Filistin soykırımı, İsrail’in savaşı yayma hamleleri

“Çocukları öldürmek” mübahtır, zira onlar büyüdükçe “terörist” olacaklardır, diye buyuran epeyce tanınmış isim var. Kimisi “yazar”dır, kimisi “aydın” olarak tanınıyor. Filistin halkına karşı soykırım olduğunda seyreden, sesini çıkartmayan tanınmış, ünlü kişileri saymak mümkün değil. Sayıları çoktur. Belki de bunların sayılarının bu denli çok olması, bazı ünlülerin Filistinli çocukların ölümünü mübah gördüklerini açıklamalarını kolaylaştırmaktadır.

Maskelerini indiriyorlar. Bunun esas nedeni, savaşın durumudur. Ama yine de utanılası sessizlik de bunda büyük bir katkıya sahiptir.

Her fırsatta, “insan hakları” konusunda şampiyonluk yapan, NATO yanlısı ve ABD beslemesi ünlüler, konu Filistin olunca susuyorlar. “İnsan hakları” ne Kürtler söz konusu olunca hatırlanıyor, ne de Filistin halkı söz konusu olunca. Gerçekte, NATO tedrisatından geçmiş “ünlü”ler, insan olmaktan da çıkmış oluyorlar ve bu nedenle, “insan haklarını” ancak Batı medeniyetinin hâkimiyetine, Beyaz Adam’ın imparatorluğuna karşı bir direniş varsa, ancak o zaman hatırlıyorlar. Onların ağzında “insan hakları”, aslında emperyalist egemenliğin devamı için bir manipülasyonun aracıdır.

Hangisi daha büyük alçaklıktır; çocukları büyüyünce terörist olacaklar diye öldürmeyi açıktan savunmak mı, yoksa bir soykırım karşısında sessiz kalarak gizlice onay vermek mi? Doğrusu karar vermek kolay değil.

Filistin’e karşı İsrail saldırıları onlarca yıldır sürüyor.

Bu son saldırı, 8-9 aydır sürmektedir. Gazze yerle bir edilmiştir ve bununla yetinilmemiş, diğer Filistin toprakları da dümdüz edilmektedir. İşlenen insanlık suçlarının haddi hesabı yoktur. Ve buna karşı direnen, buna karşı duran herkes, gençler, işçiler, kitleler tüm Batı merkezlerinde coplanmakta, tutuklanmaktadır. “Gelişmiş demokrasi”nin ana üsleri olan Batı merkezlerinde, her gösteriye karşı devletin Nazi dönemi politikaları devreye sokulmaktadır.

Devletler, kendi karakterlerini böyle dolaysızca ortaya koydukça, onların demagogları, ideologları da (adına “aydın” diyorlar), bu duruma uygun davranıp, Filistinli çocukların, Kürt kadınların vb. nasılsa terörist olacakları için katledilmelerine onay alacak kamuoyu faaliyetleri yürütüyorlar. İşte size Batı değerleri, işte size demokrasi!

O denli ileri gitmiş durumdadırlar ki, Batı “demokrasi”lerinde seçmen, faşist partilerle “merkez” partiler arasında hiçbir fark görmez hâle gelmektedir. Öyle ya, CDU ile AfD arasında, Yeşiller arasında ne fark var? Faşistin sarı ya da yeşil ya da mavi renkli olması, durumu değiştirir mi?

Tüm bu soykırım politikasına rağmen, İsrail, gerçekte “zafer” naraları atamıyor. İsrail içinde gelişecek iç savaşı durdurmak için, savaş politikalarına tam gaz yüklenen egemenler, savaş kabinesini bile ayakta tutamıyorlar. Ama bu savaş politikaları, İsrail halkının protestolarını zayıflatıyor. Protestolar, protestocuların “hain” damgasını yemesi ihtimalini de yükseltiyor. Konu İsrail olunca, İsrail işçi sınıfı diyebileceğimiz kesimin de ağırlıklı Filistinli olması nedeni ile, süreç daha karmaşık yürüyor. Bir yandan dini tıpkı Türkiye’de olduğu gibi azgınca kullanan İsrail egemenleri bu yolla sınıf savaşımını gizleyebiliyor, diğer yandan ise İsrail’de çalışan Filistinli işçilerin her direnişini de zaten “Filistinli” kimliği nedeni ile, iç çelişkilerini örtmeyi başarıyor. Böylece, İsrail’in yürüttüğü savaş, içeride iç savaşa dönüşürken, bu örtüler, egemen yararına işe yarıyor.

İsrail egemenleri, arkalarına ABD ve İngiltere’yi almıştır ve bu destekle, saldırganlıklarını artırmakta sınır tanımıyorlar.

İsrail savaşı İran üzerine yayma hamlelerinde bir adım olsun geriye düşmüş durumdadır. Bu nedenle, Türkiye’deki Saray Rejimi’nin savaş düzenlemelerine hız verilmesini istiyorlar. Türkiye içinden gelen tepkiler, sözüm ona ticareti kesme kararlarına neden olmuş durumdadır. Ama iş göründüğü gibi değildir. Türkiye’deki NATO savaş kabinesi, askerî olarak İsrail’e her türlü desteği sağlamakta tereddüt etmiyor. Ticaretin kesilmesi ise tamamen yalandır. Yunanistan üzerinden Türkiye’nin ihracatı olduğu gibi, tüm hızı ile devam ediyor. Dün Türkiye limanlarından yapılan ihracat, şimdi Yunanistan limanları üzerinden yapılmaktadır. Ama İsrail, Türkiye’nin daha fazla devreye sokulması, İran’a karşı savaş planlarının hızla devreye sokulması yönünde hareket etmektedir. ABD ve İngiltere başta olmak üzere tüm NATO, bu savaş planlarını desteklemektedir.

Ancak iş o kadar da kolay değildir.

Tüm soykırım savaşına rağmen, Filistin’de direniş sürmektedir.

Ve Lübnan’a dönük İsrail saldırıları, Lübnan Hizbullahı’nın karşı saldırıları ile yanıt bulmaktadır. Doğrusu, Hizbullah’ın askerî gücü konusunda konuşabilecek durumda değiliz. Ama biliyoruz ki Hizbullah’ın gücü, Filistin’deki direniş gruplarından daha fazladır ve İsrail’in bazı karşı saldırılarda epeyce yara aldığı söylenmektedir. 120 km’yi aşan bir sınır bölgesinde Hizbullah’ın saldırılar yapabildiği söylenmektedir. Dahası, İsrail’in Demir Kubbesinin Celile’de delindiği hatta Meron üssünün birkaç defa vurulduğu haberleri gelmiştir. Irak’ta bu cepheye katılan grupların Hayfa’ya kadar etkili saldırılar yapabildiği de söylenmektedir. Hizbullah’ın SİHA’larına karşı Demir Kubbe’nin önleyici olmadığı, bizzat İsrail yöneticileri tarafından açıklanmıştır. Ve İsrail savaş kabinesinde istifalar görülmüştür.

İran Konsolosluğuna saldırı sonrasında İran’ın verdiği yanıtın, süpersonik füzelerle İsrail’in askerî hedeflerini vurması olduğu da bilinmektedir.

Bu durumun, İsrail’in savaşı büyütme planlarına da bir çeşit engel oluşturduğu analizleri yapılmaktadır.

Öte yandan, tüm Batı desteğine rağmen, İsrail uluslararası alanda ciddi prestij kaybetmiş durumdadır.

Tüm bunlar, gerçekte, bugün sürmekte olan savaşın Ortadoğu bölümünün durulacağı anlamına gelmemektedir.

ABD ve onun denetiminde NATO, dünyanın her yerinde savaşı büyütmek için uğraşmaktadır. Filipinler üzerinden Tayvan meselesi ile Çin’e karşı gerilim politikası, Ukrayna üzerinden Rusya’ya karşı uzun menzilli silahlarla saldırma planları ve daha başkaları, ABD’nin savaşı yaymaktan geri durmayacağını göstermektedir.

ABD, savaşı kendi toprakları dışında sürdürme isteğine uygun olarak, Avrupa’yı savaş sahası hâline getirmek istemektedir. Avrupa, neredeyse tüm Avrupa, ABD emrine girmiş gibi davranmaktadır. Almanya, Fransa, Rusya’ya karşı savaş çağrılarını günlük faaliyet hâline getirmiş durumdadır. NATO genel sekreteri de bir savaş kundakçısı olarak, her fırsatta savaş naraları atan konuşmalar yapmaktadır.

Bu şartlar altında, Ortadoğu’da savaş planlarının geri çekileceğini ummak gerçekçi değildir. İsrail, tüm bu savaş politikalarını, daha büyük savaş hedefi ile sürdürmektedir. ABD ve NATO, Kafkaslarda birçok hazırlık yürütmektedir. Bu hazırlıklar, sadece Kafkasları karıştırarak Rusya’yı kuşatma siyaseti değildir, bunlar aynı zamanda, Kafkaslarda üslenerek oradan İran’a karşı savaşı besleme girişimleri de demektir.

Böylece, tüm Ortadoğu sahası, Kafkasları da içerecek biçimde savaşın alanı hâline getirilmek istenmektedir. Ve bu sürecin içine TC devletinin tetikçi olarak kullanılması da ilave edilmelidir. Planlarda bunun da olduğu biliniyor.

Öte yandan Çin ve Rusya’nın direnişi, ekonomik alanda ortaya çıkan gelişmeler, BRICS’in gelişim eğilimleri vb. de Ortadoğu’da ABD müttefiki olarak görülen ve öyle bilinen ülkelerin de bu eğilimlere yakınlık göstermesi, normal koşullarda savaşı önleyecek bir etki olması gerekirken, gücünü korumak isteyen ABD’nin buna savaşı yayma adımları ile yanıt verdiği de görülmektedir.

ABD, tüm gücü ile savaş politikalarına hız verme yolu ile çıkış aramaktadır. Hegemonyasını korumak için, tek çıkış yolunu burada görmektedir. Bu politikalar ile Avrupa’yı tam olarak “teslim” almış iken, buradan geri adım atmasını beklemek, pek de gerçekçi değildir.

Elbette karşı cephe, Rusya ve Çin, dünya savaşını önlemek için çeşitli hamleler yapmaktadır, yapacaktır. Bunun bir sonuç vermesi, ABD’nin geri çekilmesi olanaklı gibi durmamaktadır.

Tüm bu durum, yani hem dünyadaki hem de bölgemizdeki durum, İsrail’in tüm zorluklarına rağmen savaş politikalarına, Filistin halkına karşı soykırıma devam edeceğini göstermektedir.

Dünyanın her yerinde çatışma eğilimleri yükselmektedir.

Ortadoğu, bu çatışma dinamiklerinin daha da öne çıktığı alanlardan biridir. Enerji meselesi, bu konudaki ABD kontrolünün zayıflama eğilimleri, Ortadoğu’yu zaten savaş alanı hâline getiren nedenlerin başında gelmektedir. Bu nedenle, ABD, NATO, Anglosakson ittifakı, İsrail’in savaş politikalarını desteklemeye devam edecektir. Görünen budur.

Savaşı durduracak tek şey, sosyalist bir devrimdir. Ortadoğu’da en örgütlü güç olan Kürt hareketi, bu nedenle NATO’nun hedefinde olmaya devam edecektir. Ve NATO, Türkiye’nin bu alandaki politikalarını sadece pasif biçimde desteklemekle yetinmeyecektir. Zaten kimyasal silah kullanımı, NATO onayı ile mümkün olmaktadır.

Savaşı durduracak güç, bir sosyalist devrimler dalgası ise, bu durumda Ortadoğu’da, tüm bölgede devrimci hareketlerin ortak hareket kabiliyetlerini geliştirmesi de önem kazanmaktadır. Bu durum, bölgemizdeki devrimci hareketler için bir görevdir de.

Elbette bölgemizdeki devrimci güçler, çok farklı örgütlülük düzeylerine sahiptirler. Bu durum, elbette ki birçok zorluğun temelidir. Her ülkedeki devrimci hareket, işçi sınıfının kurtuluşu ve halkların kardeşliğini temel alan bir hatta sahip olmak durumundadır. Elbette bu her devrimci hareketin kendi hattını geliştirmesine engel değildir, olamaz. Her devrimci hareket, karşısında sadece kendi ülkesindeki egemenleri bulmuyor. Sadece onlara karşı savaşmıyor. Her ülkede emperyalist efendilerin egemenliği de söz konusudur. Bu nedenle, sadece kendi ülkemizde yürüyen devrimci mücadele bile, uluslararası karakterdedir. Zaten özü gereği sosyalist hareket, işçi hareketi enternasyonalisttir. Ama bunu bizim bölgemizde daha fazla besleyen emperyalist efendilerin egemenliğine karşı savaş da hesaba girmektedir. Emperyalist efendilerin her ülkedeki işbirlikçileri farklı olsa da, savaşın bu yönü çok önemlidir. Bu nedenle, her devrimci hareketin, bölgedeki devrimci mücadelenin bir parçası olduğunu söylemek abartılı olmaz.

Tüm dünyada devrimci hareket zayıftır, alması gereken daha çok yol vardır. Ama biz, hareketin, gelişimin eşitsiz ve bileşik olduğunu biliriz. Bu nedenle enternasyonalizm, farklı büyüklüklerine rağmen her devrimci hareketin ortak tutumu olmalıdır. Savaşı önlemek, emperyalist efendileri ve onların bölgemizdeki ortaklarını alaşağı etmek ile mümkündür. Bunun dışında savaşı önlemenin bir yolu yoktur.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz