Tüm devlet makinası artık bir baskı aygıtı olarak, bir diktatörlük aracı olarak, bir bastırma aygıtı olarak, bizim adlandırmamıza göre tekelci polis devleti olarak çıplak hâldedir.
Ve doğrusu, gelişen ve daha da gelişecek olan direniş karşısında tutunmaları her geçen gün zorlaşacaktır. Kürt halkının direnişi, artık milliyetçilik zırhı ile Batı’ya kabul ettirilemez. Burada, yakın tarihimizde bir Gezi Direnişi var. Herkes farklı anlamlar yükleme, farklı analiz etme hakkına sahiptir. Ama Gezi Direnişi’nin ruhu, derinlere kök salmaktadır. Yine Adalı’nın deyişi ile devrim mayalanmaktadır. Direniş, elbette Kürdistan’daki gibi boyutlar almaktan çok uzaktır. Ama gelişmekte olduğu da bir o kadar gerçektir.
Hastalıklı iktidara işte bu koşullar altında göz atmalıyız.
Bu mudur yani? Sen, padişahım diyeceksin, haşa “allahın tüm sıfatlarını üstünde taşıyan adam” olacaksın, kendine övgüler dizdireceksin, ama daha dün atadığın Davutoğlu’nu, pelikan dosyaları ile yıkacaksın. İşte size Reis’in zaferi. Ama ne zafer, tadından yenmeye doymaz mıdır?
Başkanımsı Cumhurbaşkanı, Muktedir, Saray’ın %100 yerlisi, Davutoğlu’nu görevden aldı. Davutoğlu, istifa mı etti, hayır. Peki ne yaptı? Bu benim kararım değildir, dedi. Ne laf ama! Kendi kararı olmayan bir kararı, ülkenin başbakanı, yasalara göre yürütmenin başı, kameraların karşısında kendisi dile getirdi ve buna uyacağını söyledi. Bildiğimiz kadarı ile hakkında yolsuzluk iddiaları da yok. Yani, Muktedir’e bu açıdan benzemiyor. Hatta AK Parti iktidarının içine düştüğü yolsuzluk bataklığının boyutlarını gizlemeye, iktidara “ideolojik” bir kisve vermeye de yetenekli biri idi Davutoğlu. Ama bir anda yerle bir oldu. Ne imaj ama, ne güç gösterisi, ne zafer!
Pelikan Dosyası diye bir dosya yayımlandı. Davutoğlu’nun kameralar karşısında kendi iradesi dışında görevini bıraktığını açıkladığı olaydan birkaç gün önce Pelikan Bildirisi yayınlandı. Bu dosyada, Erdoğan “reis”, Davutoğlu da “hoca” olarak adlandırılıyor. Bildiri, Hoca’nın ihanetini deşifre etme amacını güdüyor. Büyük bir edebiyat fukarası, küçük bir küfür dizisi olan metin, birçok bilgi veriyor.
Metne göre, öğreniyoruz ki, Hoca, aslında İngiltere ile yakından öte ilişki içindedir. Ama bu pek de suç değil, milli ve yerli olma dışına da düşmüyor. Ama Hoca, yine de ihanet içinde imiş. Kime karşı, reisine karşı, yoksa ülkeye karşı vb. değil. Suçları sayılmakla bitmiyor. Ama kendisini, tüm AK Parti içi eğilimlere rağmen seçen Reis’e karşı komplolar kurmuş. İlkin, 4 bakanın yargılanmasını istemiş. Bunun, Reis’in emri olduğunu söylemiş. Ama adı geçen bakanlardan biri, bunu yememiş ve geceyarısı Reis’i aramış, Reis Ankara’ya gelmiş ve sabah 06.00’da buluşmuşlar. Komplo ortaya çıkmış ve Reis, Davutoğlu’nu fırçalamış. Böylece bakanların yargılanması önlenmiş. Aslında bu olay, genel teamüllere göre Davutoğlu için, eğer gerçek ise, bir övgü olmalıdır. Ama metni yazanın gözü görmüyor, sadece alacağı ödülün etkisi ile yazıyor. Peki bu komplo, belli ki önemsiz bir Davutoğlu eylemi de değil, öyle ise, neden affediliyor da hemen Davutoğlu görevinden “alınmıyor”? Yanıtını bilmiyoruz.
Pelikan Dosyası, isimlerle dolu. Mesela Ülker Grubu’nun Reis’e karşı ve gayri milli olduğunu öğreniyoruz. Bizim için bilgi olanı bu değil, bizim için bilgi olanı Ülker ile Erdoğan’ın aynı cephede olmadığı bilgisidir.
Davutoğlu, kendine bağlı bir gazete çıkarmış. Karar gazetesinin tüm önde gelenlerinin tek tek isimleri yazılıyor ve ihanet içinde oldukları belirtiliyor.
Hoca, Suriye politikasının mimarı olarak sunuluyor. Muhtemelen de doğrudur. Ama deniyor ki, şu an TC devletinin Suriye konusundaki açmazının nedeni Hoca’dır. Hoca, 6 ayda Esad’ın düşeceğini iddia etmiş ve yanılmış. O kadar ki, bu yüksek iddia nedeni ile devletin bir B planı bile olmamış. Bu da elbette Davutoğlu’nun suçudur. Bizim için burada yeni olan şudur: Demek ki, Pelikan Bildirisi ve muhtemelen o bildiriye açıkça onay vermiş olan Saray, aslında şu anda Suriye politikasını ciddi olarak değiştirmek istiyor. Peki aklımıza gelmişken, IŞİD üyelerinin hapishaneden kaçması konusunda Bekir Bozdağ’ın açıklamaları ne anlama geliyor? Adalat Bakanı diyor ki: “Açık cezaevinden ayrılma bizim literatürümüzde firar sayılmaz”. Bunu Adalet Bakanı diyor. Demek ki, ortada firar eden yok, “ayrılma” durumu var. Acaba Adalet Bakanı, halkı salak mı sayıyor, yoksa kendisinin gerçekte hukuk bilgisi bu mudur? Acaba Adalet Bakanı, IŞİD’i destekliyor da, Reis, Suriye politikasını değiştirmek mi istiyor? Pelikan Bildirisi, artık bu konularda bir otorite olacağa benzemektedir. Öyle ise, bu konudaki görüşleri nedir? Yoksa Reis, Davutoğlu’nu çağırdığında, “bak, senin hakkında yolsuzluk dosyası yok, ama Suriye’deki tüm suçları sana yıkarım ve seni vatan haini olarak yargılarım, tez elden kongreyi topla ve çekil” mi demiştir?
Davutoğlu’nun bir başka suçu, Obama ile randevu alma girişimidir ve bunda başarılı olmasıdır. Öyle anlaşılıyor, Davutoğlu, İngilizce bildiği için, kendi başına hareket etme yeteneğine sahiptir ve bu, nedense Muktedir’i rahatsız etmektedir. Pelikan Bildirisi, bunun neden suç olduğunu yazmıyor, ama diyor ki, Reis ABD’ye gitmiş ve büyük bir ilgi ve sevgi ile karşılaşmış iken, sen neden Amerika’ya gitmeye kalkıyorsun? Yani, sen de mi Amerika’dan ilgi istiyorsun? “Ağanın pohunun üstüne poh” olur mu?
Bu gerçekten de acaba, kimin daha üste pisleyeceği ile ilgili bir sorun mudur? Yoksa, Davutoğlu, ABD’ye, Zarrab dosyası için mi çağrılmıştır? ABD’de ne yapacaktı ki, bu durum Reis’i rahatsız edip, Pelikan Dosyası’na girmiştir?
Mesela Dışişleri Bakanı, sağa sola, şu ya da bu ülkeye gidince niye sorun olmuyor? Mesela Katar’da Dışişleri Bakanı, beyaz elbise giymiş onlarca insan arasında, kravatı ve takım elbisesi ile poz verdiğinde, Reis bundan rahatsızlık duymuyor mu? Yoksa Reis, Dışişleri Bakanı’nı, Yemen’den dönen Suudi gaziler için Katar’da düzenlenen moral gecesine bizzat kendisi mi göndermiştir? Hadi oraya gittin, o fotoğrafa niye girersin? Yoksa bu fotoğraf da milli ve yerli midir?
Acaba Davutoğlu Amerika’ya gidebilse idi, milli ve yerli olmayan ne gibi fotoğraf karelerinin içine girecekti? Bunu Pelikan Dosyası biliyor mudur?
Pelikan Dosyası’na göre, komplocu Davutoğlu’nun bir başka suçu, AB ile vize anlaşmasını öne çekme girişimidir. Söylenene göre, zaten Reis bu anlaşmayı yapmış ve Ekim’de yürürlüğe sokacaktı. Sen nasıl olursun da bunu Temmuz’a çekmeye kalkarsın? Aslında, ülkeyi bir şirket gibi yönetme konusunda iddialı olan CEO Erdoğan, bundan rahatsız olmamalıdır. Ama galiba burada işler karışıyor. CEO yerine sultan olmak öne çıkıyor. Normalde her anonim şirketin CEO’su, daha erken bitirilmiş işlerden dolayı çalışanlara ödüller verir. Ama burada Davutoğlu, bilmediğimiz nedenlerden dolayı, suçlu bulunuyor.
Ya MİT müsteşarının milletvekili olma meselesi? Pelikan Bildirisi buna da yer veriyor. Sen kalk, Reis’e sormadan, Fidan’ı milletvekili adayı yap. Olacak iş midir?
Bununla bitmiyor elbette. 4 bakanın dokunulmazlık dosyaları oylanacakken, sen kalk İngiltere’ye git. Sen kalk, Reis’e yalancı demiş bir Arınç’ı ağırla.
Kim bilir daha ne ağır suçları vardır…
Ve Pelikan Bildirisi, Davutoğlu’nu alaşağı eden süreçte, kendine rol çaldı. Peki ya yarın Reis çıkar da, “siz kimsiniz, sizi alçaklar, nasıl kalkar da benim bizzat alaşağı ettiğim bir adamın alaşağı edilişinden kendinize pay çıkarmaya çalışırsınız” derse ne olacak? Bunu da Pelikan Dosyası’nı yazanlar düşünsün. Arınç’ın “Troliçe” dediği Hilal Kaplan’dan söz ediliyor. Yazar o imiş. Elbette bunlar basına sızanlar. Bu vesile ile Arınç’ın trol-sultan demeyip, troliçe demesinin de altında bir şey var mı, diye sormalıyız.
Olmaz demeyin, Pelikan Bildirisi’ni yazanlar, ciddi bir konum elde ettiler. O kadar ki, Cemil Barlas, bu durumu kıskanmıştır. Ve annesinin programına çıkıp, Davutoğlu’nu eleştirirken, “adam resmen başbakanlık yapmaya çalıştı” demiştir. Biz, bunu da rol kapma, yaranma olarak ele alırsak, nedenini Troliçe’yi kıskanma olarak görüyoruz. Eee, saray varsa soytarısı da olacaktır mutlaka.
Böylece Başbakan, istifa etmeden, harakiri yaparak, AK Parti kongresine kadar sahne arkasında rol almayı kabul etti. Bu süre içinde uçağı elinden alındı, kendini taksi duraklarına vurdu ve taksicilerle telsizden-telefondan konuştu, “ben başbakanım” dedi. Acaba, bu taksi durağının İngiltere ile bir bağı var mıdır? MİT bunun üzerinde çalışmalıdır. Zira Başbakan, “ben başbakanım” derken, gayet çocukça bir ruh hâli içinde idi. Bunun anlamı ne ola?
Ardından, Başbakan, etkisiz eleman olarak hayatına ilk adımlarını attı. Yürüme güçlüğü çekiyor mu bilmiyoruz.
Ama şimdilerde AK Parti içinden gelen açıklamalara bakılırsa, “düşük profilli bir Başbakan” aranmaktadır. Bulunacağı da kesin. Düşük profil, ne demektir? Hakaret sayılır mı? Mesela Davutoğlu yüksek profilli idi denirse, bu Reis’in profilinin Davutoğlu’nunkinden daha düşük olduğu anlamına mı gelir? Bu hakaret değil midir? Hatta bu nasıl bir açıklamadır ki, kudretinden sual olunmaz Reis ile bir başkasını kıyaslamaya olanak vermektedir. Bu gaflet ve delalet değil midir?
Düşük profilli denilirken, mesela, ilkin İngilizce bilmeyecek mi denmek isteniyor? Mesela boyu Reis’in boyundan uzun olmasın diyor olamaz, çünkü Davutoğlu boy konusunda Reis ile yarışamazdı. Mesela ismi Binali olsun mu demek isteniyor? Görüldüğü gibi, bu konu fazla da konuşma kaldırmaz. Ama bu konuda Gemerek mahkemesine sormak iyi olabilir. Bekir Bozdağ, MHP kongresini ertelemek için, Gemerek mahkemesini nasıl buldu ise, Gemerek mahkemesinin de bu konuda alacağı bir karar mutlaka olmalıdır.
Şimdi, siz tüm bunları bir araya toplayın, acaba bir komedi midir?
Yoksa hastalıklı iktidarlar hep böyle mi olur?
Biz Kaldıraç sayfalarında bir süredir yazıyoruz, AK Parti diye bir parti yoktur. Parlamento yoktur, MHP diye bir parti yoktur.
Çürüyen, mutlaka dökülür.
Bu nedenle, biz, direnişe, gelişmekte olan direnişe bakmalıyız. Gelecek oradadır.
Hep bugünden yarına bakmaya çalışmayın, bir an için geleceğe gidin, yarına gidin ve bugüne oradan bakın, göreceksiniz ki, umutsuz olmak için hiç ama hiçbir neden yoktur. Göreceksiniz ki, direniş için çok ama çok neden vardır.