Suriye savaşı, tüm bölgeyi savaşa sürükleme süreci açmıştır ve Türkiye bu savaşta, hem ABD saflarında, hem de bir aktörden çok bir tetikçi rolu ile yer almıştır, yer almaktadır.
Ama bu, resmin savaş; bu, resmin paylaşım yüzüdür.
Bir de bölgede Kürt halkı başta olmak üzere, halkların direnişi söz konudur. Filistin’de kırılamayan direniş, yeniden anti-emperyalist bir rotada yol almanın koşullarını oluşturuyor. Suriye coğrafyasında, Irak coğrafyasında, başta Kürt halkı olmak üzere halklar, hem direniyor, hem de ortak direniş, ortak mücadele yollarını arıyor. Halkların ortaklaşa yaşama iradesi, Kobanê örneğindeki gibi, henüz çok yeni ve yaygın olmasa da, gelişiyor.
Emperyalist güçler, bir yandan paylaşım savaşımına tutuşmuş, her biri pastadan daha büyük pay almaya çalışırken, diğer yandan, henüz Ekim Devrimi korkuları unutulmamıştır ve dünya gericiliği halkların ortak direnişi karşısında, bir bütün olarak karşı-devrim savaşı örgütlüyor.
Erdoğan’ın AK Parti aracılığı ile aldığı son seçim desteği, bir ABD operasyonudur ve dünya gericiliğinin ortaklaşa iradesinin ifadesidir. Dünya gericiliği, nasıl ki, IŞİD’in ortaklaşa babasıdır, aynı şekilde ülkemizdeki savaşın da doğrudan tarafıdır.
Devletteki çeteleşme, dünya kapitalist ekonomisinin tüm ülkelerinde gelişmektedir. Bu çeteleşme, bizim ülkemizde de aynı biçimde devrededir. Yakın dönemde, bir Cumhurbaşkanı konuşacak, bir de Peker konuşacak. Çeteleşme, sadece ihale süreçlerinde, sadece rüşvetin dağıtılmasında, sadece kamu kaynaklarının yağmalanmasında yoktur. Çeteleşme, medyada da vardır, bürokraside de. Bakanlar Kurulu bir kukladır, sentetik Başbakan’ın yönettiği bir iş takip kuruludur. Parlamento tümü ile devre dışıdır. Parlamentonun hiçbir işlevi kalmamıştır. Cumhurbaşkanı, doğrudan kendi konumu, fiili durumu için yeni yasalar, anayasa vb. istemektedir. Ama öte yandan, Kürt halkının fiili durumuna uygun bir yasa talebi, ne olursa olsun, büyük bir şiddetle karşılanmaktadır.
Ve dünya gericiliğinin yetkili kurumlarından biri olan NATO, bunu desteklemektedir.
Ama bu arada, Kürt halkının ve halkların direnişi gelişiyor. Sur, Cizre, Silopi gibi ilçelerin ablukaya alınması resmin bir yüzüdür ve aynı anda burada bir direniş, sokak savaşları devrededir. Elbette çetindir, elbette zorlukları vardır.
TC devletinin saldırıları, elbette hayatı zindan etmeye, ülkeyi kana bulamaya dönük saldırılardır. Suruç, Ankara bombalamaları, aslında kitlelerin Gezi ile başlayan sokaklara taşma eğilimini yok etme isteğinin ifadesidir. Kuşku yok ki bu konuda devlet, silâhsız, örgütsüz, haklarını isteyen, kitleleri bastırma konusunda yol alabilmektedir. Ama buna rağmen, daha az sayıda, ama daha kararlılık kazanan bir direniş de gelişmektedir. Direnişin giderek kararlılık kazanması, onu daha da güçlü kılacaktır.
Gezi Direnişi ile başlayan süreç, Soma cinayeti ile ortaya konan tepki, doğayı savunmak için geliştirilen halk mücadelesi, işçi grevleri vb. birbirine besleyerek gelişecek olanakları kolaylıkla yaratamıyor. Elbette bu anlaşılmaz değildir. Ama bu direniş, zorluklar içinde de olsa ilerleyecektir.
Biz buna devrimin vücut bulması diyebiliriz.
Bir sosyalist devrim, tüm bölgede, zorluklar ve dağınıklıklar içinde ilerlemektedir.
Anadolu sosyalist devrimi, bölge devrimlerinin bir bileşenidir. Anadolu sosyalist devrimi, bir yandan halkların, diğer yandan işçi sınıfının uyanışı ve dirilişinin bir eseri olacaktır. Devrim, tüm bölgede gelişen devrimlerden hem etkilenmektedir, hem de onları da etkileyecektir. Bu nedenle, bölgemizde süren her anti-emperyalist mücadelenin destekçisidir ve onlardan da hangi koşulda olursa olsun destek alacaktır, almaktadır.
Kuşku yok ki, bu uzun bir mücadele yoludur. Devrimci savaş arkadaşlığı, her şeyden önce, binlerce yıldır bölgemize halklar arasına ekilen ayrılık ve ötekileştirme politikalarının mücadele ortaklığı içinde yenilmesi, aşılması anlamına gelmektedir.
Bunun ne kadar uzun süreceği ayrı bir konudur, ama bölgemizdeki vahşi gerici saldırı, başka yol da bırakmamaktadır. Tüm bölge halklarının tek çıkış yolu, devrim ve sosyalizm mücadelesidir.
Devrim ve sosyalizm, hem savaşı önlemenin, hem de nefes alabilmenin, insan olarak kalabilmenin, katliamları önleyebilmenin tek yolu hâline gelmiştir. Bölgemizde yer tutan emperyalist güçler ve onların artık tetikçileri hâline gelmiş olan yerli ortakları, bölgemizdeki tüm devletler, halklara karşı bir savaş yürütmektedirler. Ve bu savaş artık öyle bir boyuta gelmiştir ki, emperyalistler ve onların yerli ortakları gerici devletler, sistemin tüm çürümüşlüğünü açığa çıkarmaktadır. Sistem, kapitalist dünya sistemi, çürümüştür ve her tarafından bu çürümenin kokuları ortalığı kaplamıştır. Bu çürüme, sistemin ömrünü tamamlamış olduğunun açık ispatıdır. Bu çürüme, sistemin her düzeyde sahiplerinde derin ve karşı konulamaz bir korku yaratmaktadır. O denli korkuyorlar ki, her yolla saldırıyorlar, her hak arama, her insanî tepki karşısında salyalarını akıtarak bağırıyorlar.
Bu korkularının gerçeğe dönüşeceği günlere yaklaşıyoruz. Yel ekiyorlar ve fırtına biçecekler. Bölgemizde IŞİD gericiliğini beslemeleri, tam da bunun en açık kanıtıdır. Sistem, IŞİD gibi varlıkları yarattığına göre, ne denli çürümüş olduğunu anlamak zor olmasa gerek.
Gelişmekte olan devrim, onun bir parçası olan Anadolu sosyalist devrimi, binlerce yıllık tarihle, egemenlerin halkları imha ve inkâr siyasetine dayanan tarihle, zulüm ve baskı tarihi ile hesaplaşmak demektir. Bu, büyük bir hesaplaşmadır. Bu derinlikte bir hesaplaşma, özgürleşmenin, insanlaşmanın, kurtuluşun tek ama tek yoludur.
Bu sadece sömürünün, zulümün ortadan kaldırılması demek değildir, bu aşağılanmanın, bu her türden ayrımcılığın (din, cinsiyet, ırk vb.) de ortadan kaldırılmasının tek yoludur. Sadece sömürünün temeli olan özel mülkiyetin ortadan kaldırılması, ortak mülkiyetin geliştirilmesi demek değildir, bu aynı zamanda yıllarca geliştirilen, beslenen gericiliğin, önyargıların, hurafelerin de tarihe gömülmesi demektir.
Bu halkların, insanların binlerce yıldır genlerine sinmiş korkuların parçalanması, yok edilmesi anlamına da gelmektedir.
Bu aynı zamanda, insanlaşma, ayakları üzerine dikilme, özgürleşme ve büyük barışma da demektir. Halkların kendilerinin doğrudan birbiri ile konuşabilmesi demektir. Tüm emperyalist yağmacıların bölgeden atılması demektir. Tarihle, tarihî bir barışma demektir. Tarihin yeniden yazılması, halkların gerçek tarihinin önünün açılması demektir. Geçmişle, tam, koşulsuz ve gerçek bir hesaplaşma demektir. Temizlenmek demektir.
Anadolu sözü, tarih içinde farklı anlamlarda kullanılmıştır. Biz, burada, Anadolu derken, ne onu Ortadoğu’dan, ne Mezopotamya’dan, ne Kafkaslar’dan, ne de Balkanlar’dan ya da Trakya’dan koparıyoruz. Belki daha uygun bir isimlendirmeyi, daha uygun bir adlandırmayı, mücadele bize öğretecektir. Ama bizim kullandığımız anlamda Anadolu, bugün, bölgemizde gelişen başta Kürt devrimi olmak üzere halkların her türlü mücadelesine saygıyı ifade eder, yoksa devrimi coğrafî ve tarihî olarak sınırlandırma denemesi değildir, olamaz. Bu nedenle, Anadolu devrimi bölgedeki devrimlerin bir bileşenidir.
Dahası, bölgemizdeki giderek ortaklaşa bir mücadelenin, fiili ya da organik farketmez, gelişmesi, dünya devriminin bir bileşeni olduğumuz gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bölgemizdeki devrimci hareketler, kendilerini öyle görsünler ya da görmesinler, dünya devrimci hareketinin bir parçasıdırlar. Biz kendimizi, buna layık olabildiğimiz ölçüde, dünya devrimci hareketinin bir müfrezesi olarak görürüz, isteğimiz ve irademiz budur.
Bugün halklara dayatılan savaş, gerçekte, halkların gelişmekte olan ve yüzlerce yıllık sürdürülen mücadelenin bastırılması girişimidir. Bu yeni değildir. Dünya gericiliğinin tarihi, bunun sayısız örnekleri ile doludur. Halkların gelişen mücadelesi karşısında bu baskı ve zulüm, bu vahşi saldırı, hiçbir zaman ebedî bir iktidar, ebedî bir egemenlik kuracak bir zafer elde edememiştir. Bu sefer de elde edemeyecektir. Binlerce yıllık baskı ve zulüm tarihine karşı gelişmekte olan bir direnişin, derinden ve güçlü gelişi onları çıldırtmaktadır.
Bugün, ülkemizde ve bölgemizde, her demokratik hak arayışı, egemenlerin artık dayanamayacağı bir hâle gelmiştir. Kobanê karşısında dünya gericiliğinin tutumu bunun kanıtıdır. Kürtlerin “demokratik özerklik” tatışması karşısında egemenlerin verdiği tepki, bunun en açık kanıtıdır.
Her hak arama eylemi, en sıradan bir sosyal hak arayışı ya da iş güvenliği talebi ya da “demokratik özerklik” önerisi, bir anayasa önerisi, devletin şiddetine karşı en küçük bir itiraz, HES’lere karşı bir itirazın karşısında vahşi bir saldırıyı bulmaktadır.
Bu, açık olarak, sisteme karşı tüm mücadele biçimlerinin, sistemle bir hesaplaşmaya, devrimci bir hesaplaşmaya doğru evrildiğini göstermektedir.
Sistem, basını ile, hukuku ile, diyanet işleri ile, bürokrasisi ile, ordusu ve polisi ile her tür hak arama eylemine karşı tahammülsüz bir şekilde, şiddetle saldırmaktadır.
Devrim bu koşullar altında, ağır ağır ama kararlılık kazanarak kendi yolunu oluşturmaktadır.
Halkların, işçi ve emekçilerin örgütlenmesi zorlu bir yokuşu çıkar gibi gelişmektedir.
Zorlu bir yoldayız.
Güzellikler, zorlukların içinden, onları aşarak, onların üstesinden gelerek gelişir, ortaya çıkar, büyür. Bu aynı zamanda öğrenme sürecidir, bu aynı zamanda yaratıcı mücadele yöntemleri geliştirme sürecidir. Bunca yıllık sömürü ve baskı tarihi ile, aşağılanma ve yok etme tarihi ile hesaplaşmanın kolay olacağını hiçbir zaman düşünmedik.
Şimdi, zorluklarla başa çıkma ve kitleleri örgütleme, onları kendilerinin öncüsü hâline getirme dönemindeyiz. Şimdi, direnişi geliştirme iradesini geliştirmeliyiz. Halkların direnişi, diğerlerine örnek olacaktır. Hak verilmez alınır, özgürlük sunulmaz sökülerek alınır.
Devrim vücut bulmaktadır. Devrimden öğrenmesini bilmek, iyi bir öğrenci olmak dönemindeyiz. İyi bir öğrenci olmak, kötü bir öğretmen rolüne soyunmaktan çok ama çok daha yeğdir. Öğrenmek, her şeyden önce örgütlenmektir. Kitlelerin, işçi ve emekçilerin örgütlenmesi, direnişin odak noktasıdır.