Saray Rejimi, “içeride ve dışarıda savaş” politikasını, tüm güçlerini devreye sokarak yürütüyor.
Dışarıda şiddet, elbette efendilerinin emridir. Efendileri, NATO, ABD ve tüm bileşenleri ile Batı emperyalist güçleri, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya en başta, Saray Rejimini, TC devletini bir tetikçi olarak kullanmak istiyorlar. Libya’da yaptılar, Irak’ta yaptılar, Suriye’de yaptılar ve hâlâ yapmaktadırlar. Şimdi, daha büyük bir hedef için, İran için tetikçilik görevi devrededir. Ve Saray Rejimi, tüm güçleri ile dışarıda savaş politikasının gereklerini, efendilerinin söylediklerini yerine getirmeye çalışıyor. Heveslidirler ve “bir koyup beş almak” politikasının yanında, fırsat bu fırsat Kürt halkına karşı katliamlar da heveslerini artırmaktadır.
“İçeride ve dışarıda savaş” politikasının, içerideki bölümünde ise, efendilerinden aldıkları onayların yanında, kendi hamlelerini de devreye sokuyorlar. Fırsat bu fırsattır düşüncesi ile, sürekli bir saldırı politikasını devreye sokuyorlar. Saldırganlıkta sınır tanımıyorlar. Hapishaneler, mevcut kapasitesinin 1,5 katı ile doldurulmuştur, ev hapisleri için elektronik kelepçeler sipariş ediyorlar. Ellerindeki bitmiş ve 300 bin yeni elektronik kelepçe sipariş ettiler. Ülke açık bir hapishaneye dönmüş iken, yetinmiyorlar, evleri hapishane yapmaya çalışıyorlar. Oysa Kılıçdaroğlu, kitleleri evde tutmak için, “özgün” yalanlara zaten sahip idi. Eskiyor ve şimdi, tam hapis yaşamı başlatılıyor.
Baroya, barolara karşı saldırılar devrededir. Dün baroya karşı davalar başladığında, biliniyordu, bununla sınırlı kalmayacaklar, kalamazlar. Arkası geliyor ve tüm toplumu sindirmek için, her türlü yola başvuruyorlar.
Bir yandan, ülkenin tüm doğal zenginliklerini yağmalıyorlar; zeytinlikler sıradadır. Diğer yandan ülkenin her yeri yangın yerine dönmüştür ve söndürmek için bir organizasyonları bile yoktur. Bir otel yangınının ardından öylesi yangınlar ortaya çıkıyor ki, hiç kimse bunlara felaket, afet vb. diyemiyor.
Bir yandan yoksulluk, açlık, işsizlik artıyor, diğer yandan ise yağma, rant ve savaş ekonomisi tüm hızı ile işliyor. Sanki telâşlı bir aceleleri var gibi, her şeyi kapıp yutmak istiyorlar. Ve elbette efendileri, kendi paylarını alıyor.
TV kanallarını karartıyorlar. Değil solcu, değil devrimci basın, burjuva basının içinden de haber yapan, gerçeğin bir parçasını olsun söyleyen her basın kuruluşu karartılıyor. Halk TV bunların son örneğidir.
CHP’ye sürekli baskınlar yapılıyor. CHP, her hafta bir operasyona uyanıyor. Şafak baskınları, sıradan vakalar oldu ve inandırıcılığı olmayan bu operasyonlarla Saray, CHP’yi “Ankara’ya” taşınmaya, orada kapalı kapılar ardından demeçlerle siyaset yapmaya davet ediyor. CHP operasyonları, İmamoğlu, Özel ve ekibini istedikleri çizgiye çekmek için şantaj olarak kullanılıyor.
CHP, 19 Mart’ta başlayan eylemleri söndürmek için uğraştığı hâlde, onu tümden sokaktan çekmek istiyorlar. Kılıçdaroğlu devreye sokuluyor. CHP’ye kayyum atanmak isteniyor. Bu tehditler, Saray Rejimini güçlendirmek için devreye sokuluyor. Hiçbir aykırı ses çıkmasın istiyorlar ve bu elbette dışarıdaki savaş politikasının uzantısıdır. Dışarıda savaş, içeride iç savaş hukukunun devreye sokulmasını zorunlu kılıyor ve egemen, tüm araçları ile saldırıyor.
Ve Erdoğan, Saray’da başka bir işi olmadığı açık olan Erdoğan, Kılıçdaroğlu’nun sözlerine sarılıyor; CHP yargıyı beklesin, yargıya güvensin deniliyor. Diploması iptal edilen İmamoğlu, içeride gerçekte yargılanmadığını, cezalandırıldığını söylüyor ve doğrudur.
Demek, Kılıçdaroğlu ve Erdoğan aynı durumdadır, hem ikisi de yetkisiz hem ikisi de görevlidir. Ve her ikisi de aynı teraneyi söylüyor. Özgür Özel, beni Erdoğan tehdit ediyor; ya Ankara’da sessizce otur ya da seni partinin başından alırız diyorlar, diyor. Anlamıştır. Erdoğan, muhalefeti hizaya getirmekten söz ediyor, Bahçeli, daha ağır sözlerle aynı şeyi ifade ediyor.
Onlara bağlı olsun olmasın, birçok yazar, çizer, hukukçu, uzman vb. hep birlikte, “Türkiye, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir,” diyorlar. Biraz daha utananları, giderek diktatörlüğe gidiyoruz diyorlar. Oysa her şey ortadadır. Onlara göre seçim yapılmış ise, diktatörlük yoktur. Seçim ortadan kalkınca diktatörlük olacak. Buna göre, seçimleri beklemek ve bu süre içinde sessiz kalmak, devletin kolları altında susmak, en iyi demokratik eylem oluyor.
Bir bölüm aklıevvel, bu baskıların AK Partinin yıpratılması demek olduğunu, aslında bunları yapmamaları gerektiğini söylüyorlar. Ama, anlamadıkları bir şey var, AK Parti çoktandır bitmiştir. Ülkemizde Saray Rejimi, devletin olağanüstü örgütlenmesidir. Saray Rejimi, seçimleri ortadan kaldırmıştır. İki kanıtı var. Birincisi, son 8 yıldır tüm yerel seçim sonuçlarına rağmen, kayyum politikaları uygulamalarıdır. İkincisi, her seçim hilelidir ve Erdoğan seçilmiş değildir. CHP, bunu görmezden geliyor. Saray Rejimi, sadece seçimleri bitirmemiştir. Seçimleri göstermelik hâle getirmiş, parlamentoyu bir süs hâline sokmuştur, Saray’ın pisliklerini örten bir süs. Mesela parlamento hiç olmamış olsa, bizim ünlü hukukçularımız için, bu bir diktatörlüktür dememek için acaba hangi bahaneye sarılacaklar? Saray Rejimi, aynı zamanda siyasi partileri, burjuva siyasi partileri bitirmiştir. MHP bir parti değildir, AK Parti bir parti değildir ve şimdi CHP’yi o hâle getirmek istiyorlar. Yani mesele AK Partinin yıpratılması vb. değildir. TC devleti, Saray Rejimi, bu saldırıları, öyle söylendiği gibi AK Partiyi yıpratmak için yapmıyor. Bu çocukça düşünmektir. Bu Saray Rejimini anlamamaktır. Saray Rejimi, bir Erdoğan rejimi değildir, AK Parti ve MHP ittifakı ile sınırlı bir hâl değildir. Saray Rejimi, devletin olağanüstü örgütlenmesidir.
Saldırlar, Saray Rejiminin, acil olarak toplumu teslim alma, tüm muhalefeti susturma görevinin gereğidir. Bunun için, içeride hiçbir aykırı ses çıkmasını istemiyorlar. Dışarıda savaş acil hâle geldikçe, bu saldırılar daha da hızlanmaktadır. İsrail, ABD emri ve desteği ile, İran’a saldırınca, içeride de saldırılar artmıştır. Saray, bu yoldan vazgeçmeyecektir.
Ekonomik kriz ile tüm kitlelerin artan öfkesini bilen devlet, tüm gücü ile en sıradan hak arama eylemlerini bastırmak istiyor. İşçilere, öğrencilere, kadınlara saldırıyor. Bu saldırılar o kadar gündem olmuyor ama CHP’ye saldırılar, aynı zamanda geniş kitleleri, direnenleri korkutmak amaçlıdır. Bu nedenle basına ve CHP’ye özellikle saldırıyorlar.
CHP, birçok yerde, Kılıçdaroğlu geleneğini aşarak, mitingler yapıyor. Boğaziçi köprüsüne asılan pankart gibi eylemler ortaya koyuyorlar. Zira Saray, CHP’yi, AK Parti hâline getirmek istiyor. Ancak parlamentodan grup toplantılarından konuşması ile sınırlı bir “muhalefet” istiyorlar.
Özel, bunu “iktidarın yaptığı, azınlık iktidarının yaptığı kötülük” olarak isimlendiriyor. Yanlıştır. Bu bir kötülük değildir, saldırıdır ve saldırı CHP’ye yapıldığında dahi, kitlelerin direnişine karşı yapılmaktadır.
Özel, artan saldırılar karşısında susmayacağını, arkadaşlarını terk etmeyeceğini söylüyor. Kılıçdaroğlu’nun, yargıyı bekleyin talimatına hayır diye yanıt veriyor. Ve Erdoğan dili ile yapılan tehditleri algılıyor, “beni susturmanın yolu” diye başlıyor ve kendisine dönük suikast ihtimalini dile getiriyor.
Tüm bunlara rağmen CHP, aileye dokunmamak, bildiklerini halka açıklamamak konusunda anlaşmaya uymaktadır.
19 Mart’ı darbe diye nitelendiren Özel, seçime gel, diyor. 2 Kasım tarihini veriyor. Oysa, aynı zamanda seçimi ortadan kaldıracak bir darbe ihtimalinden de söz ediyor. Seçim için Erdoğan’ın aday olabileceğini koşullu da olsa kabul ediyor ve gel karşımıza çık, diyor.
Saray ise, İmamoğlu’nun fotoğraflarını vb. yasaklıyor.
İnsanlar tweet attıkları için, uzun zamandır tutuklanıyor. Erdoğan istifa diyenler, Erdoğan’a hakaret suçundan gözaltına alınıyor. Saray, her gün yeni bir yolla saldırıyor. Gençleri tutuklamada sınır tanımıyor. Birçok ailenin evi, hapishane hâline gelmiştir.
Bu korkudur. Saray Rejimi korkuyor. Kitlelerin direnişinden korkuyor, işçilerin, gençlerin, kadınların direnişinden korkuyor.
Boğaziçi’nde diplomasını alan bir genç, diplomasını yırttı diye Erdoğan’a hakaret suçundan yargılanıyor. Oysa üniversite diploması almak artık bir kazanım değildir. Değildir, çünkü her an iptal edilebilir. Değildir, çünkü ülkede %30’u geçmiş olan bir işsizlik var. Değildir, çünkü asgarî ücretin bile altında çalışmak zorunda kalıyorlar. Ama Erdoğan’ın diploma saplantısı artık bir travma hâlinde derinleşmiştir. Kendi diploması olmadığı için, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığını önlemek için, onun da diplomasını iptal ettiler. Oysa diploması olmamak, cumhurbaşkanı seçilmenin önünde engel değildir. Örneği var.
Şimdi CHP ve bazı “burjuva demokratlar”, uzmanlar, hep birlikte Saray’ın insafa geleceği bir anı bekleyerek, onu ikna etmeye çalışıyorlar. Onu ikna edemezlerse Washington başta, Batı’yı ikna etmek için, “bak Erdoğan’ın seçilmesi imkânsız” anlatısını devreye sokuyorlar.
İşçiler, ülkenin her yanında, sendika mafyasının tüm frenleme çabalarına rağmen eyleme, direnişe geçiyorlar. Artan açlık, artan işsizlik, artan yoksulluk, direnişlerin kendiliğinden de olsa artmasına neden oluyor.
Gençlik ve kadınların direnişi gelişiyor.
İşçiler, kadınlar, gençler, nereye yürüyeceğini, kime başvuracağını bilemiyor. Polonez işçileri, Saray’a yürümekten söz ettiklerinde, işler bir anda değişti ve işçilerle bir görüşme trafiği başladı. Avukatlar, ikili baro uygulamasına karşı Saray’a yürüme fikrini seslendirmeye başladıklarında, Saray’a yürümek olgunlaşmamış bir fikir idi.
Şimdi, hep birlikte görüyoruz ve yaşıyoruz ki, tüm yollar Saray’a çıkmaktadır. CHP milletvekilleri, Saray’a mı yürüyelim, diyorlar. Bunu yapmak istemiyorlar elbette. Ama fikirler böyledir, bir kere ana rahmine, bir kere kafaya girdiler mi, gelişirler.
CHP, Saray’ın iç savaş istediğini söylüyor. Saray’a yürümek, onlara saldırı olanağı sunacak ve ülke kana bulanacak, diyorlar. Oysa zaten her gün her yerde kan akmaktadır. Her gün çocuklar kaybolmakta, her gün iş cinayetleri işlenmekte, her gün kadınlar öldürülmektedir.
CHP’nin, uzmanların, kendine “demokrat” diyen burjuva sistem savunucularının görmek istemediği şey, zaten ülkede bir iç savaşın sürmekte olduğudur. İç savaş var ve iç savaş hukuku uygulanmaktadır. İç savaş hukuku bunun değil ise neyin kanıtıdır. Aynı uzmanlar, “demokrat”lar, Saray Rejimini anlamak istemiyorlar. Saray Rejimini, Erdoğan’ın kişisel iktidarı, sultanizm vb. olarak görüyorlar. Oysa öyle değildir. Erdoğan, iktidar blokunun bulduğu, ortak adaydır. Hiçbir ciddi gücü yoktur. Aynı biçimde, Saray’ın saldırılarının nedenini görmüyorlar. Onlara göre bu seçimler için yapılan bir saldırıdır. Öyle değildir. Seçime daha vardır ve hattâ seçimin olup olmayacağı belli değildir. Saldırılarının esas nedeni, dışarıdaki savaş politikası ile bağlıdır. İçeride ve dışarıda savaş politikası kavranmadan, “yağma, rant ve savaş ekonomisi” anlaşılmadan, Saray Rejimini anlamaları da mümkün değildir. Tüm seçilmiş belediye başkanları içeri atılıyor, kayyum politikası yıllardır var ve hâlâ, iç savaş çıkar, denilmektedir.
CHP, sendikalarda da etkisi olan bir partidir. Bu durumda CHP, değil mitinglerle yetinmek, daha ileri gitmeli ve genel grev çağrılarına katılmalıdır.
Bir iç savaş, ille de, karşılıklı güçlerin silahları ile ortaya çıkması demek değildir. Bu iç savaş farklıdır. Bu sivil bir iç savaştır. TC devleti, işçi sınıfı ve kitleleri bastırmak istiyor. Bunu sağlamak için, tüm burjuva partilerden aynı sesi, tüm basından aynı sesi çıkartmak istiyorlar. Egemen sınıfın kendi içindeki çatışmaları, efendilerin verdiği görevlere göre çözmek istiyorlar. İç savaşın bugünkü hâlinde, iktidarın karşısında yer alan, işçi ve emekçilerin örgütlülüğüdür eksik olan. Tüm varlığı ile süren saldırılara karşı, direnişler yetersizdir. Hepsi budur.
İşçiler, her eylemlerinde, çözümün adresinin Saray’a yürümekten geçtiğini anlıyorlar. Avukatlar, meslek örgütleri, bırakın bunları, ticaret odaları bile, Saray’a başvurmaktan söz ediyorlar. Öğrenciler, ODTÜ’de, “Saray’ı boşalt geliyoruz” pankartını açtılar.
Söz eskidir, “bütün yollar Roma’ya çıkar.” Yanılmıyorsam, burada Roma, İstanbul’dur ve söz Doğu Roma olarak da anılan Bizans dönemine aittir. Sözün anlamı elbette farklıdır. Ama şimdi, bugünlerde işçiler ve emekçiler, genel grev ve genel direniş sloganını dillendirmektedir. Sendika mafyası, bu işçi direnişlerini engellemekte zorlanmaktadır. İşlerinin kolay olmadığını, maruzatlarını Saray’a bildiriyorlar.
Bütün yollar Saray’a çıkar. Ve işçi birlikleri Saray’ı yıkar!
İşçi sınıfı, emekçiler, kadınlar ve gençler, toplumsal muhalefet, devrimciler, genel grev ve genel direnişi örgütlemek için, Birleşik Emek Cephesinde (BEC) birleşmelidir. BEC, Saray Rejimini alaşağı etmenin tek yoludur. BEC, direnişi büyütmek, yaymak, birleştirmek için bir yoldur. Devrimci hareket, bu sürece önderlik etmek zorundadır.
Üç fikir, toplumsal mücadelenin rahmine düşmüştür: (a) genel grev ve genel direniş, (b) tüm yollar Saray’a çıkar ve direniş Saray’ı yıkar, (c) direnişi örgütlemek için BEC gereklidir.
Toplumsal mücadele, toprak gibidir. Tohumlar toprağa düştü mü, eninde sonunda bir yerden filiz atarlar.