıranlara karşı ayağa kalkanlardır.
Örgütlen, hesap sor!
Şimdi bu tarihi büyütme zamanıdır. Katilleri unutmayacağız, affetmeyeceğiz, AK Parti’sinden CHP’sine, MHP’sinden İYİ Parti’sine bütün sorumlulardan, Saray Rejimi’nden hesap soracağız deme zamanıdır. Yeni yaşam için, insanca kalabilmek için mücadele zamanıdır. Örgütlenme ve örgütlü direnişi büyütme zamanıdır.
Gelen 6 Şubat, taleplerimizi haykıracağımız gün olmalıdır. Taleplerimiz için, insan olarak kalmak için, onurumuz için ve katlettikleri onlarca canımız için eyleme geçtiğimiz gün olmalıdır.
Unutma, affetme! Örgütlen, hesap sor!
Katillerden hesabı biz soracağız!
Yüz binlerin katili Saray Rejimi!
Ma rıhna nehna hon!
Taleplerimiz
- Ücretsiz, yerinde, nitelikli (demografik yapımıza uygun, depreme dayanıklı, ekolojik) barınma istiyoruz.
- Deprem bölgesi için alınacak her karara, atılacak her adıma burada yaşayanlar olarak dâhil olmak ve denetleyebilmek istiyoruz. Karar mekanizmaları bilim ve meslek odalarına, demokratik kitle örgütlerine, sosyalistlere açık olmalıdır. Olmayan mekanizmalar kurulmalıdır.
- Deprem suçu işlemiş her kademedeki görevli, suçlu halka açık mahkemelerde sorgulanmalı cezasız kalmamalıdır.
- İstimlakler, acele kamulaştırmalar ve rezerv uygulamaları durdurulmalıdır.
- Konteyner kentlerde yaşayanlara yönelik baskı son bulmalı, konteyner kent ihtiyacı karşılanmalı, insanların sağlıklı konutlarda yaşayabilmesi olanaklı olana dek her şey ücretsiz olmalıdır.
- Ulaşım, sağlık, barınma, elektrik, su ücretsiz olmalıdır.
- Sağlık, eğitim, ulaşım, yol, altyapı-üstyapı problemleri hızlıca giderilmelidir. Güvenli bir kent yaşamı sağlanmalıdır.
- Saraylara, patronlara değil deprem bölgesine bütçe sağlanmalıdır.