Bugün, her yanda bir tartışma var: Acaba Erdoğan sonrası nasıl olacak? Acaba, Erdoğan gidecek mi? Acaba, seçimler olacak mı? Olursa sandık güvenliği sağlanacak mı? Acaba, seçimlerin sonuçlarını, eğer kaybeden Erdoğan olursa kabul edecek mi? Acaba Erdoğan yasalara uyacak mı?
Bu sorular, Saray Rejimi’nin gerçek niteliğini anlamamaktan ileri gelmektedir.
Bu sorular, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin velhasıl mücadele edenlerin direnişine güvenmemektir. Kendine güvenmemektir.
Erdoğan yasalara uyar mı? Elbette uymaz. Soylu da uymaz. Bu, kişilere bağlı bir durum değildir. Ülkede Saray Rejimi vardır. Saray Rejimi, tekelci burjuva egemenliğin, sömürge bir ülkedeki tekelci polis devletinin olağanüstü örgütlenmiş hâlidir. Burada “yasalar”, ancak iç savaş hukukuna göre şekil almaktadır.
Saray Rejimi, krizi çözmek üzere organize olmuş bu rejim, derin bir ekonomik ve siyasal krizin içindedir. Halk, işçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler, sisteme tepkilerini geliştirdikçe, düzen partileri, hemen, “suçlu” olarak tek başına Erdoğan’ı öne çıkartıyorlar. Bu aslında sistemi ayakta tutmanın da bir yoluna çevrildi.
Öte yandan, Saray Rejimi’ni ayakta tutmak için, efendiler, sömürge ülkenin sahipleri ABD ve AB, Erdoğan aracılığı ile yönetmeyi sürdürmek istiyorlar. Bu durum, burjuvazinin, tekellerin, uluslararası sermayenin, zaman zaman bazı uyarıları olsa da, Erdoğan’ın arkasına dizilmelerine neden olmaktadır.
Saray Rejimi, halka, kitlelere, her türden hak arama eylemine, her türden aykırı sese karşı copu ile, süngüsü ile, TOMA’sı ile, yargısı ile vb. dikildikçe, insanlar, burjuva muhalefetin “önce Erdoğan gitsin” yaklaşımına evet deme eğilimine giriyorlar.
Aslında devlet, buna razıdır.
Erdoğan gidince, Saray Rejimi gitmeyecektir.
Saray Rejimi, şekil değiştirip parlamenter demokrasi olsa dahi, burjuva egemenlik bitmeyecektir.
Saray Rejimi’nin varlığını koşullayan üç etken vardır: Emperyalistler arasındaki paylaşım savaşımı ilkidir. Bu bitecek mi? Elbette hayır. Diğer ikisi, birlikte sayalım, Kürt devrimi ve Gezi ile başlayan direniş sürecidir. Her ikisi de etkilerini sürdürecektir. Bu nedenle, egemenler, Saray Rejimi’ni, yıpranan Erdoğan olmadan ayakta tutmaya çalışacaktır.
Halk, işçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler, direnişi geliştirdikçe, Saray Rejimi, bazı noktalardan tavizler verecek, parlamenter demokrasi yalanı ile sistem restore edilmeye çalışılacaktır. Oysa buradan bir çıkış yoktur.
Ne sömürü azalır, ne sömürü biter, ne baskı ve zulüm azalır, ne ekonomik kriz çözülür, ne işçilerin emekçilerin yaşam ve çalışma koşulları düzelir.
Öte yandan, elbette Erdoğan’ın gidişi bir “kazanım” olur.
İyi ama nasıl bir gidişi?
Eğer, Erdoğan’ın yerine, ABD ve AB, yeni bir adam seçer ve onu halka onaylatırsa, bir “kazanım” olmaz.
Eğer, Erdoğan’ın gidişi bir ayaklanma ile, direnişle, işçi ve emekçilerin mücadelesi ile gerçekleşirse, işte o zaman bu bir kazanım olacaktır.
İşçi ve emekçiler, bir genel direnişle, bir genel grev ile, bir büyük ve yaygın direnişle iktidarı sarsarsa, alaşağı ederse, sonuçta, çok ileri gidip bir işçi devleti, bir proletarya diktatörlüğü kuramazlarsa da, bir sosyalist devrim gerçekleştiremeseler bile, Erdoğan’ın bu yolla gidişi bir kazanım yaratır. İşçi ve emekçiler, kadınlar ve gençler, kendi mücadelelerinin işe yaradığını görür, kavrarlar. Bu kendi başına büyük bir kazanımdır. Hayatın birçok alanında insanlar, kendi iradelerine uygun önlemler alır, bazı adımlar atarlar.
Yok eğer, gelişen direniş, bir genel direnişle iktidarı alaşağı eder ve sosyalist devrimi gerçekleştirecek bir örgütlü ayaklanmaya dönüşürse, bunun için devrimcilerin önderliği sağlanabilirse, o zaman bunun nasıl bir büyük ve tarihsel kazanım olacağını söylemeye bile gerek yoktur. Gerçek çıkış yolu da budur.
Şimdi soruyu şöyle sormak gerekir: Burjuva muhalefet, CHP, İYİ Parti, Davutoğlu, Babacan vb. seçimle Erdoğan’ı “indirmek” için bir araya gelmiş iken, bizim, devrimcilerin, sosyalistlerin, işçileri bu ittifaka destek olamaya çağırmamız doğru mudur?
Birincisi, bu burjuva muhalefet, Erdoğan’ı devirmekte ciddi midir? Değildir. Burası bir sömürge ülkedir. ABD ve AB tarafından seçilmemiş birisi, burjuva muhalefetle, seçimlerle iş başına gelemez. Bunu unutmak gerekir. Eğer efendiler, ABD ve AB, burada yeni bir iktidar görüntüsü şekillendireceklerse, bu onların seçtiği kişiler üzerinden olur.
Seçim, ülkemizde, efendilerin önceden seçtikleri kişileri, halka seçtirmesidir. Bu açıdan seçim görüntüdür. Hele ki şimdi, parlamento yoktur, siyasal partiler kalmamıştır, hukuk iç savaş hukukudur. Bu durumda, seçimlere bu denli bağlanmak yanlıştır.
Demek ki, Erdoğan’ın gidip gitmemesine, kendisi dahi değil, muhalefet değil, doğrudan efendiler karar verecektir. Eğer Erdoğan bir kitle hareketi ile, bir direnişle iktidardan düşerse, onunla birlikte Saray Rejimi’ni de alaşağı etmek mümkün olur ve efendilerin planı, ilk kez TC devletinde işe yaramaz hâle gelir.
İkincisi, bugün, Erdoğan’ın gidişi ile Saray Rejimi’nin alaşağı edilmesi arasında bir ara aşama yoktur. Birincil görev, liberal solcularımızın söylediği gibi, Erdoğan’ın gitmesi değildir. Birincil olan Saray Rejimi’nin devrilmesi, alaşağı edilmesidir.
Bu amaçla, ancak bu amaçla geçici ittifaklar mümkündür. Saray Rejimi, seçimle değişmeyecektir.
Madem burjuva muhalefet bu denli Erdoğan ve Saray Rejimi karşıtıdır, neden dokunulmazlıkları kaldırmıştır, neden hâkimlerin bir bölümünün CHP ve İYİ Parti’den atanması koşulu ile yasalara destek vermiştir, neden Suriye politikasına destek vermiştir, neden tezkerelere destek vermiştir, neden Libya konusunda kıllarını kıpırdatmamıştır, neden Kafkaslarda operasyonlar yapılmasına onay vermişlerdir? Bu soruları uzatmak mümkündür. Halkı, işçi ve emekçileri evlerinde tutmak için, “iç savaş çıkartacaklar, aman eylem yapmayın, sesinizi çıkartmayın” diyenler, nasıl olur da seçimlerin yasalara uygun yapılacağını söyleyebilirler?
Gelişmeler öyle olabilir ki, işçi ve emekçiler direnir, sokaklara taşar, Saray Rejimi’ni, Erdoğan’ı alaşağı eder, Erdoğan ülkeyi terk eder vb. ama işçiler de iktidarı alamayabilir. Bu durumda, “demokratik” haklar genişler. Bu gerçekleşebilir. Ama bunun gerçekleşmesi bile, işçi ve emekçilerin direnişine bağlıdır. Bir genel direniş, işçilerin, emekçilerin, kadınların ve gençlerin, devrimci önderlikle birleşmiş bir direnişi olmadan, Saray Rejimi’nden “demokrasiye” diye bir yol tarif edilemez.
Her gün, din adına tuhaf, ileri söylemler dile getirilmektedir. Buna rağmen, altılı masa, “ülkenin laik” olduğunu söylemektedir. Ama örneğin Şarkıcı Gülşen, bir söz ettiğinde hemen tutuklanmaktadır. Bu kaza ile mi gerçekleşiyor? Elbette hayır. Madem burjuva muhalefet bu kadar güçlüdür, buyursun, bu konularda bir eylemlilik geliştirsin, görelim.
TC devleti, hiçbir zaman laik olmamıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı bunun en somut kanıtıdır. 12 Eylül ve ardından Saray Rejimi ile, bu laiklik bir cümle hâline getirilmiştir. TC devleti hiçbir zaman “demokratik” vb. olmamıştır. En başından beri sömürgedir ve sömürge ülkelere özgü, çoğunlukla olağanüstü rejimlerce yönetilmektedir. Egemenler, her zaman dini ve milliyetçiliği, vahşice kullanmışlardır. Birçok katliamın ideolojik altyapısı böyle ayarlanmıştır.
Ciddi olmak gerekir.
Evet, bu rejimden bıktık.
Ama öfkemize sahip çıkmalıyız. Büyük bir sabırla öfkemizi örgütlemeliyiz. İktidarı devirmek üzere hareketi genişletmeli ve örgütlemeliyiz.
İşçi ve emekçiler, Birleşik Emek Cephesi’ni örmelidirler. Kadınlar ve gençler, kısacası tüm direnişçiler Birleşik Emek Cephesi’ni örmelidirler. Çıkış yolu budur.