Bu çürümüş düzeni sürdürmek için egemenler esir bir toplum yaratmak istiyorlar. Her yönüyle esir alınsın ki bu toplum; sömürüye, aşağılanmaya karşı başkaldırmasın, sorgulamasın, insanca yaşamayı hayal bile etmesin istiyorlar. Çünkü bu düzen yoksulluktan, geleceksizlikten, sömürüden başka bir şey vaad etmiyor.
İşçiler aç kalırsam korkusuyla sömürüye başkaldıramasın, kadınlar öldürülürüm korkusuyla aşağılanmaya ve şiddete maruz kalmaya itiraz edemesin, halklar ve inançlar, anadillerini, kimliklerini, kültürlerini yaşatmak için harekete geçmesin istiyorlar.
Özellikle gençlerin akıllarını teslim almaya çalışıyorlar.
Her kademede eğitimi bilimsel bakış açısı ve yöntemlerden arındırarak çocukların ve gençlerin beyinlerini çöple dolduruyorlar. Yalnızca eğitimi değil, gençlerin günlük yaşamını da kontrol etmek istiyorlar. Enes Kara’nın intiharı bunun çığlığıdır.
Şimdi de 20. Milli Eğitim Şurası’nın okul öncesinde din eğitimini öneren tavsiye kararını değerlendiriyorlar. Bu, çocukların çok küçük yaştan itibaren akıllarını teslim alma projesidir. Biliniyor ki bilimsel düşüncenin temelleri oluşmaya başlamışsa, sorgulama mutlaka devamında gelecektir. Buna engel olmaya çalışıyorlar. Devlet okullarını imam hatipleştirme projesi de bunun içindir.
Ama bu adımlar asla yalnızca çocukların akıllarını teslim almak için değildir. Bir bütün olarak toplumu ehlileştirmek içindir.
Çünkü çocukları korumayan, çocukların beyninin bilim-dışı düşüncelerle doldurulmasına engel olmayan bir toplum, geleceğini teslim etmektedir. Geleceğini teslim edenin umudu da olmaz, başka bir yaşamın mümkün olabileceğine dair fikri de olamaz. Dolayısıyla bugün de esareti kabul ettirebilirsiniz böyle bir topluma… Yapmaya çalıştıkları budur.
Tam da bu yüzden bugün bunun esaret olduğunu görüp sonuna kadar reddetmeliyiz.
Bunun ilk adımı, önemli gerçeklerle yüzleşmektir:
- TC Devleti hiçbir zaman laik olmamıştır. Diyanet İşleri’nin varlığı bunun itirafıdır. Diyanet İşleri varsa, devletin dini var demektir. Egemenliklerini sürdürmek, kitleleri yönetmek için dini kullanmaktadırlar. Zaman zaman Osmanlıcılığı, ama her zaman İslam’ı ve milliyetçiliği kullanarak yönetmektedirler.
- Bu politikaların tek kaynağı iktidar bloğu değildir. Saray Rejimi, yalnızca iktidardan ibaret değildir. Enes Kara’nın intiharını “aileyi üzmeyelim” diyerek konuşmayan muhalefetin ikiyüzlülüğü de bunun içindedir. Muhalefet partisi aslında tarikatların tepkisini çekmekten çekinmektedir. Saray Rejimi, iktidarıyla ve muhalefetiyle bu devlet-tarikat-mafya ağının içinde yönetmektedir.
- Saray Rejimi’yle her ilde IŞİD cihat örgütlenmeleri yaygınlaştırılmıştır. Hemen hemen her tarikat mafyatik bir örgütlenmeye sahiptir ve her biri birer holding büyüklüğündedir. Saray Rejimi bu tarikatlarla iş yürütmektedir.
- Eğitim, sağlık birer rant alanı haline getirilmiştir. Bu alanlarda verilen kararlar egemenlerin ekonomik ve siyasal çıkarlarına göredir.
Bunları bildiğimizde, bu çürümüş düzene karşı nasıl mücadele etmemiz gerektiğinin cevapları da oluşmaya başlar.
Demek ki, bu çürümüş düzen yama tutmaz.
Demek ki yönetenler içinden seçimle gelip bir kurtarıcı çıkmayacak.
Demek ki teslim olmamak için mücadele etmesi gereken biziz!
Bugün kazanmanın yolu direnmekten geçiyor. İşçiler, halklar, kadınlar, öğrenciler, gençler olarak direnişi büyütmeye odaklanacağız. Tepkimizi bir kez ortaya koyup geri çekilmeyeceğiz. Israrla mücadele edecek, işyerlerinde, mahallemizde, okulumuzda bir araya gelecek, örgütlenecek, birlikte yeni adımlar planlayacağız.
Geleceğimiz için bugün iki adım daha atmanın, direnişi büyütmenin zamanı.
Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber, ya hiçbirimiz!
27 Şubat 2022