ABD seçim sonuçları, Trump tarafından, henüz Trump’ın ifade ettiği şiddette bir itirazı ile karşılanmadı. İtiraz, seçim öncesinde Trump’ın verdiği imajın çok gerisindedir. Denilebilir ki, Trump, “elimden seçimi çaldılar” dedikleri güçlere karşı koyacak güce sahip değilmiş. Eğer bu doğru değil ise, o zaman “kolpacı” sayılmalıdır. Yani, konuşurken ocakta kül bırakmayan, ama işe sıra geldiğinde de geriye kaçan cinsinden. Seçimi mahkemeye götürdü, ama öncesinde karakola götüremedi ve mahkeme, işi çabucak karara bağladı. Şimdi, aşağı yukarı seçim sonuçları bellidir.
Aslında bu seçimin nasıl sonuçlanacağı üzerine kavga, gerçekte kişilerin kavgası değildir. Yani, Trump, böylesi bir karakter olduğundan seçimleri mutlaka kazanmak istemiş değildir. Böyle düşünmek işi hafife almak olur. Bir tek kişi, eğer sistemi bu denli tartıştırabiliyorsa, bu o kişinin gücünden çok, onun arkasındaki güçlerden kaynaklanabilir.
Zaten, kapitalist meta toplumu öyle bir toplumdur ki, yeniden üretim sürecinin unsurlarının hemen hepsi, kendilerine kişilikler bulurlar. Nasıl ki kapitalist, sermayenin kişilik bulmuş hâli ise, nasıl ki domateslerin sahibi onları çürümeden satmak için seyyar tezgâhında domatesler adına bağırıyorsa işte öyle, başkan adayları da bu kapitalist sistemin devamı için gerekli şeylerin kişilik bulmuş hâlleridirler.
ABD’de seçim sonuçları, biz bilelim ya da bilmeyelim, önceden bellidir. Tekelci polis devletini burjuva demokrasisinden ayıran budur. Tekelci polis devleti, günümüz kapitalist sisteminin devletidir ve “genel oy” sisteminin olası aksaklıklarını kontrol altına almış bir devlettir. Faşizm deneyimi, bunun daha “yumuşak” görünümlü yolları olduğunu öğretmiştir. Aslında genel oy sistemi ve temsilî “demokrasi” işlerken çıkabilecek hatalar konusunda İngilizler ve Almanların daha çok “kuramsal” çalışmaları vardır. Ama ABD’nin dünyaya demokrasi taşırken edindiği deneyim küçümsenir olamaz. ABD tekelleri, elbette kendileri için gereken şeyi bilirler. Fakat, eğer kendi aralarındaki kavga (rekabet demenizde sakınca yok) olağan sınırlarını aşarsa, işte o zaman güçler birbirini yoklamaya başlarlar. Görünen o ki, henüz ipler kopmamış olsa da, Trump-Biden arasındaki kavga, böylesi bir arka planın yansımasıdır. Trump bağırdı çağırdı ama tekeller zor olsa da anlaştılar.
Trump, ABD’nin içeride ekonomisini güçlendirmeyi, Çin ve Rusya’yı yeniden hedef tahtasına oturtmayı, NATO içindeki kardeşlerine daha açık bir baskı ile yüklenmeyi, onlardan ekonomik “sorumluluklarını” yerine getirmelerini istemeyi, içeride ırkçı bir yönelimle olası kalkışmaları önceden önlemeyi hedefliyordu. Temsil ettiği şeyler bunlardı. Bu nedenle, işadamlarından alınan vergileri kısmayı, Çin’deki yatırımları ABD’ye çekmeyi vb. hedefliyordu. Kardeşlerine yani Almanya, İngiltere, Fransa, Japonya vb. karşı hiç de nazik değildi, çünkü tüm soğuk savaş dönemi boyunca “sizi koruduk”, “şimdi ekonomimizi yıkmayın” tutumunu sergiliyordu.
Acaba, bu politika, AB’yi ve Batı ittifakını, Çin başta olmak üzere Çin ve Rusya’ya karşı ABD’nin şemsiyesi altına toplamaya yeterli olur mu?
ABD, dünya çapındaki hegemonyasını kaybetmektedir. Bu epeyce zaman böyledir. Önce ekonomik olarak bu kayıp başlamıştır, Ardından, siyasal alanda bu kayıp ortaya çıkmaya başlamıştır. Suriye savaşı sürecinde gördük ki, aslında bu kayıp askerî alanda da yaşanmaktadır. Bir zamanlar sistemin hegemon gücü, toprakları üzerinden güneş batmayan imparatorluk olarak adlandırılan İngiltere idi. Birinci Dünya Savaşı öncesinde başladı İngiliz hegemonyasının çözülüşü. Ve savaş sonrasında tam olarak açığa çıktı. Bugünlerde de ABD yüzyılının sonu gelmektedir ve ABD hegemonyası çözülmektedir. Bu artık bir eğik düzlemdir. Burada hegemonyanın çözülüşünün yavaşlaması söz konusu olabilir, ama durdurulması artık olanaksızdır.
ABD saldırganlığının ardında, SSCB çözüldükten sonra, dünya hâkimi olmak, “üçüncü Roma” olmak, “imparatorluk” vb. hayalleri vardı. Ama, Afganistan ve Irak işgalleri sonrasında durumun pek de öyle olmadığı ortaya çıktı. BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) “imparatorluk” hayallerinin hâkim olduğu dönemin ürünüdür. Ama artık, dünya eskisi gibi değil. Artık, 5 emperyalist güç arasındaki paylaşım savaşımı, kendini çeşitli yollarla dışa vuruyor.
ABD ise, bunu örtmek istiyor.
ABD “doktrinine” göre, Rusya ve Çin ana düşmandır ve tüm Batı dünyası bu düşmana karşı ABD şemsiyesi altında birleşmelidir.
Bunun için AB’yi biraz korkutmak gerekiyorsa IŞİD de yaratılabilir.
Obama döneminde durum bu biçimde ortaya kondu. Rusya’yı çevreleyecek operasyonlar, Rusya’nın tepkisi ile sonuçlandı.
Trump, Çin önde olmak üzere Rusya ve Çin’e karşı savaşı, içeride ekonomiyi güçlendirmek için Çin’deki yatırımların ABD’ye taşınması hedefi ile birleştirdi. Ve bu arada, kovboy, kaba bir üslupla, uluslararası kurumların yarattığı yüklerden kurtulacağını ilan etti.
Biden, Trump öncesi Obama döneminin etkili ismidir. Doğrusu, ABD tekelleri için son anda Trump ile devam edilemeyeceği uzlaşısı ortaya çıktığında Kamala Harris başkan yardımcısı olarak eklendi. Bayan Kamala, öyle anlaşılıyor “esas adam”dır. Obama döneminde nasıl ki “esas oğlan” Biden idi ise, şimdi de “esas kız” Kamala’dır.
Öyle anlaşılıyor, bu yeni dönemde birkaç makyaj dışında bir şey değişmeyecektir. İlkin sistem rayına oturtulmaya çalışılacak, Trump’ın işadamı pratikliği yerini “müesses nizam”ın kalıplarına bırakacak. Bunun ne kadar süreceği ise ABD tekelleri arasındaki çatışmaların derinliğine bağlı olacaktır. Hazine Bakanlığı, Savunma Bakanlığı bu açıdan önemli alanlardır. Elbette Biden, ABD denetiminde olan bazı uluslararası kurumları ayağa kaldırmaya çalışacaktır. Bunların başında da NATO gelmektedir. Macron’un “beyin ölümü gerçekleşmiştir” dediği NATO, acaba Biden ile ölü beyninin yerine nakil mi yapmaya çalışacaktır, bunu hep birlikte göreceğiz. Ama bu, Çin ve Rusya düşmanlığı içinde Rusya’ya karşı saldırıyı öne alan bir politika anlamına gelecektir. Öyle anlaşılıyor, Rusya’ya karşı hamleler, onu daha da içe kapatmayı hedefleyecektir.
Çin’e karşı savaş ise, daha alttan, daha ince taktiklerle devreye sokulacak gibidir. İstenen budur, ama hem Rusya hem de Çin için, bunlar bilinmez değildir. Ve dahası, 5 emperyalist güç arasındaki savaş, giderek daha da fazla su üstüne çıkacaktır. İşin doğası budur.
İşte tam bu noktada, Ortadoğu üzerinde ABD saldırganlığının artacağı anlaşılıyor.
İran’a karşı açık saldırganlıklar, Kasım Süleymani suikastı, ardından Muhsin Fahrizade (fizikçi) suikastı ile ortaya konduğu gibi, artacaktır.
Yani, ABD’nin Ortadoğu’ya hâkim olma, bu sahanın tam denetimini eline geçirme hamleleri bitmeyecektir.
Elbette ABD’de iktidar değişiklikleri, bölgemizde ABD ile ilişkilerde “fırsatlar” bekleyen her güç için ilgi noktası olacaktır. Bu nedenle, mesela Erdoğan, Biden dönemine hazırlık olsun diye Damat’ı bile feda etmiştir. Daha başkalarını da edecektir. Bunun gibi, her ABD’ye bağımlı güç, kendi durumunu ayarlamaya çalışacaktır. Doğrusu, bunun ne kadar işe yarayacağı konusu, Biden’ın politikalarından ayrı olarak bellidir, hiç işe yaramayacaktır. Örnek mi? Saddam, ABD için çok önemli olduğunu düşünüyor olmalı idi. Ama aslında pek bir önemi olmadığı ortaya çıktı. Bu noktada ABD politikalarının daha emredici hâl alacağı açıktır. Biden değil, Trump gelmiş olsa idi de, bu böyle olacaktı. Çünkü ABD hegemonyası için, Ortadoğu önemli bir alandır.
ABD, açık olarak, diğer 4 emperyalist güç ile bir savaş içindedir. Bu arada diğer dört emperyalist güç de, bir bütün değildir. Sadece Fransa ve Almanya arasında bir yakınlaşmadan söz etmek mümkündür. Bu dört emperyalist güç, “soğuk savaş” döneminden kalan ABD denetimini tamamen kırmak, ondan kurtulmak istemektedir. Yine bu dört emperyalist güç, savaşı daha arkaya almak, “rekabeti” daha öne almak isteğindedir. Onların çıkarlarına uygun olanı da budur. Ama askerî üstünlüğe sahip olan ABD, bunu beklemek niyetinde değildir. Öyle ise Trump döneminde açıktan ve diplomatik nezaket sınırlarının kalın olduğu bir üslup yerine Biden döneminde, daha arkadan, daha tehditkâr ama daha ince diplomatik nezaket çizgileri ile bir baskı devreye sokulacaktır.
Ortadoğu’da, İran’a karşı saldırganlık, geçiş dönemi boyunca hızla tırmandırılacaktır. Bu yolla, iki aylık sürece elde edilen kazanımlar üzerinden, hava yatıştırılmaya, İran ile pazarlıklar geliştirilmeye çalışılacaktır.
Fahrizade suikastı da bunun kanıtıdır. ABD yeni dönemde bu tarz saldırganlığı daha da artıracaktır.
ABD’nin politikalarında ciddi hiçbir değişiklik olmayacak, ama diplomatik nezaket çizgileri incelirken, saldırganlık ve tehdit daha ciddi hâle getirilecektir.
ABD’de, Biden’ın sağlık durumunun ne kadar yeterli olacağı, başkanlık dönemini tamamlayıp tamamlayamayacağı tartışılıyor. Aslında, bu politikanın, bir dört yıl daha işe yarayıp yaramayacağı tartışılmalıdır. ABD çıkarları açısından bu politika götürülebilir mi? Çünkü, bu sorunun yanıtı artık ABD’de değildir.
Giderek, beş emperyalist güç arasındaki paylaşım savaşımı daha da su ütüne çıkacaktır.
ABD, Rusya ve Çin’e karşı bir cephe oluşturmak için, muhtemelen yeni tavizler verecektir.
Yani, ABD’deki değişimlere bakarak, dünyada barışın gelmesini beklemek hatalıdır.
Barış, ancak ve ancak, sosyalist devrimlerle, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya için mücadele edenlerin zaferleri ile gelebilir.
Ortadoğu’da barış, şu ya da bu güce sığınma ile gelmeyecektir. Tersine, tüm bölgemiz halklarının, anti-emperyalist direnişi ile gelecektir.