“Ezilenlerin kendilerini yönetme deneyimleri”: Zapatista örneği*

“İster mermi kullansın, ister oy pusulası, insan iyi nişan almalı.
Kuklayı değil, kuklacıyı vurmalı.”[2]

Oturumun başlığı olan “Tarihte ezilenlerin kendilerini yönetme deneyimleri” ifadesi, kabul etmek gerekir ki başlı başına bir paradoks, hattâ bir oksimoron. Tarihte (ve günümüzde) ezilenlerin kendilerini yönetme pratikleri enderdir. Ezilenler, genellikle egemenler(i) tarafından “yönetilir”. Zaten yönetildikleri (ki “yönetilme” durumunun ardındaki motif, genellikle egemen sınıfların onlardan emek, doğal kaynaklar ya da rant vb. formunda iktisadî fayda sağlaması, yani sömürüdür) için ezilirler.

Peki, bu duruma istisna yok mu? Olmaz olur mu? Ezilenler başkaldırıp egemenleri (geçici de olsa) safdışı bıraktıklarında, yönetenlerin “yönetemez” hâle geldiği kesinti momentlerinde (savaş, afet, ağır ekonomik/siyasal kriz vb.) ya da egemenlere ekonomik bir fayda sağlayamayacak kertede marjinalleşip kendi kaderlerine terk edildiklerinde, “kendi kendilerini yönetme” olanağı bulabilirler.

Tabii, böylesi “kriz” momentleri, “yönetememe hâli”ni, sosyal kaos’u da çağırabilmektedir: yağmacılık, tecavüz, katliam vb. Ama konumuz bu değil.

Konumuz, “başıboş” kalmış topluluğun, böyle durumlarda iradî (devrim, kalkışma vb. momentleri) ya da çaresizlikten kendi kendini yönetme pratiklerine yönelmesi. Yerel ve tarihsel olarak çok geniş bir çeşitlilik sergilemekle birlikte, böylesi durumlarda hemen her halkın prekapitalist dağarcığında mevcut olan eşitlikçi uygulamalara irca ettiğini gözlemlemek mümkün.

Bu durumu, Meksika Güneyi’nin Chiapas eyaletinde yaşayan Maya topluluklarının EZLN’li pratiği üzerinden irdelemeye çalışacağım.

Ama önce kısa bir arka plan sunmak gerekecek:

İspanyol sömürgecilerin Güney Amerika’ya ayak basar basmaz giriştikleri katliamlar, kendilerine eşlik eden ve yerlilerin bağışıklık sahibi olmadıkları salgın hastalıkların da yardımıyla, kıta nüfusunu 75 yıl içerisinde 25 milyondan 1.300.000’e düşürmüştü. Bu soykırım, İspanyol efendileri işletmeye açtıkları madenlerde, tarlalarda çalıştıracak işgücü bulamama, İspanya tahtını da muazzam bir gelir kaynağından yoksun bırakma riskini getirmekteydi gündeme. Kraliyet sonunda bölgede faaliyet gösteren misyoner tarikatların da yol göstermesiyle yerlileri hem İspanyol yerleşimcilerden ayrı tutarak ikinci sınıf konumlarını pekiştirecek, hem de işgücü akışını güvence altına alacak bir düzen tutturdu. Topraklar, iki kuşak boyu encomienda sistemi olarak adlandırılan bir sistem uyarınca fatihlere ve kraliyet hizmetlilerine tahsis edilecek, encomiendalarda yaşayan yerlilerin “siyasal ve dinsel bakımdan uygarlaştırılması”ndan sorumlu olacaktı. Encommenderoların yerli köylerine girmelerini ya da onları malikânelerine almalarını yasaklayan yasalar, yerlileri kâğıt üzerinde de olsa, encommenderoların aşırı sömürüsü ve suiistimallerinden koruyacaktı…

Fetih ve soykırım, mevcut yerli hiyerarşilerini darmadağın etmiş, onları cemaat yaşamına irca etmişti; yerliler bundan böyle Avrupalı fatihlerden ayrı, izole kırsal cemaatler hâlinde yaşayacaktı.

Kıtada 19. yüzyılda creol (kıta doğumlu Avrupa kökenliler) öncülüğünde girişilen bağımsızlık hareketleri ve ardından 20. yüzyıl başlarında mestizo elitler öncülüğünde oluşturulan ulus-devletler, yerlilerin yaşamlarında da radikal değişikliklere yol açacaktı. Meksika özelinde bu, toprakları “toprak reformu” adı altında özel mülkiyete açan ve yerlileri “üretici köylü yurttaşlar”a dönüştürmeyi hedefleyen politikalar biçimini aldı. Ancak mülkiyet hukuku ve finansal ayak oyunlarından habersiz yerliler, kendilerine dağıtılan toprakları kısa sürede latifundistlere kaptıracak ve yoğun bir topraksızlaşma baş gösterecekti. Meksika hükûmetinin buna bulduğu çözüm, 1917 Anayasası’yla toprak üzerindeki komünal mülkiyet ve ailelere tahsisi öngören ejido sistemini ihya etmek oldu. Bu sisteme göre cemaatin ortaklaşa sahip olduğu ejido toprakları tekil ailelere tahsis edilmekte ve aileler bu topraklar üzerinde geçimlik tarım faaliyetleri yürütmektedir.

Ejido cemaatleri toprak kullanım haklarına sahip kayıtlı tüm ejido mensuplarından oluşan ve altı ayda bir toplanan bir meclisin seçtiği yönetim organı (genellikle üç yılda bir seçilen ve bir başkan, bir sekreter ve bir saymandan oluşan comisariado) tarafından yönetilir. Comisariado’nun icraatı, herhangi bir düzensizlik ya da yolsuzluk saptadığında meclisi toplantıya çağırma yetkisi olan bir gözetim konseyi (Consejo de Vigilancia) tarafından denetlenir. Ortak toprak ve tahsis edilen arazilerde meclisin onayı olmaksızın herhangi bir değişiklik yapılamaz.

Mexico profundo başlıklı yapıtıyla yerlileri toplumsal belleğin merkezine yerleştiren, bu nedenle de ülkedeki aktüel indigenismo’nun önde gelen isimleri arasında sayılan Meksikalı antropolog Bonfil Batalla[3] böylesi bir toprak rejimi çerçevesinde biçimlenen yerli cemaatlerini, genellikle ortak bir tarih, dil ve kültürü paylaşan içe kapalı, kolektivist, eşitlikçi, değerler sisteminin ya da cosmovisión’unun merkezinde “doğayı fethetme”yi değil de, onun ayrılmaz bir parçası olduğu bilinciyle doğal dünyaya uyum içinde yaşamayı yerleştiren, kendine yeterli, içevlilikçi, özerk cemaatler olarak betimler. Cemaat örgütlenişi, Batalla’ya göre, farklı düzlemlerdeki işbirliğine temel oluşturacak biçimde, dört farklı düzlemde gerçekleşir: gündelik geçimlik faaliyetleri yürüten ve ikiden fazla kuşağı kapsayan ve en yaşlı birey(ler)in otoritesine tâbi olan geniş aile, düğün, cenaze, hasat, ev yapımı gibi işlerde ya da cargo’nun yerine getirilmesinde yardımlaşan soy grubu, kamusal olaylarda (kamu binalarının, yolların yapımı, onarımı, yerel fiestaların örgütlenişi gibi konularda) ortak davranan mahalle (barrio ya da paraje) ve cemaat.

Yardımlaşma ya da işbirliği, karşılıklılık temelindedir; bundan kaçınan bireyler, cemaatten dışlanma riskiyle karşı karşıyadır.

Cemaat içi yetke, Cargo adı verilen ve her yetişkin erkeği dâhil eden karmaşık bir yükümlülükler/hizmetler sistemi tarafından belirlenir. Cargo, güçlük düzeyine göre hiyerarşik biçimde sıralanan ve cemaat için yerine getirilmesi gereken kamusal hizmetlerdir: en kıdemsizler en hafif görevlerle başlar ve bireyler bu hizmetler silsilesi içerisinde tırmandıkça prestijleri artar, cemaat işlerinde daha fazla söz sahibi olur. En yüksek mertebe sayılan mayordomo, cemaatin azizi adına düzenlenen festivallerinin örgütlenmesini ve finansmanını üstlenir; bir hayli maliyetli olan bu organizasyon için mayordomo’nun tüm soy grubu seferber olacaktır. Mayordomo cargo’sunu tamamlayan bireyler, cemaat işlerini yöneten principales arasına katılır.

Batalla’nın betimlemesi, hiç kuşkusuz, yerli cemaat yaşamının idealize bir portresidir; sınır tanımayan kapitalist yayılma, hele ki 20. yüzyılın son on yıllarında tüm Latin Amerika’yı kıskacına alan neoliberal kapitalizm koşullarında gerçeklik ise, bu ideal koşulları hızla değişime uğratmaktadır.

Chiapas, Meksika’nın bu değişimlerin en yoğun biçimde yaşandığı eyaletlerinden biridir. Bölgedeki, EZLN’ye yataklık eden ve bağımsızlıktan bu yana kereste, chicle ve petrol kaynaklarının peşindeki yabancı şirketlerin faaliyet alanlarından olan Lacandone yağmur ormanları, topraksız köylülerin basıncı sonucu 1970’li yıllarda Meksika hükûmetince ejido haklarının tanınması vaadiyle yerli halkların yerleşimine açılmıştı. Bölgeye yönelen yerli göçüne 1980’lerde iç savaştan kaçan Guatemalalı Maya sığınmacılar eklenince, Lacandone, fiilen farklı yerli gruplarının kereste ve petrol işletmecileriyle karşı karşıya gelip birbiriyle kaynaştığı bir Maya yurduna dönüştü. Bu oluşuma FLN (Fuerzas de Liberacion Nacional = Ulusal Kurtuluş Güçleri) gibi Maoist gerilla grupların ve Kurtuluş Teolojisi’ne bağlı taban rahiplerin örgütlenme çabaları da eklendiğinde, EZLN ayaklanmasının dölyatağı Lacandone ormanları heterojen, dinamik, mücadeleci bir yerli mayalanmasının sahnesi hâlini alacaktı. Büyük çiftlik sahiplerine, petrol ve kereste işletmecilerine karşı ortak direnişin yanı sıra, yerel cemaatlerde kesinlikle yasak olan farklı etnik oluşumlar arasında evlilikler de bölgedeki yerli topluluğun cemaat sınırlarını aşmasında önemli bir etkendi…

Öykünün bundan sonraki kısmı az-çok biliniyor. FLN’nin merkezden koparak Chiapas’ta üslenmiş EZLN’ye dönüşmesi, 1988-89’da tarım ürünlerinin fiyatlarındaki âni düşüşün bölgedeki üretim kooperatiflerini krize sürüklemesine eklemlenen güvenlik güçlerinin düşmanca davranışlarının bölgedeki yerli toplulukları EZLN’ye yöneltmesi… Ayaklanma kararı Salinas hükûmetinin tarım reformu yasasını yürürlükten kaldırılması üzerine 400 cemaat tarafından Ocak 1992’de alınacaktı.

Meksika’nın Kanada ve ABD ile imzaladığı NAFTA anlaşmasının yürürlüğe giriş tarihi olan 1 Ocak 1994 günü ayaklandılar. On iki gün süren çatışmaların ardından Zapatista kuvvetleri ormanın derinliklerine çekilmek zorunda kaldı.

Salinas de Gortieri hükûmetinin Meksika ordusunun yanı sıra paramiliterleri de bölgeye sürerek başlattığı “isyan bastırma” harekâtı, yüz binlerce Meksikalının başta başkent Mexico City olmak üzere tüm ülkede sokaklara dökülmesiyle akamete uğradı. İktidar, Zapatistalarla masaya oturmak zorunda kaldı.

EZLN ile Meksika hükûmeti arasındaki görüşmeler, zaman zaman kesintiye uğrayarak 1996’nın 16 Şubat’ında San Andres Larrainzar’da yerli halkların kolektif haklarını, özerkliğini -yerel ve bölgesel özyönetim hakkı- ve toprak üzerindeki kolektif mülkiyet hakkını tanıyan anlaşmanın imzalanmasına dek sürdü… Ancak iktidar, kendi imzaladığı anlaşmayı yasalaştırma yolunda tek bir adım dahi atmayacaktı. San Andres anlaşması, ölü doğmuştu… 2000 yılında 71 yıllık iktidar partisi PRI’yi (Kurumsal Devrimci Parti) sandıkta hezimete uğratarak iktidara geçen neoliberal PAN’ın sulandırılmış bir yerli yasasını gündeme getirmesi de diriltemedi.

Mexico City’ye yürüyüp iktidarı ele geçirme iddiasıyla yola çıkan Zapatistalar böylelikle Chiapas’ta içlerine kapanarak kadük hâle gelmiş San Andres Anlaşması’nın öngördüğü “yerli özerkliği”ni fiilen inşa etmeye koyuldular.

EZLN’nin özerklik modeli: Eskisi…

EZLN ordu yapısını korumakla birlikte, 1994’ten sonra Meksika ordusuyla herhangi bir silahlı çatışmaya girmedi. Bunun yerine, yetkenin artan ölçüde sivillere devredildiği bir inşa sürecine girişti. Bu inşanın ilk adımı, adını Emiliano Zapata ve Pancho Villa’nın 1914’te Ulusal Demokratik Konvansiyon altında güçlerini birleştirdikleri orta Meksika eyaletinden alan “kültürel merkez”ler, Aguascalientes olacaktı. Genellikle okul, yalnızca EZLN destekçilerine değil, çevresindeki tüm köylere (hattâ sivil giysilerle gelmeleri koşuluyla Meksika ordusundan askerlere de) sağlık hizmetleri veren bir klinik, el sanatlarının üretildiği kooperatifler, atölyeler, iletişim merkezi, yatakhaneler, toplantı yerleri vb.nden oluşan Aguascalientes’ler 2003 yılında (hem sivilleşme iddiaları hem de içlerinden bazılarının merkezî konumu nedeniyle K. Amerika ya da Avrupa’dan akın eden gönüllülerin yardımlarına daha fazla mazhar olması sonucu diğerlerine göre fazla zenginleşmesi nedeniyle) lağvedilerek yerlerini caracol’lara bıraktı.

San Andres Anlaşması’nın akamete uğramasının ardından, işgal edilen topraklarda yaşayan EZLN destekçisi yerli toplulukları, eğitim, adalet, tarım, sağlık gibi cemaati ilgilendiren konularda karar alacak ve bu kararları hayata geçirecek özerk yapılar oluşturmaya koyulmuşlardı. Bu yapılar ya da seçimlerde oy kullanmayan, çocuklarını formel eğitim kuruluşlarına göndermeyen, mahkemeleri boykot eden, devlete vergi ödemeyen ve devletten hiçbir yardım ya da destek kabul etmeyen birkaç cemaatin (komünote) -bölgedeki isyancı cemaatlerin sayısı 1100’ü bulmuştu- bir araya gelmesiyle oluşan özerk belediye ya da komünlerdi (Municipios Autómos y Rebeldes Zapatistas = MAREZ). MAREZ’lerin 2023’te lağvedilişine dek Zapatistalar toplam 300.000 kadar yerlinin yaşadığı 55 özerk belediyeye sahipti.

Yerel cemaatin karar organları cemaat mensubu ailelerden oluşan ve 12 yaşından büyük herkesin karar alma süreçlerine katılabildiği yerel meclislerdi. Bu meclislerin görevi, adaleti sağlamak, sağlık, eğitim, konut, besin, ticaret, enformasyon ve kültür hizmetlerini yürütmekti. Cemaatlerdeki gündelik yaşam, üretimin planlanması, cemaat toprakları üzerindeki kooperatiflerin (ayakkabı, el dokumaları…) işleyişinde karşılaşılan sorunlar, (varsa) okul ve sağlık ocağının işleyişi … tümü bu konseylerin sorumluluk alanıydı. Karar alma süreçlerinde genellikle oydaşma aranmakta, ancak oydaşmaya varılamadığında, kararlar oy çokluğuyla alınmaktaydı.

Her bir cemaatin üç ana idari yapısı vardı: 1) Gündelik idari işlerden sorumlu commissariat; 2) Komşu cemaatlerle arazi, orman vb. konularında çıkabilecek anlaşmazlıkları çözümlemekle yükümlü toprak kontrolü konseyi; 3) Cemaat polisi agencia.

MAREZ ya da komünler ise cemaat temsilcilerinden oluşan bir belediye meclisinin aldığı kararlar uyarınca, özerk belediye konseyleri tarafından yönetilir, bölgesel gereksinimler doğrultusunda oluşturulan komisyonlar (örn. su komisyonu, orman komisyonu vb.) pratik sorunları ve cemaatler arası sorunları çözümlemeyi üstlenirdi.

Aguascalientes’in yerini caracol’lara bırakmasıyla birlikte, özerk belediyeler her biri birden çok yerli etnik grubunun temsil edildiği beş caracol’dan birine bağlandı. Caracol’lerin yönetim aygıtı juntas de Buenn Gobierno’lardı (JBG = İyi Yönetim Konseyleri).

Her bir JBG, beş-altı “İsyancı Özerk Zapatista Belediyesi”ni (MAREZ) temsil ediyordu. Bir bölgeye bağlı özerk konseylerin dönüşümlü olarak görevlendirdiği birer ya da ikişer delegeden oluşan “JBG”ler ise bir çeşit “belediyeler birliği” görevini yürütmekteydi. Her bir caracol’da farklı özerk belediyelerden gelen JBG ekibinin bulunması, yönetim görevinin haftalık ve dönüşümlü olarak gerçekleştirilmesini ve zaman içerisinde tüm yetişkin cemaat üyelerinin JBG’lerde görev almasını sağlamaktaydı. Cunta yönetiminin özünü, “boyun eğerek yönetme” fikri oluşturuyordu: yönetim, kulak verip tepki vermekti; dayatmak değil… Ve JBG’ler, hoşgörüsüzlük, yolsuzluk, adaletsizlik ve “boyun eğerek yönetme” düsturundan sapma risklerine karşı, her bir bölgedeki “Gizli Devrimci Yerli Komitesi’nin denetimi altındaydı.

Yerel yürütme görevlerinin hemen tümü isyancı cemaatlerin özerk organları tarafından yürütülmekteydi (ki bu organların üyelerinin de dönüşümlü olarak görev yaptıklarını ve görevleri süresince hiçbir ücret almadıklarını geçerken belirteyim: konsey üyelerine sağlanan tek kolaylık, görevde oldukları süre içerisinde topraklarının cemaat üyeleri tarafından işlenmesinden ibaret…). Buna karşılık JBG’ler ise, bir yandan cemaatler için gerekli inisiyatifleri (hayvancılık kolektifleri, eko-tarım eğitimi vb.) geliştirmek, bölgelerindeki sağlık merkezlerine gerekli ekipmanı sağlamak, bir yandan da kendi bölgelerindeki cemaatler arasındaki koordinasyonu sağlamakla görevliydi. Bu koordinasyonun dört veçhesi öne çıkmaktaydı:

1) Dışarıdan gelen bağışların tikel bir kişi ya da cemaat tarafından değil, JBG tarafından kabul edilerek cemaatler arasında dengeli bir tarzda paylaştırılması;

2) İsyancı cemaatleri kaydederek, ilişkisiz kişi ya da grupların “Zapatista” kisvesiyle haraç toplanması ya da askerî eğitim vermesinin önüne geçilmesi;

3) İsyancı cemaatlerden toplanan “dayanışma vergisi”nin cemaatlere yönelik hizmetlerde hakkaniyetli biçimde dağıtılması;

4) Çevredeki, Zapatista-olmayan topluluklarla ilişkilerin yürütülmesi…

Görüldüğü üzere, Zapatista özyönetim modeli, eşitlikçi, karşılıklılığa dayalı ve bireysel birikimi engelleyen yapılanışı paylaşmakla birlikte, Cargo sistemine dayalı yerli cemaat yönetiminden kimi bakımlardan farklılaşmaktaydı.

Öncelikle, cemaatlerin heterojen ve dinamik temsilleri açısından: yerel cemaati aşan her düzlem çoğul yerli gruplarından oluşmakla, içe-kapalı, tekçi, özselci cemaat kurgusunu imha etmekteydi.

İkinci olarak kadınların karar alma ve yönetme süreçlerine katılımı, “geleneksel” yönetim anlayışını dönüştüren bir gelişmeydi.

Ve nihayet kıdem ve prestiji öne çıkartan geleneksel (öz)yönetim anlayışına karşı dönüşümlü, geri çağrılabilir, sürekli denetim altındaki yapısıyla Zapatist örgütlenme, uzmanlaşma-karşıtı bir anlayışın tecessümüydü: nihayetinde yönetimin herkes tarafından gerçekleştirilebilir bir işlev olduğunu gösteren pratiğiyle (servet ve uzman bilgiye olsa da kıdem ve prestije dayalı) her türlü yöneten-yönetilen hiyerarşisinin imhasına yöneliyordu – en azından teorik olarak… (Burada her aşçının devleti yönetmeyi öğrenmesi gereğinden söz eden V. İ. Lenin hatırlanmalı…). Tüm düzlemlerde (konu dışarıdan gelen saldırılar gibi aciliyet göstermedikçe) kararların kimi zaman üç-dört gün süren toplantılarda oydaşmayla alınması pratiği, tüm katılımcıları “politize eden” mekanizmalardan bir başkasıydı…

Ve “yenisi”…

Şurası vurgulanmalı; 1994 Ayaklanmasını izleyen yıllarda gerek Meksikalı sol çevrelerde, gerekse dünyada küreselleşme karşıtı hareketler nezdinde büyük bir coşku ve umuda kaynaklık eden EZLN’nin ışıltısından geriye pek az şey kaldı. Sol-sosyalist yayın organlarında adlarına pek rastlanmıyor, arama motorlarında pek az aramaya tâbi tutuluyorlar, Meksika ulusal basını “ölümlerini ilan etti” bile. Uyuşturucu kartelleri arasındaki savaş nedeniyle -konuya az ileride değineceğim- turistler için giderek daha tehlikeli bir uğrak hâlini alan Chiapas sokaklarında yerli kadınlar hâlâ el örmesi Marcos bebekleri satıyorlar mı, bilmiyorum; ama basında zaman zaman yer alan haberler, Zapatista cemaatlerin de hızla kan kaybetmekte olduğunu ortaya koyuyor.

Peki ne oldu? EZLN ile, solun büyük bölümü tarafından kıtayı etkisi altına alan “Pembe Dalga”nın bir parçası addedilen sosyal demokrat Andre Manuel Lopez Obrador’un (AMLO) 2006 seçimlerini PAN’ın muhafazakâr adayı Felipe Calderón karşısında kıl payı kaybetmesini Zapatista boykotunun etkisine bağlayan Meksika solu arasında bir çatlak oluşmuştu. EZLN’nin bu tarihten itibaren giderek küreselleşme karşıtı bir değişim umudundan dar bir alana sıkışmış bir “yerli özerkliği” örgütüne dönüşmesi, örgütün “karizmatik” sözcüsü Subcommandante Marcos’un kendi ölümünü duyurarak kamuoyu önünden çekilmesi, 2000’li yılların başlarındaki küreselleşme karşıtı kitlesel eylemlerin giderek sönümlenmesi… vb. etkenler bu çatlağı derinleştirerek EZLN’nin gerek kendi ülkesinde, gerekse uluslararası arenada artan ölçüde yalnızlaşmasına yol açacaktı. EZLN ise içine sürüklendiği bu tecridi kırmak için pek az şey yaptı: Ayaklanmanın muhtelif yıldönümlerinde sadık izleyicilerini çağırdığı Caracole’lardaki danslı, müzikli kutlamalar, “Lacandone dağları”ndan giderek nadirleşen bildiriler, Caracol’larda Meksika içinden ve dışından “öğrenciler”e kapılarını açan escuelita’lar (= “küçük okul/okulcuk) dışında…

Bugün, EZLN Chiapas’ta da büyük ölçüde zemin yitirmiş durumda. Zapatista cemaatleri, işsizlik, yoksulluk, uyuşturucu kartelleri arası savaşlar ve bunun tetiklediği sokak şiddeti, insan kaçakçılığı gibi nedenlerle hızla gençlerini yitiriyor ya da hükûmetin destek programlarından yararlanabilmek için saf değiştiriyorlar. San Cristóbal de las Casas’taki Güney Sınırı Kolejinden akademisyen Gerardo Alberto González Figueroa, EZLN’nin Chiapas’taki kalelerinin kontrolünü suç örgütlerine terk etmekte olduklarını bildirmekte.[4]

Andrea Lobo ise daha karamsar: “Bizatihi ekonomik ve siyasal iflasın bir göstergesi olmakla birlikte, EZLN’nin hâlen önemli bir toprak parçasını kontrol edip etmediği ya da bu kontrolü sürdürüp sürdüremeyeceği, belli değil. Saygın bir geçim sağlayamayan binlerce genç göç etti. Medya ve araştırmacıların görüştüğü yerel kaynaklar kapanan Zapatista organlarının kuşaksal olarak kendilerini yenileyemediğini, dışarıdan gelen yardımların kuruduğunu ve cemaatlerin çoğunda pek az Zapatista’nın kaldığını söylüyor.”[5]

Bu durum pek tabii ki salt EZLN’nin stratejik ya da taktik hatalarıyla açıklanamaz. Neoliberal evresinde daha da yoğunlaşan kapitalist talanın yarattığı çöküntüyle yüzleşiyoruz dünya halkları olarak. Bu talanın Latin Amerika’daki en çarpıcı sorunlarından biri, kuzey ile güney arasındaki servet uçurumunun misliyle katlanmasının yarattığı, güneyden kuzeye yönelen kitlesel göç hareketi. İşini, toprağını yitiren Latin Amerika yoksulları, ABD’ye doğru devasa bir hicrete katılmakta buluyorlar çareyi. Kuzey, bu göçü engellemek için ırkçı önlemleri yoğunlaştırdıkça, insan kaçakçılığı yapan suç örgütlerinin etkinliği artıyor. Göç yolu üzerindeki Meksika, bu suç örgütlerinin en yoğun faaliyet gösterdiği ülkelerden biri. Guatemala’dan ülkeye “giriş kapısı” Chiapas ise çetelerin, kartellerin egemenlik sağlamak için birbiriyle savaştığı bir muharebe alanı görünümünde…

Yalnız insan kaçakçılığı mı? Hayır, insan kaçakçılığı, yeraltı dünyasının faaliyet listesine son on yıllarda eklenmiş kalemlerden biri, yalnızca. Latin Amerika kartellerinin ABD’ye uyuşturucu sevkiyatındaki etkinliklerini ise, Narcos dizisinin jenerik müziğinin yeniyetmelerin cep telefonu zili olarak çaldığı bir ülkede, hatırlatmaya gerek yok.

Bu koşullarda, son on yılda Chiapas Sinaloa ve Jalisco Yeni Kuşak kartellerinin Guatemala sınırının kontrolü için birbiriyle kanlı çatışmaları sürdürdüğü bir savaş alanı görünümüne büründü. Eyaletin yakasını kurtaramadığı yoksulluk koşulları, kronik işsizlik, federal ve eyalet yardımlarının yerli nüfusun büyük bölümünün yegâne geçim kaynağı olması gibi koşullar göz önünde bulundurulduğunda, bu kartellerin desperados gençlerden süreğen bir personel akışı sağlamasına şaşırmamalı.

Özetle, Zapatista cemaatler, Meksika ordusunun bitmeyen ablukasına, medya organlarında “yerli cemaatler arası çatışmalar” olarak yansıtılan paramiliter saldırılara, yokluk ve yoksunluk koşullarına eklemlenen çete savaşlarıyla da karşı karşıya artık… Bir başka deyişle, koca bir ülkenin bir eyaletinin dağlık bölgesine sıkışmış, tecrit bir özerkliğin baş edemeyeceği boyutta sorunlarla yüz yüze.

Geçerken belirtmeli, EZLN deneyimi, Chiapas’taki katılımcı Maya gruplarının yaşam standartlarında, özellikle de sağlık, eğitim, kooperatifleşme ve sürdürülebilir ticaret aracılığıyla göreli daha yüksek bir gelir düzeyi gibi alanlarda hissedilir bir düzelme sağlamış olsa da, Chiapas ülkenin en yoksul eyaleti olma unvanını hâlen elinde tutuyor. Eyalet Meksika’nın birincil hidroelektrik tedarikçisi olsa da, köylerin büyük bölümünde hâlâ elektrik ve temiz su yok. Yerlilerin yüzde 80’i yoksulluk sınırının altında bir yaşam sürdürüyor. Ve eyaletin yerli cemaatleri -Zapatista destek üsleri dâhil- bölgeyi devasa bir şantiyeye dönüştüren hidroelektrik santralleri, doğalgaz çıkarım tesisleri, eko-turizm projeleri, yol inşaatı gibi girişimlerin baskısıyla yerlerinden edilme tehdidi altında yaşamayı sürdürüyor…

EZLN’nin bu zorlu koşullara tepkisi, varlıklarını sürdürebilmek için, örgütlenme yapısında ve toprak kullanım sisteminde bir değişikliğe gitmek oldu. 12 Kasım 2023’te EZLN sözcüsü Subcommandante Moisés ve “Yüzbaşı” Marcos imzasıyla yayınlanan EZLN bildirisinde mevcut 30 MAREZ ile 12 JBG’nin tasfiye edildiği bildiriliyordu. Caracole’lar devam edecek, ancak “yeni bir bildirime kadar dış dünyaya kapalı” olacaklardı.

EZLN Kasım-Aralık 2023 arasında yayınladığı yirmi kadar bildiriyle, “yeni” örgütlenişe dair kamuoyunu bilgilendirdi: özerk belediyelerin yerini “Yerel Özerk Hükûmetler” adıyla anılan küçük özerk birimler (GAL: cemaat, mahalle, ejido vb. en küçük yerleşim birimleri) alacak, bunlar JBG’lerin yerini alan Zapatista Hükûmet Kolektifleriyle (CGAZ) koordinasyon içinde işleyecek, geniş bölgeyi kapsayan Zapatista Özerk Hükûmetleri Kolektifleri Meclisleri (ACGAZ) ise GAL’ler ve CGAZ’lardan gelen talepler doğrultusunda danışma organı görevini görecekti. CGAZ ve ACGAZ’lar “yerleşimlerin sağlık, eğitim, adalet, besin gibi gereksinimlerini karşılamanın yollarını bulmak ve doğal afetler, salgın hastalıklar, suçlar, istila, savaşlar ve kapitalist sistemin getirdiği diğer belaların neden olduğu acil durumlara karşı önlemler almak”la yükümlüydü.”[6] Yeni yapılanma, aşağıdan yukarıya doğru işleyen ve karar alma yetisini tümüyle taban örgütlenmelere bırakan bir düzenlemeydi. CGAZ ve ACGAZ’lar, tümüyle GAL’lere tâbiydi…

Bildirgelerde öngörülen ikinci değişiklik ise, mevcut özel mülk konusu tarım alanların dışındaki Zapatista topraklarının (kolektif ya da özel) “mülkiyet konusu” olmaktan çıkartılmasını öngörüyordu: bu topraklar “ulusal ve uluslararası sivil toplum” dâhil, Zapatista-olmayanların kullanımına açılacaktı; bu konudaki karar yetkisi ve toprakların yönetimi de GAL’lere aitti. Bu girişimi, dış yatırımcılara yönelik örtük bir davet olarak değerlendirmek, yanıltıcı olmayacaktır; Zapatistalar taban cemaatlerine ihdas edilen bu yeni özerklikle, cemaatlerin elini dış yatırımcılardan ve öyle anlaşılıyor ki yerel, ulusal, giderek uluslararası desteklerden/yardımlardan yararlanma konusunda serbest bırakarak finansmanlarını öngörmekteler.

Subcommandante Moisés, bu değişiklik kararının Zapatista cemaatlerde uzun müzakerelerin ardından alındığını, özerkliğin kullanımı ve karar alma yetisini tümüyle taban örgütlere veren bu yeni örgütlenmenin çeşitli düzlemlerdeki yönetimler ile cemaatler arasında oluşan kopukluğu gidermeye yönelik olduğunu bildirse de, bildirge, daha önemli bir noktaya işaret etmekteydi. 15 Kasım 2023 tarihli bildirgede şöyle deniyordu:

“Beş- EZLN’nin yapısı ve eğilimi yerleşimlerin ve toprak ananın saldırılara, salgın hastalıklara, doğayı yağmalayan şirketlerin istilalarına, kısmî ya da topyekûn askerî işgallere, doğal afetlere ve nükleer savaşlara karşı savunmasını ve güvenliğini arttırmak için yeniden örgütlenmiştir. Birbirlerinden izole dahi olsalar, yerleşimlerimiz hayatta kalabilsin diye hazırlandık.”[7] Çünkü, yine Subcommandante Moisés’in sözleriyle “Chiapas kentleri tam bir kaos içindeydi…”[8]

Sonuç olarak…

Ayaklanmanın ilk günü Lacandone Ormanları’ndan yayınladığı birinci bildirgede “Mexico City’ye yürüyerek federal orduyu yenilgiye uğratma, devlet başkanını devirme, tüm Meksikalılara kendi liderlerini özgürce ve demokratik bir biçimde seçme olanağını sağlama”[9] hedefini güttüklerini dünyaya ilan eden Zapatistalar, kalkışmanın yenilgiye, “barış görüşmeleri”nin de akamete uğraması sonucu, yerele geri çekilerek Maya topluluklarının geleneksel zihniyet ve uygulamalarının (seçmeci) yeniden üretimi temelinde “özerk cemaatler” inşa etme işine koyulmuşlardı. Yerlileri yaşam alanlarına göz diken kapitalist saldırganlıktan, çokulusluların yağmasından, yerel efendilerin (büyük çiftlik sahipleri, sığır yetiştiricileri vb.) açgözlülüklerinden, militer ve paramiliter saldırılardan koruyacak, onları açlık ve sefaletin pençesinden kurtarıp saygın bir yaşam olanağı sunacak bir özerklik inşası… Hedef, deyim yerindeyse kapitalist/neoliberal bir okyanusun ortasında komünoter adacıklar kurup onları yaşatabilmekti.

Bunu birkaç nedenden dolayı -sınırlı da olsa- başarabildiler:

  1. Meksika toplumunun iktidarın “ayaklanma bastırma” girişimleri karşısında gecikmeksizin gösterdiği yığınsal tepki;
  2. Zapatistaların “Meksika’dan ayrılmak” gibi bir niyetleri olmadığını ilan etmeleri ve kendilerini savunmak dışında silaha başvurmayacaklarını, kontrolleri altındaki topraklarda sivil yönetimler inşa edeceklerini bildirmeleri;
  3. Zapatistaların kısa sürede uluslararası arenada uyandırdıkları ilgi ve bu sayede turizm gelirlerindeki patlamanın (Zapatista köylerinin gözde turizm hedeflerine dönüştüğünü söylüyor John Ross[10]) yanı sıra, yerli cemaatlere yağan desteğin iktidarın sırtındaki bölgeyi “kalkındırma” yükünü hafifletmesi;
  4. Federal hükûmetlerin tarihsel olarak Chiapas’taki zaafları (“EZLN özerk belediyelerini büyük ölçüde Meksika’nın ‘düşük devlet kapasitesi’ ya da temel hükûmet görevlerini yerine getirmedeki zaafları sayesinde sürdürebildi,” deniliyor, “Township Rebellion: The Zapatista Movement, Three Decades Later” başlıklı makalede.[11] Ve aynı zaafların ülkede uyuşturucu kaçakçılığının cirit atmasına yol açtığına dikkat çekiliyor: “Meksika topraklarının üçte biri uyuşturucu kaçakçılığı yapan örgütlerin kontrolü altında ve bunlar yerel düzlemde önemli bir siyasal etkiye sahipler.”).

Gerçekten de Zapatista özerk cemaatlerinin isyandan sonra 30 yılı aşkın bir süre ayakta kalabilmeleri, kuşkusuz onur duyulacak bir ısrarın, direngenliğin ve kararlılığın ürünü. Ama bu süreğenlikte zaaflarla yüklü bir devletin ilgi ve erişim alanının dışında, marjinal bir konumda bulunmalarının payı, yadsınamaz. Devlet için olduğu kadar, sermaye açısından da “marjinal”… [“(Chiapas yerlileri) Nüfusun sermayenin işgüçlerine gereksinim duymadığı için tam anlamıyla proleterleştirmediği bir kesimini temsil ediyorlar,” deniliyor Libcom’un değerlendirmesinde…].[12]

Ancak devletin bu kısmî kayıtsızlığı (Meksika yönetimi, 1994’ten itibaren Zapatista üslerinin çevresinden askerî kuşatmayı eksik etmediği gibi, paramiliterleri de desteklemekten geri durmadı) ile sağlanan göreli özerklik, iki etken tarafından aşındırılmakta: 1. Aynı zaafın bölgede kartel faaliyetlerinin yoğunlaşmasının önünü açması; 2. Bölgenin (eko-)turizm, hidroelektrik santraller, petrol, doğalgaz, kereste vb. açısından zenginliği nedeniyle çokuluslu sermayenin boy hedefi hâline gelmesi…

“İddia”lar ne olursa olsun, Zapatistaların “özerk komünler”i, neoliberal kapitalizmin artan ölçüde saldırganlaştığı, onun yan ürünü olan mafyalaşmanın yerel, ulusal, uluslararası düzlemlerde sisteme eklemlendiği,[13] yoksulluk ve yoksunluğun alabildiğine hüküm sürdüğü bir coğrafyada, münferit eşitlikçi-özgürlükçü cennetler olarak var olmayı sürdüremezler. Bugün Meksika yerlilerinin de, Kürtlerin de, kadınların da ve tüm ezilenlerin de saygın, insanca bir yaşam sürdürebilmesi, kapitalizmi layık olduğu yere, tarihin çöplüğüne göndermek için verilecek birleşik ve topyekûn mücadeleye bağlıdır…

Ve de son söz: Son zamanlarda “komün” kavramını (sınıfsal niteliklerinden yalıtılmış, soyut bir) “devlet” kavramı ile karşıtlık içerisinde ele alma eğilimi yaygınlaştı. Zapatista deneyimi ise bize “komün”ü imha eden “şey”in “soyut” bir devlet değil; bizatihi  “devlet”in niteliğini de belirleyen sistem, yani kapitalizm olduğuna işaretle, karşıtlığı  “devlet-komün” kutupsallığından ise, “kapitalizm-komün” zıtlığı üzerinden irdelemenin daha doğru olduğunu gösteriyor.

Muğla, 2 Kasım 2025.

  

[1] HDK tarafından 8-9 Kasım 2025 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen “Sosyalizm Yeniden” başlıklı Konferansa sunulan tebliğ.

[2]           Malcolm X.

[3]           Guillermo Bonfil Batalla, Mexico Profundo, Reclaiming a Civilization.Texas University Press, 1996.

[4]           “Zapatistas declare dissolution of ‘autonomous’ communities in Chiapas”, 7 Kasım 2023, https://mexiconewsdaily.com/news/zapatistas-declare-dissolution-of-autonomous-communities-in-chiapas/

[5]           Andrea Lobo, “Chiapas rebellion 30 years on: The shipwreck of Mexico’s Zapatista experiment”, 7 Ocak 2024, https://www.wsws.org/en/articles/2024/01/07/rwdm-j07.html

[6]           Ann Louise Deslandes, “Crossing the Storm, EZLN Marks 30 Years with a 120 Years Plan”, 19 Ocak 2024, https://nacla.org/crossing-storm-ezln-marks-30-years-120-year-plan/

[7]           “The new structure of Zapatista autonomy”. https://freedomnews.org.uk/2023/11/15/the-new-structure-of-zapatista-autonomy/

[8]           “Township Rebellion: The Zapatista Movement, Three Decades Later”. https://hir.harvard.edu/township-rebellion-the-zapatista-movement-three-decades-later/

[9]           Alex Khasnabish, Zapatistas, Rebellion from the Grassroots to the Global, Londra, New York, Zed Books, 2010: 5-6.

[10]          Bkz. John Ross, “Zapatista Villages Become Hot Tourist Destinations”, CounterPunch, 17 Şubat 2009, Google Search: “dissolution of the Rebel Zapatista Autonomous Municipalities”

[11]          https://hir.harvard.edu/township-rebellion-the-zapatista-movement-three-decades-later/

[12]          “A commune in Chiapas? Mexico and the Zapatista Rebellion 1994-2000” https://libcom.org/article/commune-chiapas-mexico-and-zapatista-rebellion-1994-2000

[13]          “Kapitalizm yasal mafyadır, mafya ise yasadışı kapitalizm.” (Dario Betancourt-Maria Garcia, Arnd Schneider- Oscar Zarate, Herkes İçin Mafya, 2011).

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz