The Palestine Chronicle (Filistin Günlüğü) için Sama Ebu Şarar tarafından yapılan röportaj –
Fransa’da 41 yıl hapis yattıktan sonra tahliye edilen efsanevî siyasi tutsak Corç Abdullah, Filistin, direniş, kurtuluş ve Arap dünyasının geleceğine dair sarsılmaz görüşlerini anlattığı devrimci bir manifesto sunuyor.[1]
Efsanevî direnişçi Corç Abdullah ile görüşmemiz bir çarşamba günü saat 16.00 için planlanmıştı. Beyrut’tan saat 11.30 gibi, kuzeydeki Koubayyat köyündeki evine zamanında varabilmek için yola çıktık. Trablusşam’a vardığımızda, Beddavi ve Nahr el-Bared Filistin mülteci kamplarından iki kadın eylemci olan Dalal Şahrur ve Nazira el-Hac bize katıldı; onlar da hâlâ hayatta olan kahramanlarımızdan biriyle buluşmak için en az bizim kadar heyecanlıydı.
Saat 15.30’da vardığımızda bizi Abdullah’ın yeğeni, kardeşi Robert ve kız kardeşi karşıladı. Sıcak aile evlerinin balkonunda bize soğuk içecekler ve tatlılar ikram edildi; bu, Arap kültüründe kutlamalarda önemli bir gelenek. Ailesini Abdullah’ın tahliyesi dolayısıyla tebrik ettik ve görüşme için ayrılan süreyi sorduk. Robert bize yarım saatimiz olduğunu söyledi, biz de daha fazla zaman için pazarlık etmeye çalıştık.
Kısa bir süre sonra, Corç’un oturduğu odaya girmemize izin verildi. Ayağa kalktı ve yıllardır tanışıyormuşuz gibi samimi bir şekilde selâmladı bizi. Daha tek kelime etmemiş olsa da varlığı o kadar güçlüydü ki. Kısaca kendimizi ve The Palestine Chronicle’ı (Filistin Günlüğü) tanıttık, sayısız sorumuza geçmeden önce kendisine başka bir devrimcinin kitabını hediye ettik.
Bir saat süren sohbetimizde önce Corç’un hapishanedeki ve tahliye sonrasındaki yaşamına değindik, ardından Filistin, Lübnan, İsrail varlığıyla somutlaşan siyonizmin geleceği, Filistin ulusal projesinin krizi, sosyalizm ile İslamî direniş arasındaki ilişki gibi konulara geçtik. Corç’un demir iradesi ve sağlam ilkeleri, aldığı her nefeste ve söylediği her sözde sapasağlam duruyor. Ona göre, Filistin ve Lübnan’daki direniş, devam eden İsrail işgalinin tek cevabıdır ve Batı emperyalizminin bir ürünü olan İsrail, varlığının son evresine ulaşmıştır.
Detayları röportajın tamamında okuyabilirsiniz.
“Hapishane savaşçıları değiştirmez”
Sama Ebu Şarar (Filistin Günlüğü): Hepimiz Corç Abdullah’ı, hayatını adil davalara, en başta da Filistin davası ve her türlü sömürgecilikle mücadeleye adamış uluslararası bir eylemci olarak tanıyoruz. Siz kendinizi nasıl tanıtırsınız?
Corç Abdullah: (Ben) Arap savaşçılarımız arasında bir savaşçı, Filistin devriminin bir savaşçısı ve emperyalist ve siyonist baskıya karşı Lübnan direnişinin bir savaşçısıyım. Eylemlerimiz, siyonist oluşumun Batı emperyalizminin organik bir uzantısı olduğu değerlendirmemizden kaynaklanıyor. Bu oluşumun şu anda varlığının son aşamasına ulaştığını düşünüyoruz ve bu nedenle, tüm barbar ve katil rezervlerini halkımızın üzerine salacaktır. Halkımızın kitleleri, bu oluşumun üstesinden geleceklerini akılda tutarak bu aşamaya hazırlanmalıdır.
Filistin Günlüğü: Söyledikleriniz, birçok insanın sizi, büyük mücadelemizin doğru pusulasını temsil eden bir direniş ikonu olarak görme şekliyle tamamen örtüşüyor. Yani Corç Abdullah’ın kendini görüşü ile insanların onu görüşü arasında bir fark yok.
Corç Abdullah: Halkımız Filistin direnişine büyük güven duyuyor, bu nedenle her türlü direniş ifadesi büyük saygı görüyor. Halkımız çok fazla destek sunmaya ve mücadeleyi kolaylaştırmaya hazır. Bugün Gazze ve Batı Şeria’da olanlar da bunu doğruluyor. Direniş saflarında sıradan bir savaşçı olarak, tarihsel olarak görüyorum ki halkımız direniyor. Devrimlerde her zaman olduğu gibi gedikler var, ancak bu bizi durdurmuyor. Gazze’deki kitleler, bitkin düşmüş çocuklarına sarılıyor, direnmeye devam ediyor ve beyaz bayrak çekmeyi reddediyor. Böylece, tüm öznel ve nesnel sorunlara rağmen direnişin çok iyi durumda olduğunu söyleyebiliriz.
Filistin Günlüğü: Hapishane sizi değiştirdi mi?
Corç Abdullah: Hapishane savaşçıları değiştirmez. Gerçekte, eğer direniş güçlerinden gereken dayanışma sağlanırsa, hapishane sağlam duruşların şekillenmesine yardımcı olur ve benim başıma gelen de bu oldu.
Filistin Günlüğü: Bu, 41 yıl önce hapse giren Corç Abdullah’ın hapisten aynı adam olarak çıktığı anlamına mı geliyor?
Corç Abdullah: Daha yaşlı, daha tecrübeli ve daha fazla verme isteği olan bir savaşçı olarak.
Filistin Günlüğü: Hapisteyken zamanla nasıl bir ilişkiniz oldu?
Corç Abdullah: Aslında, savaşçılar ve eylemciler için hapishanedeki zaman, hayatın önceliklerinin düzenlendiği bir çerçevedir. Eğer eylemci dayanışma bulduysa -yani, eğer dayanışmayı ulusumuzun kitlelerinin günlük mücadelesi içinde pratik bir ifadeye dönüştüren bir grup insana sahipse- o zaman hapsedilmiş eylemci, olağanüstü koşullar altında yapması gerekeni yapan bir savaşçıdır.
Zaman daralır, çünkü mücadeleyi desteklemek için uygun gördüğü şeyleri yapmaya -ister okuma, müdahale ya da diğer şeyler olsun- yetecek zamanı yoktur. Bu durum benim için de geçerliydi.
Filistin Günlüğü: Yani hapishanedeyken zaman sizin için dar mıydı?
Corç Abdullah: Savaşçılar ve eylemcilerden bekleneni yapmak için yeterli zaman yoktu. Mütevazı imkânlarım dâhilinde elimden geleni yaptım.
Filistin Günlüğü: Al Mayadeen’e verdiğiniz röportajda hapishanedeki gününüzün çok planlı olduğunu ve aldığınız postaları okumayı da içeren yoğun bir günlük programınız olduğunu söylemiştiniz. Hapisteyken kimlerle yazıştınız?
Corç Abdullah: Hapiste olan veya hâlen hapiste kalan savaşçı ve eylemcilerle, ailemle ve arkadaşlarımla. Bu normal bir şeydi, çünkü şu ya da bu ülkede halk kitlelerinin mücadelesiyle güvence altına alınan imkânlar vardı. Fransız hapishanelerinde, ilgili makamlara numarayı vermeniz koşuluyla, istediğiniz kişiyi arayabileceğiniz bir telefon mevcuttu. İstediğiniz herhangi biriyle iletişime geçebilirdiniz.
Kitaplar yoldaşlar tarafından sağlanıyordu, dolayısıyla okuma ve diğer şeyleri yapmak için bolca fırsatınız oluyordu. Ancak, okunması gereken her şeyi okumak ve bu konulardaki devam eden tartışmalara katılmak çok zaman alıyordu.
Filistin Günlüğü: Siz çok telefon görüşmesi yapanlardan mıydınız?
Corç Abdullah: Yapması gerekeni yapanlardan biriydim.
Filistin Günlüğü: Telefon görüşmeleri daha çok arkadaşlarla mı yoksa aile üyeleriyle miydi?
Corç Abdullah: Aile iletişim çemberinin içindeydi elbette. Adeta evden mücadele alanına uzanan bir süreklilik var. Vatanın meseleleri hayatımın temel bir parçası, dolayısıyla aile, arkadaşlar, sevdiklerim ile ülkemizde ve yurtdışında mevcut olan mücadelenin diğer tüm tezahürleri aracılığıyla iletişim süreklidir. Bu konuda kendimi herhangi birine yabancılaşmış hissetmedim.
Filistin Günlüğü: Hapisteyken herhangi bir psikolojik veya fiziksel işkenceye maruz kaldınız mı?
Corç Abdullah: Savaşçı ve eylemcilere yapılan her şeye maruz kaldım. Tüm bu prosedürlerin benim için bir sorun teşkil etmediğini söyleyebilirim. Yani, kişisel açıdan bakıldığında, özel bir baskıya maruz kalmadım ve nesnel açıdan bakıldığında, çok sayıda yoldaşım tarafından sağlanan bolca kaynağa sahiptim.
Çok sayıda yoldaş vardı ve sırayla hapishanede beni ziyaret edebilmek için nöbetleşe geliyorlardı. Bu nedenle, hiçbir zaman yabancılaşma veya izolasyon hissi yaşamadım. Dayanışma hareketi günlük mücadelenin bir parçasıdır; bu nedenle, o anlamda kişisel bir ızdırap yaşamadım. Zaman ile girdiğim bir mücadele vardı. Tüm bu zamanı, okumalarımı ve müdahalelerimi mümkün olduğunca geliştirmek için kullanmak istedim. Ancak, hayatın öncelikleri nedeniyle bu zamanın sınırları var.
Filistin Günlüğü: Hapisteyken, özgürlük dışında en çok neyi özlediniz?
Corç Abdullah: Gerçekte, hayatın tüm yönlerini ve onun tüm tezahürlerini özledim.
Filistin Günlüğü: Örneğin?
Corç Abdullah: Her şeyi. En çok neyi özlediğimi söylemek kolay değil: aileyi, sevdiklerimi, yıldızları, ağaçları ve hayvanları. Yoldaşları özlüyorsun, onlarla yaptığın tartışmaları özlüyorsun; belirli bir öncelik yok.
Filistin Günlüğü: Zamanda geri gidebilseydiniz, mücadelenizde farklı yapacağınız bir şey var mı?
Corç Abdullah: Şu anda mücadeleme dair özeleştiri yapmıyorum. Mücadelem boyunca, mücadele yoluna uygun gördüğüm her şeyi yaptım. Elbette, herkes gibi, başarılar ve başarısızlıklarım var ve şu ya da bu şeyi iyileştirme imkânım var.
Ancak, genel olarak, mücadele yolumdan memnunum. Mütevazı olmasına rağmen, mevcut halk tabanı çerçevesinde halkımızın herhangi bir diğer savaşçısı veya eylemcisi kadar kabul edilebilir bir mücadele olduğunu düşünüyorum.
“Direniş çok iyi durumda”
Filistin Günlüğü: Biraz Filistin ve Lübnan hakkında konuşalım. Birden fazla röportajınızda Corç Abdullah’la dayanışmanın, Filistin’le dayanışmaya eşit olduğunu veya onun bir parçası olduğunu söylediniz.
Corç Abdullah: Corç Abdullah’la dayanışma, ancak Gazze’deki soykırım savaşına karşı mücadele çerçevesi içinde yer aldığında anlam kazanır. Bu, dayanışma meseleleri kapsamına giren mücadele yolunun içindedir, bu çerçevenin dışında veya ona paralel değildir. Bu çerçevenin içine düşmektedir ve bence çok etkili olmuştur.
Filistin Günlüğü: Sizce, eğer “Aksa Tufanı” operasyonu olmasaydı, bugün aramızda olur muydunuz?
Corç Abdullah: “Aksa Tufanı” çok önemli bir operasyondur. Ancak, “Aksa Tufanı” operasyonunun detaylarına girmeden önce, benim davam bu çerçevenin içine düşmez. “Aksa Tufanı” operasyonu zamanlaması ve etkinliği açısından çok iyidir. Burada veya şurada bir sorun bulsak da, kendimizi suçlama pozisyonunda değiliz; operasyonun kendisini değerlendirme pozisyonundayız.
Bu operasyon doğru zamanda geldi, çok uygundu ve mücadeleyi ileri taşıdı, onu gerçekleştiren ve yaşayanların omuzlarına yeni sorumluluklar yükledi. Umuyorum ki Filistin devrimi çerçevesindeki yoldaşlar, Filistin devriminin ulusal programını incelemede başarılı olurlar. Biliyoruz ki Filistin ulusal programının önünde tarihsel bir çıkmaz var.
Elbette, “Aksa Tufanı” operasyonunun bazı yönleri aydınlatmada ve bazı sapmaları düzeltmede oynayacağı bir rol var. Ancak, Filistin ulusal projesinin krizi çözülmezse sıkışıp kalacağız ve ağır bir bedel ödeyeceğiz. Filistin sahnesindeki tüm güçlerin, bu krizi aşmak için çalışma sorumluluğu vardır, çünkü bu, ulusal veya ulusal olmayan birlik meselesinden daha büyük bir krizdir. Kriz bundan daha derindir ve tüm aktif güçler, Filistin ulusal kurtuluş hareketinin bir parçası olmayı hak edecek şekilde gerekeni yapma sorumluluğu taşımaktadır.
Filistin Günlüğü: Bu kriz nedir?
Corç Abdullah: Kriz, tüm Filistin ulusal projesinin her yönünü etkiliyor. İsrail, Batı emperyalizminin organik bir uzantısıdır. İsrail bir koloni ya da sadece bir yerleşim yeri değildir. Bu emperyalist Batı’nın organik bir uzantısıdır. Dolayısıyla, bu emperyalist Batı ile yüzleşmek, onun kapitalist biçimdeki emperyalist sistem krizi ile yüzleşmeyi gerektirir. Bu organik uzantı ile yüzleşenler, kapitalizme düşman bir zeminde durmalıdır.
Bu nedenle, Filistin burjuvazisinin liderliği, çeşitli tezahürleriyle -İslamî, ulusal, yarı-ulusal, devlet yanlısı vb.- bu konuda bir sorunla karşı karşıyadır. Ve Filistin solu, şu âna kadar bu organik uzantı ile yüzleşmek için bir ulusal birlik inşa edemediği ve ulusal birliği teyit edemediği için çok utanç verici bir durumdadır. Elbette, bunlar herkesin omuzlarına düşen büyük sorumluluklardır.
Bununla birlikte, direniş çok iyi durumdadır. Halkımızın kitleleri, Gazze’nin çocukları bitkin ve bir bardak süte muhtaç olmasına rağmen, siyonist düşmanla büyük ve ileri bir etkinlikle yüzleşmeye devam ediyor. Gazze beyaz bayrak çekmeyecektir ve bu çok önemli bir meseledir. Nasıl ilerleyeceğimize gelince, bu Filistin liderliğinin belirleyeceği bir meseledir.
Filistin Günlüğü: Ama bu konuda söyleyeceklerinizi duymayı bekliyoruz!
Corç Abdullah: Herkes bu konuya ilgili, ancak Filistin devriminin fiilî liderleri en iyisini bilir ve onlar bir dizi soruya cevap vermekle yükümlüdür. Bu ulusal projenin krizi, Oslo krizi, Filistin Yönetimi krizi, Fetih ve Hamas arasındaki bölünme krizi, Filistin güçlerinin dağınıklık krizi, birer isme dönüşmüş olan tam teşekküllü örgütlerin emekliliği krizi, Filistin devriminin anası Fetih’in krizi hakkında bir cevap vermeleri gerekmektedir.
Fetih nerede ve şimdi Fetih nedir? Fetih nerede ve Hamas nerede? İkisi de ne yapıyor? Kriz karmaşıktır ve krizin sayısız yönü vardır. Filistin halkının bu krizi ele almak için entelektüel, örgütsel ve direniş yetenekleri vardır, ancak her düzeyde çok şey gerekmektedir. Filistin Yönetimine bağlı, görevi İsrail ile güvenlik koordinasyonu ile sınırlı olan, yaklaşık 60.000 tam zamanlı savaşçının olması kabul edilemez. Ulusal birlikten söz ettiğimizde de, hangi ulusal birlikten bahsediyoruz? 60.000 savaşçının Fedailerin peşine düştüğü ve onları İsrail’e teslim ettiği, buna karşılık çocuklarının açlıktan öldüğünü görüp hâlâ bayrağı taşıyanların olduğu bir birlik mi? Hepimiz elbette bir iç savaşın tehlikelerini biliyoruz, ancak ulusal projenin ikilemi devam ediyor.
Tüm Filistinli örgütlerin liderleri Pekin Konferansında bir şey üzerinde anlaştılar, ama sonucu ne oldu? Sonuç, İsmail Haniye’nin suikastı oldu. Neden Haniye suikasta uğradı? Çünkü Hamas’ta birliği savunan kanadın bir parçasıydı. Bu, Filistin Yönetiminin çağrıyı memnuniyetle karşıladığı anlamına gelmez. İşte ulusal projenin krizi budur. Sorumluluğu taşıyanlar, Filistin’de ve Filistin dışında olanlardır; onlar Gazze ve Batı Şeria’daki direniş savaşçıları ve hattâ Filistin Yönetiminin bir parçası olanlar ve İsrail hapishanelerinin içindekilerdir. Kesinlikle büyük bir kriz, ancak eminim ki Filistin toplumunun aktif üyeleri bunun üstesinden gelebilecektir.
“Gazze’siz cennet olmaz”
Filistin Günlüğü: “Aksa Tufanı” operasyonundan kısaca bahsettiniz. Bu operasyonu ilk duyduğunuzda şaşırdınız mı?
Corç Abdullah: “Aksa Tufanı” operasyonu herkesi şaşırttı ve bu başlı başına bir meseledir ve ulusal projenin krizi kapsamına girer. Bu elbette onun değerini zayıflatmaz. “Aksa Tufanı”, İsrail ile olan çatışmanın tarihinde bir dönüm noktası oldu, ancak aynı zamanda herkese muazzam sorumluluklar yüklüyor. Düşman, artık varlığının son aşamasında olduğunun fazlasıyla farkındadır; bu bir askerî gerileme meselesi değildir. “Aksa Tufanı” operasyonu, bu son bölümün önceliklerini belirlemedeki ilk adımdır.
Herkes bu sorumluluğun altından kalkmalıdır, özellikle de Filistin’de ve Filistin dışında mücadelenin önceliklerinden sorumlu olanlar. Arap sokağı da bir sorumluluk taşır ve ulusal projeden sorumlu olanlar şu soruyu sormalıdır: Arap sokağı neden bu kadar ilgisiz?
Filistin liderliği de bu ilgisizlikten bağımsız değildir. Mısır ve BAE arabuluculuk rolleri oynarken, Mısır halkının mücadelenin ön saflarında olmadığı için özür dilemesini nasıl bekleyebiliriz? Bu muazzam bir krizdir. Filistin devriminin değeri, Arap devriminin bir kaldıracı olarak oynadığı rolde yatar. O, Arap devriminin tarihsel kaldıracıdır, ancak birkaç nedenden ötürü artık bu rolünü oynamıyor. Filistin liderliği, neden bu rolü terk ettiği sorusuna cevap vermelidir.
Katar’ı, Amerikan emperyalizminin ana üssüne ev sahipliği yapan bir arabulucu olarak görüyorum. Soru şu: Kiminle kimin arasında arabulucu? Ayrıca, 120 milyon Arap nüfuslu Mısır’ı da bir arabulucu olarak görüyorum. Aynı soru onlar için de geçerli. Mısır, El-Ezher’dir (Arap dünyasındaki en büyük İslamî kurum olarak kabul edilir – Filistin Günlüğü) ve El-Ezher bir turizm acentesi değildir; farklı renklerden insanlarıyla bu ulusun tüm değerlerini kucaklayan medenî bir kurumdur. Seksen milyon insan El-Ezher’i kendi (manevi) otoritesi olarak görür. Seksen milyon nerede? Onların hareketsiz kalmasından kim sorumlu? Bunun sorumlusu El-Ezher’dir. Ne yapmıştır ve Filistin devriminin bu bağlamdaki rolü nedir?
Seksen milyondan birinin, yani bir milyonunun, Refah’a doğru yürüyüp orada namaz kılması yeterli olurdu. Onlardan silah taşıyıp Hamas’a veya Halk Cephesine (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi -sosyalist bir örgüt- Filistin Günlüğü) ya da başka herhangi bir gruba vermeleri istenmiyor; tek yapmaları gereken Gazze’nin çocuklarına bir bardak su ya da bir bardak süt sunmaktı. El-Ezher bu hareketsizlikten sorumludur. Bilmelidir ki, Gazze sınır kapısında kılınmadıkça namazları kabul olmaz. Ayrıca, Mısır’daki tüm inananlar için cennete giden yol olmadığı da bilinmelidir, çünkü Filistin’in çocukları cennete yükselirken tüm yolları işgal etmiştir. Cennete girmek isteyenler Gazze’ye gelmelidir; aksi takdirde onlar için cennet yoktur.
El-Ezher, Filistin’in şeyhleri ve İslamî hareketlerin liderleri bunu çok iyi bilir. Mısır’ın bu soykırımda arabulucu mu yoksa ortak mı olduğuna onlar karar verir. Suudi Arabistan ve Muhammed bin Abdullah’ın rollerini oynayıp oynamadığını da bilirler. Muhammed bin Abdullah’ın Kâbesi antik bir kap değildir; bu ulusun sahip olduğu her şeyi temsil eder. Peki, Kâbe tüm bunların neresindedir?
Filistin Günlüğü: Arap halklarının güçsüz olduğunu, diktatörler ve İsrail oluşumunun ajanları tarafından yönetildiğini söyleyenlerle aynı fikirde misiniz?
Corç Abdullah: Bu kesinlikle kabul edilemez. Arap rejimleri ajan değildir; aslında devam eden soykırıma aktif olarak katılıyorlar ve bu kesinlikle tartışmaya kapalıdır. Ancak gördüğüm şu ki, Mısır’da sokakta gösteri yaparken öldürülen tek bir kişi bile yok, çünkü gösteri yapmadılar. İsveç’ten kalkıp Gazze ile dayanışmak için bir bardak su vermeye gelen genç Greta’dan ne kadar uzaklar? Belçika’dan gelip Gazze ile dayanışmak için bir bardak süt kaldıran Rima El-Hassan kadar olabildiler mi?
Mısır’ın denizcileri nerede? Bu eylemciler balık taşımaya bile uygun olmayan bir tekneyle geldiler ve Mısır’ın denizcileri “maymunlar” gibi seyrediyor. Tüm bunların içinde Filistin devrimi nerede? İhanet tüm Arap dünyasındadır; Yemen’deki veya diğer Arap şehirlerindeki bir gösteri yeterli değildir. Ürdün nerede? Ürdün halkının kitleleri nerede? Amman halkının %60’ını oluşturan ve aslen Filistinli olan insanlar nerede? Elbette, tüm bunlar ulusal projenin krizi kapsamına girer, çünkü bu güçler ulusal eylemden sorumludur. Filistin ulusal eylemi, ya Filistin’i tüm Arap ulusu için devrimci bir manivela olarak yükseltmek için çalışır ya da bu rejimleri korumak için çalışır.
Filistin Günlüğü: Gazze’deki vahşetlerin ardından, direniş projesine inanan birçok kişi inançlarını kaybetti. Buna ne diyorsunuz?
Corç Abdullah: Ben böyle insanlar görmüyorum. Gazze’de ebeveynlerin, çocukları iskelet gibi titrerken bile beyaz bayrağı değil kırmızı bayrağı yükselttiğini görüyorum. Gazze henüz beyaz bayrak çekmedi ve Gazze halkı Gazze’yi terk etmeyecek. Kendini suçlamanın veya moralin çöktüğünü iddia etmenin zamanı değil.
Gazze’de kahramanlar var. Bu gezegende Gazze’dekiler gibi insanlar yok. Gazze, Hiroşima’ya atılandan üç kat daha fazla bombaya maruz kaldı. Gazze’ye 17.000 ton patlayıcı düştü, oysa Almanya’daki Dresden’e 5.000 ton düşmüştü. Gazze teslim olmadı, Dresden düştü. Bugün, Avrupa’da Filistinli kefiyeyi, özgürlüğün sembolünü yükseltmeyen tek bir şehir yok.
Filistin devrimi, tarihsel olarak hiçbir zaman bugünkü kadar küresel sahnede ön planda olmamıştı. Sorun yine de ulusal projemizde, ulusal liderliğimizde yatıyor. Dünyanın dört bir yanındaki kitleler Gazze’nin yanında yer alıyor. Peki ya liderlerimiz gerçekten Gazze’nin yanında mı? Amerika’daki Yahudi gençliğinin yüzde 30 ila 35’i Filistin kefiyesini ve Filistin bayrağını taşıyıp bu siyonist varlığın hem Yahudi halkının hem de Filistin’in düşmanı olduğunu ilan ettiğinde, bu ne anlama geliyor? Bu, İsrail’in varlığının sonunun başlangıcı anlamına gelir. Tüm bunlar olurken liderlerimiz nerede? Liderlerin şehit düşmesi veya peşine düşülmesi yeterli değil. Kitlelerin enerjisini tespit edip ona yatırım yapabilmeleri gerekiyor. Bunu yine söylüyorum, bu yaşanmıyor, çünkü bu, bahsettiğimiz krizin bir parçası.
Unutmayalım ki, İsrail hapishanelerindeki Filistin devrimi mahkûmlarının yüzde 50’sinden fazlası El Fetih’ten, ancak Oslo Anlaşmalarına aracılık eden de, ulusal proje krizine neden olan da yine El Fetih’tir. Yine de El Fetih, şehitlerin anası, devrimin anası ve mahkûmların anası olmaya devam ediyor. Ulusal projenin ikilemi budur. El Fetih üyelerinin yüzde 50’sinden fazlasının İsrail esaretinde olduğunu, ancak (FKÖ Başkanı Mahmud) Abbas ve diğerlerinin komutasında 60.000 paralı El Fetih savaşçısı olduğunu nasıl açıklayacağız? Bu, ulusal proje krizinin somut bir örneğidir.
Bu meselelerin El Fetih hareketinin liderliği tarafından ele alınması gerekiyor. Bu, yüzleşmemiz gereken bir gerçeklik. Bununla nasıl yüzleşecekler? Filistin mücadelesine her yerde öncülük eden güçler bu sorulara yanıt vermelidir. Ayrıca Filistin dışındaki kamplarımızın durumu ve akıbeti hakkında da bir açıklama yapmalıdırlar. Filistin devrimi, bir kamplar devrimidir. Filistin halkı, kampların halkıdır. Kamplar olmadan Filistin halkı olmaz. Kamplar, Filistin kimliğidir. Bugün kamplarımız nerede? Sabra ve Şatilla bugün ne durumda? Kamp içindeki Filistinlilerin oranı nedir? Gelecekleri ne? İlgili liderlerin yanıtlaması gereken sorular bunlar.
Bu yerler prensip olarak yarı-özgürdür ve bize söylendiği gibi güvenlik kaosunun yaşandığı yerler değildir. Yarı-özgürdürler çünkü Filistin’in kurtuluşunun tüm özelliklerini taşırlar; fuhuş, uyuşturucu kaçakçılığı vb. özellikler taşıyan merkezler değildir. Kampların sorumluluğunu kim taşıyor? Bunu da yine söylüyorum, bu, ulusal proje krizidir.
Filistin Günlüğü: Gazze’deki soykırım sonrasında Filistin’deki tablo ne olacak?
Corç Abdullah: Gazze’deki soykırım devam etmeyecek. Soykırım başarıya ulaşamayacak ve Gazze ile Batı Şeria, İsrail varlığının son perdesine tanık olurken zafer kazanacak. Bu bir şiirsel söylem değil.
Filistin Günlüğü: Bunu birden fazla röportajınızda tekrarladınız.
Corç Abdullah: Bunu tekrarlayan tek kişi ben değilim. Şunu anlamalıyız: İsrail şu an yaşadığı şeyi hiç yaşamadı; işte bu yüzden tüm barbarlık stokunu üzerimize salacak. Bu, öldürme makinasını azamî seviyede yoğunlaştırması anlamına gelecek. İsrail, önümüzdeki günler, haftalar ve aylarda, kullanılmayan tüm barbarlığını halk kitlelerimizin üzerine atacak. Ulusal projenin liderleri bu bağlamda ne yapacak? “Aksa Tufanı” operasyonunu planlayanlar bununla nasıl yüzleşecek? Bunlar tüm grupların cevap vermesi gereken sorular.
Yahya Sinvar gibi bir lider, Katar’da veya başka bir yerdeki bir sığınakta kaçak değil de bir şehit olarak düştüğünde, onun direnişi zafere mahkûmdur. Halkımızın direnişi zafere ulaşacak. Zafere ulaşacak çünkü Sinvar ve Haniye gibi insanlar ne kaçtılar ne de “barış” aradılar. Bu liderler ve onların direnişi yenilgiye uğratılamaz. Halkımız bunun farkında ve ne Gazze’de ne de başka bir yerde beyaz bayrak çekmeyecek. Buna göre, mevcut liderlerin ulusal krize çözüm bulma sorumluluğu çok büyük. Bu çözümler kaçınılmaz olarak gelecek, ancak insanî bedelin çok ağır olması nedeniyle gecikmelerden elbette üzüntü duyuyoruz.
Sol-İslam ikilemini çözümlemek
Filistin Günlüğü: Gazze soykırımı bir dünya devrimini tetikleyebilir mi?
Corç Abdullah: Bu mutlaka olacak, bugün değilse yarın. En büyük sorumluluk devrim önderlerinin omuzlarındadır; gelecek aşamayı öngörmesi gerekenler onlardır, ben değilim.
Filistin Günlüğü: Arap dünyasındaki İslamî devrimlere nasıl bakıyorsunuz? Sizin yaklaşımınız birçok solcudan farklı gibi. Konuya ideolojik değil de operasyonel bir perspektiften baktığınız izlenimine kapıldık. Bu doğru mu?
Corç Abdullah: Biz bir ideolojik yarış içinde değiliz; karşımızda çoğunluğu Müslüman olan Arap kitleleri var. Bu, ulusumuzun organik yapısıdır. Bu ideolojik bir tercih değil. Bu insanlar elinde ne varsa, ister Kur’an, ister bilimsel bir analiz, ister bir füze olsun, onunla direniyor. Arap kitlelerinin elinde ne olduğunu belirlemek, mücadelenin sorumluluğunu taşıyanların görevidir.
Mısırlı aracı rolü oynayıp, Katarlı en büyük Amerikan üssünü ağırlarken, ben Arap kitlelerine nasıl bir mesaj veriyorum? Mısır istihbaratıyla, onların Katar ve Amerikan istihbaratıyla koordinasyon sağlaması için buluşmanın bana devrim bunalımından ya da ulusal proje krizinden bir çıkış yolu bulacağını mı umuyorum? Bundan şüpheliyim. Tüm bu eylemler, Arap kitlelerinin hareketsizliği de dâhil olmak üzere, içinde bulunduğumuz çıkmaza katkıda bulunuyor.
Filistin Günlüğü: Sizce sol ile mevcut İslamî devrimler arasında bir buluşma noktası olabilir mi?
Corç Abdullah: Tüm kurtuluş hareketleri, içinde tüm toplumsal aktörlerin çalıştığı bir ulusal proje oluşturmuştur. Bir devrim nerede zafer kazanmışsa, bu ulusal birlik sayesinde olmuştur. Ama o birlik, bir kişinin diğeriyle buluşması değildir; aslında tüm halk blokunun bir projeyi savunmak için bir araya gelmesini gerektirir.
El-Ezher’i tekrar ele alalım. Herhangi bir Arap ya da Filistin’e bağlı bir eylemci olarak, ona Marksist ideoloji ile İslamî ideoloji arasındaki ilişkiler ışığında değil, halkımızın hareketi çerçevesindeki nesnel konumu açısından bakıyorum. Aynısı Mekke için de geçerli. Ona ideolojik bir perspektiften değil, dünyadaki Müslümanlar için taşıdığı anlam açısından bakıyorum. Ulusal projenin sorumluları, dünya kitlelerini Filistin’e yönlendirmek için kendi “kıble”leriyle ne yaptılar? Bunu söylememin nedeni komünist ya da inançlı biri olmam değil; bu meseleye en ufak bir bağı olan ve bu duruma bakan herhangi bir insanın söyleyeceği gibi söylüyorum: Bu, basbayağı akıl alır gibi değil.
Lübnan: Direniş vs “seyirci kalmak”
Filistin Günlüğü: Lübnan’a gelecek olursak, sloganlardan uzak, oradaki durumu nasıl görüyorsunuz?
Corç Abdullah: Durum hassas, ama aynı zamanda iyi. Direniş, en iyi komutanlarını şehit verdi.
Filistin Günlüğü: Ama ülkede derin bir bölünme var.
Corç Abdullah: Lübnan’da yaşadığımız, dünyadaki diğer ülkelerden farklı değil. Dünyanın tüm direniş hareketlerinde, ülkelerini savunmak için canını feda edecek insanlar ve sadece seyreden korkaklar bulacaksınız. Tüm dünyada, direnişin tüm halkın desteğine sahip olduğu bir ülke yok. Mezhepsel aidiyet ayrı bir konu, ama soruyorum: Lübnan’ın kimliğini ve onurunu savunan projenin arkasında kim var? Direniş. Bir işgal var; dolayısıyla direniş ilk cevaptır. Direnişin dışında, ulusal karaktere sahip bir çözüm yoktur.
Bu direniş hakkında istediğinizi söyleyebilirsiniz – tüm Lübnan halkını temsil etmesi gerektiğini ya da şöyle veya böyle olması gerektiğini. Ancak, konuşma hakkına sahip olmak için, işgalin değil, direnişin tarafında olmalısınız. Eğer işgalin tarafındaysanız, o zaman konuşmaya hattâ var olmaya bile hakkınız yoktur. Ülkeniz işgal altındayken, statüsü veya gerekçeleri ne olursa olsun, düşmanla birlikte duranın var olmaya bile hakkı yoktur.
Filistin Günlüğü: Peki, bu insanlarla ne yapacağız?
Corç Abdullah: Bu, direnişin ve direniş kitlelerinin sorumluluğudur: düşmanla işbirliği yapan güçleri nasıl tecrit edeceğini ve bu güçlerin kitlelerine nasıl açılacağını bulmak. Sonunda bu ülkenin egemenliğini temsil etmiyor diye etiketlenmek için bir ömür boyu esarette geçirmedim ya da şehit ülkesine canını bunun için vermedi. Vatanı savunanlar, bu ülkenin egemenliğidir, İsrail’i karşılamaya hazır olanlar değil.
Ordu ile direniş arasında bir çelişki olduğunu söylemek yanlıştır. Bence, her direnişçi gibi, görevimiz, herhangi bir direnişin var olma gerekçesini ortadan kaldıracak çok güçlü bir ulusal ordu inşa etmektir. Bizim amacımız budur. Amacımız, bir askerin ailesine bakabileceği ve ülkesini savunabileceği, insanca bir maaş -ayda yirmi dolar değil- almasıdır.
Direnişin liderliği, tüm yetenekleriyle herkese açılma, egemenlik ve vatanı hepimiz için savunma sorumluluğunu yerine getirmeyen herkesi tecrit eden ulusal bir devlet inşa etme cesareti ve berraklığına sahip olmalıdır. Hepimizin güvende olduğu bir vatan; aksi takdirde hepimiz kaybederiz ve hiçbir taraf diğerine üstünlük sağlayamaz.
Filistin Günlüğü: Peki, böyle bir orduyu inşa edene kadar, direnişin devam etmesi gerektiğine inanıyor musunuz?
Corç Abdullah: Kesinlikle, aksi hâlde ne yapacağız? Dünyanın her yerinde direniş, her türlü saldırıya karşı ilk yanıttır. Umarım bizi savunabilecek ve tüm direnişin yerini alacak güçlü bir ordu kurmayı başarırız. Ama bu gerçekleşene kadar, İsrail karşısında çıplak mı kalayım? İsrail’i burada bir açıklama, orada bir açıklamayla mı karşılayayım? Ben İsrail’i düşman olarak gören bir ordu istiyorum.
Askerlerimiz onurludur; mafya üyesi değiller. Lübnan’ın her yerinden geliyorlar ama ülkeyi ve bizi savunabilmeleri için iyi eğitimli ve donanımlı olmaları gerekiyor. Bize ABD, Fransa ve İngiltere’nin dostumuz olduğunu söylüyorlar. Harika, o zaman ordumuza silah sağlasınlar. Ama gelip de bana ABD’nin dostumuz olduğunu, fakat aynı zamanda silahlarımızı teslim etmemizi ve İsrail’i tanımamızı, yoksa İsrail’in bizi tokatlayacağını söylemeleri kabul edilemez. Ben elimdeki tüm imkânlarla direnmeye devam edeceğim. Direniş, kendini Amerikan temsilcisini veya başka birini karşılama noktasına asla getirmemeliydi. Biz, bu ülkenin halkı olarak bir araya gelip düşmana nasıl boyun eğeceğimizi değil, nasıl direneceğimizi belirlemeliyiz. Nasıl yüzleşeceğimizi belirlemek için buluşuruz, nasıl normalleşeceğimizi değil.
Bugün Lübnan’dan ne istendiğini herkes çok iyi biliyor. Lübnan’dan Arap kimliğini terk etmesi, özellikle de Filistin davasından vazgeçmesi ve siyonist düşmanla barış içinde yaşaması isteniyor. Bu düşmanla ne bugün, ne yarın, ne de öbür gün bir arada yaşam olmayacak. Eğer biri bu normalleşmenin yanında yer alırsa, direniş onunla savaşacaktır. Eğer bir parti bu normalleşmenin yanında yer alırsa, onunla da savaşacaktır. Eğer bir mezhep normalleşmenin yanında yer alırsa, direniş onunla da savaşacaktır. Kumar oynamak isteyen oynayabilir, ama normalleşme gerçekleşmeyecek çünkü halkımız bunu kabul etmeyecek ve bizim halkımız direnişçi bir halktır.
Mevcut direnişin bazı kusurları olabilir ve ona karşı bazı çekincelerimiz olabilir. Haydi, bana daha iyi bir direniş bulun. Ama gelip de bana bu direniş iyi değil, onun yerine bana bir İsrail askeri getireceksiniz derseniz, o zaman hem sizinle hem de İsrail askeriyle savaşırım. Lübnan’daki durumun karmaşıklığına rağmen, bu kadar basit.
Metrelerce ötemizde Şam’da bir örnek var; orada direniş projesi vuruluyor, devlet ve toplum da vuruluyor. Lübnan’ın mezheplere ve kabilelere dönüşmesini istiyorlar! Devleti ve orduyu vurup bizi savaşan milislere dönüştürmek istiyorlar, ta ki Amerika ve İsrail imdada yetişip her mezhebe “seni diğerinden ben korurum” diyene kadar.
Lübnan’da önerilen, Suriye’de olanın aynısıdır. Bu, direniş kitlelerimizin mücadele edeceği bir şeydir. Daha iyi bir direniş mi istiyorsunuz? Daha iyisini inşa etmek için çalışın. Ama gelip de bana, Lübnan’ın egemenliği uğruna İsrail’e boyun eğmem gerektiğini söylerseniz, bu saçmalıktır. Egemenlik bir takım elbise değildir; egemenlik, ülkeyi korumak için alınan operasyonel önlemlerdir. İsrail Lübnan toprağının bir kısmını işgal ediyor; ne yapmalıyım? Bazıları ona boyun eğmelisin ve barış içinde yaşarsın diyor. Ben onlara hayır diyorum, halkımız tarih boyunca milyonlarca şehit verdi ve bu varlıkla ittifakı ne kabul etti ne de edecek.
Filistin Günlüğü: Son olarak, hayatınızdan endişe ediyor musunuz?
Corç Abdullah: Hayır, hiçbir şeyden korkmuyorum. Corç Abdullah, herkes gibi sıradan bir vatandaştır ve bu arada, cesur biri de değildir.
Filistin Günlüğü: Bugünlerde vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz?
Corç Abdullah: Gördüğünüz gibi, röportajlarla ve arkadaşları ağırlamakla geçiriyorum. İleride kampları ziyaret edip arkadaşlarımı görmek ve halkımın nerelerde olduğunu öğrenmek istiyorum.
14 Ağustos 2025
[1]*Çeviri: Göksel Kılınç.