“Komünizm dünyanın gençliğidir.”[1]
Karşımda bir alay genç ile göz göze olmaktan cidden çok bahtiyarım. “Gençlik gelecektir, gelecek de sosyalizm” diye haykırdığım ilk gençlik günlerimi, sevdalarını, hülyalarını, ütopyalarını hatırlamamak mümkün mü? İşçi sınıfı davası yolunda kelle koltukta, çocuklar gibi şen olduğumuz o zamanlarda “Küçük hürriyetler değil, alabildiğine yüz verilmiş bir çocuk hürriyeti istiyordum,”[2] derdik…
O günlerden bugünlere geldiğimde, geride bıraktığım 71 yılın ardından “Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak,”[3] satırlarını terennüm ediyorum Sait Faik Abasıyanık’ın…
Hayır, hayır umutsuz falan değilim…
Çünkü Turgut Uyar’ın, “umut yoktur/ kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek/ çünkü umut kaçınılmaz gelecektir/ bütün gümbürtüsüyle/ umut kaçınılmaz gerçektir çünkü”; Metin Demirtaş’ın, “Çünkü umutsuzluk yasak/ Yılgın türküler söylemek de/ Çünkü yürüyor umudun ordusu/ Umutsuzluğu kurşuna dizerek,” dizelerini ısrarla ve hâlâ terennüm edenlerdenim.
İşte tam da bunun için buradayım; sürdürülemez kapitalist barbarlığa karşı sosyalist ısrarımı anlatmak amacıyla…
Genç kardeşlerim sizlere “pembe hayaller” pazarlayacak/satacak falan değilim; bu benim işim değil; biz(ler)i sadece gerçek özgürleştirir, ki o da daima devrimcidir.
Kolay mı?
Gerçek, iyi yapılmış işlerin sevinci, yeni şeyler yaratmanın gerçek şekillen(diril)meye başladı mı, onu hiçbir şey durduramaz.
Ancak kapitalist yabancılaşma koşullarında insan(cık)lar gerçeğe değil, gerçek gibi gördükleri şeylere inanırlar; oysa hayatın gerçek amacı, nihai kertede bilgi değil eylemdir ve gerçek, tıpkı güzellik gibi, ne yaratılır ne de kaybolur.
Bu nedenle gerçeği gerçek olduğu için sevmek gerekir; “Bütün büyük gerçekler, kutsal şeylere küfür edilmesiyle ortaya çıkar,” diye uyarır hepimizi George Bernard Shaw.
Hayattaki gerçek görevin, biz(ler)e dayatılanları terk ettiğimizde bulabileceğimizi unutmamalı ve hayattan korkmamalıyız…
Gerçeğin yaşanmaya değer olduğundan asla şüphe duymayıp; onu konuşmak için, neyin gerçek neyin yalan olduğunu bilmemiz gerektiğini; azınlıkta da olsa, daima çoğunluktan güçlü olduğunu kulağımıza küpe etmeliyiz.
Hem de Theodor Ludwig Wiesengrund Adorno’nun, “Yaşam, kendi yokluğunun ideolojisine dönüşmüştür… Gerçeğin yalan, yalanın da gerçek gibi göründüğü bir dönemeçteyiz şimdi… Yanlış hayat doğru yaşanmaz,” diye ifade ettiği verili tabloda: “İçsel olsun dışsal olsun, devrimci tarihsel dönüşümleri gerçekleştirenler genellikle gençlerdir- kendine özgü doğasıyla günümüzde yaşanan dönüşüm söz konusu olduğunda bu durum özellikle geçerlidir,”[4] gerçeğinin altını özenle çizerek!
Tekrarlıyorum: “Gerçek olan, yasaların, törelerin, dinlerin yasakları değildir, yaşamın içinden fışkıran gerçeklerdir. Gerçek hiçbir devirde, hiçbir dönemde yasaklanamaz. Yasaklandığını sananlar kendi kendilerini aldatan alıklardır.”[5]
Burjuva üniversiteleri de dâhil, egemenlerin yaptığı gerçeğin inkârıyken; “Okullarda öğretilen her kelime burjuvazinin çıkarları için saptırılıyor. Burjuvazinin işine yarayacak hizmetkârlar olabilecek biçimde, burjuvazinin huzurunu ve keyfini kaçırmadan ona kazanç sağlayabilecek biçimde eğitim veriliyor. Okul, genç insanların kafalarını onda dokuzu yararsız, onda biri de saptırılmış bir yığın bilgiyle dolduran bir kurumdur.”[6]
Sürdürülemez kapitalist yalanın egemenliği her şeyi çürütüyor: En tepeden en alta dek hemen hemen tüm kurumları iflas eden, her alanında ardı arkası kesilmeyen skandalların yaşandığı, usulsüzlük, rüşvet ve çete ağlarına örülmüş kokuşmuşluk devam ediyor.
Sahte diplomalardan hastanede yeni doğan çetesi, yargıda rüşvet ağı, merkezi sınavlarında şaibe iddiaları, sandıkta mühürsüz oylar, bürokraside usulsüz atamalar, yolsuzluk, hukuksuzluk, mafyaya dek ve çok daha fazlası coğrafyamızı sarıp kuşatmış hâlde.
Her yönüyle iflas eden sürdürülemez kapitalist vahşet tel tel dökülüyor; OECD verilerine göre, coğrafyamızda her 3 gençten 1’i, ne okuyor ne de kayıtlı-resmî olarak çalışıyor![7]
Yani “Ev Genci” oranında OECD ülkelerinin zirvesindeyiz Ne eğitimde ne istihdamda olan 15-29 yaş arası gençlerde, sadece Avrupa ülkelerini değil, Kolombiya, Kosta Rika ve Meksika’yı da geride bıraktık…[8]
Gençlerin yaşam koşullarını araştıran İPA, “Çalışan da üniversiteli de geçinemiyor,” gerçeğine ulaştı; KYK bursuyla 2005’te 275 adet simit ve çay alınırken bu sayı 2025’te 43’e düşmüştü.
Okul yemeği/tabldot alım gücü 17 yılda yüzde 59 oranında azaldı.
2005’te asgarî ücretin yüzde 31.4’üne denk gelen burs oranı, 2025’te yüzde 13.6’ya geriledi. Bu zaman dilimi içerisinde asgarî ücretin alım gücünün ne denli gerilediğinden ise hiç söz etmeyelim, isterseniz!
Ve 18-30 yaş grubunun sosyal izolasyon yaşadığı[9] çöküş dört yanımızı sarıp sarmaladı; intiharla vaka-ı adiyen sayılır oldu!
Kapitalizm genç olmayı cehenneme çevirirken artık Jorge Luis Borges’in, “Amansız bir çağ başlamakta. Bizler bunun mimarlarıyız, çoktan onun kurbanı olan bizler”; ya da Eduardo Galeano’nun, “Ambalaj kültürünün göbeğinde yaşıyoruz. Demokrasi olduğu şey değildir, benzediği şeydir,” biçiminde tarif ettikleri bir tiranlıkla yüz yüzeyiz.
Söz konusu hâl hepimize Andrey Tarkovski’nin, “Dünyada ne kadar kötülük varsa, güzellik yaratmak için de o kadar sebebimiz var demektir…” “İlkelerine bir kez olsun ihanet eden insan, hayat ile olan saf ilişkisini yitirir”… François Noël Babeuf’un, “Doğa, her insana tüm mülkten eşit olarak faydalanma hakkı vermiştir”… Cengiz Aytmatov’un, “Elinden malını mülkünü, varını yoğunu alsalar, bundan ölmezsin. Bunları yine edinebilirsin. Ama senin onurunu kırar, vicdanını öldürürlerse, işte buna çare yoktur,” sözleri ile Özdemir Asaf’ın, “Bir sevgiyi anlamak,/ Bir yaşam harcamaktır./ Harcayacaksın…” dizelerini hatırlatmıyor mu?
KAPİTALİZM VE İNSAN(LIK)
Biliyorum, farkındayım: Slavoj Zizek’in, “Dünyadaki insanlar, dünyanın bir gök taşı çarpması sonucu yok olabileceğine kolayca inanabiliyor, ama kapitalizmin yıkılabileceğini akıllarına dahi getirmiyorlar,” biçiminde izah ettiği hâlet-i ruhiye çok yaygın…
Oysa Fransa’da bir duvar yazısının çok net anlattığı gibi, “Kapitalizm, 1 eylemciye 5 polis, 30 hastaya 1 hastabakıcı demektir./ Le capitalisme, c’est 5 policiers pour 1 militant, 1 infirmière pour 30 patients”! Bu da insan olmak ve kalmak fiiline aykırıdır.
Kapitalist cinnette sahte mutluluklar pazarlanır, ihtiyaçlar yaratılır, rekabet ve statü yarışı körüklenir. İnsanlar daha çok harcamak için daha çok çalışır, daha çok çalıştıkça daha az yaşar. Sonunda, “özgürlük” adı altında sunulan şeyin aslında zincirlerin en görünmez hâli olduğu anlaşılır.
O, özgürlük maskesi takmış bir sömürü düzenidir. Çalışmanın başarı getirdiği söylenir ama sistem, insanların asla gerçekten kazanmasına izin vermez. Zenginler servetlerini miras ve finans oyunlarıyla büyütürken, geri kalanlar hayat boyu borç ve tüketim çarkında dönmeye mahkûm edilir.
“Bu sistemin ayırt edici özelliği piyasaya bağımlılık olduğundan, rekabet ve kâr maksimizasyonu hayatın temel kurallarıdır. Bu kurallar nedeniyle kapitalizm, teknik araçlarla işgücünün üretkenliğini artırmaya güdülenen, benzersiz bir sistemdir. Kapitalizm, toplumsal çalışmanın büyük kısmını mülksüz işçilerin yaptığı bir sistemdir, işçi geçinebilmek ve çalışabilmek için gerekli araçlara erişmek maksadıyla işgücünü ücret karşılığında satmak zorundadır. İşçiler toplumun ihtiyaç ve isteklerini karşılarken aynı zamanda işgücünü satın alanlar hesabına kâr üretir. Nitekim mal ve hizmet üretimi sermaye üretimine ve kapitalist kâr üretimine tâbidir. Başka bir ifadeyle, kapitalist sistemin temel amacı sermaye üretmek ve onu artırmaktır.”[10]
Egemenlerin “Kapitalizm = özel mülkiyet + “özgür” girişimcilik + rekabet + serbest piyasa ekonomisi” formülüyle pazarladıkları vahşet; ezilenler açısından “Kapitalizm = gelir eşitsizliği + sömürü + ücretli kölelik”ten başka bir şey değildir; “Kapitalizmi diğer tarihsel yaşam tarzlarından ayıran, onun doğrudan insan türünün istikrarsız, kendiyle çelişen doğasına yönelmesidir. Sonsuz -bitmez tükenmez kâr arzusu, teknolojik gelişmenin hiç durmayan ilerlemesi, sermayenin biteviye yayılmacılığı- hep sonluyu aşmaya ve onu yok etmeye yöneliktir.
“Aristo’nun da söylediği üzere, nesnelerin değişim değeri potansiyel olarak sınırsızdır, kullanım değerinin çok daha üzerindedir. Kapitalizm, sırf varlığını sürdürebilmek için bile sürekli hareket hâlinde olmak zorunda olan bir sistemdir. Sürekli ihlâl onun özünde vardır. Başka hiçbir tarihsel sistem, özünde iyi olan insanın kolaylıkla ölümcül amaçlara yöneltilebileceğini bu kadar açık bir şekilde gözler önüne seremez.”[11]
Yani Karl Marx’ın Kapital’de belirttiği gibi, “Apres moi le deluge/ Benden sonrası tufan”, her kapitalistin parolasıdır. Artı değeri katlayarak kendini büyütmek zorunda olan sermaye; bunu ancak, endüstriyel kentlerdeki işçi yığınlarının sadece emeğini değil, ek olarak zamanını, sağlığını, kanını, enerjisini, psikolojisini, kısaca bütün beşeri fakültelerini iliğine kemiğine kadar sömürüp işi bittikten sonra da bir kenara atmak yoluyla başarabilir.
Köleliğin modern ismi olarak “Kapitalist sistem, üretimi, herkesin gereksinmesine değil, azınlığın kârına dayandırdığı için akıldışıdır.”[12]
“Orman Kanunları”nın insan hayatında yeniden yer bulmasıdır. Çünkü kapitalizm aç gözlülüğe en çok hitap eden sistemdir.
Kan ve sömürüden beslenen kapitalizm hakkında Rosa Luxemburg, “Kapitalist üretimin amacı ve iteleyen sebebi, doğrusu artı değeri sadece herhangi bir miktarda, bir defaya mahsus gasp etmek değil, aksine artı değerin ölçüsüz, hiç bitmeyen bir artışta, hep daha fazla miktarda gasp edilmesidir.”
“Kapitalist üretim tarzının, daha önceki iktisat biçimlerinde amaç olan tüketimin sadece asıl amaca: kapitalist kârın birikimine yarayan bir araç olması vasfı vardır. Sermayenin öz büyümesi, bütün üretimin başlangıcı ve sonu, aslî amacı ve anlamı olarak görülmektedir.”
“Kapitalizm sadece sürekli hareket, genişleme ve yayılma içerisinde olanaklıdır ve dünya sistemi olmaya uğraşır. Ancak dünya sistemi olarak olanaksızlaşır,” derken; o, soru(n)ların yeniden üretimine dayanan bir yıkım/yağma sistemdir.
Ya da dünyanın en büyük çadır üreticisi Pakistan’ın, kendi depreminde çadırsız kalması;[13] veya Karl Marx’ın, “Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser,” notunu düşerek, “Bilmiyorlar ama yapıyorlar,” sözleriyle betimlediği sömürülen çoğunluğa, sömürücü azınlığın tahakkümüdür.
Evet “Kapitalizm denen toplum düzeyinde, toprak, fabrikalar, makinalar vb. bir avuç toprak ağasının ve kapitalistin elinde toplanmıştır, halk yığınlarının ise hiç ya da hemen hiç mülkiyetleri yoktur ve bu yüzden, ücret karşılığında çalışmaları gerekmektedir!”[14]
Hem de “–Anne çok üşüyorum, sobayı yakar mısın? –Kömürümüz yok oğlum. –Neden? –Baban işten çıkarıldı. –Neden? –Fazla kömür olduğu için,” diyaloğundaki saçmalık üzere!
Kolay mı?
Karl Marx’ın, “Kapitalist üretimin gerçek engeli, sermayenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki üretimin hem çıkış ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür; üretim yalnız sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru değildir; üretim araçları, sırf, üreticiler toplumunun yaşama sürecinde, devamlı bir gelişmenin araçları değildirler. Sermayenin değerinin, büyük üretici kitlelerin mülksüzleştirilmelerine ve yoksullaştırılmalarına dayanan kendisini koruma ve genişletme sürecinin içerisinde devam ettiği sınırlar yalnız başına hareket edebilirler; – işbu sınırlar, sermaye tarafından kendi amaçları için kullanılan ve üretimin sınırsız büyümesine, üretimin kendisinin bir amaç hâline gelmesine, emeğin toplumsal üretkenliğinin hiçbir koşula bağlı olmadan gelişmesine doğru yol alan üretim yöntemleri ile sürekli bir çatışma hâline girerler. Araçlar -toplumun üretici güçlerinin hiç bir koşula bağlı olamadan gelişmesi-, sınırlı bir amaçla, mevcut sermayenin kendisini genişletmesi amacı ile devamlı çatışma içersine girerler. Kapitalist üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve uygun bir dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı olup, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düşen kendi toplumsal üretim ilişkileri arasında sürekli bir çatışmadır,” ifadesiyle müsemma tabloda, “Kapitalizmi saygın biçimlere büründüğü kendi yurdunda (Londra, Paris, Brüksel vs.) değil kedini gizlemeksizin ortaya çıktığı sömürgelerde (Yeni Delhi, Kongo, Ruanda vs.) gözlediğimiz zaman derinliğine inmiş olan ikiyüzlülüğü ve karakterine özgü barbalığı bütün çıplaklığıyla gözler önüne serebiliriz,” der Felsefenin Sefaleti’nde![15]
Şu örnekteki üzere: Dünyada temiz içme suyuna erişmekte güçlük çeken insan sayısı 1.2 milyardır! Dünyanın temiz içme suyu sorunu çözebilecek kadar arıtma tesisi yapma maliyeti ise10 milyar dolardır! Oysa ABD’lilerin ortalama senelik Noel alışverişleri 450 milyar dolar dolaylarındadır; ve işte kapitalizm budur! Yani Nasrettin Hoca’nın parayı veren çocuğa çaldırdığı düdüktür!
Başka türlü olması da mümkün değildir! Çünkü kapitalizm, üretim araçlarının özel mülkiyetine dayalı bir ekonomik sistemdir. Genellikle kârın, serbest ticaretin, sermaye birikiminin, gönüllü mübadelenin, ücretli emeğin vb. ahlâkî açıdan meşru olduğu anlamına gelir.
Kapitalizme göre parası ve sermayesi olanlar hep en öndedir. Pastadan en büyük payı onların alması “doğal”dır. Tıpkı her daim “büyük balık küçük balığın yutması” gibi…
Bu kadar da değil! İlaveten: “Kapitalizm sadece soykırım, açlık, emperyalizm ve köle ticaretinden ibaret değildir. Bu sistem refah yaratmayı, bunun yanında engin yoksunluklar yaratmadan başaramamıştır.”[16]
Çünkü… Bertrand Russell’ın, “Yüzyıllarca, zenginler ve zenginlerin çanak yalayıcıları ‘namuslu emek’ üzerine övgüler düzmüşler, basit yaşayışı övmüşler, yoksulların cennete gitme olasılığının zenginlerinkinden çok olduğunu aşılayan bir dini öğretmişler ve genellikle, tıpkı kadınların cinsel köleliklerinden özel bir soyluluk kazandıkları fikrine erkeklerin onları inandırmaya çalışmaları gibi, bedenleriyle çalışan işçileri, maddenin uzaydaki durumunu değiştirmenin onlara özel bir soyluluk kazandıracağı fikrine inandırmaya çalışmışlardır,” ifadesindeki bir “mantık(sızlık)” ürünüdür kapitalizm!
Albert Einstein’ın “Neden Sosyalizm” başlıklı makalesinde altını çizdiği üzere: “Bence kötülüğün gerçek kaynağı, kapitalist toplumdaki mevcut ekonomik anarşi. Önümüzde koca bir üreticiler topluluğu görüyoruz; bu topluluğun üyeleri ise, durmaksızın birbirlerini, kolektif emeklerinin sonuçlarından mahrum bırakmak için çabalıyorlar. Bunu zor kullanarak değil, yasalaşmış kurallara körü körüne inanarak gerçekleştirmekteler. Bu bağlamda, üretim araçları -yani, tüketim metaları ve ek sermaye metaları üretmek için gereken üretim kapasitesinin bütünü- yasal olarak bireylerin özel mülkiyeti olabilmekteler ve öyleler.”[17]
Bir örnekle özetlemek gerekir ise, Eşitsizlik Öldürür Raporu’na göre her yıl 2 milyon kişiyi açlıktan öldüren sistemdir kapitalizm. 2023’te 333 milyondan fazla insan bir sonraki öğün konusunda belirsizlik yaşadı. Bu rakam, Covid-19 öncesi rakamlara kıyasla neredeyse 200 milyon kişilik kaygı verici bir artışı işaret ediyorken; 783 milyon insan ise kronik açlıkla mücadele ediyordu.[18]
KAPİTALİZM: NE YAPAR, NEYE YARAR (MI?)!
Jean Jacques Rousseau’nun, “Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip ‘Burası benimdir’ diyen ve buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan uygar toplumun gerçek kurucusu oldu. O zaman biri çıkıp çitleri söküp atacak ya da hendeği dolduracak sonra da insanlara ‘sakın dinlemeyin bu sahtekârı meyveler herkesindir toprak hiç kimsenin değildir ve bunu unutursanız mahvolursunuz’ diye haykırsaydı, işte o adam insan türünü nice suçlardan nice savaşlardan nice cinayetlerden kurtaracaktı,”[19] diye betimlediği kapitalist özel mülkiyet tarihte söylenmiş en büyük yalandır; tarihin en büyük aldatmacası!
Karl Marx’ın, “Görünürdeki ekonomik zaferleri ne kadar şanlı olursa olsun, kapitalizm bir felaket olarak kalır, çünkü insanları başka metalarla mübadele edilebilen metalara çevirmektedir. İnsanlar kendilerinin tarihin nesneleri değil de özneleri olduğunu kabul ettirinceye kadar bu zulümden kaçış yoktur,”[20] notunu düştüğü kapitalizm; kârları özelleştirip zararları sosyalleştiren Merkantilist korsanlık sistemiyken; kendisinden şikâyetiniz olup, karşı çıkarsanız, size demir yumruğu gösteren sistemdir.
Ya da Erich Fromm’a göre içinde yaşayan herkesi ruh hastası yapar bu sistem, şeytana pabucunu attırıp, yeni pabuç aldırtan kapitalizm, yıllar önce ki tatlı, lezzetli ve güzel kokulu domatesleri, daha fazla kâr elde etmek uğruna, GDO’lu tatsız hormonlu yapan sistemin adıdır.
O hâlde bir kere daha -tekrar pahasına!- hatırlatalım:
“Cimri aklını kaçırmış bir kapitalisttir, kapitalist ise aklı başında bir cimri”…
“Kapitalizm; doğanın en büyük düşmanıdır. Kapitalizmde insan sevgisi yoktur. İnsanı mekanik bir böcek gibi görür. Kapitalizm vatan sevgisi, barış istemez Yozlaşmış, çıkarcı, cahil, beynine tecavüz edilmiş uysal köleler ister”…
“Kapitalizmde kadın; yatak odası, çocuk odası ve mutfağa hapsedilmiş köledir”…[21]
“Kapitalizm insan ile insan arasında kupkuru çıkar dışında, duygusuz ‘nakit ödeme’ dışında hiçbir bağ bırakmamıştır. Dindar esrikliğin kutsal ürpertilerini de, şövalyece ulvî heyecanları da bencil hesapçılığın buz gibi suyunda boğmuştur. Kişisel saygınlığı değişim değerine indirgemiş, özgürlüklerin tümünün yerine tek bir özgürlüğü, vicdansız ticaret özgürlüğünü koymuştur”…[22]
“Kapitalist üretimin en büyük engeli, sermayenin ta kendisidir,” der Karl Marx!
“Bugünkü toplum tümüyle, işçi sınıfının geniş yığınlarının nüfusun küçük bir azınlığı tarafından, toprak sahipleri sınıfı ve kapitalistler sınıfı tarafından sömürülmesine dayanır. Bu köle bir toplumdur”…
“Kapital iktidarda kaldıkça, değil yalnız toprak, değil yalnız insan emeği, değil yalnız insan kişiliği, değil yalnız vicdan, değil yalnız aşk, değil yalnız bilim, her şey, her şey kaçınılmaz olarak alınıp satılacaktır”…
“Kapitalist toplumun temeli, ya soyacaksın ya soyulacaksın, ya başkaları adına çalışacaksın ya başkalarını kendi adına çalıştıracaksın ya köle sahibi olacaksın ya da köle, görüşüne dayanıyor”…[23]
“Nerede kapitalizm varsa, nerede toprak ve fabrikalar üzerinde özel mülkiyet sürdürülüp sermayenin gücü korunuyorsa, erkekler de ayrıcalıklarını korurlar”…[24]
“Toprak ve fabrikalar özel mülkiyette tutuldukça, halkın emeğinin kapitalistler tarafından baskısı, dolandırılması ve yağması kaçınılmazdır,”[25] der V. İ. Lenin!
“Kapitalist bir sistemde insanlar görünmez bir kafesin içinde yaşarlar,” der Che Guevara!
“Kapitalizm seni soyar ve seni ücretin kölesi yapar. Yasa bu suçu korur ve sürdürür. Hükûmet ise seni bağımsız ve özgür olduğuna inandırarak kandırır,” der Alexander Berkman!
“Bugün dünyalar yıkılıyor, doğa yok ediliyor ve insanları birer obur canavar hâline getiren bir doyumsuzlar toplumu, bir tüketim dünyası yaratılıyor. Hiçbir çağda kötülük böylesine örgütlenmedi ve güçlü olmadı,” der Yaşar Kemal!
“Size bu ölü yaşamı hazırlayan sermaye sahibi egemen sınıftır, bu acımasız oyunun varlığı siz izin verdiğiniz sürece sürecektir.” “Kapitalizm, tıpkı yaşlı bir adamın genç ve sağlıklı bir kadına tecavüz etmesi gibi dünyayı tecavüz ediyor; artık ona yaşlılık hastalıklarından başka bir şey aşılayamıyor,”[26] der Maksim Gorki!
“Irkçılık olmadan kapitalizme sahip olamazsınız,” der Malcolm X!
“Kapitalizm eşit olmayan serbest piyasadır,” der Georg Fülberth!
“Kapitalistler arasındaki rekabetle birleşen kâr güdüsü, sermayenin toplanmasında ve kullanılmasında dengesizliğe yol açar; bunun sonucu da tehlikeli ekonomik çöküşlerdir,” der Albert Einstein!
“Kapitalistler tek bir şey düşünür; minimum masrafla maksimum çıkar,” der Sebuhi Quluzade!
“Resmî olarak kapitalist üretim ilişkisi yasal bir ilişki olarak sunulur: İş gücü alım satımı. Ancak bu ilişki ne yasal bir ilişkiye ne de politik bir ilişkiye ne de ideolojik bir ilişkiye indirgenebilir. Üretim araçlarının kapitalist sınıf tarafından (her bireysel kapitalistin arkasında bulunan) yasal ilişkiler tarafından yaptırımlı ve düzenlenebilir (uygulaması devletin tahmin ettiği) ancak yasal bir ilişki değil, kesintisiz bir güç ilişkisidir, ilkel birikim döneminde sahipsizlik, çağdaş artı değerden gasp edilmeye kadar. İşçi sınıfının (her üretken işçinin arkasında bulunan) işgücünün satışı yasal ilişkiler tarafından onaylanabilir, ancak kesintisiz bir güç ilişkisidir, evsizlere yönelik bir şiddettir, yedek işçilikten işe veya tam tersidir. Yani sınıfları sınıflara ayıran ve bu bölümü birikim ve proletarizasyonun iki katı süreci ile yeniden üreten kapitalist üretim ilişkisinin merkezinde, nihayetinde (yani üretim olan bu ‘son vakada’ demirlenmiş) sınıf, kapitalist sınıfın işçi sınıfı üzerinde uyguladığı bu ‘kanun dışı’ şiddettir,” der Louis Althusser!
Durum bu…
SÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİST YIKIM
Kontrolsüzlüğüne atıf yapılan, “crazy” Trump’ın uyguladığı politikalar ABD kapitalizminin ve ABD hegemonyasının açmazlarını, sorunlarını, dinamiklerini yansıtıyor; mevcut durum kapitalizmin “Kaos” olduğunu bir kez daha teyit ederken; Jean-Paul Sartre’ın, “Zenginler savaş çıkarır, fakirler ölür”…
Alexander Berkman’ın, “Savaş körü körüne itaat, düşüncesiz aptallık, acımasız duygusuzluk, ahlâksız yıkım ve sorumsuz cinayet demektir”…
Howard Zinn’in, “Savaş generallere şeref, askerlere ölüm, tüccarlara para, fakirlere işsizlik getirdi.” “Savaşın kesin etkilerinden biri de ifade özgürlüğünün kısıtlanmasıdır”…
Pierre-Joseph Proudhon’un, “Savaş ilanlarının gerisinde ekonomik nedenler yatar”…
Lysander Spoonbill’in, “Bütün suçların en büyüğü, hükûmetlerin insanlığı yağmalamak, köleleştirmek ve yok etmek amacıyla sürdürdüğü savaşlardır”…
Eduardo Galeano’nun, “Savaşlar yalan söyler. Hiçbir savaş dürüstçe ‘öldürüyorum çünkü çalmak istiyorum’ demez”…
François Fénelon’un, “Tüm savaşlar iç savaştır, çünkü tüm insanlar kardeştir”…
Noah Harari’nin, “Barış için çok sayıda akıllı insan gerekir, ancak savaş için tek bir aptal yeterlidir”…
Susan Sontag’ın, “Savaş barbarlıktır; savaş ne pahasına olursa olsun durdurulmalıdır”…
Thomas Merton’un, “Barış, en kahramanca emeği ve en zor fedakârlığı gerektirir. Savaştan daha fazla kahramanlık gerektirir. Gerçeğe daha fazla sadakat ve çok daha kusursuz bir vicdan gerektirir,” uyarılarını anımsatır!
Kolay mı?
Karl Marx ile Friedrich Engels’in, “Silahlanma alanında karşılıklı üstünlük sağlama yarışı sistematik olarak gelişecektir. Bu da öyle bir dünya savaşına, hem de şimdiye dek tahayyül edilmemiş boyutta ve şiddette bir dünya savaşına yol açacaktır. Sekiz ila on milyon asker birbirinin boğazına sarılacak ve bu süreçte Avrupa’yı, bir çekirge sürüsünden bile beter soyup soğana çevireceklerdir,”[27] kehanetini doğrulayan bugünlerde, 2024 yılı Avrupa’nın savunma harcamaları açısından 30 yılın en dikkat çekici dönemlerinden biri oldu.
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsünün (SIPRI) Nisan 2025’te yayımladığı rapora göre, Avrupa kıtasındaki savunma harcamaları üst üste dokuzuncu kez artarak 2024 yılında 693 milyar dolara ulaştı. Bu, yalnızca bir önceki yıla kıyasla yüzde 16’lık artış anlamına gelmekle kalmıyor, aynı zamanda Soğuk Savaş sonrası dönemin en yüksek seviyesine işaret ediyor.
Polonya’nın yüzde 31, Almanya’nın yüzde 28 ve Finlandiya’nın yüzde 16’lık artış oranları manşetlerde öne çıksa da bu yükselişin asıl belirleyici aktörleri parasal hacim açısından Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık gibi büyük ekonomiler. Zira savunma harcamalarındaki etki yalnızca oransal değil, toplam bütçe büyüklüğüyle ölçüldüğünde anlam kazanıyor.[28]
Evet, dünya genelinde askerî harcamalar 10 yılda her yıl arttı ve 2024’te GSYİG’nin yüzde 2.5’ine ulaşarak 2 trilyon 700 milyar doları aştı. Askerî harcamalar 2015 ile 2024 arasında yüzde 37 oranında arttı. Bölgelere göre en büyük artış yüzde 83’le Avrupa’da gerçekleşti. Söz konusu artış, Asya ve Okyanusya bölgesinde yüzde 46, Amerika bölgesi ile Orta Doğu’da yüzde 19 ve Afrika’da ise yüzde 11 oranında görüldü.[29]
ABD şu anda GSYH’sinin yaklaşık yüzde 3.2 ila 3.4’ünü silahlanmaya harcıyor;[30] kapitalist-emperyalist sistemin bekçiliğini yapan Kuzey Atlantik İttifakı (NATO), üye ülkelere savunma harcamalarını daha da artırılması çağrısında bulunurken ABD’nin taleplerinin kendisi için öncelikli olduğunu bir kez daha gösterdi.
NATO Genel Sekreteri Mark Rutte, “Eğer Amerika’nın savunmasını sağlamak istiyorsak, üç şeyin güvenliğinden emin olmalıyız: Kuzey Kutbu’nun korunması, Atlantik Okyanusu’nun güvenliği ve istikrarlı bir Avrupa. Rusya burada, ve beklenmedik bir hızla yeniden organize oluyor. Bu üç bölge güvende değilse, Amerika çok ciddi bir sorunla karşı karşıya kalabilir,”[31] dedi.
24-25 Haziran 2025’te Lahey’de gerçekleşen NATO toplantısında, tüm NATO üyesi ülkelerin 2035’e kadar askerî harcamalarını GSYİH’lerinin yüzde 5’ine çıkarması kararı alındı. Mevcut harcamalar GSYİH’nin yüzde 2’sine denk geliyor, birçok ülkede bu kadar da değil. Özellikle Avrupa’daki NATO üyesi ülkelerin on yıl içinde askerî harcamalarını yüzde 3 oranında artırması gerektirecek.
Diğer NATO ülkelerinin para birimleri Amerikan Doları’yla karşılaştırılabilecek durumda değil, bu sebeple bütçe açıklarını küresel finans kapitalin itirazlarına rağmen GSYİH bazında yükseltemezler. Üstelik Avrupalı birçok NATO ülkesi ayrıca AB üyeleri ve bütçe açıklarını GSYİH’nin yüzde 3’ünden fazla yükseltmeme mecburiyetindeler, kaldı ki çoğunda açık oranı aşağı yukarı da bu kadar.[32]
Böylece Avrupa da silahlanmaya hız verdi. Avrupa Birliğinin (AB) yüz milyarlarca dolarlık savunma paketi devreye girdi. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen Münih Güvenlik Konferansında da AB üyesi ülkelerin savunma yatırımlarını “önemli ölçüde” artırmak amacıyla blokun mali kurallarındaki “cayma maddesini” etkinleştirerek bütçe sınırını kaldırmayı teklif edeceğini duyurmuştu.[33]
Ardından da Avrupa’da ortak tedarik yoluyla savunma sanayi üretimine yatırım yapmak isteyen üye ülkeleri destekleyecek 150 milyar euroluk yeni mali aracı resmen kabul etti.[34]
Kim ne derse desin! Savaşlar, çatışmalar, gerilimler silah tekellerini ve savaş endüstrisini besliyor. Ukrayna en büyük ithalatçı olurken Türkiye’nin küresel silah piyasasındaki payı dört yılda yüzde 103 büyüdü. SIPRI, 2020-2024 döneminde dünyanın en büyük silah ihracatçılarının ABD, Fransa, Rusya, Çin ve Almanya olduğunu açıkladı.[35]
Tam da bu durumda Britanya İşçi Partisinin eski lideri Jeremy Corbyn, “Silahlara harcanan para, sağlığa, eğitime, konuta, çevreye harcanmayan paradır,” derken; küresel çapta yılda 2.4 trilyon dolar silahlara harcanıyor.[36]
John Perkins’in, “Ele geçirilmiş devletler asla kullanmayacakları (çünkü kullanamayacakları) savaş uçakları, füzeler, savaş helikopterleri, savaş gemileri vs.ye silah tekellerinin emri ve İsviçre bankalarına yatırılan cömert komisyonlarla milyar dolar harcarlar. Harcama satın alma ile bitmez, her yıl ‘modernizasyon’ ve bakım harcamalarıyla da servetlere servet katılır… Kalan para da ülkeyi yöneten despotların gösterişli ve efektif olmayan projelerine, saraylarına, lükslerine gider. Sonuçta her şekilde silah tekelleri ve yerel işbirlikçileri kazanır. Gün gelip halk sağlığı sorunları veya afetle karşılaştıklarında da tüm bayağı yaldızların altından üçüncü dünya sefaleti ve acizliği çıkar,”[37] notunu düştüğü militarist birikim dalı olarak savaş makinası tam istim çalışsa da kapitalizmin krizi yoğunlaşarak yaygınlaşıyor. Örneğin küresel borç toplamı 215 trilyon dolar gibi olağanüstü bir noktaya varmış durumda. 2008 krizi koşullarında dünya toplam gayri safi hasılası ya da toplam üretilen değer 70 trilyon dolardı. Spekülatif sermaye, türev piyasalar ve hayali sermaye ise 1000 trilyon dolara ulaşmıştı. Bu balonun patlamasıyla küresel kriz şiddetle dışa vurdu. Aktüel olarak durum çok daha vahim; küresel gayri safi hasıla 105 trilyon dolar, spekülatif sermaye, türev piyasalar ise 5.3 katrilyon dolar seviyesinde. Yani karşımızda krizin ortaya çıktığı koşullardan 5 kattan daha fazla negatif bir tablo var.[38] Bu ekonomi-politik eksenin yanında, küresel düzeyde jeo-politik rekabet ve kriz şiddetlenerek sürüyor.
Evet kapitalist yıkım, XIX. yüzyılın sonuyla, XX. yüzyılın başı arasındaki döneme benzer bir dönemden geçiyor: Kapitalizm bir “yapısal kriz” yaşıyor (tekrarlanan kriz eğilimlerini aşamıyor). Kapitalist uygarlığın en karanlık özellikleri, faşizm gibi canavarlar üretiyor. Bir pandemi milyonlarca insanı öldürüyor. Kapitalist-emperyalist sistemin bir devletin hegemonyası altında yerleşmiş kurallara dayanan düzeni dağılıyor. Büyük güçler arası ekonomik-teknolojik ve siyasi rekabet hızlanıyor, dünyanın kaynaklarının ekonomik, siyasi, askerî olarak yeniden paylaşımı gündeme geliyor.
Bu iki dönem arasında önemli farklar da var. Örneğin, bir büyük savaş, henüz yalnızca bir olasılık. Kapitalist üretim tarzı hâlâ aşılamadığı için, kimi alanlarda iklim krizi, dinci fanatik ölüm kültleri gibi yeni canavarlaşmalar üretiyor.
Kapitalizmin kriz dönemlerinde, yeni değerlenme alanlarında (dış piyasalar, kaynak havzaları) egemenlik kurmak önem kazanır. XIX. yüzyılın sonunda, emperyalist sistemin merkezleri önce dünyayı paylaştılar (sömürgeler-yarı sömürgeler). Sonra, kriz ilerledikçe, bir yeniden paylaşım talebi gündeme geldi, iki dünya savaşı yaşandı.
Özetle, “yeniden paylaşım” yeniden gündeme geliyor ama bu kez bu paylaşıma konu olabilecek alanlarda, “Küresel Güney”de güçlü devletler, bu devletlere destek vermeye hazır, yeni bir kapitalist “süper güç” var. Küresel düzenin dağılma süreci, 100 yıl öncesine göre çok daha karmaşık, “yeniden paylaşım” çok daha zorken;[39] küresel finans sistemi, 2008 sonrasının birikimli çelişkilerinin olgunlaşmasıyla yeni bir krizin eşiğine geldi. Bu uyarı yalnızca radikal iktisatçılardan değil, sistemin en merkezi ideolojik aygıtlarından geliyor.
The Economist bile bir krizin sinyallerini tartışıyor. Bugün ABD’nin toplam kamu borcu 36 trilyon doları aşmış durumda. Bu, ülkenin gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYH) yüzde 120’sine denk geliyor. Bu durum sadece ABD’yi değil, dünya ekonomisini de doğrudan etkiliyor.[40]
Ayrıca Almanya’nın kamu borcu, 2024 yılında 63.9 milyar euroluk artışla 2 trilyon 509 milyar euroya ulaştı. Borç, 2023 sonuna göre yüzde 2.6 yükselişle 2 trilyon 509 milyar euroya çıktı.[41]
Bu işin bir yanı; ötekine gelince o da büyüyen açlık, yoksulluk yıkımıdır!
1820’de dünya nüfusunun yüzde 80’i günlük 1 dolardan az bir parayla yaşıyordu; bugün ise dünya nüfusunun yüzde 20’si günlük 1 dolardan az kazanıyor. BM’ye bağlı üç örgütün yayımladığı dünya açlık raporuna göre, dünyada açlık çeken insan sayısı 2008’den 2011’e 75 milyon arttı. Açlık sorunuyla boğuşan insan sayısı 1 milyara yaklaştı.[42]
Öte yandan Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) Yemen Temsilcisi Peter Hawkins, Yemen’de 5 yaş altı her 2 çocuktan 1’inin akut yetersiz beslendiğini açıklarken;[43] yine Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), acil ihtiyaç sahibi 11 milyon mülteciye insanî yardımların ulaştırılamadığı uyarısının altını çizdi.[44]
Yoksulluğun zenginliğin ürünü olduğunu “es” geçmeden ekleyelim: ABD’deki en büyük 500 şirketin CEO’sunun (yani 500 kişi) yıllık ortalama geliri 18.9 milyon dolar oldu.
Ford Motor Company CEO’su James Farley, 2024 yılında toplam 24.8 milyon dolar maaş aldı. CEO Farley’in 2024 yılında 24.8 milyon dolar kazandığını unutmayalım! Kapitalizm bu…
Oxfam’ın, “2024 yılı Küresel Eşitsizlikler Raporu”na göre dünyanın en zengin 26 dolar milyarderi, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50’sini oluşturan 3.8 milyar insanın toplam varlığına eşit bir servete sahip bulunuyor. Raporda, küresel olarak milyarderlere ait servetin yalnızca 2024 yılında bir önceki yıla göre 2 trilyon dolar artarak 15 trilyon dolar seviyesine çıktığı tespit ediliyor. Küresel dolar milyarderlerinin sayısı da 2023’te 2 bin 565’ten 2024’te 2 bin 769’a çıkmış bulunuyor. 2024’te 6 yeni dolar milyarderinin ortaya çıktığı Türkiye’deki 28 dolar milyarderinin, 2024’teki servetleri 6.9 milyar dolar artarak toplam 55.6 milyar dolar seviyesine çıktığını öğreniyoruz.
Anılan raporda, yaygın kanaatin aksine, milyarderlerin servetinin büyük ölçüde kazanılmadığını, bunun yüzde 60’ının miras, tekelcilik veya yandaş bağlantılarından geldiği tespit ediliyor. Rapora göre Avrupa’daki süper zenginlerin çoğu, servetlerinin bir kısmını daha fakir ülkelerin sömürülmesine borçlu. 2023’te Küresel Kuzey’deki en zengin yüzde 1’lik kesim, Küresel Güney üzerinden saatte 30 milyon dolar kazanç elde ediyor. Küresel Kuzey ülkeleri, dünya nüfusunun yalnızca yüzde 21’ini oluşturmalarına rağmen küresel servetin yüzde 77’sini kontrol ediyorlar.[45]
“Bazen ‘gezegenimiz evrenin tımarhanesi mi?’ diye düşünmeden edemiyorum,” diyen Johann Wolfgang von Goethe haksız mı?
Elbette değil!
YAŞA(TIL)DIĞIMIZ COĞRAFYA:
TÜRKİYE
Coğrafyamız Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “Kıran girdi merhamete/ Kıran girdi mertliğe/ Kıran girdi güzelliğe/ Kıran girdi sevgiye/ Kıran girdi dürüstlüğe/ Kıran girdi doğruluğa/ Kıran girdi emeğe/ Kıran girdi eşitliğe/ Kıran girdi adalete/ Kıran girdi kardeşliğe/ Kıran girdi dostluğa/ Kıran girdi insanlığa,” dizelerindeki sürdürülemez kapitalist bir felaketle sarsılırken; George Orwell’in, “Yolsuzluk yapanı, döneği, sahtekârı, hırsız ve haini seçen bir halk kurban değildir! Suç ortağıdır!” uyarısı da “es” geçilmemeli!
Hızla birkaç veriyi aktarayım…
- i) Türkiye’deki intihar olaylarında çarpıcı artış kaydedildi. 2003-2024 dönemin de intihar ederek yaşamına veren kişi sayısı 71 bin 928 oldu. 2003’ten 2024’e kadar geçen süreçte intihar eden kişi sayısında yüzde 94’lük artış yaşandı. İntiharların bir nedeni de “geçim sıkıntısı” oldu![46]
- ii) Türkiye’de çocuklar 10 yaşında işe başlıyor: Çalışan çocuk sayısı bir milyonu geçti![47]
iii) İstanbul’da Aile Bakanlığının koruması altındaki, lise çağındaki 5 çocuk çamaşır suyu içerek yaşamına son vermeye çalıştı. “Hastaneden kaçmak için çamaşır suyu içtik” diyen çocuklara neden kaçmak istedikleri sorulmadı![48]
- iv) Diyanet, 12 yaşındaki kız çocuğunu istismar ettiği gerekçesiyle tutuklanan ve 69 günde serbest bırakılan Müftü İshak Yıldırım’ı yargılamanın bitmesini beklemeden vaiz olarak görevlendirdi. Skandal kararda Ali Erbaş’ın da imzası yer alıyor![49]
- v) Moodist Psikiyatri ve Nöroloji Hastanesi Tıbbî Direktörü Prof. Dr. Kültegin Ögel, 25 yaş altında uyuşturucudan ölümlerde Türkiye’nin dünyanın ilk beş ülkesi arasında bulunduğunu söyledi![50]
- vi) Türkiye’de her gün 5 işçi çalışırken ölüyor![51]
vii) 2024 yılı kadınların şiddet ve cinayetlere kurban gittiği kara bir sene oldu. Kadın katliamları 17 yılda neredeyse 7 kat artarak 421’e yükseldi. 2024, cinayetlerin en fazla yaşandığı yıllardan biri oldu![52]
viii) 2019’un 10 ayda 302 kadın eşi, sevgilisi ve yakını tarafından çeşitli “gerekçelerle” öldürüldü![53]
- ix) Umut Vakfının ‘2019 Yılı Kadın Cinayetleri’ raporuna göre 5 yılda toplam bin 753’ü silahlı 2 bin 324 kadın cinayeti gerçekleşti. Bin 995 kadın ve aile bireyi öldürülürken 915 kişi de yaralandı. 2020’nin ilk iki ayında öldürülen kadın sayısı 56’ya ulaştı. Her 15 saatte bir kadın öldürüldü. 2015’ten 2020’ye kadına yönelik silahlı şiddet yüzde 27 oranında arttı. 2019 yılında 415’i silahla tam 564 kadın öldürüldü![54]
- x) Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 30 Haziran 2016 tarihi itibarıyla 7 bin 368’i kadın ve 4 bin 866’sı çocuk olmak üzere toplam 12 bin 234 kişinin kadın sığınma evlerinde kaldığını açıkladı![55]
- xi) TÜİK’in Ağustos 2017 verilerine göre 2 milyon 260 bin kadın ne eğitimde ne de istihdamda yer alıyor. 10 genç işsizin 6’sı kadın. Kadınlar gün geçtikçe daha fazla iş hayatı dışına itiliyor![56]
xii) 1 Temmuz 2025 itibarıyla cezaevleri mevcudu, kapasiteyi 115 bin 135 aşarak 410 bin 135’e ulaştı![57]
xiii) OECD raporuna göre Türkiye’de cinsiyete dayalı ücret eşitsizliği yüzde 10 oldu. Erkeklerin, yapınca 100 birim ücret kazandığı bir işten kadınlara yalnızca 90 birim ücret ödeniyor. Birebir aynı işi yapan bir erkeğin yevmiyesi 1000 lira, kadının ise 900 liraya denk geliyor![58]
xiv) 2025’in ilk yarısında; – Saniyede: 307 bin – Dakikada: 18.4 milyon – Saatte: 1.1 milyar – Günde: 26.5 milyar – Ayda: 801.3 milyar lira… Yani ilk beş ayda 4 trilyon 6 milyar 528 milyon lira vergi ödemişiz![59]
- xv) Yaklaşık 8 milyon işçi açlık sınırının altında maaş alıyor, milyonlarca emekli geçinemiyor, memur ve işçi yoksulluk sınırının çok gerisinde. 1 Mayıs, sefaletin gölgesinde karşılanıyor. Çalışan her 100 kişiden 12’si yoksul. Türkiye’de çalıştığı hâlde yoksul olanların oranı yüzde 12’ye yakın. Bu oran erkeklerde yüzde 13.7, kadınlarda ise yüzde 7.6![60]
xvi) Naylon faturalarla soyguna yönelik yargı süreci süren Yunus Emre Vakfına 2025’in ilk çeyreğinde yüz milyonlarca lira aktarıldığı ortaya çıktı. Vakfa, ilk çeyrekte 470 milyon 721 bin TL aktarıldığı belirlendi![61]
xvii) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kullanımına sunulan başlıca saray ve köşkler şunlar: •Beştepe Sarayı (Ankara) •Ahlat Köşkü (Bitlis) •Okluk Koyu Yazlık Sarayı (Muğla) •Huber Köşkü (İstanbul) •Vahdettin Köşkü (İstanbul) •Tarabya Köşkü (İstanbul) •Çankaya Köşkü (Ankara – yedekte). Toplamda en az 7 ultra lüks yapı![62]
xviii) 2024 bütçesinin yüzde 11.8’i ve GSYH’nin ise yüzde 2.9’u faiz ödemelerine gitti. 2024’te faiz ödemeleri tutarı 1 trilyon 270 milyar TL. Yıl ortası kur ile yaklaşık 39 milyar dolar. 2025’de Türkiye bütçesinden yaklaşık 75 milyar dolar askerî harcamalara ve faiz ödemelerine gitti![63]
xix) Bütçe kullanım tercihlerinde kültür hizmetleri için 10.1 milyar TL harcanan ocak-mart döneminde din hizmetleri için 32 milyar TL harcandı![64]
- xx) Türkiye’nin brüt dış borç stoku 2025’in mart sonu itibarıyla 527.5 milyar dolar, net dış borç stoku ise 264.1 milyar dolar olarak açıklandı. Hazine garantili borç 15.9 milyar dolar olurken, kamu net borç stoku 7.8 trilyon liraya ulaştı![65]
xxi) Konkordato başvuruları 2025 Haziranı’nda yüzde 162.6 arttı, konkordato başvurularına 541 yeni firma katıldı. 6 ayda 2 bin 776 firma daha kuyruğa girdi![66]
xxii) İktidarın “sıfırlandı” dediği İsrail ile ticareti bu kez de İsrail doğruladı. Filistin’e ihracattaki astronomik artışın, İsrail’e satıştan kaynaklandığını İsrail makamları faş etti. Türkiye, 2024’te İsrail’e en çok ticaret yapan 5’inci ülke oldu![67]
Yaşa(tıl)dığımız kapitalist Türkiye bu!
YOKSULLAŞTIRAN ZENGİNLİK
“Yoksullaştıran zenginlik” deyince Don Marquis’in, “Biri size alın teriyle zengin olduğunu söylerse, ona şunu sorun Kimin alın teriyle?” sorusunun yüksek sesle telaffuz edilmesi gerekiyor.
Çünkü nüfusunun 4’te 1’inin sağlıklı beslenmede sorunu yaşadığı[68] coğrafyamızda her geçen gün artan hayat pahalılığı, 65 yaş ve üstünü derinden vurdu. 2024’te yaşlı nüfusun işgücüne katılım oranı yüzde 13.1’e yükseldi. Kayıtlı çalışan emekli sayısı 2025’in ilk 4 ayında 35 bin kişi arttı![69]
Bu yetmezmiş gibi -Ankara Tabip Odasının verilerine göre-, 15 yaşındaki öğrencilerin yüzde 20’si haftada en az bir gün yemek yiyemiyor, yüzde 20’si okula aç gidiyor, her 5 çocuktan 1’i yatağa aç giriyor.[70]
Gerçekten de Haziran 2025’te asgarî ücretin, bırakın yoksulluk sınırını, açlık sınırının altına düştüğü[71] coğrafyamızda DİSK-AR’ın raporuna göre emek gelirleri 2025’in ilk 5 ayında enflasyon karşısında en az 198.2 milyar TL eridi![72]
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) verilerine göre, 2024 itibariyle bireysel kredi kartı borçlarında yüzde 150’ye varan bir artış gözlemlenmiştir. TÜİK verilerine göre, 2023’te hane halklarının yüzde 74’ü kredi kartı borcu ya da taksitli alışveriş borcu ödemektedir. Bu oran, ekonomik büyüme ile gelir dağılımı arasındaki dengesizliğin en açık göstergelerinden biridir.[73]
Kocaeli Milletvekili Prof. Dr. Mühip Kanko, “Vatandaşın banka borçları 4 trilyon 329 milyar lirayı geçti. Toplam borç 4 trilyon 461 milyar liraya dayandı. Bu rakamlar, iktidarın nasıl bir ekonomik enkaz bıraktığının resmidir,”[74] derken; Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer de ekliyor: “2002’den 2019’a borçlar 130 milyon dolardan 7.6 milyar dolara çıktı. Borçlanma 2002-2024 kesitinde önemli ölçüde arttı. Konut ve tüketici kredileri bankalara olan bağımlılığı gösteriyor. Kredi kullanan kişi sayısı 2002’de 1.2 milyon iken 2024’ün eylülünde 26 milyona, 2025’in şubatında ise bireysel kredi kullanan kişi sayısı 42 milyona yükseldi. Vatandaşların 2025’te bankalar ve finans kuruluşlarına olan bireysel kredi ve kredi kartı borcu 4 trilyon 231 milyar lirayı buldu. Bankaların ve finans kuruluşlarının, tüketicilerden zamanında tahsil edemediği için icra takibine aldığı borç miktarı ise 148 milyar liraya ulaştı. İcra dairelerinde 23 milyon 130 bin derdest dosya var.”[75]
Vatandaşların bankalara, finans kuruluşlara ve benzeri şirketlere toplam borcu 4 trilyon 645 milyar liraya ulaştı. İcra dairelerine UYAP üzerinden gelen yeni dosya bir yılda 1.5 milyon artış gösterdi. Türkiye’de her 4 kişiden biri icralık. Her gün ortalama 26 bin yurttaş icra dairesinin yolunu tutarken;[76] John Steinbeck’in, “İnsanlar açlıktan ölürken yiyeceklerin dökülmesine ve çürümeye terk edilmesine bir türlü akıl erdiremezdi”;[77] Sadık Hidayet’in, “Aç ve yoksul halkın savunacak nesi var? Bütün güç ve para hâkim sınıfın elinde. Halktan körü körüne itaat beklerler ki başları ağrımadan yediklerini hazmetsinler,” sözlerini anımsamamak elde mi?
Elbette değil! Çünkü Union Bank of Switzerland’ın (UBS) Group AG’nin, Küresel Servet Raporu 2024 verilerine göre dünyada dolar milyoneri listesine 2024’te 684 bin kişi daha eklenirken; aynı yıl milyoner sayısı en çok artan ülke yüzde 8.4 ile Türkiye oldu. Rapora göre Türkiye’de 68 bin dolar milyoneri var.[78] Dolar milyoneri sayısında dünya lideri Türkiye’de altın, döviz ve yüksek faiz zengine yaradı.[79]
Kolay mı? Forbes’un açıkladığı en zengin 100 Türk listesinde, 2025 senesinde toplamda 28 kadın yer aldı.[80]
TÜRKİYE’NİN EN ZENGİN 28 KADINI…
Eren Özmen | Sierra Nevada Corp. | 4 milyar dolar |
İpek Kıraç | Koç Holding | 2.7 milyar dolar |
Filiz Şahenk | Doğuş Holding | 2.6 milyar dolar |
Semahat Arsel | Koç Holding | 2.6 milyar dolar |
Deniz Şahenk | Doğuş Holding | 1.4 milyar dolar |
Ceyda Lale Tara | Enka İnşaat | 900 milyon dolar |
Leyla Tara Suyabatmaz | Enka İnşaat | 900 milyon dolar |
Yasemin Zeynep Keyman | Enka İnşaat | 900 milyon dolar |
Vildan Gülçelik | Enka İnşaat | 850 milyon dolar |
Hanzade Doğan Boyner | Doğan Holding | 800 milyon dolar |
Çiğdem Sabancı | Sabancı Holding | 700 milyon dolar |
Serra Sabancı | Sabancı Holding | 700 milyon dolar |
Sevda Gülçelik | Enka İnşaat | 700 milyon dolar |
Suzan Sabancı | Sabancı Holding | 700 milyon dolar |
Aylin Elif Koç | Koç Holding | 650 milyon dolar |
Esra Çiğdem Koç | Koç Holding | 650 milyon dolar |
Claire Arcas | Arkas Holding | 600 milyon dolar |
Diane Arcas Göçmez | Arkas Holding | 600 milyon dolar |
Figen Çarmıklı | Çarmıklı Holding | 575 milyon dolar |
Arzuhan Doğan Yalçındağ | Doğan Holding | 550 milyon dolar |
Ayşe Verda Gülçelik | Enka İnşaat | 550 milyon dolar |
Begümhan Doğan Faralyalı | Doğan Holding | 550 milyon dolar |
Vuslat Doğan Sabancı | Sabancı Holding | 550 milyon dolar |
Aysun Kibar | Kibar Holding | 525 milyon dolar |
Dilek Sabancı | Sabancı Holding | 525 milyon dolar |
Emine Sabancı Kamışlı | Sabancı Holding | 525 milyon dolar |
Sevil Sabancı | Sabancı Holding | 525 milyon dolar |
Işıl Doğan | Doğan Holding | 500 milyon dolar |
Tülay Aksoy | Anadolu Grubu Holding | 500 milyon dolar |
Ayrıca Türkiye’de mevduatın yüzde 79’una yüzde 1’lik kesim sahipken; hesap sayısındaki payı yüzde 83 olan kesim ise mevduattan yalnızca yüzde 0.6 pay alabiliyor.[81]
TÜRK(İYE) İNSAN(SIZLIĞ)I!
Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “bu ağaçlar niçin böyle yapraksız/ bu geceler niçin böyle insansız/ bu insanlar niçin böyle yarınsız/ bu niçinler niçin böyle yanıtsız?/ kim bu korku/ kim bu umut/ ne adın/ kim için”[82] dizelerindeki üzere Türk(iye) insan(sızlığ)ı devasa bir toplumsal çürümeyle sarsılırken; ülkedeki antidepresan kullanımının 20 yılda 16 kat arttı. Ipsos’un 2024 Ruh Sağlığı Raporu’na göre, Türkiye’de nüfusun yüzde 38’i ruhsal hastalıklarla mücadele ediyor. Sadece bir yıl içinde toplumun ruh sağlığı yüzde 8 oranında kötüleşti. Bu rakamlar milyonlarca insanın çaresizlik içinde yaşadığını gözler önüne seriyor. Türkiye’de 20 yılda antidepresan kullanımı 16 kat arttı. Bu artış özellikle gençler arasında ürkütücü boyutlara ulaştı. Toplum olarak adım adım bir tükenmişliğe sürükleniyoruz.[83]
Kolay mı? Türkiye’de her 2 kişiden 1’i kendi ruh sağlığı hakkında düşündüğünü söylüyor. Ülkeler ile karşılaştırıldığında ise Türkiye, İsveç’ten sonra bu durumu en fazla yaşayan 2. ülke.[84]
Giderek derinleşen ekonomik kriz ve keskin kutuplaşmalarla şekillenen siyasi atmosfer, ülkedeki suç oranlarında çarpıcı bir artışa yol açtı.
Adalet Bakanlığının ceza mahkemelerinde açılan dosyaların detaylarına yönelik verilerine göre, 2024’te, 2023’e göre en fazla artan suç türünün dolandırıcılık olduğu belirtildi. Dolandırıcılık, yüzde 41’lik oranla en fazla artış gösteren suç türü olarak kayıtlara geçti. Bunu yüzde 33’lük artışla “kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak” ve yüzde 21’lik artışla “uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” izledi. Diğer suç türleri arasında “kasten yaralama” ve “kasten öldürme” yer aldı. Sahtecilik ve cinsel saldırı da en çok artış gösteren suç türleri arasına yazıldı.
Cumhuriyet başsavcılıklarında, “Çocukların cinsel istismarı” gerekçesiyle hakkında dosya açılan kişi sayısı 2024 sonunda 67 bin 507’ye, “Reşit olmayanla cinsel ilişki” gerekçesiyle hakkında dosya açılan kişi sayısı ise 26 bin 265’e ulaştı.[85]
Çocukların cinsel istismarı suçundan açılan dosya sayısının zirve yaptığı 2024’te, günde 18 istismar suçunun işlendiği ortaya çıktı.[86]
Tüm bunlar kapitalizmin yabancılaştırdığı insan(lık) trajedisinin nasıl da ağırlaşarak, giriftleştiğini ortaya koyuyor.
KAPİTALİZMİN YABANCILAŞTIRDIĞI İNSAN(LIK)
Emma Goldman’ın, “Pek çok insan hayata bakar, ama onu yaşamaz. Onların gördükleri hayatın kendisi değil, sadece gölgesidir,” vurgusundaki üzere sürdürülemez kapitalist yıkım, insan(lık)ı hasta ediyor. İlişki zorlukları, travmalar, boşluk duyguları; ekolojik, ekonomik, siyasal, ahlâkî ve hasılı beşerî kriz(ler)…
Ücretli kölelik sistemi, insan(lar)ın soru(n)larından kâr ettiği için, dünyanın değişmesini toplumsal bağları kopararak engelleyip, sabote ediyor.
Çağın en büyük hastalığı amaçsızlık, can sıkıntısı ile anlam ve amaç eksikliğiyken; Franz Kafka’nın Gregor Samsa’sında somutlanan “Başkalaşım” veya “Metamorfoz”un insan(lık)ı kalabalıklar içinde yalnızlaştırması yanında; “Bozulma”, “Anlam kaybı” ile meta fetişizmi labirentinde “Demokrasi insanı durmaksızın kendisine doğru yönlendirir ve nihayetinde onu tamamıyla kendi vicdanî yalnızlığının içine kapatır,”[87] diye betimlenen hâle mahkûm ediyor.
Malum: Gregor Samsa, uyandığında, bir böceğe dönüştüğünü fark eder. Şaşırmasına şaşırır elbette de acilen yataktan kalkması gerekmektedir. Zira yetişmesi gereken bir tren, gitmesi gereken bir yer, pazarlaması gereken mallar, kazanması gereken paralar, ödenmesi gereken borçlar ve geçindirilmesi gereken bir aile vardır. Bütün bir sabahı sırtüstü gelen böceğin karnının üstüne dönme çabası içinde geçirir de neye dönüştüğünü umursamaz, düşünmez. İçinde bulunduğu tek rahatsızlık işe geç kalmak, patronlarından azar işitmek ve kovulmak kaygısıdır. Yaptığı ve yapması gereken harcamaların hesabıyla doludur zihni ve yataktan kalkma azminin yegane motivasyonu gerekli parayı kazanmak için işe gitme/yetişme zorunluluğudur. Kapitalizm insana işte bunu yapan ekonomik düzendir; bir gecede olmasa bile insanı neye dönüştüğünü hiç umursamadan böcekleştirendir.
Tam da bu dizaynda kutuplaşma ile toplumsal çözülme iç içe geçerken; beşeri ilişkiler atomize oluyor. Bunun için de insan(lık) hastalanıyor. Söz konusu hâle isyan gündeme gelmedikçe insan(lık)ın yabancılaşması gövdelenip, “Benmerkezci, piyasalaşmış bir tercih kavramının giderek daha fazla baskınlaştığını”[88] görüyoruz.
Erich Fromm’un, “Modern insanın mutluluğu, vitrinlere bakarak kendinden geçmek ve parasının yettiği her şeyi peşin ödeyerek ya da taksitle satın almaktır,” ifadesinde somutlanan sürdürülemez kapitalizm dünyasında, insan(lık) bir yol ayrımında.
Değer üretmek yerine tüketmeye odaklanmış, mutluluğu nesnelerde arayan kapitalist insan(cık), “başarıyı maddî kazanç ve statü hırsıyla” ölçen derin bir yabancılaşmayı/ çürümeyi yaşıyor.
Charles Bukowski’nin “İşin delirtici yanı tek bir mermi bile sıkmadan canlarımızı alıyor olmaları, para babalarının şişko oğulları beverly hills’te on dört yaşında kızların ırzlarına geçerken ben bir yerlerde asgarî ücretle belimi kırıyordum, helada beş dakika fazla kaldığı için işten kovulan adamlar biliyorum, anlatmak istemediğim çok şey gördüm,” diye tarif ettiği sistemde; doğaya, topluma, kendine yabancılaşmış, tatminsizlikle malûl insan(lık), bunalımlarıyla boğuşurken; ücretli kölelik sistemini sorgulamayan, eleştirel itirazdan uzak, sömürü sistemine entegre yaratıklar üretiyor; onu bir “araç” hâline getirerek!
Özetle yaşamanın galat-ı meşhur hâli olarak kapitalizm, “beyaz adam”ın yarattığı, dünyadaki en kalıcı eseridir; insan(lık)ın sonunu getirecek düzen(sizlik)dir; Ahmet Erhan’ın, “Umutsuzluğun umudundayım/ Karanlığın ışığında…” diye betimlediği ufuktur!
“İyi de bu durumda ne yapmalı” mı?
Öncelikle Fyodor Dostoyevski’nin, “Pek önemli biri değilim, ama bu durumdan hiç de pişmanlık duymuyorum.
Tam tersine, hatta doğrusunu söylemek gerekirse, pek de önemli biri olmamaktan gurur duyuyorum.
Entrikacı biri de değilim, bununla da gurur duyuyorum.
Gizli saklı değil, hiçbir oyun çevirmeden, gayet açık bir biçimde hareket ederim ve kime, nasıl zarar, hem de büyük bir zarar verebileceğimi bilmeme rağmen elimi böyle işlerle kirletmem.
Bu anlamda ellerim gayet temizdir.
İmalı sözlerden de hoşlanmam, ikiyüzlülüğe de tenezzül etmem.
İftiradan ve dedikodudan tiksinirim.
Maskeyi sadece maskeli balolarda takarım, insanların arasında dolaşırken değil!”[89] satırlarıyla müsemma bir duruşa muhtacız.
Malum insan, yaşarken ölümü nasıl karşılayacağına karar vermekle mükelleftir; “Hayatta kalmak için değil, yaşamak için savaşmak gerekir.” “Kolay yaşamak istiyor musun? Sürüde kal ve sürü sevgisi uğruna kendini unut,” der Friedrich Nietzsche.
Kapitalist yabancılaşmanın “asri zamanlar”ında kalabalığa karışmak hiçbir yetenek gerektirmez. Ancak yalnız ve dik durmak gerçekten çok şey gerektirir ve de “İnsan olmanın erdeminin ve mutluluğunun büyük düşmanı despotizm”ken;[90] “İnsanlık tarihinin büyük bölümünde itaat erdemle, itaatsizlik de günahla özdeş kabul edilmiştir,” der Erich Fromm.
Evet kapitalizm açısından en korkulan insan(lar) soru soran ve neyi bilmediğini bilen(ler)ken; ücretli köleliğin en “tehlikeli” yaratımı, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan, başkaldıran insan(lar)dır. Çünkü onlar için yaşamak, deli bir yürekten, dik duran düşünceden fazlasıdır; “Uğruna yaşamak istediğin şeyler için ölmekten çekinme,” ifadesindeki üzere Pythagoras’ın…
Ölüm hayattaki en büyük kayıp değildir. En büyük kayıp, yaşarken içimizde ölenler/öldürülenlerdir!
Hayattan sadece bizden ne beklediğinin önemli olduğunu öğrenmeliyiz; Eduardo Galeano’nun “Düşmanın yok mu? Nasıl olmaz? Yoksa sen hiçbir zaman doğruyu söylemedin mi? Sen hiçbir zaman adaleti tercih etmedin mi?” sorusu eşliğinde.
Unutulmasın: Koşullar insanı sınırlasa da, kim olduğumuzu belirleyen verdiğimiz kararlardır. Çünkü hayatın anlamı ona vermeyi seçtiğimiz şeydir.
Ücretli kölelik toplumu ezen/ezilen ekseninde “sahip olmak/sömürmek” ilkesine göre biçimlendirilirken; kendinden başka hedefi olmayan “kötü insan(lar)” üretirken; yaşanabilir bir dünyada olmadıktan sonra “sahip olmak” neye yarar?
Jean Paul Sartre’ın, “İnsanım, öyleyse özgürüm, özgürsem sorumlu olmalıyım,” uyarısına kulak veren insan(lık), her zaman umut etme gücüne sahiptir; umutsuzluk, insanın en büyük düşmanıdır; Metin Demirtaş’ın, “Ve doludizgin geçerek/ Her acıyı bir sevinçle/ Yolu yok kalbim/ Sağ çıkacağız bu acılardan./ Çünkü umutsuzluk yasak!/ Yılgın türküler söylemek de./ Çünkü yürüyor umudun ordusu/ Umutsuzluğu umutla yenerek,” dizelerindeki üzere!
VE…
Komünizmin yeniden yasaklandığı çıldırmış zamanlarda yeniden, “Modern toplumun iktisadi hareket yasalarını ortaya koyan” Karl Marx’ın Kapital’ini okumak gerekiyor.
Friedrich Engels’in, “Yeryüzünde kapitalistler ve işçiler varolduğundan beri, işçiler için bunca önemli hiç bir kitap çıkmamıştır.” “Sermaye ile emek arasındaki ilişki, mevcut tüm toplum sistemimizin üzerinde döndüğü bu eksen, ilk kez burada bilimsel olarak ele alınmaktadır,” dediği Kapital’de, Karl Marx, iki önemli buluşunu ayrıntılarıyla tahlil eder: İnsan toplumunun gelişmesi (tarihi materyalizm) ile kapitalist üretim biçimini yöneten özel hareket yasasının anahtarı olan artı-değer yasasını.
Kapitalizmin kökenleri, gelişimi ile kapitalist toplum kurumlarının ve düşüncelerinin bu temel üzerinde nasıl yükselip geliştiğini gösteren Karl Marx, işçi sınıfının kapitalist sınıf tarafından sömürülmesini, kapitalist toplumdaki sınıf mücadelesinin en temel doğal özelliğini ve bunun sonucu olarak da kapitalistleri mülksüzleştirmek ve sosyalizmi kurmak üzere iktidara gelecek işçi sınıfının tarihî görevini açıklar.
İnşa hâlindeki bir sınıf mücadelesi tarihi olarak sosyalizme yönelik eleştiriler konusunda Don Marquis’in, “Bir fikir, ona inanan insanlardan sorumlu değildir,” uyarısı göz ardı edilmemeliyken; yaşadıklarımızla değil yaşattıklarımızla anılıp, değerlendiriliriz!
Georges Politzer’in, “Güneş altında yeni bir şey yok! Her zaman zenginler ve yoksullar olacaktır. Her zaman sömürenler ve sömürülenler olacaktır. Savaşın sonu gelmez!”; Noam Chomsky’nin, “Her türlü otorite ve hiyerarşi sorgulanmalı ve bunların meşruiyeti ispatlanmalıdır. Meşruiyetini ispatlayamayan her türlü otorite gayrimeşrudur ve devrilmelidir”; Simone de Beauvoir’ın, “Hiçbir şey, bir insanın pasifliğinden daha tehlikeli değildir,” derlerken hatırlatır hepimize Fidel Castro:
“Devrim, gelecek ile geçmiş arasındaki ölümüne bir mücadeledir.” “Diğerleri lüks otomobillere binebilsin diye neden bazı insanlar çıplak ayaklarıyla yürümek zorundadır?” “Devrim size haysiyet kazandıracak… Sonra diyeceksiniz ki ‘İşte ben bir insanım, sığır değil! Ve bunun için öleceksek ayakta öleceğiz.” “Marksizm-Leninizm, insanlığın bin yıldır uğradığı suçların, savaşların, baskıların ve felaketlerin tam da kaynağı olmuş insanın insan tarafından sömürülmesinin reddedilmesidir”!
Nihayetinde Karl Marx’ın, ‘The People’s Paper/ Halkın Gazetesi’nin 1856’daki yıldönümü konuşmasında ifade ettiği gibi, hâlâ ve her zaman, “Tarih yargıçtır-onun cellâdı/infazcısı proletaryadır.”
“Eleştiri silahı, silah eleştirisini açıkça kaldıramaz; maddi kuvvet, maddi güç tarafından yenilmelidir; ancak teori, kitleler tarafından öğretildiği an maddi güç hâline gelir.”
Şimdilerde tam da böylesi bir eşikteyiz ve söz sırası sizlerde…
8 Ağustos 2025, Muğla.
* 13 Ağustos 2025’te Devrimci Gençlik Birliği’nin (DGB) İstanbul yaz kampında, “Nasıl Bir Dünyada ve Sistemde Yaşıyoruz? Kapitalizm ve Mücadele!” başlıklı oturumda yapılan konuşma…
[1] Vladimir Mayakovski.
[2] Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar, YKY, 2003.
[3] Sait Faik Abasıyanık, Son Kuşlar, YKY, 2003.
[4] Georg Simmel, Modern Kültürde Çatışma, çev: Tanıl Bora, İletişim Yay., 2008, s. 68.
[5] Ferit Edgü, Tüm Ders Notları, Ada Yay., 1979.
[6] V. İ. Lenin, Din Üzerine, çev: Süheyla Kaya-İsmail Yarkın, İnter Yay., 1998.
[7] Hisse Parafesörü @parafesorfinans, 2 Ağustos 2025.
[8] inan mutlu @inanmutlu1, 2 Ağustos 2025… https://x.com/parafesorfinans/status/1951566648894239059.
[9] “20 Yılda Gençler İçin Hayat Karardı”, Birgün, 1 Mayıs 2025, s. 4.
[10] Ellen Meiksins Wood, Kapitalizmin Kökeni-Geniş Bir Bakış, çev: A. Cevdet Aşkın, Epos Yay., 2003, s. 12.
[11] Terry Eagleton, Kötülük Üzerine Bir Deneme, çev: Şenol Bezci, İletişim Yay., 2015, s. 33.
[12] Leo Huberman, Sosyalizmin Alfabesi, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1997.
[13] https://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=167382.
[14] V. İ. Lenin, Grevler Üstüne, Üç Kıta Yay., 1977.
[15] Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, çev: Ahmet Kardam, Sol Yay., 7. Baskı, 2011.
[16] Terry Eagleton, Marx Neden Haklıydı?, çev: Oya Köymen, Yordam Yay., 2011, s. 27.
[17] Albert Einstein, Neden Sosyalizm, çev: Kemal Büyükyüksel, 14 Haziran 2024… https://www.ivmehareketi.com/2024/06/14/neden-sosyalizm-albert-einstein/.
[18] https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/zorluklari-asmak-edinilen-dersler-ve-onumuzdeki-yollar/728398.
[19] Jean Jacques Rousseau, Toplum Sözleşmesi, çev: Vedat Günyol, İş Bankası Yay., 2021.
[20] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965.
[21] Karl Marx-Friedrich Engels-V. İ. Lenin, Kadın ve Aile, çev: Arif Gelen, Sol Yay., 2002.
[22] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.
[23] V. İ. Lenin, Din Üzerine, çev: Süheyla Kaya-İsmail Yarkın, İnter Yay., 1998.
[24] V. İ. Lenin, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, çev: Cumhur Düzgün, Işık Yay., 1980, s. 205.
[25] V. İ. Lenin, Kadınların Kurtuluşu, çev: Ertuğrul Yemenoğlu, Günce Yay., 1975.
[26] Maksim Gorki, Halk Kültürü, çev: Şerif Hulusi, Yorum Yay., 1992.
[27] Karl Marx-Friedrich Engels Toplu Eserler Cilt: 26, s. 451.
[28] Dimitris Kostantakopoulos, “Avrupa’nın Yeniden Silahlanışı”, Birgün, 10 Mart 2025, s. 10.
[29] Onur Hamzaoğlu, “Dünyada Açlık ve Askerî Harcamalar”, 2 Temmuz 2025… https://www.avrupademokrat8.com/dunyada-aclik-ve-askeri-harcamalar-onur-hamzaoglu/.
[30] “Zorbalar Dünyayı Ateşe Sürüklüyor”, Birgün, 24 Temmuz 2025, s. 11.
[31] “NATO Efendisinin Çıkarlarını Düşünüyor”, Birgün, 7 Temmuz 2025, s. 11.
[32] Prabhat Patnaik, “Vahşi Kapitalizme Geri Dönüşün İlanı”, Birgün, 17 Temmuz 2025, s. 10.
[33] “Avrupa Silahlanıyor”, Birgün, 21 Şubat 2025, s. 11.
[34] “Küresel Silahlanma, 2 Trilyon 718 Milyar Dolarla Rekor Yeniledi”, 29 Nisan 2025… https://www.avrupademokrat8.com/kuresel-silahlanma-2-trilyon-718-milyar-dolarla-rekor-yeniledi/.
[35] “Savaşın Kazananı Silah Tekelleri”, Birgün, 11 Mart 2025, s. 10.
[36] Semiha Durak, “Jeremy Corbyn ile Küresel Silah Ticareti, Savaş ve Umut Üzerine”, Birgün, 8 Nisan 2025, s. 11.
[37] John Perkins, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, çev: Murat Kayı, April Yay., 2005.
[38] Volkan Yaraşır, “Dünya Nereye Gidiyor; Yıkım mı, İmkân mı?”, 11 Temmuz 2025… https://www.avrupademokrat8.com/dunya-nereye-gidiyor-yikim-mi-imkan-mi-volkan-yarasir/.
[39] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Küresel Güney’in Geri Dönüşü”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2025, s. 10.
[40] Ergin Yıldızoğlu, “Yeni Bir Finansal Kriz Mi Geliyor?”, 2 Haziran 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/yeni-bir-finansal-kriz-mi-geliyor-2406055.
[41] “Almanya’nın Kamu Borcu Artan Savunma Harcamalarıyla 2.5 Trilyon Euroyu Geçti”, 18 Nisan 2025… https://www.avrupademokrat8.com/almanyanin-kamu-borcu-artan-savunma-harcamalariyla-25-trilyon-euroyu-gecti.
[42] https://marksist.org/dunya/afrika/5057-kapitalizmde-1-milyar-insan-aclikla-bogusuyor.
[43] “Her İki Çocuktan 1’i Yetersiz Besleniyor”, Birgün, 26 Mart 2025, s. 11.
[44] “UNHCR Uyardı: 11 Milyon Mülteci İnsani Yardıma Erişemeyecek”, 18 Temmuz 2025… https://nupel.tv/unhcr-uyardi-11-milyon-multeci-insani-yardima-erisemeyecek/.
[45] İrfan Hüseyin Yıldız, “Sosyal Adaletin Küresel Krizi”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2025, s. 9.
[46] Mustafa Bildircin, “Yoksulluk Yaşamlara Mâl Oluyor”, Birgün, 21 Haziran 2025, s. 2.
[47] “Türkiye’de Çocuklar 10 Yaşında İşe Başlıyor: Çalışan Çocuk Sayısı Bir Milyonu Geçti”, 6 Temmuz 2025… https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/turkiye-de-cocuklar-10-yasinda-ise-basliyor-calisan-cocuk-sayisi-bir-milyonu-gecti-2415523.
[48] İsmail Arı, “Koruma Altındaki Görünmez Çocuklar”, Birgün, 16 Haziran 2025, s. 8.
[49] İsmail Arı, “… ‘Tacizle’ Suçlanan Müftü Vaiz Oldu”, Birgün, 11 Haziran 2025, s. 3.
[50] “Prof. Dr. Ögel: 25 Yaş Altında Uyuşturucudan Ölümlerde Türkiye İlk Beşte”, 25 Haziran 2025… https://www.diken.com.tr/prof-dr-ogel-25-yas-altinda-uyusturucudan-olumlerde-turkiye-ilk-beste/.
[51] “Her Gün 5 İşçi Çalışırken Ölüyor”, Birgün, 9 Mayıs 2025, s. 4.
[52] İlayda Kaya, “421 Cinayetin Faili Kim?”, Birgün, 3 Ocak 2025, s. 3.
[53] Mehmet İnmez, “305 Günde 302 Can”, Cumhuriyet, 24 Kasım 2019, s. 3.
[54] “Her 15 Saatte Bir Kadın Öldürüldü”, Birgün, 7 Mart 2020, s. 5.
[55] “Kadın Sığınma Ordusu”, Cumhuriyet, 3 Aralık 2016, s. 3.
[56] Şehriban Kıraç, “Yeni Yasalar da Kadını Vurdu”, Cumhuriyet, 4 Aralık 2017, s. 9.
[57] Mustafa Bildircin, “Cezaevleri Kapasiteyi Aştı”, Birgün, 9 Temmuz 2025, s. 9.
[58] “Ne Güvenceli İş, ne de Ücret Eşitliği Sağlanmıyor”, Birgün, 9 Mart 2025, s. 9.
[59] Murat Ağırel, “Yazık Bu Ülkenin Emekçilerine”, Cumhuriyet, 17 Haziran 2025, s. 8.
[60] Mustafa Çakır, “Yoksulluğun Gölgesinde 1 Mayıs”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2025, s. 9.
[61] Mustafa Bildircin, “Yunus Emre Vakfı’na Milyonluk Transfer”, Birgün, 24 Mayıs 2025, s. 3.
[62] İlkay@Kemalistilkay1, 29 Temmuz 2025… https://x.com/Kemalistilkay1/status/1949939291016020059.
[63] Aziz Çelik, “Emekliye Yok Faize ve NATO’ya Var”, Birgün, 30 Haziran 2025, s. 5.
[64] Mustafa Bildircin, “Dine Ayrılan Bütçe Kültürü 3’e Katladı”, Birgün, 18 Nisan 2025, s. 3.
[65] “Türkiye’nin Net Dış Borcu 264 Milyar Dolar”, 30 Haziran 2025… https://www.birgun.net/haber/turkiye-nin-net-dis-borcu-264-milyar-dolar-634810.
[66] Havva Gümüşkaya, “Konkordato Kuyruğu Her Gün Uzuyor”, 5 Haziran 2025… https://www.birgun.net/haber/konkordato-kuyrugu-her-gun-uzuyor-636104.
[67] “İsrail ‘Sıfırlanan’ Ticareti İfşa Etti”, Birgün, 24 Mayıs 2025, s. 4.
[68] Sibel Bahçetepe, “Yoksulluk Halkın Sağlığını Bozdu”, Birgün, 4 Haziran 2025, s. 2.
[69] Havva Gümüşkaya, “Dede ve Nine Mesaide”, Birgün, 9 Temmuz 2025, s. 4.
[70] Selin Nakıpoğlu, “Türkiye’de Yoksulluğun Derinleşen Tablosu”, Birgün, 28 Haziran 2025, s. 3.
[71] Hüseyin Mert, “Rejim Sorunu ve Yansımaları”, Birgün, 8 Temmuz 2025, s. 10.
[72] “Enflasyon Cebimizden 198 Milyar Lira Çaldı”, 5 Haziran 2025… https://www.birgun.net/haber/enflasyon-cebimizden-198-milyar-lira-caldi-628474.
[73] “Türkiye’de Kredi Kartlarının Krize Dönüşen Yükselişi”, 20 Mayıs 2025… https://gorus21.com/turkiyede-kredi-kartlarinin-krize-donusen-yukselisi/.
[74] “Kanko: 4 Milyon Vatandaş Borç Takibinde”, 14 Nisan 2025… https://www.avrupademokrat8.com/kanko-4-milyon-vatandas-borc-takibinde/.
[75] “85 Milyon Nüfusu Olan Ülkenin 42 Milyonu Bankalara Borçlu”, 14 Nisan 2025… https://yenisoluk.com/85-milyon-nufusu-olan-ulkenin-42-milyonu-bankalara-borclu.
[76] “Şoke Eden Açıklama! Her 4 Kişiden 1’i İcralık Oldu”, 27 Mayıs 2025… https://www.tele1.com.tr/soke-eden-aciklama-her-4-kisiden-1i-icralik-oldu.
[77] John Steinbeck, Bitmeyen Kavga, çev: Tuncay Gökmen, Oda Yay., 1978.
[78] “Dolar Milyoneri Sayısı En Çok Artan Ülke Türkiye”, 21 Haziran 2025… https://devrimcidusun.org/dolar-milyoneri-sayisi-en-cok-artan-ulke-turkiye/.
[79] Hayri Kozanoğlu, “Servet Kaybı Zengilere Yaradı”, Birgün, 22 Haziran 2025, s. 5.
[80] “İşte Türkiye’nin En Zengin 28 Kadını!”, 13 Mayıs 2025… https://www.tele1.com.tr/foto-galeri/iste-turkiyenin-en-zengin-28-kadini-servetleri-dudak-ucuklatti.
[81] “Türkiye Gelir Adaletsizliğinde Zirvede”, Yeni Yaşam, 23 Temmuz 2025, s. 4.
[82] Hasan Hüseyin Korkmazgil, Haziranda Ölmek Zor-Kızılkuğu 2 Kitap, Bigi Yay., 2016.
[83] “Kanko: Türkiye Ruhsal Çöküş Yaşıyor”, 22 Temmuz 2025… https://www.avrupademokrat8.com/kanko-turkiye-ruhsal-cokus-yasiyor/.
[84] “Ipsos Dünya Ruh Sağlığı Monitörü Araştırması”, 15 Ekim 2024… https://www.ipsos.com/tr-tr/ipsos-dunya-ruh-sagligi-monitoru-arastirmasi.
[85] Mustafa Bildircin, “Utanç Tablosu: 67 Bin 607 Çocuk İstismarı Şüphelisi”, Birgün, 12 Nisan 2025, s. 2.
[86] Mustafa Bildircin, “Günde 18 Çocuk İstismara Uğruyor”, Birgün, 25 Haziran 2025, s. 3.
[87] Alexis de Tocquevill, Amerika’da Demokrasi, çev: Seçkin Sertdemir, İletişim Yay., 2016, s. 537.
[88] Paul Schofield, “Neo-liberalizm Tercihlerimizi Nasıl Dönüştürüyor”, Birgün, 5 Mayıs 2025, s. 10.
[89] Fyodor Dostoyevski, Öteki, çev: Beste İrem Köse, Kapra Yay., 2020, s. 28.
[90] John Keane, Yeni Despotizm, çev: İsmail Ferhat Çekem, İletişim Yay., 2021.