Suriye savaşının son derece kritik bir savaş olduğu artık herkesçe kabul edilir kanısındayız. Suriye savaşı, ABD’nin, adım adım dünya egemenliği için ilerleyişini durduran dönüm noktalarından biridir. Afganistan, Irak savaşları ile ABD, dünya imparatorluğu planlarını kurarken, daha Irak savaşının ortasında, durumun hiç de istedikleri gibi gitmeyeceğini görmeye başladılar. ABD, başlıca rakipleri olan Japonya, Almanya, İngiltere ve Fransa, henüz askerî açıdan zayıf iken, dünya imparatorluğunu ilan etme hevesindeydi. Ama Irak savaşının ardından, anladılar ki, bu iş daha uzayacak ve bu kez Batı dünyasının desteğini almak üzere, ittifak politikalarına döndüler.
1. Dünya Savaşı öncesini hatırlayalım. Savaş yakınlaşıyordu ama aynı zamanda akıl almaz anlaşmalar, ittifaklar yapılıyordu. Savaşın öncesi hep böyledir.
Bu paylaşım savaşımı, daha çok Birinci Dünya Savaşımı’nın tamamlanması amacını, bu anlamda tarihî “düzeltme” amacını gütmektedir. Emperyalist güçler, en başta ABD, Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren şeyin Ekim Devrimi olduğunu biliyorlar. Ekim Devrimi, dünyayı paylaşım için savaşa tutuşanların önünü tıkadı, dünya halklarına ışık oldu, işçi sınıfının dünya çapındaki zaferinin önünü açtı. Emperyalist dünya, paylaşacağı alanın küçülmesi sorunu ile yüzyüze kaldı.
İkinci Dünya Savaşı’nda emperyalist dünya, uluslararası sermaye, Hitler eli ile, SSCB’yi boğmaya yöneldi. Ama bu savaş da istedikleri sonuçları vermedi. Dahası, emperyalist dünya, “demokrasicilik” oynamak zorunda kaldı.
Batı ittifakı, NATO, Batı değerler sistemi gibi kavramlar, soğuk savaş döneminde gelişti ve tümü ile bu demokrasicilik oyununa uygundur.
SSCB çözüldüğünde ABD, dünya egemenliğini ilan etmek için kolları sıvadı ama işin gidişi onların planlarına uygun olmayınca, bu Batı ittifaklar sistemi vb. yeniden devreye sokuldu. Libya savaşı, ABD’nin küstürmeye başladığı müttefiklerine bir parmak bal vermesi amacına uygun gerçekleşti. IŞİD, bir yandan Suriye ve yakın coğrafyasını yerle bir etmek için iş görecek bir alet iken, aynı zamanda Batı değerler sistemine bir tehdit olarak gösterilere, ABD hegemonyasını pekiştirecek bir alet olarak tasarlandı.
İşte Suriye savaşı bu noktada planların değiştiği andır.
Suriye savaşında Rusya ve Çin sahneye çıkınca, durum değişmeye başladı. Şimdi, hem ABD hegemonyası çözülüyor, hem de ABD, Almanya, Japonya, Fransa ve İngiltere arasındaki paylaşım savaşımı daha da güç kazanıyor.
Dünyanın “garip hâlleri” bundandır.
Biz, esas olarak Suriye savaşımının bu yönü üzerinde durmak yerine, daha özel bir alana, Kürt meselesine bakmak istiyoruz. Suriye savaşı üzerine, bölge savaşı üzerine başka açılardan, paylaşım savaşımı açısından, bu savaşta TC devletinin rolü açısından pek çok kere tartıştık. Bu kez, daha özel olarak Kürt devrimi açısından olaylara bakmak istiyoruz.
1-
Kürt sorunu, PKK önderliğinde gelişen devrimci mücadele ile, 40 yıllık bir mücadele ile bugünkü aşamasına gelmiştir. Barzani yönetiminin elinde tuttuğu Irak Kürdistanı’ndaki gelişmeler de dahil, Kürt hareketi içindeki her gelişme, bu mücadele ve önderlik ile bağlantılıdır. Barzani ve benzerleri ne kadar kendi mücadelelerinden söz ederlerse etsinler, gerçekte onlar, Kürt devrimci hareketinin başarılarının meyvelerini, emperyalist efendilerinin denetiminde kemiriyorlar.
Kürt devrimi, 4 ülkeyi doğrudan etkilemektedir. İran, Irak, Suriye ve Türkiye üzerindeki etkileri de farklı farklıdır. Bu ülkelerin durumları da farklılıklar göstermektedir. Türkiye, bir NATO üyesi ve bir sömürgedir. Kendisi sömürge olunca, içinde Kürt sorunu daha farklı etkilerle şekillenmektedir. Bu açıdan bakıldığında, her dört parçanın bağlı olduğu ülkelerin durumu da farklılıklar göstermektedir. Her dört parçada da Kürt meselesinin kendine özgü bir inkâr tarihi, bir asimilasyon süreci ve elbette bir mücadele tarihi var. Bu konu elbette Kürt devrimcileri tarafından sürekli ele alınıyordur.
Biz, daha çok, bugün her dört parçadaki farklı gelişmişlik düzeyindeki Kürt hareketinin, PKK önderliğinde başlamış olan 40 yıllık mücadelenin açık ve dolaylı etkilerini taşıdığı gerçeğinin altını çizmek istiyoruz.
2-
Bugün Kürt hareketi içinde, başlıca iki eğilimi tespit etmek mümkündür. Birinci eğilim, sosyalizm ve devrim çizgisidir. Bu çizgi, bugün, hiçbir emperyalist güce sırtını dayamadan, Kürt hareketinin bağımsız sosyalist çizgisini izlemeyi önermektedir. Bu çizgi, ABD veya başka bir güce dayanarak ayakta kalınamayacağı gerçeğini bilmektedir. Bu çizgi, elbette, kendine özgü birçok manevra ve ittifak politikası geliştirmeyi reddetmez, edemez. Ama nihaî nokta, başka bir büyük güce dayalı bir “kurtuluş” yolunun, uzun yıllardır süren Kürt hareketinin mücadele tarihine, deneyimlerine sırtını dönmek anlamına geldiğini bilir. Bu çizgi, bölgede bugün gelişen çeteleşme hareketlerinin, emperyalist güçlere bağlı çetelerin Kürtler içinde yer edinmesini önleme uyanıklığını geliştirebilecek tek çizgidir de. Kürt mücadelesine Marksist bilimi taşıyan devrimci hareket, elbette, kurtuluş mücadelesinin de izlemesi gereken yol konusunda berraktır.
İkinci çizgi, özetle Barzani çizgisidir. Barzani çizgisi, bir emperyalist büyük güce dayanarak, Kürt hareketinin “meyvelerini”, yeni sömürgeciliğin içinde yok etmek istemektedir. Barzani çizgisi, ABD, NATO ve TC ile dosttur. Barzani çizgisi, Kürt devrimci hareketinin etkilerini yokmuş gibi görmekte, öyle göstermektedir. TC devleti, ABD ve NATO ile işbirlikleri bunun en açık kanıtıdır. Rojava’da ve Şengal’de bu çizgi, IŞİD’in Kürt halkı üzerine sürülmesine adeta seyirci kalmayı seçmiştir.
Bu çizgiye, emperyalistlerle uzlaşma çizgisi diyebiliriz. Bu çizgi, daha çok aşiret yapısına, sermaye kesimlerine dayanmaktadır. Bu nedenle de, gelişmelere göre, farklı tonlar alabilmektedir. Bir yerde açık bir Barzani çizgisi hâlini alırken, başka bir yerde ABD korumasına sığınma biçimine dönüşebilmektedir. İçinden geçilen koşullara göre, her koşulda direniş çizgisi yerine, her koşulda uzlaşma çizgisi olarak şekil değiştirebilmektedir. Bu çizgi içinde ABD, Almanya, Fransa, İngiltere ayrı ayrı etkilere sahiptir.
3-
Bugün, ABD, baş oyuncu olarak, Suriye savaşının bugünkü aşamasını kullanarak, devrimci çizginin etkilerini kırmak, devrimci çizginin mesela Suriye’deki etkilerini yok etmek istemektedir. Bu doğrultuda bir plan ortaya konmaktadır ve Suriye savaşının bugünkü aşamasında bu plana bakmak daha da özel bir önem kazanmıştır.
– ABD, Türkiye içinde Kürt hareketine karşı şiddetli bir saldırıyı, son yıllarda yeniden doruğa çıkarma çabası içindeki TC devletine bu konuda tam destek vermektedir. Hem içeride Kürt hareketine karşı saldırılarda ABD ve NATO devrededir, hem de özellikle adına “pençe harekâtı” denilen savaşla, PKK ile Suriye Kürtleri arasındaki bağları kopartmak için devrededirler.
Pençe harekâtı denilen savaş, iki amacı gütmektedir. Bir yandan Kürt devrimci hareketinin Suriye Kürtleri, özel olarak PYD üzerindeki etkisini sınırlandırmak, kırmak, diğer yandan da İran’a karşı bir savaş için, uygun yerlerde mevzilenmek.
Bu, işin bir koludur.
– Bu kapsamlı savaşın ikinci kolu, TC eli ile içeride uygulanmaktadır. Kürt devrimine karşı aralıksız saldırılar, Kürt halkına karşı katliam politikaları, içerideki yansımasıdır. Birçok Kürt ilçesi yerle bir edilmiş, katliam politikaları devreye konulmuş, kayyum politikaları ile halkın iradesi yok edilmeye çalışılmıştır. Bu politika, ABD politikasının devamıdır ve NATO’nun desteğini almaktadır. Bu politikanın TC eli ile uygulanması, ABD ve NATO bağlarını görmemizi engellememelidir. Bu savaş, halkın iradesini kırma savaşımıdır.
– Bugün, Suriye savaşı sonucunda bölgede Türkiye denetiminde var olan IŞİD vb. türdeki, başka adlardaki çeteler, TC devletinin “güvenlikli bölge” planları içinde, bir alana yerleştirilmek istenmektedir. Suriye topraklarından 5 km ile, Türkiye tarafından belki 10 km’lik bir alanda, “güvenlikli bölge” ilan edilerek, bu unsurlar buraya yerleştirilmek istenmektedir. Bu artık açık bir politikadır.
TC tarihinde nüfus politikaları, her zaman katliamlara kapının aralandığı politikalar olmuştur. Bugün de bunun zemini yaratılmaktadır.
Türkiye, bir yandan, Suriye topraklarının bir bölümünü işgal etmiştir. Diğer yandan ise, bu nüfus hareketi planlarını devreye sokmak istemektedir. ABD ile yapılan anlaşmaların içinde bunun gözlenmesi gereklidir. Bu, devrimci hareketinin etkisini kırmak, Kürt halkının iradesini kırmak politikaları ile tam uyum içindedir. Bu nedenle kayyum politikaları ile, “güvenlikli bölge” planları arasında bir bağ kurmak gereklidir. Tüm bu politikalar devreye sokulurken, aynı zamanda Barzani güçlerinin de önü yeniden açılmak istenmektedir.
İdlib’de yerleşmiş olan güçler, adım adım kontrolü kaybederken, Suriye ordusu bu toprakları kendi denetimine almaya başlarken, TC devleti, buradan çıkacak olan ve hâlen Türkiye içinde yer alan “cihatçı” çeteleri, “güvenlikli bölge”ye yerleştirme peşindedir. Bu durumun sonucu bilinir bir sonuçtur, katliam politikalarının boyutlanması anlamına gelmektedir. Kayyum politikaları da bunun bir parçası olarak ele alınmalıdır.
TC devletinin, elbette “fetihçi”, işgalci geleneği de devrededir. Ama ne Afrin’de ne de diğer alanlarda kalıcı olamayacağı bilinmektedir. Türkiye, İdlib’deki güçlerin bu “güvenlikli bölge”ye yerleştirilmesi için uluslararası destek aramaktadır. ABD’nin ise, Suriye güçlerine, bu ara bölgenin kendilerinin güvenliği için iş göreceğini anlattığını varsaymak gerekir. Böylece ABD, Suriye savaşındaki “kaybeden taraf” olma konumunu, bir nebze hafifletmiş olacaktır. Böylece, bölgede, yıllarca kalmış olacaktır. Lavrov, “Suriye savaşı bitmiştir” dese de, bu durum ABD’nin çekilmesi anlamına gelmeyecektir. Afganistan, Irak örnekleri açıktır. ABD bölgede oldukça, Suriye savaşı bitmeyecektir. Hele ki, ABD’nin İran’a karşı savaş çığlıkları attığı bir dönemde, bunu düşünmek mümkün değildir. Pençe harekâtı ile bölgeye yerleşmeye çalışan Türkiye, aynı zamanda ABD güçlerini de bölgeye taşımaktadır.
4-
İşte bu koşullarda, tüm bölgeyi emperyalist güçlerden temizleme meselesi özel bir önem kazanmaktadır.
İşte bu koşullarda, Türkiye’nin tümünü sarmakta olan, Gezi Direnişi ruhu önem kazanmaktadır.
Türkiye’nin batısında gelişen devrimci hareket, elbette henüz daha yolun başındadır. Ama tarihin hızlı akmaya başladığı bir döneme girdiğimiz de kesindir. İşçi sınıfı, en geri durumdan çıkış yolunu bulmak zorundadır. Daha gidilebilecek geri nokta kalmamıştır. İşçi sınıfı tüm örgütsüzlüğünü, tüm geriliğini, tüm kuşatılmışlığını yenmek zorundadır. Bunun olanakları düne göre çok daha fazladır.
Tüm bölgede devrimci güçlerin gelişimi için uygun bir süreç vardır. Bu elbette, sadece bir umut değildir. Zor olduğu kesindir. Ama ne kadar sürerse sürsün, ne kadar zor olursa olsun, başka bir çıkış yolu da gözükmemektedir.
Tüm emperyalist güçleri bölgeden kovacak güç, halkların anti-emperyalist, sosyalist mücadelesidir. Bu hareket, oldukça zayıftır, bunu bilmek gerekir. Ama gelişmeler, bu zayıflığın yenilebileceğini göstermektedir.
Anadolu’da gelişecek bir devrim, Kürt devrimini kuşatma siyasetini parçalayacaktır, sonuçsuz bırakacaktır. Bölgenin herhangi bir ülkesinde gelişecek her devrimci çıkış, tüm bölgeyi etkileyecek, tüm bölgede halkların mücadelesini ateşleyecektir.
Elbette her devrimci hareket, hangi parçada olursa olsun, kendi mücadelesini geliştirmek, halkları ayağa kaldırmak, bir sosyalist devrimi örgütlemek için, her koşulda çalışmak zorundadır, zaten bunu yaptığını düşünmek gerekir. Bugün, bu yoldan yürümek zorunluluktur. Dünyadaki gelişmeler, bu mücadeleyi güçlendirecek eğilimler barındırmaktadır. Kapitalizmin sınırlarına yaklaştığı biliniyor. Son yıllardaki gelişmeler, kapitalizmin yaşanır bir sistem olmadığı bilincini ya da en azından duygusunu pekiştirmektedir. Bu durum, mücadelenin gelişimi için bir avantajdır.
Bölgemizde savaşların, savaş ekonomisinin, rant ve yağmanın bitmesinin tek yolu, emperyalist güçlerin bölgemizden kovulmasıdır. Bu, giderek daha geniş sayıda hareketin görmeye başladığı bir gerçektir. Bu durum, farklı ideolojik yapılardaki hareketlerin, bu anti-emperyalist mücadelenin bir parçası olabileceği düşüncesini pekiştirmektedir. Ancak ne olursa olsun, ne kadar küçük olursa olsun, her devrimci hareket, öncelikle kendi mücadelesini geliştirmek, kendi gücünü büyütmek ve sağlamlaştırmak görevi ile karşı karşıyadır.