6-7 Ekim 2023’te İsrail’in “demir kafes”ini delen saldırının üzerinden, iki aya yakın zaman geçti. Kaldıraç’ın 268. sayısında Adalı’nın değerlendirmesi yayınlandı. Hemen savaşın ya da sürekli olan bu savaşın bu yeni evresinin ilk günlerinde kaleme alınan bu makale, meseleyi oldukça net bir biçimde ortaya koymuştu. Daha o günlerde, bu saldırının, tüm Filistin direnişinin ortak eylemi olduğunun üzerinde duruluyordu. Bu nedenle, Hamas’ın tarihsel geçmişine rağmen, egemene karşı samimi direnişin anlamı üzerinde net bir biçimde durulmuştu.
Bugün, iki aya yakın bir süre geride kaldı.
İsrail, Hamas’ın saldırılarını bahane olarak kullanarak, Gazze’ye ve Bati Şeria’ya, hatta Suriye ve Lübnan’a karşı her türlü savaş kuralını çiğneyen saldırıları devreye soktu. Bu saldırılar ve onlara karşı Filistin direnişi, birçok yeni sonuçlar ya da durumlar yaratmaktadır.
Bu nedenle, tüm bu gelişmelere bir kere daha bakmak gerekiyor.
1
Bizim “uzman”larımızın bir bölümü, hiç utanmadan, aslında Hamas saldırdığı için İsrail saldırmaktadır diye açıklamalar yapmaktadırlar. Utangaç İsrail destekçiliği bu olsa gerek. Bu “uzman”lar, kendilerinin ahmaklığını, halkın da ahmaklığı olarak anlıyorlar ve kimsenin geçmişi hatırlamayacağına çok güveniyorlar. İsrail, acaba bu saldırı yok iken, kaç kere daha saldırmıştır?
Yanlış hatırlamıyorsam, yıl 2009 olmalıdır ve Erdoğan, Suriye ve İsrail bir araya gelecekti ve anlaşma imzalanacaktı. Filistin devleti İsrail tarafından tanınacak şekilde organize edilecekti. Ama toplantı tarihi kararlaştırılmak üzere iken, (Bu konuda kapsamlı bilgilerin Hüsnü Mahalli’de olduğunu söylemek mümkündür. Aslında bilgi herkeste vardır da, Mahalli’nin bunları eğip bükmeden, doğruca dile getireceğini söylemek mümkündür.) birdenbire, İsrail saldırılara başladı ve 3 bin civarında Filistinli öldürüldü.
Peki o dönem bir Hamas saldırısı mı vardı?
İki şey yanlıştır: Bir, İsrail’in sanki Hamas saldırdı diye saldırıda bulunduğunu söylemek, yanlıştır. Sadece yanlış değil, “uzman” İsrail destekçilerinin işidir. Her yıl, bilmem kaç kere, İsrail sürekli olarak saldırmaktadır. Bu saldırıların bir bölümü, adeta sıradan haber diye, haberlere konu olmamaya başlamıştı. Demek ki 6-7 Ekim saldırısı, aslında direnişin, önemli bir hamle yapmasının sonucu, bu kadar değerli hâle geldiğini söylemek mümkündür.
İkinci yanlış, İsrail’e karşı direnişin, sivillerin öldürülmesine karşı olmak adına, lanetlenmesidir. Bu meseleyi baştan aşağıya yanlış koymak, bilerek veya bilmeyerek meseleyi çarpıtmaktır. Çünkü İsrail orada işgalcidir. Tıpkı TC devletinin Suriye topraklarında işgalci olması gibi.
İsrail, bizzat işgalci olduğu bir toprakta, halkı açık bir hapishaneye tıkmıştır ve bu işgalciye karşı direniş, bir hak ve zorunluluktur. Öyle ise, “İsrail’in kendini savunma hakkı” diye bir haktan söz etmek, aslında açık ve net olarak savaşa İsrail adına girmek demektir. Her işgalci, kendisine karşı direniş ile karşılaşacaktır. Bunu, direniş değil de, bir çeşit terör saldırısı olarak ele almak, aslında gerçekleri altüst etmek olur.
Bu değerlendirmeleri, mesela Alman devleti, Fransız devleti, İngiliz devleti, ABD yaparsa, aslında bunda anlaşılmayacak bir şey yoktur. Ama “insancıl” bir ses tonu ile, “uzman” sıfatlı insanlar bunları dile getirmeye başlıyorsa, işte burada, ciddi bir karartma var demektir. Onların safı, isteseler de istemeseler de, karanlık güçlerin, emperyalist merkezlerin yanıdır, safıdır.
2
Biz meseleye Hamas-İsrail savaşı demekten yana değiliz. Biz, Filistin direnişi demeyi sürdüreceğiz. Bu, Hamas’ın saldırıdaki rolünü inkâr etmek için değil, meselenin bir Filistin direnişi olduğunu söylemek içindir.
İsteyen buna, İsrail eli ile yapılan soykırım olarak tanımlayabilir. Öyledir de. İsrail, açıkça, Filistin halkına karşı bir soykırım uygulamaktadır. Bugüne kadar 14-15 bin Filistinli, sadece Gazze’de ölmüştür ve bunun 6-7 bini çocuk yaştadır.
Yahudi halkı (o zaman bir İsrail devleti yok ve Yahudiler dünyanın birçok ülkesinde yaşamaktaydılar), İkinci Dünya Savaşı döneminde, Nazi zulmü ile karşı karşıya kalmış, bir soykırıma tabi tutulmuştur. Bugün ise İsrail devleti, bu soykırımın daha gelişmiş hâlini, Filistin halkına karşı, açıkça uygulamaktadır. Bu İsrail halkı için de bir trajedidir. Soykırıma uğramış bir halkın egemenleri, İsrail tekelci sermayesi, ABD’nin tetikçisi olarak, bölgede, Filistin halkına karşı, ırkçı bir saldırı yürütmektedir. Bu yeni de değildir. Bu saldırı, bu soykırım, dünyanın gözleri önünde yaşanmaktadır.
Ve bu soykırıma, bu saldırıya karşı, 75 yıldır süren bu saldırıya karşı, bugün daha da gelişmiş olan bir direniş söz konusudur. “Nehirden denize özgür Filistin” bu direnişin sloganı hâline gelmiştir.
3
Ve bu direnişte Filistin halkının destekçileri, dünyanın her ülkesinde sokaklardadır. Amerika’da, İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da Filistin direnişini destekleyenlere polisin saldırıları, aslında bu soykırım savaşının, bu ülkelerin içine yansımasıdır. Bu devletler, Filistin halkına karşı uygulanan soykırıma karşı çıktıkları için kendi halkına karşı düşmanca muamele etmektedir.
Dünyanın her yerinde ama her ülkesinde, Filistin direnişine destek veren milyonlar var. Ve bu milyonlara, İsrail halkının büyük bir bölümü de dâhildir. İsrail halkının İsrail devletinin saldırılarına karşı verdiği tepki, son derece onurludur.
Elbette bunun karşısında, Filistin’e karşı İsrail saldırılarını destekleyen, başta beş emperyalist güç, ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, Japonya olmak üzere tüm Batı’dır, neredeyse tüm NATO ülkeleridir.
Dünyada iki cephe ortaya çıkmıştır. Filistin direnişini destekleyenler ile, İsrail’in soykırım saldırılarını destekleyenler. Ve bu iki cephe, aynı zamanda, emperyalist merkezlerle, onlara karşı direnenlerin cephesidir. Daha da derine inilirse, bu dünya çapında, işçi sınıfı ile burjuvazinin savaşımının cephelerini, tam olarak olmasa da, yansıtmaktadır.
4
TC devleti, Saray Rejimi, sözde, çeşitli açıklamalarla, Filistin halkının yanında olduğunu ilan etmektedir. Ama gerçek böyle değildir.
Filistin direnişi, TC devletinin bu konudaki ikiyüzlü politikasını ortaya koymuştur, maskeleri indirmiştir.
TC devleti, Filistin’den yanaymış, İsrail saldırılarına karşı imiş gibi, yüksek tonda açıklamalar yapmaktan geri durmuyor. Ama bir tek önlem bile almıyor. Mesela, İsrail ile ekonomik ve askerî ilişkiler kesilmiyor. Türkiye semalarında uçuş denemeleri yapan İsrail uçaklarının uçuşunu engellemiyor. Çelik, gıda ve petrol sevkiyatı konusunda hiçbir ekonomik tedbir devreye sokulmuyor. Husiler, bir Türk kargo gemisine el koydular ve bu vesile ile, Türkiye’den İsrail’e akan destek bir kere daha açığa çıkmış oldu.
Oysa hiçbir nutuk atmadan, sadece ve sadece, ekonomik ve askerî tüm ilişkiler askıya alınsa, zaten İsrail için ağır bir darbe anlamına gelir ve savaş konusunda Filistin halkına ciddi bir destek verilmiş olur.
Türkiye, İsrail ile birlikte, bölgemizde, ABD tetikçisidir ve bu durum, ne kadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, artık mızrak çuvala sığmamaktadır.
5
Arap Birliği, fuzuli, işlevsiz bir birliktir. Bu durum ortaya çıkmıştır. Kasım ayının ortalarında, İslam ülkeleri ve Arap ülkeleri, içinde İran ve Türkiye de varken, Suriye de toplantıda iken, aslında hiçbir olumlu, anlamlı, dişe dokunur bir karar almamıştır. Mesela petrol sevkiyatı, mesela çelik sevkiyatı vb. gibi önlemler bile alınmamıştır.
İsrail, Gazze’deki halkın elektriğini, enerjisini keserken, İslam ülkeleri, petrol vb. sevkiyatını kesememiştir.
Toplantıya 57 ülke katıldı, hem Arap Birliği hem de İslam İşbirliği Teşkilatı birlikte toplandı. Mesela bu ülkelerden hiçbiri, ülkelerinde yer alan ABD üslerini kapatma ya da geçici olarak kapatma kararı da almadı. ABD üssü olan ülkelerin içinde, Türkiye, Irak, BAE, Suudi Arabistan, katar, Bahreyn, Umman ve Ürdün var. Hiçbiri böylesi bir eğilime girmemiştir.
57 ülke, mesela İsrail ile diplomatik, askerî ve ekonomik ilişkilerini kesme ya da bir süre koyduktan sonra kesme kararı almamıştır.
Öyle anlaşılıyor ki Suriye ve İran dışında, dişe dokunur bir ses yükseltmesi bile gerçekleşmemiştir.
Mesela Arap ülkeleri, İbrahim anlaşmalarını artık askıya alıyoruz, İsrail saldırıları durmadan, Filistin devleti, 1967 sınırları içinde (1967 sınırları, BM kararı olduğu için söylüyoruz) kurulana kadar İsrail ile yapılan anlaşmaları iptal ediyoruz, dememiştir.
Suriye ve İran, sözden, kınamalardan öteye geçmeyi önermiş ama bunlar dikkate bile alınmamıştır. Katliam sözlerinin yanına yardım sözleri eklenmiş, bu çerçevenin dışına çıkılmayarak, aslında İsrail saldırılarına göz yumulmuştur.
Ve bu olay vesilesi ile, Arap ve İslam birlikleri, kendilerinin işlevsiz olduğunu, hiçbir konuda bir karar alma olanaklarının olmadığını deklare etmişlerdir.
6
Bu konu son derece önemlidir. Zira Filistin direnişi, aslında, Deniz Adalı’nın 268. sayıda belirttiği gibi, ABD’nin, İsrail eli ile İran’a saldırı planlarını altüst etmiştir.
Yani bu savaş, dünya çapında süren, başlangıcında emperyalist güçler arasında bir paylaşım savaşı olarak başlayan, bugün, Batı’nın ABD egemenliğinde Rusya ve Çin’e karşı savaşına dönen üçüncü dünya savaşının bir cephesidir.
Aktif ve pasif savaş cepheleri oluşmaktadır.
Ukrayna bir aktif savaş cephesidir. Balkanlar, pasif bir savaş cephesidir.
Kafkaslarda ortaya çıkan gelişmeler, bir yandan Rusya ve Çin’e karşı savaşın bir parçasıdır, diğer yandan ise İran’a karşı planlanan saldırının bir parçasıdır.
İran’a karşı savaş, yukarıdan Azerbaycan üzerinden, Türkiye’den ve İsrail üzerinden aynı anda başlatılmak için organize edilmektedir. Görünen budur. Ve Filistin halkının direnişi, bu süreci etkilemektedir. ABD, İsrail, Türkiye eli ile planladığı savaşı, bir süre daha ertelemek ya da yeniden gözden geçirmek zorundadır.
İsrail’in saldırısı, aynı zamanda Suriye ve Lübnan savaşı ile de bağlıdır. İran ile sınırlı değildir. Hedef İran olsa da, bu savaş, aslında bölgede tüm sınırları değiştirme savaşıdır. ABD, bölgeden çıkmak ile bölgeye daha fazla yerleşmek seçenekleri arasında, elbette bölgeye yerleşme seçeneğini zorlamaktadır. Arap ve İslam birlikleri, ABD rotasından çıkma niyetinde değildir. Bu aynı zamanda iradesizliktir ve sömürge ülke olma hâlinin açık göstergesidir.
İsrail saldırıları bir soykırımına dönüşmüş olsa da (zaten bu soykırım sürekli vardır), İsrail’in zafere ulaşacağı tartışma konusudur. Bu durum, bölgede savaş sürecinin daha da uzayacağının işaretidir ve sürekli savaş hâli gelişmektedir.
Tüm bölgede askerî yatırımlar ve silahlanma artacaktır. Zaten artmaktadır da.
Ama dahası var; ABD, çözülmekte olan hegemonyasını yeniden tesis etmek için, bu kez, Tayvan cephesini açmakta acele edecek gibidir. Elbette Kafkaslar bu açıdan yeniden ısınabilir. Her ne kadar Ermenistan ve Azerbaycan anlaşma yapsa da, Kafkasları karıştırmak için ABD’nin çok hazırlığı olduğu biliniyor. Balkanlarda da yeni bir hareketlilik olasılığı vardır. Balkanlar da pasif cephelerden biridir.
Böylece ABD, savaşı kendi topraklarında uzak sahalarda sürdürme planını sürdürmektedir. İki dünya savaşını kendi toprakları dışında sürdürebilen ABD, bugün de aynısını denemektedir. Ama üçüncü dünya savaşının ABD topraklarının dışında sürmesi mümkün değildir. Ancak anlaşılan o ki ABD, savaşı, sürdürebildiği kadar kendi topraklarına uzak alanlarda devreye sokacaktır.
7
Elbette Filistin direnişi, ülkemiz solunun, dünya çapında kitlelerin hareketlenmesine de etki etmiştir. Bu oldukça değerlidir. Dünya çapında sürmekte olan kapitalist sistemin krizi, zaten çeşitli biçimlerde kitlesel eylemlerin ortaya çıkmasına yol açmaktaydı. Filistin direnişine destek, İsrail’in saldırılarına karşı çıkmak amacıyla gelişen eylemler, özellikle Batı metropollerinde önemli bir hareketlilik yaratmıştır.
Bu kitlesel eylemler, daha da büyüyecek potansiyeli barındırmaktadır. Bu durum, her ülkede, kendi devletlerinin tutumlarının deşifre olmasına olanak tanımaktadır. Kitlelerin, kendi devletlerinin politikalarına açık tutum almaları, sadece Filistin meselesi ile sınırlı kalmayacaktır. Ne denli derinleşeceği ise elbette o ülkelerdeki devrimci güçlerin tutumlarına bağlı olacaktır.
Ancak süreç, bu açıdan da, dünya çapında sürmekte olan savaş ile bağlanmaktadır. Dünya çapında süren savaş, savaşı kışkırtan tüm NATO ülkelerinde bir iç savaş olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun hangi ülkede ne denli gelişmiş olduğu ayrı bir konudur. Ancak Filistin direnişine destek eylemleri ve bu eylemlere Batı’nın “demokrasi”lerinin saldırgan tepkileri, bu iç savaş sürecini de etkileyecektir.
8
Elbette bir de tüm Ortadoğu’yu ele almak mümkündür. Bu elbette oldukça kapsamlı bir çalışma da demektir. Ama daha da önemlisi, bölgedeki dengelerin, sürekli değişiyor olduğu gerçeği nedeni ile, bu analizin dinamik yapılmasının, her seferinde ele alınmasının zorunlu olduğunu görmektir.
Bölgenin önemi nedeni ile ABD, ne Suriye’deki yenilgiyi kabul edip geri çekilecektir ne de İran’a karşı savaş planlarını iptal edecektir. Evet erteleyecek gibi görünmektedir. Ama ne olursa olsun, önümüzdeki aylar ilginç gelişmelere gebedir.
Savaş planları, TC devletinin mayıs seçimleri sonrasında aldığı şeklin de temelidir. Saray Rejimi, savaş kabinesi ile, daha çok savaş planlarına angaje olmuş durumdadır. İşte bu açıdan, Filistin’de ortaya çıkan gelişme, TC devletini de şaşırtmıştır.
Saray Rejimi, İsrail gibi, ABD tetikçisidir. Ve bölgede iki tetikçi, oldukça etkin iş tutmak üzere hazırlık yapmaktadır. Ama bölgedeki gelişmeler, bu planları, en azından zamansal açıdan değiştirmektedir.
İsrail saldırısı ile, bölgede tüm büyük güçlerin askerî yığınağı oldukça üst boyuta çıkmıştır. ABD savaş gemileri, Çin savaş gemileri, İngiliz savaş gemileri vb. hepsi bölgededir. Dahası, ABD, bölgedeki tüm üslere asker ve uçak yığmaktadır. İncirlik Üssü’ne sürekli takviye yapılmaktadır. ABD, bir yandan İsrail’i desteklerken, diğer yandan bölgede savaşın yayılmaması için arka kapıdan görüşmeler yapmaktadır. Ama artık bu, kimsenin yutmayacağı bir numaradır. Her güç kendini savaşa hazırlamaktadır. ABD, kendi karşısındaki güçlerin savaş için kendisi kadar istekli olmamalarını bir avantaj olarak ele almaktadır. Ne Rusya ne Çin savaş konusunda istekli değildirler. Savaşı istememektedirler. Ama ABD’nin atakları, savaşı daha da yakınlaştırmaktadır. Ve ABD için savaşı kendine uzak bir alanda yoğunlaştırmak, stratejik bir oyun hâlindedir.
9
Hep söylüyoruz: Savaşı önleyecek tek güç, yeni bir sosyalist devrim dalgasıdır. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı’nı durduran Ekim Devrimi gibi, yeni bir devrim dalgası kapitalist zinciri kırmadan, bu savaşı durdurmak mümkün değildir.
Bu ise halkların direnişi demektir.
Bu ise dünya işçi sınıfının ayağa kalkması demektir.
Bu ise devrimci örgütlenmenin kendi yolunu ve rotasını sağlam tutması demektir.