Emperyalizme karşı savaş Nasrallah ve Hizbullah

Bizim ülkemiz solu, dünyaya “Batı değerleri”, “Batı gözlüğü” ile bakmayı çok sever. Bu, Cumhuriyet öncesinden gelen, devletin tercüme bürolarında “aydın” oluşumuna kadar giden bir süreçtir.

Sömürgeleşme, her zaman böyle işler: Emperyalist efendi, sadece askerî işgal ile gerçekleşen bir sömürgeleşmeyi, çok uzun süre götüremez. Götürürken de, çok ağır maliyetler öder. Emperyalist efendi, elbette ekonomik ve siyasal bağımlılığı sürdürmek için, elbette kültürel olarak da “toplumu fethetme” işine girişir. Bu nedenle, kendi yandaşlarına, mesela işgali “demokrasi götürme” olarak sunmayı emreder. Irak’ı ele alın. Saddam’a karşı hareket, aslında ne için imiş, “demokrasi taşımak” için imiş. “Demokrasi taşımak”, “medeniyet götürmek”, emperyalist sömürgecilerin çok sevdiği kavramlardır. Böylece, “ilkel” coğrafyaları modern dünyanın, medeniyetin bir parçası hâline getiriyorlar. Bu arada ise, elbette, mesela Irak’ta 1 milyon çocuk gibi, “istenmeyen” kayıplar olabiliyor. 1 milyon. Söylemesi kolay ama bunlar çocuk, yani insan. Koyun olsalar bile, oldukça çok anlamına gelir.

TC devleti, elbette Osmanlı’nın kalan toprakları üzerinde kuruldu. Ama Osmanlı’nın sömürgeleşme süreci, TC devletinin sömürge olması ile sonuçlandı. Osmanlı’dan ayrılıp “özgür”leşen ülkelerin her biri de birer sömürge olarak yollarına devam ettiler. Sanırım, bunları örneklemeye gerek yok.

Sömürgeleşmiş olan Cumhuriyet’in aydınları da, Osmanlı’nın tercüme bürolarında yetişen Batı hayranı “aydın”lar olmaya devam ettiler.

Bizde, bu Batı değerlerine, Batı dünyasına bağlılık, aslında hem “devlete bağlılık” anlamına gelmektedir, hem de sömürgeleşen bir ülkede gerçek anlamda emperyalizme hizmet etmeyi “aydın” sanmak anlamına gelmektedir.

Böyle olunca, her şey bize Batı’dan gelecektir. Almanya’ya gidince “muhteşemdir”, ama mesela Çin, elbette her şeyi ile pistir. Paris “müthiştir” ama Moskova her durumda kötüdür. İngiltere’de bir polis sizi durdurup kimlik sorsa, “bak şuna ne kadar ciddi bir güvenlik anlayışları var” sonucuna varılır ama Çin’de size bir polis kimlik sorsa, “bak işte diktatörlük budur” devreye girer.

Batı değerler sistemi, oldukça ilginçtir.

Mesela “demokrasi” denildi mi, hepsi Batı’dadır. Ve bizim ülkemizde yaşayıp, 70 yaşına ulaşmış bir solcu profesör, mesela “Batı değerlerine bağlı kalmalıyız, Batı demokrasisinden yana olmalıyız. Bunun bedeli NATO üyeliği ise kabulümdür,” diyebilmektedir. “Demokrasi” ile NATO, TC sınırları içinde yaşayan bir insanın aynı anda, yan yana kullandığı kelimeler nasıl olabilir? Olabilir, çünkü Batı gözü ile, emperyalist efendi gözü ile bakarsanız, öyle görürsünüz.

Yoksa, sıradan bir deneyimli TC vatandaşı, NATO olmadan, ülkedeki katliam ve cinayetleri ele almaz. Maraş katliamı, Sivas, Çorum, Malatya, 1 Mayıs vb. katliamları, hepsi ama hepsi, NATO ile bağlantılıdır. Tüm darbeler, hepsi NATO ile bağlantılıdır. “Demokrasi” savunucusu Batılı “aydın” kafa, darbeleri de “demokrasi dışı” olarak adlandırır. Ama yine de NATO tedrisatı var ve oradan geçince iş değişiyor.

Osmanlı “aydını”, tercüme bürosunda, devletin etekleri altında doğdu. Ama TC devletinin bu aydınları, NATO tedrisatı içinde doğdu. İşte bu fark da buradan gelir. Ne olursa olsun, bugünün devlet aydını, Osmanlı aydınlarının yanında çok karaktersiz kalır. Bu, sömürge ülke kişiliği ile bağlantılıdır.

Ortadoğu’da da durum böyledir. Evet farklılıkları vardır. Sömürgeleşme süreci, öyle tekdüze bir süreç değildir. Her birinde bazı farklılıklar olur. Ama nitelik değişmez.

Batılı bakış açısı, mesela kendini, Filistin mücadelesinde de, İsrail’in ırkçı rejimine de bakarken, kendini göstermektedir.

Konumuz Hizbullah lideri Nasrallah’ın katledilmesidir.

Batılı kafa, İsrail saldırılarının her birinde, seyreden TC vatandaşlarına, “bak şu İsrail’deki güce” diyerek yön verir. Eğer demir kubbe delinmiş ise, İsrail askerî zararlar görmüş ise, “bu önemli değil”dir ama eğer telsiz ve cihazlar patlatılmış ise (ki her telefon üreticisi isterse telefonları patlatabilir) “bak ne büyük bir eylem” der. Oysa, bu saldırı, devlet teröründe bir yeni aşamadır ve “güç”ten çok, “güç gösterisi”ne işaret eder. Güç gösterisi, genellikle zayıflık belirtisidir ve İsrail halkı, Netanyahu rejiminin nasıl bir rejim olduğunu bizzat göstermektedir. Bizim ülkemizde Erdoğan’ı tek adam diye eleştirenler, İsrail’de Netanyahu’nun başarılarını alkışlar hâldedirler.

ABD-İsrail-İngiltere ve NATO cephesi, dünyanın çeşitli yerlerinde suikastlar ile açık bir devlet terörünü uygulamaktadırlar.

Hizbullah liderlerinden Nasrallah, böylesi bir saldırı ile öldürülmüştür.

Bizim ülkemizin cehalet içindeki Batı kafalı aydınları, Hizbullah denildi mi, bizim ülkemizdeki Hizbullah’ı anlarlar. Sanıyorlar ki, bu isim benzerliği, Lübnan Hizbullahı’nı da aynı duruma getirir. Yanlıştır, cahilcedir.

Bizdeki Hizbullah, Kürt devrimine karşı kurulmuş, hizbulkontradır. Yani, İslamî bir görüntü altında kontra örgütlenmesidir; devlete bağlıdır, paramiliter bir yapıdır. MHP’nin işini Kürt coğrafyasında görmek üzere devreye sokulmuştur.

Oysa Lübnan Hizbullahı, böylesi bir yapılanma değildir.

İsrail, ABD uzantısıdır. İsrail için, ABD’li yetkililer, “bunu biz kurduk” demektedir. İsrail’in savaş kabinesinin başındaki Netanyahu, “biz burada ABD için savaşıyoruz” demiştir. Yani, her iki taraf da, durumu formüle etmiştir. İsrail, bölgedeki dengeleri ABD çıkarlarına uygun kurmakla görevlidir. İsrail’in işlevi budur. Elbette İsrail için bu politikanın gereği, 3 bin yıllık devlet vaatlerinin gerçekleştiğini söyleyenler olacaktır, vardır. Ama İsrail halkının savaş konusundaki protestoları, tüm halkın böyle düşünmediğini kanıtlar niteliktedir.

Bunları netleştirmediğiniz zaman, Hizbullah’ı, geleneksel İslamî örgütlerle birlikte ele alabilirsiniz. El Kaide, IŞİD ile Hizbullah asla aynı yere konamaz. Hizbullah, IŞİD’e karşı savaşmış güçlerdendir, dahası, birçok yerde, Hıristiyan mahallelerini koruma işine de girmiş bir harekettir.

Elbette, tüm bunlar, Hizbullah’ı, komünist, sosyalist, ya da Marksist bir örgüt yapmaz, zaten de değildir.

İşte işin püf noktası da buradadır. Emperyalizme karşı, egemene karşı savaşan bir örgüt, elbette halkların direnişinin bir parçası olabilir. Emperyalizme karşı tutarlı bir savaş, tutarlı bir mücadele elbette ki ancak anti-kapitalist bir mücadele ile yürütülebilir.

Bizim vurgumuz, (a) Hizbullah’ın IŞİD vb. gibi ABD tarafından kurulmuş, kontra örgütlerle karıştırılmaması gereği, (b) emperyalizme karşı mücadelenin önemli olduğu şeklindedir. İşte bu nedenle, birçok gösteride, Che’nin posterleri ile Nasrallah’ın posterleri birlikte taşınmıştır, taşınmaktadır.

Öte yandan, Nasrallah’ın öldürülmesi, ABD ve İsrail ortak işidir. Bu, bu alandaki suikastların ilki de değildir. ABD’nin savaşı yayma planlarının bir parçasıdır.

Gazze’de bir soykırım ortaya koyan İsrail’in neyi bahane ettiği üzerinden bir tartışma, korkakçadır. Hamas’ın solcu veya Marksist olmaması, bu saldırılara karşı durma konusunda bir tereddüt yaratmamalıdır. İsrail’in saldırıları, emperyalist yağma savaşının bir parçasıdır. ABD, tüm bölgeyi savaş alanı hâline getirmektedir. Yemen, Lübnan, Suriye, Irak, Filistin savaş sahası hâline gelmiştir.

Meseleye bu çerçevede bakmak gerekir.

Bu, tüm bölgeyi savaş hâline getirme programıdır.

Ve bu savaş, İran’a karşı savaş planlarının da bir parçasıdır. Dahası, bu savaş, Tayvan’a dönük planlar ve Ukrayna’daki savaşın da bir parçasıdır. Bu savaş, Balkanlar ve Kafkasları da içine alacak bir savaş hazırlığıdır.

Savaşın bu yönünü görmeden, İsrail’in “İslamcılara” saldırdığı ve bu nedenle bizi de ilgilendirmediği düşüncesi, gerçekte kafayı kuma sokmakla eştir. Batıcı “aydın” tutumu, sürekli olarak bunu devreye sokmaktadır. Oysa, emperyalizme karşı savaş, bir ayırt edici unsurdur. Yani emperyalizme karşı savaş, değerli ve önemlidir. Bu durum, temel noktalardan biridir. Bu nirengi noktası, bizim mesela IŞİD ile Hizbullah’ı ayırt etmemizde işe yaramaktadır.

Elbette, çıkış noktası, halkların, devrimci bir rotada, sadece emperyalizme karşı değil, emperyalizmin işbirlikçileri olan devletlere de karşı geliştireceği devrim ve sosyalizm mücadelesidir. Bu mücadelenin gelişeceği günler, elbette yakındır. Ve doğrusu çıkış buradadır. Ortadoğu halkları, mücadelenin bu yönünü geliştirebildiği oranda tutarlı ve sağlıklı bir yol geliştirebilecektir. Ve Marksizm, devrimci sosyalizm, bu konuda bir yol bulmak ve geliştirmek zorundadır. İslamî hareketlerin bu noktada iki farklı kanalda ilerlediğini söylemek mümkündür. ABD denetimindeki İslamî hareket, bir kanattır ve ABD ve emperyalizme karşı savaşan İslamî hareketler de ikinci kanaldır. Elbette, bunların arasında da birçok hareket vardır. Bu hareketler de savaşın gelişimi içinde cephelerini seçmek zorunda kalacaktır. Mesele, devrimci sosyalizmin halkların mücadelesinin liderliğini almasındadır.

Tün dünyada sürmekte olan savaş, ancak, sosyalist devrimlerin zaferi ile durdurulabilir. Başka bir yolla kalıcı bir barış olanağı yoktur, olamaz.

ABD-İsrail-İngiltere cephesi, savaşın içine İran’ı çekmek için elinden geleni yapmaktadır Ve bu savaşın, barut fıçısına dönmüş olan dünyada sadece Ortadoğu ile sınırlı kalması da olanaklı değildir. NATO, Ukrayna’da aldığı yenilgiyi, içine girdiği çıkmazı, savaşı büyüterek aşma peşindedir ve bu noktada İsrail, iyi bir araç olarak kullanılmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz