Önceki Bölüm: Çıraklıktan Ustalığa
Coşku ve moral, balık gibi tuzlanıp saklanmaz. Ondan; önce onu tuzlayıp, saklayıp, sonra yararlanmayı düşünemezsiniz. Devrimci insanın morali, onun yaşam biçiminin, günlük çalışmasının dinamiği tarafından üretilir.
Bu yönüyle moral, bir devrimcinin ahlâkî değerlerindendir. Yani devrimci, sisteme karşı giriştiği savaşımın sonucu olarak, mevcut sistemin ahlâkî yapısını parçalayıp atmak ve kendisini yeni ahlâkla donatmak durumundadır. Sınıflı toplumlarda ahlâk, sınıf savaşımı için özel bir silahtır. Varlığını ve geleceğini mevcut toplumsal koşulların devamına bağlayan (nesnel anlamda varlığı bu koşullara bağlı olan) sınıf, eski ahlâka sıkı sıkıya sarılır; ancak bu lafta böyledir, kuramsal planda böyledir. Pratikte ise, yaşamın dinamiklerine yenik düşerler. Böylece savundukları ya da sarıldıkları ahlâkî değerlere de asla uymazlar, uyamazlar. Örneğin; dini öne çıkarırlar; ama kendileri bunun gereklerini yerine getirmezler. Örneğin; aileyi öne çıkarırlar, her gün zina suçundan insanları cezalandırırlar; ama kendi yaşamları buna dayanır. Böylece egemen sınıflar, geleneksel ahlâkı başkaları için (sistemin devamı için) zorunlu görürlerken, kendileri bunu gizli ve/veya açık yollarla reddederler. Böylece egemen sınıf üyeleri kendi içlerinde bile tutarlı davranmazlar. Vatan savunusundan söz ederlerken de böyledir. Kendilerini kişisel olarak riske atmazlar. Sistem ayakta durmalı, bunun için var olan ahlâka uyulmalı; ama bunu asla kendileri yapmamalıdır. Bu riskten kaçınma, sözü ve pratiği bir olmak biçimindeki tutarlılığın yok olması demektir. Elbette bu da bir ahlâktır. Bu ahlâk doğal olarak, kendi savaşlarını yürütmek için paralı askerler tutma sonucunu doğurur. Fakat bu arada vatanseverlik duygusunun da yayılması gerekir. Bunu da yine para karşılığı medya yapar.
Paralı-asker, kısa süreli savaşlar için iyi sonuç veren bir yöntem olabilmektedir. Bu nedenle sisteme karşı savaşan işçi sınıfının yenilmesi için yeterince güçlü değildir. İşçi sınıfının sisteme karşı savaşımı uzun süreli bir savaşımdır. Ve böylesi bir savaşımı gönüllü biçimde ve kendisi için yürüten sabır, bu savaşı para için başkası adına sürdüren bir ordunun sabrını kat kat aşar. Bu nedenle paralı asker, sınıfın açıktan savaşa geçmesini önlemelidir. Bu açıdan daha az önemli olmayan bir araç da sınıfın rotasını şaşırtmaktır. Öyleyse vatanseverlik propagandası çok ama çok özel bir öneme sahiptir.
Egemen sınıf içinde daha çok da ona hizmet eden aydın kesim yoluyla, bu sözü edilen ilkelere sıkı sıkıya bağlı olan, bunlar için kendini riske atan kişilere rastlanır. Ne olursa olsun, bunlara saygı duyulabilir; çünkü tutarlıdırlar. Bunların morali olur.
Özellikle günümüzde kapitalizmin zaferine yürekten inanan, bundan çıkarı olmasının yanında bir de bu noktada belirli ilkelerle savaş yürüten aydınlar vardır. Elbette böyleleri, işçi sınıfı adına düşünce şövalyeliği yaptığını sanıp da (ya da böyle bir sanı yaratıp) düşmana hizmet edenlerden daha çok saygıyı hak ederler.
Egemen sınıfa karşı savaşan, ezilen ve sömürülen sınıflar için ise durum tersinedir. Kautsky henüz Marksist iken bu konuda şunları yazıyordu:
“Bu sınıfların çıkarları egemen ahlâka yol açan toplumsal temellere bütünüyle karşıdır. Onların buna uymakta hiçbir nedeni yokken, karşı bir şeyler yapmaları için her türlü nedenleri vardır. Egemen toplumsal düzene karıştıklarının ne denli bilincinde olurlarsa kendi ahlâkî öfkeleri o denli güçlenecek ve eski geleneksel ahlâka karşı toplumun bütününe uygulamak isteyecekleri yeni bir ahlâk oluşturmaya o denli eğilim duyacaklar.” (Kautsky, Seçilmiş Politik Yazılar, Kavram Yay. s. 51)
Bu yeni ahlâkı oluşturmaya duyulan eğilim ancak sınıf savaşı içinde vücut bulur. Devrimci örgüt, bu ahlâk ile savaşımı başlatan savaşçılardan oluşur. Elbette bu savaşçılar da sınıf savaşımı içinde kendilerini aşarak, daha ileri yürürler. Devrimci insan böylesi bir savaşıma girişmiş, kendi iradesi, kendi bilinci ile kendisini devrim saflarına katmıştır. Böylesi bir kişinin morali, bu ahlâkî temele, bu nesnel temele, bu geleceği fethetme amacına, sömürüsüz ve savaşsız bir dünya ülküsüne bağlıdır.
Devrimci insan bu tarihsel görevin bilincinde olması dolayısıyla kendi günlük yaşamını kurar. Kendini devrime, eski toplumun yıkılışı ve yeni toplumun kuruluşuna adar. Bu bilinçle devrimden, devrimci savaşımdan, onun önderi ve yeni dünyanın kuruluşunun aracı olan parti içindeki yaşamından başka gelecek aramaz. Kendi geleceğini devrimin geleceği ile birleştirir. Peki, bu sadece teorik olarak mı böyledir?
Devrimci amaçlar ile devrimci günlük yaşantısı arasında egemen sınıf üyelerinin pratiklerinde var olan ikiyüzlülüğün temeli yoktur. Bu, ancak devrimci insanın yozlaşması demek olan, kişisel yaşamına düşmesi durumunda mümkündür. Yani nesnel bir zorunluluk değildir. Öyleyse devrimci insanın pratiği, bu ahlâka uygun olmak durumundadır.
İşte devrimci insanın, devrim savaşçısının moralinin temel kaynağı yaşamını bu yalınlık içinde kurmasından, böyle yaşamasından gelir. Bu moral etki insanı daha kendine güvenli ve daha güçlü yapar.
Günlük mücadelede, işlerin en kötü gittiği koşullarda bile devrimci bilincin ifadesi olan komünist morali bozmamak, ona gölge düşürmemek, bu nedenle olanaklıdır. Böylesi bir moral, hapishane duvarlarını delip geçer, böylesi bir moral düşman eline düştüğü andan başlayarak farklı bir alanda çalışmaya başlamış olan birisinin enerjisi ile çalışmaya koyulur. Böylesi bir bilince dayalı moral, hiçbir durumda ve hiçbir yerde kendini bir suçlu gibi görmez; ezik kişilik onun pratiğinin kustuğu kişiliktir.
Ne için savaştığını bilen, bu bilinç ve inançla davranan, işe koyulan bir savaşçının morali, hiçbir zorluk tarafından alt edilemez. Zorluklar aşılmak içindir, sorunlar çözülmek için sıraya sokulur, hepsi budur.
Devrimci insan bir hayalperest değildir. O, zorunluluğun bilincine varmış bir yapı ustasıdır. Onun yenilgi nedir bilmez morali, “ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir hülyanın gönlü yakışındandır.” Demek ki bu moralin en ayırt edici yanı bilinçtir; tarih bilincidir, sınıf bilincidir.
Öte yandan günlük dilimizde moral biraz daha pratik anlamı ile kullanılır. “Moralin bozulması” böylesi pratik bir anlam içinde, geçici bir ana özgüdür. Bu anlamı ile moral, bizim anlattığımız anlamı ile morale göre daha dar kapsamlıdır; ama ondan tümüyle ayrı değildir.
Günlük mücadelede, sadece tarihsel planda ne için mücadele ettiğini bilmek yetmez. Zaten günlük mücadele, savaşım olmadan böylesi bir bilince de gerçek anlamı ile ulaşılamaz. Bu ikili yönü, bu karşılıklı etkiyi görmek gerekir.
Tüm yoldaşlarımız, tüm organlarımız, bu nedenle günlük mücadelede sürekli devrimci morali yüksek tutmak durumundadırlar. Elbette bu eksiklikleri gizleyen, kendi hatalarından korkan kişilerin sahte moral takviyelerinden farklı bir şeydir. Eksiklikler karşısında yılan ve yıkılanları uğurlarken, kalanların arkalarına bakmaz tutumları bu morali pekiştirir. Bu tüm savaşım boyunca böyledir.
Şimdi bir miktar somuta inerek bir örnek ele alalım. Örgütümüz zaman zaman yoğunlaştırılmış, ortak yaşama dayalı faaliyetlerle eğitime önem vermektedir. Bu ortamlarda hem verim artmakta, hem moral yükselmektedir. Öyle ki pek çok organımız henüz örgütlenmesi tamamlanmamış sempatizanları böylesi çalışmalara katma önerileri getirmektedir. Bu çalışmalar bir bütün olarak hareketin yolunu açmakta, ona gücünü göstermektedir.
Pek çok yoldaşımız bu çalışmaları değerlendirdiklerinde, bu çalışmaların daha uzun sürmesi gerektiğini söylüyor. Kuşkusuz bazı davranışların alışkanlık haline gelmesi, bazı alışkanlıkların yenilmesi için bu gerçekten de gereklidir. Fakat bunun koşullarını oluşturmuş değiliz. O nedenle pek çok yük, bu çalışmanın sonrasında, bu çalışmaya katılanlara düşüyor. Bu aynı zamanda merkezi anlamda böylesi bir yoğunlaşmayı bekleme psikolojisini de yener. Yani “1999 yılı için böylesi bir çalışma yapacağız ve arada bu yoldaşımızın bu sorunu da çözülür” diye düşünmemek gerekir. Tersine yoğunlaştırmayı süreklileştirmeye çalışmalıyız.
Ancak bu etkinin, yoğunlaştırılmış dönemlerdeki gibi tüm zamanlarda da sürekli olmaması endişe konusudur. Gerçekten bu sağlanamıyor. Her yoğunlaşmadan sonra bir bütün olarak daha üst düzeyde bir yoğunlaşma sağlanması da ortak yaşam/eğitim alanlarındaki düzeyde tutturulamamaktadır.
İşte bu noktada yazının en başındaki yere geliyoruz. Devrimci coşku, tuzlanarak saklanmıyor. Ondan, sonradan yararlanmayı düşünemezsiniz. Hemen o an, hemen o sırada işe koyulmamız gerekir. Bu örgüt içinde de böyledir, yığına dönük çalışmada da.
Yığının en hareketli, coşkulu olduğu anda onunla kurduğumuz ilişkiyi sıçratmalısınız. O halde tam o döneme tüm gücünüzle yüklenmelisiniz, artık böylesi anlarda ayda bir bildiri yazmak, haftada veya 15’te bir görüşme yetmez, yararlı olmaz. Tersine; aktif, yoğun bir döneme girmiş olmanın bilinciyle davranılmalı.
Örgüt içinde ise çalışma perspektifi gözden geçirilmeli, öğrenilenlerin hayata geçmesine engel olan, çoğunlukla küçük çıbanlar temizlenmeli (ev sorunu, düzensizlik, sistematik çalışma yapamama, zamanlama, alışılmış düşünceyi kıramama vb.) somut hedefler gözden geçirilmeli, uygun görev dağılımı yapılmalı, en önemlisi zamanlamaya dikkat edilmeli. Herkes sorumluluğunu net olarak bilmelidir. İşte bunlar gerçekleştiğinde, düzeydeki ortalamanın “otomatik” olarak çok ilerisine geçilecek, iki ay bir 15 güne sığacak, bir yıl 4 aya sığacaktır. Zaman böyle uzatılır. Uçurumu atlamak için gerekli olan tek adımı atmaya böyle hazır olunur. Zamana hükmetmeye başladığımız zaman her anlamda moral ortaya çıkar.