Kaldıraç dergisinin Mart 2019 tarihli 211. sayısında yayımlanmıştır.
Saray Rejimi diyoruz ve demekte ısrarlıyız. Saray Rejimi, bizim günümüz burjuva demokrasisi ya da burjuva devleti dediğimiz, faşizmin tüm dişlilerini içermiş olan Tekelci Polis Devleti’nin (daha geniş bir okuma için, Deniz Adalı, Tekelci Polis Devleti, Kaldıraç Yayınevi), özgün hâlidir. Saray Rejimi “ayrı bir devlet” değildir. Burjuva devletin, Tekelci Polis Devleti’nin, bugünkü Türkiye koşullarında aldığı şekildir.
İzninizle biraz çerçeveyi genişletelim ve sonra bu noktaya yeniden dönelim.
Bugün, bölgemizde odaklanan, ama gerçekte tüm dünyada süren bir emperyalist paylaşım savaşımı vardır. Bu paylaşım savaşımının 5 ana aktörü, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Japonya’dır. Bu beş büyük emperyalist güç dışında İtalya, Kanada vb. gibi güçlerin de yer aldığı daha geniş bir halka vardır. Ama bunlar, bu beş ana emperyalist güçten biri veya ötekisi ile birlikte hareket etmektedir.
Demek ki diyoruz ki, Rusya ve Çin, bu emperyalist güçlerden birileri değildir. Rusya ve Çin büyük güçlerdir ama emperyalist olarak tanımlanmaktan uzaktırlar.
ABD, bu dünya savaşımının ana itici gücüdür.
Konumu, Soğuk Savaş döneminden geliyor. II. Dünya Savaşı’nın yenilmiş güçlerinden Japonya ve Almanya başta olmak üzere, diğer emperyalist güçler üzerinde de, “komünizme karşı ortak mücadele” bayrağı altında “kontrol” mekanizmaları elde etmişti. ABD, bu gücünü kullanmakta heveslidir.
- SSCB dağıldığında, ABD hemen dünya imparatorluğunu ilan etti. Kissinger, hiç utanmadan, pervasızca ve meydan okur tarzda “ABD’nin dış politikaya ihtiyacı var mı” diye sormakta idi. Bu vurgu, ABD’nin dünyanın tek egemen gücü olarak, dünyanın diğer tüm ülkelerini kendi müdahale alanı olarak, içişleri olarak görmek istediğinin göstergesiydi. Hiç utanmadan, Negri, bu politikaya “tek egemen güç gerçek barışı garanti eder” diye destek çıkmakta idi.
Hemen not etmeliyiz. Önceden de Negri üzerine yazdık. Ama not daha geniş; ihanetçi solcular, SSCB yıkıldıktan sonra “liberal demokrat”, “savaşçı barışsever” oldular. İşçi sınıfı bu tipleri Türkiye topraklarında da tanıdı, savaş sıcaklaştıkça daha da tanıyacak.
- ABD’nin tek egemen imparator devlet hayali çabuk son buldu. Ve ardından ABD, Japonya, Almanya, İngiltere ve Fransa’yı kendine karşı hareket edemez kılmak için, NATO’nun varlığının devamını istedi.
İlk aşamada bu, tüm “Batı değerlerini” tehdit eden bir düşman yaratmaya vardı. El Kaide, bunun için sahne aldı. Komünizme karşı beslenen, yeşil kuşak projesinin ürünü olan İslamî hareketler, CIA denetiminde sahne aldı. İslam adı altında, bir yandan İslam’ı paralize ettiler, diğer yandan ise Batı için bir yeni tehdit sahnelediler. Ama bu durum da uzun sürmedi.
Afganistan, Irak işgalleri, istenilen sonuçları vermeyince, bir adım geri atma dönemi geldi. Bu süre zarfında ise, Japonya ve Almanya, “özgürlüklerini satın alacak” hamleler yaptılar. ABD dışındaki emperyalist güçler, kendi konumlarını güçlendirecek adımlar attılar. Yine de güçleri, askerî açıdan henüz ABD’ye yetecek durumda değildi.
2008 krizi, ABD’yi biraz daha düşünmeye itmiş olmalıdır. Hem daha saldırgan olmalı, hem de içeriyi sağlama almalıydılar.
ABD, bazı emperyalist “ortak”larına Libya örneğindeki gibi bazı ayrıcalıklar, pastadan paylar vererek, bir “ortak”lık sürdürme yolu aradı. Ama bu da yeterli olmadı.
Ve sonrasında ABD, Rusya ve Çin’i açık düşman ilan etti. Böylece, hem eski anti-komünist ittifakın alışkanlıkları ve geleneklerini devreye sokmaya başladı, hem de esas olarak bu beş emperyalist güç arasındaki savaşı, kendisi ve Rusya-Çin ittifakına karşı bir savaş hâline getirmeye çalıştı. Hâlâ da bunu yapmaya çalışmaktadır.
Suriye savaşı, bu yolda ilerlemek için, Rusya’nın tehditlere boyun eğip eğmeyeceğinin testi olmuştur. Ve Rusya, Çin, bu tehditlere boyun eğmeyeceklerini ilan etmiştir.
ABD, Rusya ve Çin’i yalnızlaştırmak ve diğer Batılı eski ittifaklarını yanına çekmek için, birçok operasyon sahneye koydu. Kore krizi ısıtıldı, Ukrayna krizi yaratıldı, Japonya ile Çin arasında gerginlik beslendi, Japonya ve Rusya arasında gerginlik için son aylarda düğmeye basıldı.
Tüm bunlar, bazı sonuçlar da verdi. Mesela Ukrayna krizi, Rusya ve Almanya arasında, hatta Fransa arasında gerilimi artırdı. Aynı biçimde Suriye savaşında Fransa’nın daha aktif rol alması için özel alanlar açıldı. Çin ile çatışma süreci, Japonya ile ABD arasında daha sıcak ilişkiler oluşturdu vb.
Böylece bugün, savaş, Rusya ve Çin ile tüm diğer beş büyük güç arasında imiş gibi bir izlenim ortaya konulmaktadır. Oysa bu doğru bir algı değildir.
Evet ABD, Rusya ve Çin’e karşı açık bir saldırganlık içindedir. Ama aynı zamanda Almanya, Fransa ve Japonya ile keskin bir paylaşım savaşımının da içindedir.
Bu paylaşım savaşımı, ülkemizde de yansımasını bulmaktadır.
Türkiye, tüm soğuk savaş dönemi boyunca, NATO’ya bağlı bir üs olarak kullanıldı. Türkiye, siyasal olarak ABD’nin uzantısı, onun sömürgesi, ekonomik olarak ise AB’ye bağlı, onların sömürgesi durumunda idi. Bu açıdan biz, bu dönemi, “ortaklaşa sömürge” olma durumu olarak ifade ediyoruz.
Bu paylaşım savaşımı, ABD ve AB arasında, Türkiye’nin kimin elinde kalacağı ya da nasıl paylaşılacağı sorusunu da masaya getirmiştir. Soru en genel hâli ile şöyledir: Siyasal alana sahip olan güç ABD, NATO’yu vb. de kullanarak, sermaye transferi gerçekleştirerek, AB’nin ekonomik gücünü kırıp, Türkiye’yi tam olarak kendine bağlayabilecek mi? Çünkü, eğer iş zamana ve kendiliğindenliğe kalırsa ekonomik alanı elinde tutan AB, daha çok da Almanya, siyasal gücü kendine tabi kılacaktır.
Şimdi, bu ana çatışma, belki de Türkiye’nin daha farklı tarzda paylaşımını da gündeme getirebilir. Mesela kimsenin kimseye gücü yetmezse, bir anlaşma olarak, mesela İstanbul nasıl paylaşılabilir gibi. Bunu anlamak için, Kanal İstanbul projesinin ortaya atıldığı tarihe bakmak gerekir. Bu bakış açısına sahip iseniz, belki, neden bu denli inşaat ve enerji yatırımının yapıldığını, belki neden dünyada en büyük ihaleleri alan 10 şirketten 5’inin Türkiye’de olduğunu anlayabilirsiniz. Bu, sermaye transferidir. ABD’nin saldırgan tutumunu burada daha net görebilirsiniz. Ve yine bunu anlarsak, Almanya’nın neden Türkiye’de döviz kurunun yükselmesine karşı çıktığını anlayabilirsiniz. Ve yine bu durumu anlarsanız, 24 Haziran seçimlerinin sandıktan çıkmadığını, NATO operasyonu olarak “uzlaşma” ile gerçekleştirildiğini anlayabiliriz.
Uzattık ama, konumuza bağlıyız, işte bu durum, Saray Rejimi dediğimiz yapılanmanın arka planından biridir.
TC devleti, bu paylaşım savaşına bağlı olarak, ABD tarafından açık ve net olarak bir tetikçi olarak kullanılmaktadır. Suriye’de yapılan budur. Buna ikinci neden diyelim. Arka plandaki ikinci etken, Türkiye’nin Ortadoğu’da kullanılması isteğidir. Bir tetikçi olarak Türkiye, ABD tarafından kullanılmak istenmektedir ve buna uygun bir rejim gereklidir. Öyle parlamentosu, yargısı vb. ayrı ayrı işleyen bir sistem uygun değildir. Tezkere krizlerine takılmak istemeyen ABD, “bir çeşit başkanlık” sistemi devreye sokmuştur. Saray Rejimi’nin arka planındaki gerçeklerden biri de budur.
Ve üçüncüsü, Kürt meselesidir. TC devleti, tüm bunları, normal şartlarda yapmıyor. Bir yandan emperyalist güçler arasında çekişme sürerken, diğer yandan da Kürtlere karşı bir savaş içindedir. Bu konuda TC devleti, ABD ile birlikte hareket etmektedir. En son Suriye süreci, çekilme vb. tartışmaları, PKK yöneticilerine ilişkin tutumlar, Barzanici güçlerin organizasyonu vb. bunun kanıtıdır.
Dördüncüsü, içeride Gezi ile ortaya çıkan direniştir. Gezi Direnişi, 12 Eylül duvarlarının dağılması demektir ve bu durum egemen sınıfların tümünü çok ama çok korkutmuştur. Erdoğan’ın kimyasını değiştirmiştir. Bu durum, Kürt direnişi ile birleşirse olabilecek olanlardan korktukları için, açık olarak Kürt halkına dönük katliam politikalarını, Türkiye’nin diğer bölümlerinde, Anadolu’nun genelinde devlet terörünü egemen kılarak taşıdılar.
İşte Saray Rejimi’nin oluşum sürecini belirleyen etkenler bunlardır.
Bu sürecin tümü, devlet içinde parçalı yönetim ortaya çıkarmıştır.
Bu parçalı yönetim, bugün, tam bir çeteleşmeye dönüşmüştür. Hem de ne çeteler. Her çete, bir yandan ticaretle uğraşmakta, büyük ölçüde rantın paylaşımından pay almakta, hem bir parça mafyalaşmakta, hem de devlet içinde çöreklenmektedir. Erdoğan çetesi de var, Soylu çetesi de. Ağar çetesi mi istersiniz, Bahçeli çetesi mi, Perinçek çetesi mi istersiniz, askerî çeteler mi istersiniz, hepsi bir aradadır. İslamî hareket içindeki her tarikat, hem bu çetelerin uzantısıdır, hem de kendileri birer çetedir. İslamî çeteler-tarikatlar, birbirine karışmıştır. Hem ranttan, yağmadan pay almaktadırlar, hem de silâhlı birlikleri oluşmaktadır.
Saymaya gerek var mı bilemiyoruz. Bu çeteler artık açıktadır. Sağlık bakanlığında bir çete, hazinede başka bir çete. Hemen her bakanlıkta çetelerin de savaşı vardır. Her inşaat şirketi birer çetedir. Limak bir çetedir, Cengiz bir çetedir, Kolin bir çetedir, MNG bir çetedir, IC holding bir çetedir, Astaldi bir çetedir, Kalyon bir çetedir, Özaltın bir çetedir. Bu en çok ihale alan çete-şirketler, aynı zamanda silâhlı çetelerdir, aynı zamanda devletin silâhlı birimlerinde de uzantıları vardır
İslamî gruplar içinde de bu geçerlidir. Hemen her tarikat, belki birkaçı hariç, tıpkı Gülen gibi, birer çetedir. Menzil tarikatı bir çetedir, Cüppeli tarikatı bir çetedir, İsmailağa tarikatı bir çetedir vb. Ve bu çeteler, her birinin silâhlı grupları olduğu gibi, devlet içinde, ordu ve poliste uzantılara sahiptir.
AK Parti, birden fazla çeteden oluşmaktadır. MHP, BBP, Perinçek Partisi vb. içlerinde farklı çeteleri de barındıran çetelerdir.
Ve elbette, paylaşım savaşımının ana aktörleri, doğrudan veya dolaylı yollarla, bu çetelerin içindedir.
Böylece tüm devlet çarkı, bu çeteler tarafından paylaşılmaktadır. Bu çetelerin kendi aralarında kavgalar, daha çok rant ve güç paylaşımına bağlı olarak çıkmakta, belli dönemlerde ise koalisyon yapmaktadırlar. Mesela Kürt meselesi denildi mi hepsi birleşmektedir, mesela Gezi denildi mi hepsi birleşmektedir. Bu çeteler, 24 Haziran seçimlerinde de arkada NATO emri ile birleşmişlerdir.
Şimdi, bu çeteler, camilerde, 8500 camide, 10’ar kişilik silâhlı gruplar oluşturulması emri ile yeniden yapılanmaktadır. Bu emir, diyanet içinde egemen olan çetelerin işine gelmektedir. Zira diyanet içindeki çetelerin gücü artacaktır.
SADAT tarzı daha profesyonel çeteler, doğrudan bu diyanete bağlı camiler aracılığı ile daha detaylı bir örgütlenme yaratma peşinde olacaktır.
Peki ordu ve polis, yargı vb. ne olacak, diye sorarsanız, elbette onlar da birden fazla çetenin denetimi altındadır.
Yerel seçim sürecinde mesela Soylu çetelerinin seçmen değiştirme, silme, kaydırma operasyonlarını, yarın katliam politikalarının temeli olarak düşünmek gerekir. Konu seçim olunca Erdoğan ve Soylu çeteleri bir arada davranmaktadır ama mesele sadece seçim değildir.
Bu çeteler basında da vardır. Saray medyası denilmesi bu nedenle önemlidir, çünkü bu, Saray Rejimi’dir.
Saray medyası, tek bir bütün gibi görünmektedir, ama bu yanıltıcıdır. Gerçekte orada da birçok çete vardır. Nasıl ki, İslamî hareket içindeki çeteleşme ortaya çıkmaya başlamıştır, rant ve güç kavgası herkesi öne çıkmaya itmekte ise, basında da bu gerçekleşecektir. Çok uzun sürmeyeceği açıktır.
İşte bu noktada CHP milletvekili Özgür Özel’in açıklamalarına bakmalıyız. Özgür Özel, Gazete Duvar’a verdiği röportajda, devleti gerçekte ne Bahçeli’nin, ne Erdoğan’ın yönetmediğini, arkada başka güçler olduğunu söylemektedir. Tıpkı Ecevit gibi, 1974 yılında kontr-gerillayı öğrendiğinde Gladio’yu öğrendiğinde verdiği tepkilere benzer tepkiler veriyor. Önce öğrendiği isimleri deklere etmesi gerekir. Özgür Bey, ne biliyorsa açıklaması gerekir.
Zaten ortaya çıkmış olan bir gerçeği, bir CHP milletvekilinin de görmüş olması iyiye işarettir. Demek görme yetenekleri körelmemiş.
Özgür Özel anlamalıdır ki, AK Parti nasıl bitti ise, artık bir parti değil ise, MHP nasıl artık bir parti değil ise, CHP de bir parti olmaktan çıkmıştır. Artık öyle bir parti yoktur. CHP’nin İnce-Erdoğan seçiminde Erdoğan yararına kitlelere attığı kazık, unutulacak cinsten değildir. İnce Erdoğan’ın adamı olmaya hak kazanmıştır. Öyle anlaşılıyor, “devleti yönetenler” şimdi de İmamoğlu’na, Erdoğan’a git demişlerdir.
CHP bu politikaları ile tüm emirleri yerine getirdikten sonra, bir varlığı da kalmayacak. Bu durumda CHP tabanı sola yönelecektir. Özgür Özel, o günlerde CHP tabanını tutabilmek için devreye sokulmak için hazırlanmaktadır. Oysa biz Özgür Bey’e gerçek bir çözüm sunabiliriz, buyurun bildiklerinizi açıkça ortaya koyun. Kılıçdaroğlu, İnce acaba bu “devleti yönetenlerden” nasıl emirler almışlardır? CHP içinde bunların uzantıları kimdir? Bunları açıklayın ve belki o zaman gelecek sol dalga sizi de sürüp götürmez. Samimi hiçbir insanın, CHP’de duracağı bir dakika kalmamıştır.
Tam da burası yeridir.
Çetelere dayalı bu sistem, Saray Rejimi, korku ile ayakta durmaktadır. Korkusunu halka bulaştırmak istemektedir. Ne kadar korkuyorlarsa, halka karşı o kadar saldırgan davranıyorlar. Tüm Saray, korkunun gölgeleri ile dolmuştur. Saray’ın her odasında korku egemendir. Erdoğan hangi odada toplanırsa toplansın, korkusunu azaltacak bir iksir bulamamaktadır. Her geçen gün bu korku büyümektedir. Bu nedenle, hem büyük bir karanlık örmektedirler, hem de büyük bir kinle saldırmaktadırlar. Karanlık ve devlet terörü, Saray Rejimi’nin ana dayanaklarıdır.
Biz, tüm Türkiye’yi, tüm Ortadoğu’yu kurtaracak, tüm bu savaş, baskı, karanlık, rant ve yağma dönemini kapatacak, güneşli günleri müjdeleyecek şeyin bir sosyalist devrim olduğunu görüyoruz. Kürt halkının mücadelesi, direnişi, bir örnektir. İşçi sınıfı, tüm emekçiler, ayaklarının üzerine doğrulacaktır, karanlığı yırtacak, korku duvarlarını parçalayacak ve güneşe uzanmak üzere yürüyecektir.
Ülkenin, tüm toplumun, tüm bölgenin tek ve gerçek kurtarıcısı işçi sınıfı ve emekçilerin ellerinde yükselecek olan bir sosyalist devrimdir.
Ülkenin tüm namuslu insanları bu devrim mücadelesine destek vermeli, devrimci saflarda kendilerini örgütlemelidir. Dışarıdan, başka yerden bir kurtarıcı gelmeyecektir. Devrim, devrimcilerin öncülüğünde, işçi sınıfının öncülüğünde hayata geçecektir.
İşte o zaman, halklar arasında kardeşlik başlayacaktır. İşte o zaman bölgemizden tüm emperyalist güçlerin sökülüp atılması sağlanacak ve gerçekten barış dönemi açılacaktır. İşte o zaman insanın insana kulluğu, sömürü ve aşağılanma, ırk ayrımcılığı, cinsiyet ayrımcılığı, dinin azgınca kullanımı son bulacaktır. Savaşsız ve sömürüsüz bir dünya için, Anadolu’da, güneş ülkesinde yeni bir hayat kurulacaktır.
Bunu yapacak güç, işçi sınıfı ve emekçi halkta vardır.
Bölgemizin tüm direnen halklarına, direnen işçilere, gelişen özgürlük ve sosyalizm arayışına selâm olsun!