Kapitalist-emperyalizm dünya çapında savaşları genişletirken ve Avrupa ülkeleri militarizasyonu artırırken, Fransa’da büyüyen anti-savaş koalisyonu Guerre à la Guerre ile röportaj yaptık. Fransa’da emperyalizme karşı direnişin güncel durumunu, Fransa’nın emperyalist düzen içindeki rolünü ve Filistin yanlısı mücadeleyi konuştuk. Guerre à la Guerre bizlere, Fransa’da devletin pervasız savaş kışkırtıcılığına karşı umut verici gelişmeleri ve yaygınlaşan direnişin olasılıklarını aktardı.
Guerre à la Guerre’yi okuyucularımıza kısaca tanıtabilir misiniz? Koalisyonunuz ne zaman kuruldu? Amaçları, aktif kampanyaları ve geçmişteki eylemlerinden bazıları nelerdir?
Merhaba. Guerre à la Guerre, bir farkındalıktan doğdu: Savaşlar, çoğu zaman da emperyalist savaşlar şiddetlenirken, sol güçlü bir şekilde karşılık veremiyordu. Biz, yani anti-faşistler, “radikal” ekolojistler ve Fransa’daki Filistin dayanışma hareketinin üyeleri, bu ciddi biçimde eksikliğini hissettiğimiz gücü inşa edebilmek için bir ittifak kurmaya karar verdik.
Kasım 2024’te koalisyonu kurduğumuzda, Fransa’daki anti-militarist hareketin dağınık durumunu göz önünde bulundurmuştuk. Esasen, bir tarafta çok geleneksel, yasalara bağlı bir yaklaşıma sahip savaş karşıtı dernekler, diğer tarafta ise daha doğrudan eylemler gerçekleştiren daha anarşist veya özerk gruplar vardı. Bu iki kesim birbirinden oldukça kopuktu. Bu nedenle biz, geleneksel anlamda bir parti ya da örgüt olarak değil, daha çok Fransa’daki ve belki başka yerlerdeki mevcut güçler arasında bağlantılar kurmaya çalışan bir koalisyon olarak örgütlenmeye çalışıyoruz. Koalisyon içinde, özerk ve devrimci güçler arasında, yani kurumsal sol olmadan örgütlenmeye karar verdik. Amaç, bazı politik tutumlar ortaya koymak ve bu tutumları benimseyen insanlarla ve gruplarla, hattâ sosyal demokrat partilerle (La France Insoumise) veya sendikalarla (CGT, SUD) koalisyon dışında da birlikte örgütlenebilmektir.
Filistin, eylemlerimizin ve mücadelemizin merkezinde yer aldığı için Gazze’deki soykırım bu hedefi daha da gerekli hâle getirmiştir. Güçlü bir savaş ve militarizm karşıtlığı olmadan, hükûmetlerimize bu zulmü sona erdirmeleri için baskı uygulayamayız.
Bununla birlikte, Guerre à la Guerre’ın başka amaçları da var; Fransa’da sürmekte olduğunu değerlendirdiğimiz bir “militarizasyon sürecine” karşı mücadele etmeye çalışıyoruz. Bu süreç iki eğilimi izliyor. İlki, Fransa’nın dünyanın ikinci büyük silah satıcısı hâline gelmesiyle birlikte giderek daha fazla yer kaplayan silah sanayiinden kaynaklanıyor. İmalat sektöründeki krizle birlikte bu, Fransa’daki sanayi gücü ve yatırımların giderek daha fazla silah üretimine yönelmesi anlamına geliyor. İkinci eğilim ise birincisinden ayrı düşünülemeyecek ölçüde bağlantılı: Savunma bütçesinin muazzam şekilde büyümesi ve ordunun eğitim, sağlık gibi diğer alanlarda giderek daha fazla rol üstlenmesi. Biz ayrıca bir “savaş ve kontrol sürekliliği” tanımlamayı seçtik: savaş makinaları, gözetim teknolojileri, baskı araçları, hapishaneler, kamplar ve sınırlar. Bu politik ve stratejik analizden hareketle koalisyon; sürgün kolektifleri, feminist ve anti-faşist gruplar, sömürgecilik karşıtı hareketler ile birleşmeye başladı ve bütün bu güçler koalisyonun inşasında önemli bir rol oynadı.
Birçok farklı düzeyde hem ulusal hem de yerel alanda örgütleniyoruz; militarizasyonun bütün bu farklı boyutlarını birbirine bağlamaya çalışıyoruz. Silah fuarları bizim için çok önemli bir hedef ve Paris’te düzenlenenlere karşı eylemler gerçekleştirdik. Ayrıca 14 Temmuz’da[1] da milliyetçi ve savaş kışkırtıcısı değerlerin kutlanmasına karşı çıkarak, ırkçılık karşıtı ve savaş karşıtı bir tavır sergilemek için gösteriler düzenledik.
Paris Air Show (Paris Havacılık Fuarı) için yaptığınız eylemleri anlatabilir misiniz? Neler yaptınız ve neden hedef olarak onu seçtiniz? Örgütlenme ne kadar etkili oldu ve ne türden polis baskılarıyla karşılaştınız?
Paris Air Show, 175 ülkeden sektördeki tüm üreticilerin katıldığı bir uçak ve uzay fuarıdır. Çok sayıda ziyaretçinin (bu yıl sayı 164.000’di) takdirle katıldığı fuarda sivil ve askerî sanayi kolları iç içe geçiyor. Uçaklar, silahlar, insansız hava araçları, roketler sergileniyor ve sanki bu silahlar eğlenceliymiş, aile dostuymuş gibi bir izlenim yaratmak için diğer uçaklar fuarın üzerinde gösteriler gerçekleştiriyor. Hepsinden öte bu fuar, sürgün edilmiş yoldaşlarımızın sınır dışı edildiği Le Bourget Havalimanı’nın hemen yanında düzenleniyor; bu da hedef seçimimizde önemli bir rol oynadı.
Yani mücadele ettiğimiz her şeyi bir araya getiriyor ve biz de işte bu yüzden “Stop Bourget” hareketini başlattık. Her şeyden önce, burası milyarlarca dolarlık silah sözleşmelerinin imzalandığı yer ve hem Fransız hem de uluslararası tüm önemli “oyuncular” burada. Ölüm tacirleri burada ve biz de bunu göstermek istedik. Hedefimizin merkezinde soykırımdan kâr elde eden İsrailli ve Fransız şirketleri vardı ama silah ticaretinin Ukrayna’dan Sudan’a kadar her yerde, her savaştan kâr ettiğini göstermek bizim için önemliydi. İkincisi, bu, sivil ve askerî endüstrilerin birbirine bağlı olduğunu göstermek ve insanları Fransa’daki askerî-endüstriyel kompleksin yeri hakkında bilgilendirmek için bir fırsattı. Üçüncüsü -biraz daha önemsiz gibi gözükse de- fuar banliyölerde, Fransa’nın en yoksul yerlerinden birisi olan 93 bölgesi yakınlarında gerçekleştiriliyor. Bu silah satıcılarının kutlanmasından elde edilen zenginliğin hiçbiri, ihtiyacı olanlara geri dönmüyor. Bu durum, militarizasyonun sömürgeci doğasını da ortaya koyuyor çünkü bu bölgede yaşayan insanlar genellikle Fransız sömürgeciliğinin kurbanlarının torunları ve hâlâ yeni-sömürgeci politikalardan zarar görüyorlar.
Açık konuşmak gerekirse, eylemler pek etkili olamadı. Bir terörle mücadele operasyonu nedeniyle asıl projeden vazgeçildi ve fuarı sekteye uğratamadık. Gerçekleşen daha doğrudan eylemler ise daha çok sembolikti. Bazı gruplar içeride “ölüm protestosu” düzenleyerek sergiyi dağıttı, bazıları silah tüccarlarının lobisi olan GIFAS’ın (Fransız Havacılık ve Uzay Endüstrileri Birliği) ön cephesini yeniden boyadı, diğerleri metro merdivenlerini kırmızıya boyayarak ziyaretçileri kan rengine bulanmış ayakkabılara mecbur kıldı ve bir balon uçurma eylemi gerçekleşti ancak bu da başlangıçta uçakların kalkışını engellemek üzere planlanan “Filistin renklerindeki göksel geçit töreni” ölçeğinde değildi.
Gösteriye 2500 ila 4000 kişi katıldı ve kimseyle çatışmaya niyetimiz olmamasına rağmen polis tarafından sıkı bir şekilde kuşatıldık. Bu güçlere karşı mücadele ederken, devletin karşı hamlesi hem doğrudan polis baskısı hem de gözetim açısından çok güçlü oluyor. Gösteriden önceki günlerde insanlar gözaltına alındı; gösteri günü ise bulunduğumuz sendika merkezi polis tarafından basıldı, insanlar silah için arandı ve polis gösteri için hazırlanan tüm helyum balonlarını patlattı. Gösteri çok büyük değildi fakat birçok yerel sakin katıldı. Filistin ve İslamofobi temel temalardı, bu da banliyödeki bir müzik festivali için hiç de garip değildi.
Ancak, ilk adım olarak bu yine de bir başarıdır. Çok farklı yollardan gelen insanlarla başarılı bir şekilde örgütlendik; sendika üyeleri, siyasi partiler, savaş karşıtı dernekler, sömürgecilik karşıtı militanlar, ekolojistler ve öylece mahalleden gelen insanlar. Sendika üyeleri, bunun ilçede gördükleri en büyük gösterilerden biri, hattâ belki de en büyüğü olduğunu söylediler. Daha fazla örgütlenme, daha fazla zaman ve deneyimle, eylemler özellikle bu örgütlerin tabanında daha çok insana ulaşacak ve büyüyecek!
Fransa’nın güncel emperyalist sistem ve rekabet içindeki konumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Daha spesifik olarak, Fransa’nın ABD’nin önderlik ettiği genel kapitalist-emperyalist gündem içindeki mevcut konumu nedir? Fransa, çoğunlukla ABD-NATO önderliğindeki hedefleri ve savaşları ısrarlı şekilde takip ederken, zaman zaman daha bağımsız bir tavır sergilemeye çalışıyor gibi görünüyor. Fransa’nın genel emperyalist planlardaki rolüne, ABD ile ilişkisine, kendi emperyalist emellerine ve Avrupa ile ABD arasındaki ilişkilerde ortaya çıkan yeni gerilimlere nasıl yaklaşmalıyız?
Koalisyon içindeki tüm fraksiyonlar aynı analizi paylaşmıyor olabilir. Ancak çoğunluğun üzerinde hemfikir olduğu birkaç nokta var. Fransa, emperyal çekirdeğin bir parçasıdır. Fransa’nın ABD’nin müttefiki olduğu açıktır ve sözünü ettiğimiz militarizasyon süreci bazı Amerikan taleplerine de yanıt vermektedir (GSYİH’nin %5’inin askerî harcamalara ayrılması gibi). Fransa, son dönemdeki en büyük askerî operasyonlarında ABD’nin yardımına ihtiyaç duymuştur; örneğin 2011’de Libya’da olduğu gibi. Bununla birlikte, Fransa’nın ABD öncülüğündeki bu emperyalizm yapısında özel bir yere sahiptir.
Öncelikle, Fransa kendi başına da emperyal bir güçtür. Güç bakımından elbette ikincil konumdadır ancak toprak bakımından öyle değildir; çünkü sömürge imparatorluğundan kalan bölgeler sayesinde Fransa, dünyadaki ikinci en büyük münhasır ekonomik bölgeye sahiptir. Kanaky, Fransız Guyanası ve daha birçok yer, emperyalist bir güç için önemli varlıklar oluşturmaktadır. Fransa ayrıca, eski imparatorluğunu oluşturan ve artık biçimsel olarak egemen olan ülkelerde de büyük bir etkiye sahiptir; CFA Frangı gibi kurumlar, korunan yatırımlar ve daha doğrudan siyasi müdahaleler yoluyla bu etkisini sürdürmektedir.
İkinci olarak Fransa, hem ABD ekonomisiyle tamamen iç içe geçmiş bir ekonomiye, ABD ordusu ve ABD sanayi kompleksine bağımlı bir orduya hem de 1966’da de Gaulle’ün NATO’nun entegre komutasından ayrılmasından Chirac’ın Irak Savaşı’na karşı ünlü muhalefetine kadar uzanan bir siyasi bağımsızlık geçmişine sahiptir.
Üçüncü olarak, Fransa ve Almanya kuşkusuz Avrupa Birliğinin iki ekonomik ve siyasi lideridir. Avrupa Birliği elbette ABD’nin kontrolünde bir araç olarak yorumlanabilir ancak yine de son derece önemli bir siyasi ve ekonomik organizasyondur.
Bu üç unsurda, Fransa’nın zaman zaman çelişkili görünen tutumlarını anlamanın anahtarı yatmaktadır. Macron, Trump’ın verdiği emirleri -örneğin askerî bütçeyi artırma talimatını- yerine getirecektir ancak bunu, Avrupa’nın ortak bir savunmaya ve askerî bağımsızlığa ihtiyacı olduğu söylemiyle ve aslında ABD’den çok sayıda silah satın almak anlamına geldiğini görmezden gelerek yapacaktır. Avrupa bütünüyle “egemen bir bulut” ya da bağımsız askerî dijital altyapılar geliştirmeye çalışacaktır ancak bunu yaparken ABD teknolojilerini kullanacak ve ABD şirketlerine bağımlı kalacaktır.
Bize göre, ABD ile Fransa arasındaki görünürdeki gerilimler aslında oldukça gerçektir; çünkü Fransa, kendi çıkarlarına aykırı olsa bile Amerikan kurallarına uymak zorundadır. Neo-sömürgeci boyutları gerilemekte olan Fransa, çeşitli yollarla ve özellikle “uzay savaşı” gibi alanlarda NATO içinde kendini yeniden konumlandırmaya çalışmaktadır.
Fransa’nın, daha fazla hükûmetin Fransız sömürge yönetiminin kalıntılarından kopmasıyla Afrika’daki gelişmelere nasıl tepki verdiğini veya nasıl tepki vermeyi planladığını düşünüyorsunuz? Bu gelişmeler Fransa’daki militarizm ve polis devleti baskısıyla nasıl bir ilişki içerisinde?
Daha önce de söylendiği gibi, Fransa’nın servetinin büyük bir kısmı sömürge ve sömürge sonrası imparatorluğundan gelmektedir. Örneğin, Fransa’nın en zengin adamlarından biri olan Bolloré, resmî dekolonizasyonların ardından kurulan işbirliği mekanizmalarını kullanarak Batı Afrika’daki limanları satmış ve işletmiş, servetini de bu şekilde edinmiştir. Ancak, Senegal’deki “France dégage” (“Fransa defol”) kampanyasının da gösterdiği gibi, bu ülkelerde pek çok kişi artık “Françafrique” olarak adlandırılan bu ilişki biçimini reddetmektedir. Fransız ordusu bazı askerî üslerini tahliye etmek zorunda kalmış olsa da diğerlerini elinde tutmaya devam etmektedir ve özel kuvvetleri, Rus paramiliter güçlerinin (Wagner/Afrika Korps) güçlü rekabetiyle karşı karşıya olduğu Sahel ve Orta Afrika’da hâlâ çok güçlü bir varlık göstermektedir. Fransa, fiilen zemin kaybediyor olsa da bu yarışta kalmak için elinden gelen her şeyi yapmaktadır.
Fransa’nın sömürge imparatorluğu ile Fransa’daki baskı arasındaki bağı anlamak için, bizim “sömürgeci süreklilik” olarak adlandırdığımız olguya dönmemiz gerekir: Sömürgelerde halklara, ardından ulusal kurtuluş hareketlerine karşı kullanılan yöntemler bugün öncelikle ve her gün -banliyölerde, hapishanelerde ve sınır rejimi aracılığıyla- beyaz olmayan proleterlere ardından da siyasi aktivistlere karşı uygulanmaktadır. Daha geniş bir açıdan bakıldığında, bu eski sömürgelerden gelen göçmenlerin ırkçılığa maruz kalması ve sömürgeci bir şekilde “ele alınması” söz konusudur: Fransız polisinin sıklıkla şiddete başvuran birimi “BAC” 50’li yıllarda sömürgelerden gelen göçmenleri baskı altında tutmak için oluşturulan özel bir birimin devamıdır.
Fransa, orta ölçekli bir emperyal güçtür; gerilemektedir, ancak hâlâ hem dış hem iç sömürgecilikle derinden şekillenmiş durumdadır.
Fransa’da emperyalizm ve savaşa karşı sokaklarda gösterilen direnişi nasıl tanımlarsınız? Direnişin ana bileşenleri nelerdir ve emperyalizm ve savaşa karşı hareket işçi sınıfı ve sendikalar gibi örgütleri tarafından ne kadar yaygın bir şekilde benimseniyor?
Emperyalizm, parlamentonun dışında kalan sol tarafından ciddi şekilde göz ardı edilmiş olsa da şu anda söylemlerde yeniden gündeme gelmeye başlamıştır. Filistin’deki durum, bunu daha çok insana görünür kılmakta ve insanları bu sorulara yönlendirmektedir. Marseille’de CGT limancılarının eylemlerinin göstermiş olduğu gibi, sol sendikalar daha şirket usulü yönetim yaklaşımlarına sahip olanlar bile harekete geçmek zorundadır ve Filistin için birçok küçük grev de gerçekleştirilmiştir. Filistin hareketinde, emekçi mahalleler yer almakta ve sürgündeki insanlar sınır sistemlerine karşı bir harekete önderlik etmektedir. Biz, anti-militarist, anti-emperyalist ve uluslararasıcı bir hareketi yeniden inşa etmenin başındayız, ancak asıl çalışma hâlâ önümüzde durmaktadır!
Fransa’da Filistin yanlısı mücadelenin mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Filistin eylemlerinin güncel seyri ve bu eylemlere katılan sosyal gruplar (göçmenler, işçiler, kadınlar, öğrenciler vb.) hakkında gözlemleriniz nelerdir?
Filistin mücadelesi, toplumsal açıdan oldukça çeşitlidir. Daha klasik bir hareketten temel farkları, çok genç olması ve olağandan daha az beyaz katılımcıya sahip olmasıdır. Kadınlar, Fransa’daki Filistin dayanışma hareketinde her zaman önemli bir rol oynamıştır. Mevcut hareket, Guerre à la Guerre’nin bir parçası olan ve önde gelen sözcüleri Filistinli olan Urgence Palestine tarafından yönetildiği için Filistinli seslerin yükselişiyle de karakterize edilmektedir. 2023 Ekim’den sonraki Filistin dayanışma hareketinin ilk aylarında, baskıların sert olması nedeniyle gösteri organize etmek oldukça zordu. Bu durum, 2023 yazında halkın yoğun olarak yaşadığı mahallelerde yaşanan ayaklanmaların bastırılmasıyla birleşince, 2014 Gazze savaşı sırasındaki harekete kıyasla genç kesimin katılımını yavaşlattı. Filistin artık gençler arasında siyasileşmenin öncülerinden biridir; çünkü insanî bir krizi ABD öncülüğündeki emperyalist dünya sistemiyle açıkça ilişkilendirmektedir.
Buna karşın, geleneksel gösterilerin etkisizliği, birçok kişiyi İngiltere’deki Palestine Action gibi daha radikal eylemlere yönlendirmemiştir.
Dünya çapındaki anti-emperyalist hareketlerin daha güçlü bir uluslararası dayanışma oluşturabilmesi için neler yapılabileceğini düşünüyorsunuz? Bu dayanışmayı geliştirmek için en etkili eylemler ve kampanyalar neler olabilir?
Guerre à la Guerre çok genç bir oluşum, ancak biz uluslararasıcı bir yaklaşım olmadan savaş karşıtı etkili bir hareket inşa edemeyeceğimizi düşünüyoruz. Avrupa ölçeği özellikle önemlidir; çünkü NATO üyesi birçok ülke burada yer almaktadır. Avrupa’da, emekçi sınıfın sırtından hızla artan askerî harcamalarla birlikte, İtalya ve Almanya gibi ülkelerde “savaşa karşı savaş” adı verilen bazı hareketler veya koalisyonlar ortaya çıkmaktadır. Fransa, Almanya ve İtalya’da ABD’nin dayattığı askerî harcamalar açısından durum çok benzer olduğundan bu, sınırları aşan anti-emperyalist bir hareket kurmak için çok iyi bir fırsattır. Biz, özellikle Filistin kampanyası veya NATO’ya karşı kampanyalar başta olmak üzere, pek çok diğer ülke ile temas kurmaya çalışıyoruz. NATO muhtemelen en bariz hedef, ancak uluslararası bir gösteri organize etmek zaman ve çaba gerektiriyor.
Ancak büyük bir şey yapmaya çalışmadan önce, dünya çapındaki savaş karşıtı hareketler arasındaki iletişimin kurulması ve ortak analiz yoluyla koordinasyonun yürütülmesi gerekli görünüyor. Bu zaman alacaktır ama daha uluslararası bir kültürün oluşmasına olanak sağlayacaktır. Haydi, savaş karşıtlığı ve devrimci barış için halkların uluslararası hareketini birlikte inşa edelim!
[1] 1789’da Fransız Devrimi’nin simgesi olan Bastille Hapishanesinin basılmasının yıldönümü olan 14 Temmuz (Bastille Günü) Fransa’da ulusal bayramdır, her yıl askerî geçit törenleri, hava gösterileri ve millî birlik temalarıyla resmî kutlamalar yapılır.