Ezen ile ezilen, sömüren ile sömürülen, zalim ile mazlum arasındaki mücadele sınıflı toplum tarihi kadar, devletlerin varlığı kadar eskidir. Bir insanın bir başka insanın emeğine düzenli ve sistematik el koyması, buna dayalı mülkiyet ilişkileri, insanın insana kulluğu, her gelişen yeni toplumsal sistemde bir “üst” aşamaya sıçradı. Sömürü daha da arttı, buna bağlı mülkiyet ilişkileri daha da gelişti. Bu süreç, en gelişmiş sınıflı toplum olan kapitalizmde en üst noktaya ulaştı. En gelişmiş sınıflı toplum, aynı zamanda insanın insana zulmünün en gelişmiş olduğu toplumdur. Bu süreç bir başka yönden incelenirse eğer, metanın doğuşu ve gelişimi, kapitalizmle birlikte metanın tüm toplumsal ekonomik sistemin hücresi hâline gelmesi sürecini görürüz. Her şeyin pazar için üretildiği bir toplumsal ağ, aynı zamanda tüm “insanî” değerlerin yerini “değer (para) ilişkilerine” bıraktığı bir ağ demektir.
Kapitalizm, tekeller çağı ile birlikte, yani kapitalizmin uluslararası bir egemen sistem hâline gelmesi ve emperyalist aşamaya yükselmesi ile birlikte, hem insanın insana kulluğunu artırdı hem de metadaki değerin toplumsal eşdeğer ifadesi olan paranın her şeye egemen olmasını sağladı.
Eğer soruyorsanız, “neden Filistin halkına karşı bu zulüm, bu vahşet, nasıl oluyor da dünyanın gözleri önünde gerçekleşiyor” demek ki kapitalizm denilen bu sistemi tanımıyorsunuz, anlamıyorsunuz.
İsrail açıkça bir zulmü egemen kılmaya çalışıyor. Ve bu yeni değildir.
Tıpkı Kürt halkına karşı, TC devleti başta olmak üzere emperyalist sistemin uyguladığı kıyım gibi.
Bunlar, daha başkaları, herkesin gözleri önünde gerçekleşiyor. Ve “dünya” buna sessiz kalıyor.
“Dünya” dediğimiz kimdir, nedir? Devletler, “demokrasi cakası satan” ülkeler, “insan hakları” nutukları atan egemenler midir? Kimdir “dünya” dediğimiz?
İki dünya vardır.
Biri, işçi ve emekçilerin, proletaryanın, dünyadaki tüm değerlerin üreticilerinin, yaşamı üretenlerin dünyasıdır. Tüm mazlumlar, tüm sömürülenler, tüm aşağılananlar bu dünyanın içindedirler. İster bilsinler, ister bilincinde olmasınlar.
Öbür dünya, egemenlerin dünyasıdır, tekellerin, para babalarının, büyük şirketlerin dünyasıdır. Devletler aracılığı ile onların çıkarları temsil edilir. Sadece her biri kendi egemenlik alanını yönetmez, hayır, bu devletlerin efendi diyebileceğimiz emperyalist olanları vardır ve bir de onlara bağlı sömürge devletler vardır. Efendiler, emperyalistler, büyük tekellerin çıkarları gereği atılması gereken adımları atarlar. Bu devletleri, paralı örgütleri, organizasyonları aracılığı ile dünyayı tekeller, büyük dev şirketler yönetirler.
Ses çıkarmayan, bu devletler dünyasıdır, tekeller dünyasıdır, kapitalist dünyadır.
İşçi sınıfının, proletaryanın dünyası, ses çıkarmaktadır ama bu ses, yeterince güçlü, etkili değildir.
Filistin’de, yeni bir kararla, Gazze’deki Filistin yerleşim yerlerinin boşaltılması, buradaki Filistinlilerin sürülmesi kararı, yeni bir direnişin ortaya çıkmasına neden oldu. Aslında, tam bir katliam politikasını devreye sokan İsrail, her fırsatta bu katliamlara devam ediyor.
İsrail içinde dahi direnenler, saldırıların durdurulmasını talep edenler, yürüyüş yapanlar, dünya basınına yansımamaktadır ya da çok eksik yansımaktadır. İsrail füzelerinin, karadan, denizden ve havadan süren İsrail saldırılarının canlı yayınlandığı, bir film gibi izlenebildiği bir dünyada, protesto gösterileri ve tepkilerin hiçbirinden bir tek satır haber, Batı dünyasının basınına sızamıyor.
Yüzlerce ölü, yıkımdan sonra, Filistin tarafından 11 örgüt ortak direnme kararı almıştır. Bu bile tam yansımıyor. Sanki sadece Hamas yanıt veriyormuş, sadece Hamas direniyormuş gibi. Oysa 11 örgüt mücadele etmektedir ve bu ortak mücadelenin tüm detaylarını bilmesek de, İsrail’in “Demir Kubbe”sini deldikleri anlaşılmaktadır.
İsrail ve TC devleti, bu savaş, katliam politikalarında birbirini çok iyi anlamaktadır ve her ikisi de ABD ile koordinelidir. Hatta İsrail, ABD’den daha bağımsız hareket edebilirken, TC devleti, ABD emri ile hareket etmeyi çok sevmektedir.
Saldırılar, İsrail parlamentosunun kararından önce başlamıştır. Irkçı gruplar, neo-Nazi gruplar, doğrudan saldırılara başlamış, Şeyh Cerrah mahallesi hedef seçilmiştir. İşte bu noktada, gerçekten de, tam bir sessizlik içinde olan bölge ülkeleri, Mescid-i Aksa’ya saldırı geldiğinde harekete geçmişlerdir. TC devleti de dahil, tüm “Müslüman” ülkeler, Mescid-i Aksa baskınından sonra, kendi ülkelerindeki kamuoyunu tutabilmek için, yalandan ses vermiş, İsrail’i kınamışlardır. Mesela hiçbiri, mesela Mısır, İsrail ile ticareti ve diplomatik ilişkilerini kesmemiştir. Mesela Suudi Arabistan, mesela Türkiye, böylesi bir adım atmamışlardır. Sadece ve sadece “kınamışlar”dır. Bu kınamalar, aslında kendi kamuoylarını oylamak için, gizli bir onaydır.
Filistin’deki bu son saldırı, bir kere daha şunları göstermektedir:
1- Bir halk, direnişini ileri taşımak, doğru temellerde geliştirmek zorundadır. Bir kimlik sorunu, kapitalizme karşı mücadelenin içinde ele alınmazsa, sadece Filistin kimliği meselesi ile sınırlı tutulursa, devrim perspektifinden kopmaktadır.
2- Devrim perspektifinden kopmuş bir direniş, uzlaşmacı bir yol tutarsa, sonu bellidir. Diyorlar ki, “sen önce şu adımları at, biz sana haklarını vereceğiz.” Filistin’de de böyle oldu. Uzlaşma yolu açıldı mı, Filistin halkının hiçbir talebi kabul edilmez hâle geldi. Giderek Filistin yok olmaya başladı. Hep böyledir, fabrikada direnen işçilere, siz önce önderlerinizi verin uzlaşalım, siz önce içinizdeki devrimcileri bize satın, sonra haklarınızı verelim derler. Ama bir kere önderlerini, devrimcileri sattı mı işçiler, bir daha burunları yerden kalkmaz hâle gelirler. İşgalci der ki, içinizdeki asileri verin. Sanılır ki asiler gidince işler çözülecek. Ama tersi olur, asiler gider ve onları teslim eden halk daha ağır baskılarla karşılaşır. Sultan, direnenleri teslim edin der. Direnenleri teslim edenler, bu kez daha ağır bir yükle karşılaşırlar. Filistin davasında bu süreç yaşanmıştır ve bugün hâlâ etkileri sürmektedir. Uzlaşmacı çizginin elde edeceği hiçbir şey soktur. Dünya tarihi, dünyanın her yerinde, en çok da bizim bölgemizde bunu ortaya koymaktadır. Filistin halkı, her şeyi verdiği hâlde, kendilerine bir ev dahi bırakılmak istenmemektedir. Kadınları, çocukları ile Filistin halkı fizikî olarak yok edilmek istenmektedir. Bunu yapan İsrail ve emperyalist efendiler ise, bu çorbada tuzu olan Filistin’deki uzlaşmacı çizgidir.
3- Direniş gerçek kimliğine oturmadan, direniş gerçek hedefleri ile bağlanmadan ilerleyemez. Bugün Hamas veya İslamî bir çizgi ile direniş zafer getirmez. Zafer, devrimci bir temelde, sosyalizm hedefi ile, bölge devrimi hedefi ile büyüyebilir ve yaşayabilir. Filistin meselesinin çözümü, tam da bu noktada devrim ve sosyalizm mücadelesine bağlıdır, yoksa “İslam ülkelerinin” tutumuna değil. “İslam ülkeleri”nin, her biri, İsrail ile ilişkilerine binlerce Filistinliyi, yüzlerce kere feda etmiştir. Filistin halkından yana nutuk atmak, İsrail’i kınamak, birkaç Filistinliyi tedavi etmek, olsa olsa bu ülkelerin kendi kamuoylarına şirin görünme isteğidir.
Kendisi soykırıma uğramış bir halk olan İsrail halkı, bugün, bir başka halka açık bir soykırımı uygulamaktadır. Bu açıdan mesele sadece Filistin meselesi değildir, İsrail meselesidir de. Nasıl ki Kürt meselesi sadece Kürt meselesi değil, aynı zamanda bir Türkiye meselesidir, burada da durum böyledir. Soykırım uygulamaları ile bir halkı yok etmeye yönelenler, aslında bu savaşı kendi toplumlarının içinde de yaşarlar, er ya da geç.
Bu açıdan tüm egemen sınıflar kardeştir. Birbirlerini sadece anlamakla kalmazlar, birbirlerinin yaptıklarından öğrenirler. Tüm kapitalist dünya için Filistin’deki soykırımı, eğitici bir film gibidir. Böyle izlediklerinden hiçbir zaman kuşkunuz olmasın.
Filistin meselesi, aynı zamanda, tüm bölgemizdeki halkların ortak meselesidir. Filistin de dahil, bölgedeki tüm kimlik sorunlarının, tüm ulusal sorunların çözümü, sosyalizmin zaferindedir. Tüm bölgemiz halkları, proletaryanın devrimci yolunda birlikte mücadele etmeyi öğrenmelidir. Bu, elbette kolay değildir. Ama, başka da bir çıkış yolu yoktur.
Emperyalist güçler arasında paylaşım savaşımının yeniden ortaya çıktığı bugün, eğer bir sorun, devrim ve sosyalizm davasından yana ele alınmıyor ve geliştirilmiyorsa, o sorun, emperyalist paylaşım savaşımının araçlarından, konusundan biri olmaya mahkûmdur.
Filistin için gözyaşları dökenler, gerçekten samimi iseler, o gözyaşlarını silmeli, mücadeleye doğru bir rotadan katılmalıdırlar. Çünkü gözyaşları ile dünya değişmiyor. Dünyayı değiştirecek güç, proletaryanın, işçi sınıfının devrimci mücadelesidir. Bu mücadele için her insanın yapacağı bir şey vardır: Taş olmak, toprak olmak, su olmak, hava olmak mümkündür. Mücadele etmenin bir yolunu bulmak mümkündür.