Devrimci savaş arkadaşlığı ve Birleşik Emek Cephesi

Üç süreç, üst üste yaşanmaktadır. “Üst üste” belki de doğru düşmez, iç içe girmiş, birbirilerini etkiler şekilde yaşanmaktadır. İlki, dünya kapitalist sisteminin bunalımı ve bu bunalımla birleşmiş biçimde emperyalistler arası paylaşım savaşımıdır. 2008 yılında patlayan ekonomik kriz, kapitalist sistemi sarsmaya devam etmektedir ve daha bir çözüm ortaya çıkmış değildir. Dahası, 1990’larda SSCB’nin çözülmesi ile ortaya çıkan yeni pazarlar, emperyalist güçlere hareket sahaları açarken, aynı zamanda Almanya, İngiltere, Japonya ve Fransa için, en çok bu dördü için, ABD hegemonyasından kurtulma olanakları yarattı. Bu durumu gören ABD, savaş naraları atmaktan geri durmuyor. Böylece, dünyanın bu başlıca beş emperyalist güç arasında paylaşımı, krizle birleşerek gelişiyor (Biliniyor, biz Rusya ve Çin’i, savaş onlara yönelmiş olsa da, kelimenin Marksist anlamında emperyalist güç olarak görmüyoruz. Sosyalist olmadıkları açık. Ama büyük güç olmak, bağımsız bir güç olmak ile, emperyalist olmak aynı şey değildir). Süreçlerden ilki budur.

Süreçlerden ikincisi, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslarda, içine Kuzey Afrika’yı da katarak bölgemiz diyeceğimiz alanda yaşanan süreçlerdir. Bu süreçler sadece savaşlardan ibaret değildir, aynı zamanda devrimci gelişmeleri de içine almaktadır. Bu coğrafyada, her ülkede farklı biçimlerde de olsa devrimci mücadele yürümektedir.

Üçüncüsü ise, tüm bunlardan bağımsız olmamak koşulu ile, ülkemizde yaşanan süreçlerdir. Bir yandan Saray Rejimi çözülmektedir, diğer yandan egemenler bu duruma çözümler aramaktadır ve aynı anda, ülkede siyasal ve ideolojik açıdan gelişmiş ve yaygın örgütlülüklere sahip olmayan işçi sınıfının eylemleri, direnişi yükselmektedir.

Bu üç süreç, birbirini etkileyerek, bazan hızlandırarak, bazan yavaşlatarak, birbirinin içine girerek yaşanmaktadır.

SSCB’nin çözülüşü sonrası dünya için, yeni bir dönem başlayacak gibidir, başlamış da denilebilir. Dünyanın her yanında sisteme karşı direniş ve mücadeleler gelişmektedir. Dünya, bir bütün olarak, sosyalizm için hazırlanmakta gibidir. Bunu nesnel anlamda söylüyoruz. Kapitalizmin ölüm demek olduğunu, gezegenin geleceğinin dahi kapitalist kâr için üretimi durdurmayı dayattığını birçok kişi görmeye başlamıştır.

1917 ile başlayan kapitalizmden komünizme geçiş çağı, bir kere daha kendini açık sınıf savaşlarının yükselişi şeklinde ortaya koymaya başlamıştır.

Bölgemizdeki gelişmeler de, bu açıdan devrimin gereksinim olduğunu hissetmeye yetecek boyuttadır. Hatta, sadece devrimciler için değil, geniş halk kitleleri için de, kapitalizmden kurtulmak bir seçenek olarak akıllara işlemiş durumdadır. Bölgemizde, devrimci mücadele, her ülkede çok farklı biçimde sürmektedir. Kürt devrimi, bölgenin en örgütlü gücüdür. Ama buna rağmen, son derece örgütsüz güçlerin yer aldığı ülkeler de vardır. Buna rağmen, tüm bölgede, emperyalist egemenliğe son vermek ve sosyalizm mücadelesi, albenisi yükselen bir mücadeledir. İbre yukarı doğrudur.

Ülkemizde de Saray Rejimi’nin çözülüş süreci yaşanmaktadır. ABD emperyalizminin NATO’nun tetikçisi olarak hareket etmeyi yeğleyen, bundan başka bir iradesi kalmamış olan TC devleti, organize ettiği Saray Rejimi ile, kitleleri, işçi ve emekçileri susturmayı hedeflerken, aslında direnişi durduramamaktadır.

Ülkemizde, sosyalist devrim, nesnel olarak olanaklıdır.

İşte bizi bu noktaya getiren süreç de, bu üç sürecin bileşimi, karışımıdır.

İşçi sınıfı, sosyalist bir devrimle iktidarı almaya, nesnel olarak yakın, ama öznel olarak ise, bir o kadar uzaktır. Bu, durum tespitidir. Somut durum budur. Bu durum tespiti, devrimci mücadele açısından oldukça önemlidir.

Bu nedenle biraz daha açmak isteriz. Bizim görüşümüz, nesnel olarak devrime yakınlık ile, öznel olarak uzaklık arasındaki çelişkinin, bugün devrimci mücadeleyi belirlediği yönündedir. Bu nedenle, devrim safları içinde görülebilecek çevrelerde, bir anda şaha kalkan bir devrimci inanç görülürken, başka bazı çevrelerde ise, “devrim olmaz gerçekçiliği” öne çıkmaktadır. Bu bir uçtan bir uca gidip gelen hâl, nesnel durum ile öznel durum arasındaki çelişkiden kaynaklanmaktadır. Devrimi, uzak bir olasılık, “gerçekleşmeyecek bir hayal” olarak görenler dahi, yarın büyük bir toplumsal olay patladığında, kendini onun içinde bulacaktır.

Biz biliyoruz ki, devrim örgütlenir. Yani toplumsal olayların, sosyal patlamaların yanı sıra, devrimci eylem ve örgütlenme vardır. Esas olan da budur. Bizim öznel yetersizlik dediğimiz de burasıdır, başka yer değil.

Demek ki, nesnel olarak devrimin olanaklı olması, bunu gerçekleştirebilecek güçlerin hazır olması anlamında değildir. Öyle ise, bu hazır olma durumu, bir gündem olarak her şeyin önündedir, olmalıdır.

Devrimin olanaklı olduğu görüşü öne çıktığında, solun bir kesimi hemen, “ayakları yere basmayan analiz bunlar” diye feryadı basmaktadır. Oysa, gördüğünüz gibi, burada feryadı basacak bir şey yok. Daha gün o gün değil. Çünkü, öznel olarak devrimin siyasal ordusu hazır değildir. İşte yol ayrımı da buradadır. Biz, bu öznel yetersizliği yenmenin ana gündem olduğunu söylüyoruz. Bunun detayları da var elbette. Bazı dostlarımız ise, “nasılsa devrim anında değiliz, öyle ise mücadele olağan biçimde sürmelidir” diyorlar. Biz, esas gündem öznel yetersizliği yenmektir, diyoruz ve bunun için, örgütlenmeyi, işçi sınıfının devrimcileştirilmesini, kitlelerin örgütlü direnişini geliştirmeyi ayrı ayrı gündemler olarak, bütünün parçaları olarak ele alıyoruz. Devrimci dostlarımız, bu ayrı ayrı parçaları saydığımızda ilgi gösteriyorlar, ama bunun bir hedefe doğru akmasını gereksiz buluyorlar.

Ne yapalım, bu kadar farklılık, hatta daha fazlası da hep olacaktır.

Devrimin güçleri, hatta işçi sınıfı homojen olmadığına göre, herkesin kendi devrimci yoluna saygı duymalıyız, samimi olduğu sürece.

***

Bugün, ülkemizde egemen sınıf, bir “restorasyon” süreci peşindedir. Devlet çarkını restore etmek, tamir etmek istiyorlar. Sıradan insanların devletle sorunları ayyuka çıkmıştır ve bunu bastırarak idare etmeleri artık o kadar da kolay değildir. Ne baskı aygıtları, ne yalan mekanizması olan medya, ne ideolojik aygıtları (din ve milliyetçilik) eski prestijlerine sahip değildir. Bu, kitlelerin gözünde de böyledir.

Egemenler (egemenler kavramının içine burjuvazi, tekeller kadar, emperyalist güçleri de katıyoruz, eski Özel Harp Dairesi, Ergenekon kadar, yeni güçleri, tarikatları vb. de katıyoruz), iki alternatif üzerinde çalışmaktadır. İlki, Saray Rejimi’nin böyle sürmeyeceği için, güçlendirilmiş hâle getirilmesi alternatifidir. Bu o kadar kolay görünmüyor. Aksiliklere açık bir süreçtir bu. Bu aksiliklere karşı da, önlem olarak, güçlendirilmiş parlamenter sistem öne sürülmektedir.

Nasıl ki, konu NATO olunca, iktidarı muhalefeti ile tüm burjuva cephe, “demokrasinin koruyucusu” diye bağırıyor ve bir aradadırlar, nasıl ki konu Suriye savaşı olunca hepsi aynı fikirdedir, aynı şekilde bu ikili proje konusunun özü olan devleti kurtarmak konusunda, aynı fikirdedirler. Sadece, kimin cebinin dolacağı, kimin ne alacağı bir ayrım noktasıdır. Bir de, emperyalist efendileri arasında süren kavganın, ülke içine, iktidar savaşlarına yansımaları var.

Saray Rejimi’nin güçlendirilerek devamı, mevcut iktidar tarafından savunulmaktadır. Erdoğan ve Bahçeli, bu cephenin öne çıkan figürleridir. Daha çok Erdoğan üzerinden, sadece oradan yorum yapmak, aslında sığ düşünmenin ürünüdür. Saray Rejimi’nin en büyük savunucusu Erdoğan da değildir. Ama savunanlar, Erdoğan olmadan da Saray Rejimi’ni savunmaktan geri durmayacaktır. Belki de Erdoğan, kendini garantiye almak koşulu ile, parlamenter sisteme bile evet diyebilir. Ama mesele Erdoğan meselesi değildir. Saray Rejimi, başka bir şeydir ve bu Kaldıraç sayfalarında detaylıca ele alınmıştır.

Egemenlerin alternatifinin bir yüzünde bu var.

Öbür yüzünde, egemen çözümün diğer yüzünde, güçlendirilmiş parlamenter sistem meselesi var. En son, 6 parti, bu konuda bir deklarasyon yayınlamıştır.

Her iki proje de devleti kurtarma projesidir.

Her iki proje arasındaki farklılıklar ABD ve AB arasındaki farklılıklar ölçüsünde, onların çıkarlarının izdüşümleri ölçüsündedir.

Bugünlerde, Almanya ve Fransa, Ukrayna konusunda ABD emirlerine uyacaklarını beyan ettiklerine göre, Rusya ve Çin’e karşı savaş konusunda ABD hegemonyasını kabul ettiklerine göre, mesela Türkiye’nin kendilerine, AB’ye bırakılmasını talep etmiş olabilirler. Yaşayıp göreceğiz.

Bize bu parlamenter sistem savunusunu yapan burjuva muhalefet, demokrasi vaadinde bulunuyor. Bu nedenle, her zaman, her durumda, her olay karşısında halka, işçi ve emekçilere, “seçimlere kadar sabredin” diye nasihat ediyorlar.

Oysa bir seçimin olacağı kesin de değildir.

Tam bu noktada, biz devrimci sosyalistler, kendi yolumuzu, işçi sınıfının yolunu ortaya koymakla mükellefiz.

Bir devrim mümkündür. Tüm nesnellik bunu göstermektedir.

Bir devrimi yapacak ölçüde gelişmiş bir örgütlülük henüz yoktur.

Bu durumda, devrimcilerin savaş arkadaşlığını geliştirmeye dayalı bir çıkış, aynı zamanda işçi sınıfının örgütlenmesi ve direnişini geliştirmesini hedefleyen bir yol ortaya koymamız gerekir.

İşte Birleşik Emek Cephesi budur.

(a) Birleşik Emek Cephesi, işçi sınıfının bağımsız yolunu, sosyalizm ve devrim yolunu, devletin ürettiği alternatiflerden birinin seçmenin bir seçim olmadığını işçi ve emekçilerin önüne koyacaktır.

(b) Tüm toplumsal muhalefete, işçi sınıfının çıkış yolunu, bir yol olarak ortaya koymak demektir.

(c) Var olan ve durdurulamayan direnişlerin daha örgütlü, daha bilinçli, daha yaygın hâle gelmesini sağlama gereğine işaret edecektir.

(d) Devrimci işçilerin, devrimcilerin, farklı örgütsel yapılardaki devrimcilerin, kendi yapılarını korumalarına olanak vererek bir savaş ve mücadele arkadaşlığının geliştirilmesinin önünü açacaktır.

(e) Sadece işçi sınıfı için değil, işçi sınıfı öncülüğünde, tüm toplumsal direnişin bir adresi olmayı sağlayacak, kadın direnişinin, gençlik direnişinin, işçi direnişinin bir yerde toplanmasının olanaklarını ortaya çıkaracaktır.

Tartışma, budur.

Tartışma bunun adının ne olacağı değildir.

Değildir, zira Birleşik Emek Cephesi, kimsenin tekelinde değildir.

Mesele, bugün, bir cephe olarak Birleşik Emek Cephesi (BEC) içinde sadece örgütlü yapıların değil, daha gevşek birlikteliklerin de var olmasının gerekliliğidir. Yani, BEC, sadece belli sayıdaki örgütlü devrimci yapılardan oluşup, kendini yerel, gevşek örgütlenmelere kapatamaz. Bu büyük bir hata olur.

Kaldı ki pratik de böyle değildir. Bir yandan zamlara karşı, bir yandan işsizliğe karşı, bir yandan sendikalı işçilerin işten atılmasına karşı, birçok ortak davranış geliştirilmektedir. Bu ortak davranış ve direnişler, sürekli gündeme bağlı oluşmaktadır. Örneğin avukatlar içinden bir veya beş grup buraya çağrılmamakta, bu da bilinçsizce yapılmaktadır. Yani, direnişi geliştirmek için, daha örgütlü hareket etmek esas olmalıdır.

Bu, eski tartışmalardaki gibi, mesela bir “çatı partisi” adı altında bir ortak mücadele değildir. Bu, daha geniş bir perspektifle ortak mücadeledir. Herkesin kendi görüşlerini korumasında bir sakınca olmayan, savaş arkadaşlığını geliştirmeyi temel alan bir yaklaşımdır bu.

Savaş arkadaşlığı, kıymetli, önemli bir değerdir. Farklı siyasal görüşlere sahip olup da, aynı talepler için dövüşmek, zor da olsa, bizim topraklarımızda az görünen bir durum da değildir.

Birleşik Emek Cephesi, elbette, direnişlerin gelişmesi, daha örgütlü bir yapıya kavuşması, sürekliliğinin sağlanması açısından, önemli katkılar sağlayacaktır. Sadece işçi örgütlenmelerinden değil, kadın ve gençlik örgütlenmelerinden de bileşenler içinde olacaktır. Üzerine odaklanacak ilk hedef, direnişlerin yaygınlaştırılması, örgütlü hâle getirilmesi, direnişler arasında bağların kurulmasıdır.

Devrimin ana sorunları konusunda bir fikir birliğini, bir ideolojik birliği gerekli, ön şart olarak zorunlu bir şey hâline getirmez. Herkes, devrim, devrimin ittifakları, devrimin gelişim yolu, mücadele metotları konusunda kendi fikirlerine sahip olmayı sürdürecektir. Belki mücadele arkadaşlığı, birbirini daha iyi dinlemeyi beraberinde getirebilir. Bu ayrı bir şeydir. Biz, sadece devrimci güçlerin ortak mücadelesinden söz etmiyoruz. Yaşam, eşitsiz ve bileşik gelişiyor. Devrimciler kendilerini örgütlerken, işçiler, kadınlar, gençlik arasında farklı örgütlenmeler de ortaya çıkmaktadır. Mesele, tüm bunları, bir direniş cephesi olarak örgütlemektir.

Gelişen nesnelliğin önümüze koyduğu görev budur.

Egemenlerin arayışlarına, restorasyon çabalarına karşı, işçi sınıfının alternatifi Birleşik Emek Cephesi’dir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz