Bu nedenle, Saray sakinine, Saray sakininin savaş senaryolarını planlayıp devreye sokan Fidan-Alâ ve ekibine, delilleri yok etmek, gizlemek için her gücü, yalanı ve hileyi kullananlara, açık ve net önerimizdir; Ankara Garı’nı yok edin, asfaltı, alt geçidi, Gar’ın bahçesini, Gar’dan Sıhhiye Meydanı’na giden yolu, Sıhhiye Meydanı’nı yok edin. Ve elbette daha başka şahitleri de. Şehrin hafızası vardır, ağaçları ile, parkları ile, asfaltı ile, demiryolu ile, garı ile, binaları ile, havası ile şehrin hafızası vardır. Ve unutmazlar.
Devletin yöneticileri, bürokrasisi, Saray’ın yerlisi, Başbakan ve diğerleri, bakanları, hepsi ama hepsi, Ankara Gar binası kadar vicdana, Ankara Gar binasının taşları kadar bir kalbe sahip değildir ve asla olamayacaklar.
Devletin de bir hafızası var. Ermeni soykırımı, tehcir hareketleri, Rumların sürgün edilmesi, Mustafa Suphi’lerin katliamı, Takrir-i Sukûn yasaları, Dersim katliamları, Tan Matbaası baskınları, 6-7 Eylül linçleri, faili meçhul cinayetler, köy boşaltmalar, dışkı yedirmeler, işkenceler, Maraş katliamları, Çorum ve Sivas, 1 Mayıs 1977, 16 Mart katliamı, arkası kesilmeyen faili meçhuller, Roboski, Diyarbakır, Suruç ve nihayet Ankara katliamları. Tüm bunlar bu hafızadadır. Ve tüm bu cinayetlerde, devlet refleksi, ortadadır. Baştan aşağıya suça bulaşmış bir yapı, her zaman suçları örtmeye, suçluları korumaya çalışmaktadır. Esrar, eroin çeteleri ile iç içe mafya çeteleri, bunların devlet (ordusu, polisi, hukuku vb. ile) ile iç içe geçmesi, tüm bunlarla birleşen medya ve tekelci sermaye, bu suç şebekesinin kendisidir. Bu nedenle, bu kirli tarihi hem yaşatırlar, hem de halktan gizlemeye çalışırlar.
Ankara Garı’nın önünde, 100’den fazla kişiyi öldüren, onlarcasını sakat bırakan, yüzlercesini yaralayan bombaları atanlar, devletin hafızasına güveniyorlar, devletin suçları örtme yeteneğine inanıyorlar ve elbette halkın çaresizliğine umut bağlıyorlar, halkın hafızasının zayıflığına inanıyorlar.
Gerçekten de örgütlü olmayan halkın, hafızası zayıftır. Ezilenler, sömürülenler, işçiler emekçiler eğer örgütlü değillerse, hafızaları da zayıf olur.
Bu nedenle, çekinmeden söylemeliyiz ki; hava kurşun gibi ağırdır.
Ama Ankara Garı, Ankara şehri artık şahittir. Nasıl kanıtları, nasıl tetikçileri yok ediyorsanız, bunları da yok edin. Artık hesabınız, sınırı aşmıştır.
Ve elbette, hava toprak gibi gebedir. Ve saldırının ardında bu gebe durumunun egemenlerde, Erdoğan ve takımında, devlette yarattığı korku yatmaktadır.
Korktukları için bu denli vahşice saldırıyorlar.
Kendi korkularını, halklara bulaştırmak istiyorlar.
Erdoğan-AK Parti hükümeti-devlet, biz bunların üçünü artık bir arada sayıyoruz; kendileri kendilerini ayırana kadar da böyledir. Hepsinin yerine geçmek üzere sadece Erdoğan, sadece devlet, sadece AK Parti diyebiliriz. Ama mutlaka üçünü bir arada görmek gerekiyor. Bugün için bu şarttır.
Kara Cumartesi’nin faili bellidir, bu üçlüdür.
Biz, katili tanıyoruz. Herkes tanıyor. Diyarbakır’dan tanıyoruz, Suruç’tan tanıyoruz. Roboski’den tanıyoruz, Gezi’den tanıyoruz.
Şimdi soru şudur; neden bu vahşice saldırıları devreye sokuyorlar? Neden ardı ardına saldırılar yapıyorlar ve nereye varmak istiyorlar?
Bu sorunun yanıtı açıktır, ama biraz açarak ilerleyelim. Birçok uzman, bu konuda fikirler ortaya koyuyor. Ortaya konan fikirler gruplandırılırsa, iki analiz ortaya çıkıyor. Her ikisi de iktidar-devlet çevrelerince dillendirilmektedir. İlki şöyledir: Bu saldırı, devletimize-milletimize dönük bir hain saldırıdır.
İkincisi, bu saldırı, kaos çıkarmak için yapılmaktadır.
Devlete ve millete saldırı derken, aslında, devlete demek istiyorlar. Buraya milleti, bilerek katıyorlar ki, ikna edici olsun.
Şöyle soralım; devlete saldırmak isteyenler, neden gelip de Barış Mitingi’ne saldırıyorlar?
Devlete saldırmak isteyenler, neden, uzunca bir süredir, devrimcilere, halka, devlete muhalif güçlere saldırıyorlar? Ağrı, Suruç, Diyarbakır, Adana-Mersin gibi saldırılarla, Ankara Kara Cumartesisi neden aynı sürece rastlıyor?
Açalım: Devlete saldıranlar, elbette hiçbir biçimde istemeyiz, onaylamayız ama, mesela AK Parti mitingine gidenlere saldırsalardı, acaba, devlete saldırmak adına daha etkili sonuçlar elde etmiş olmazlar mı idi? Acaba, neden Rize’deki Sedat Peker mitingine saldırı olmaz? Oysa tam da kan dökmekten söz etmektedir, oluk oluk…
Devlete saldırıyorlarsa, neden bombalamanın hemen ardından, Diyarbakır’da olduğu gibi, Suruç’ta olduğu gibi, Ankara’da olduğu gibi, devlet güçleri hemen gelip ölenlerin yakınlarına, kitleye gazlarla, tazyikli sularla saldırıyorlar ve neden saldırıların ardından, devrimcilere dönük tutuklamalar devreye sokuluyor?
Öyle ya, güvenlik güçleri, ölüleri olan, yaraları olan kitlenin anlık tepkisi ne olursa olsun, onlara gaz sıkmamak, onlara cop vurmamak, yaralılara yardım etmek gibi bir tutum alamaz mı? Mesela Ankara Garı’nda, üç adet trafik polisi aracı, neden hemen ambulans gibi devreye sokulmaz?
Neden, mesela Suruç’ta, dava dosyası kapatılmaya çalışılır? Neden mesela Diyarbakır bombalamasının soruşturması hemen yapılmaz?
Biraz da bakışımızı değiştirelim; diyelim ki, devleti hedef alan bir saldırı olsa idi, sıradan kalabalıklara saldırmayı seçmezler miydi? HSBC, sinagog saldırlarını hatırlayalım.
Diyelim ki, devleti hedef alıyorlar, peki, bu IŞİD ise, devleti neden hedef alıyor? Mesela daha fazla silâh tedarik edilmesi için mi, mesela kimyasal silâh alabilmek için mi, mesela daha fazla eğit-donat almak için mi, mesela daha fazla para almak için mi?
Yok eğer, IŞİD devleti hedef almıyorsa, devleti, mesela başka bir istihbarat teşkilâtı hedef alıyorsa, bu durumda siz IŞİD’i “Kobanê düştü düşecek” tarzı ile neden desteklediniz? Bu işin içinde başka devletler varsa, bu savaş ilanı mı demektir?
İkincisine geçelim: Diyorlar ki, kaos çıkarmak için. Bu elbette boş bir söz gibi duruyor. Mesela kaos çıkarmak denildi mi, acaba, Ağrı’daki provokasyon da bu kaos içinde ele alınabilir mi, acaba HDP binalarının yakılıp yıkılması, devrimci örgütlere devlet ya da sivil güçlerin saldırıları, Cizre’yi ablukaya almak bunun içinde midir?
Öyle ise, kaosu kim çıkarıyor?
Devletin bizzat kendisi mi? Bu bombalamaları başkası yapıyorsa, onlar da devletin bizzat yürüttüğü kaos çıkarma operasyonunun birer ortağı mıdır?
Şimdi, bizim, biz devrimcilerin, halkın açıklamasına gelelim.
Bu, halka karşı bir saldırıdır.
Bu saldırının faili, direkt ya da dolaylı, devlettir.
Saldırının “faillerini” bulmayacaklardır.
Kanıtımız açıktır: Devlet güçleri, alana geldiklerinde, tıpkı Diyarbakır’daki gibi, tıpkı Suruç’taki gibi, doğrudan yaralılara, ölülerinin başında bulunanlara, halka gaz ve tazyikli su ile saldırmışlardır. Bu kanıttır. Bu, saldırının devlete yapılmadığını, devlet güçlerinin bunu böyle algılamadığını göstermektedir.
Kanıtımız açıktır, hemen olayla ilgili soruşturmaya yayın yasağı getirilmiş, dosya, diğer olaylarda olduğu gibi gizlilik arkasına saklanmaya başlatılmıştır.
Hemen olayın üzeri örtülmek için, delillerin kimlere ulaştığını engellemek için önlemler alınmıştır. Mesela, IŞİD bu saldırıyı yapmış ise, MİT’in, devletin diğer kurumlarının bunda katkısı yok mudur? Acaba zırhlı aracın arkasında sürüklenen cesedin video görüntülerini yayınlamak, bir IŞİD tarzı mıdır?
Acaba, hemen bir “intihar saldırısı” üzerine yönelinirken, başka şeyler mi gizlenmektedir? Acaba, uzaktan kumada ile bir kişinin sırtındaki çanta mı patlatılmıştır? Canlı bomba, eğer IŞİD’li ise, bu IŞİD ile devlet birimleri arasında bir işbirliğine işaret değil midir? Acaba, IŞİD için, “öfkeli gençler” tanımlaması bir duygusal derinliği mi içerir?
Ankara saldırısı, Ankara Garı’ndaki canlı bomba, Kara Cumartesi, gerçekte, Saray’ın, aynı anlama gelmek üzere devletin, aynı anlama gelmek üzere AK Parti iktidarının, halka karşı açtığı savaşın bir parçasıdır.
Bu savaşın birçok örneği var ve süreklilik içindedir. Roboski nedir? Bu savaşın bir parçasıdır. Gezi Direnişi’ne karşı savaş, halka açılmış savaşın en açık kanıtıdır. Devrimcilere karşı savaş halka karşı savaşın bir parçasıdır. Soma’daki katliam ve bu konuda devletin en üst düzeyde aldığı tutum, halka karşı açılmış savaşın bir parçasıdır. Ağrı’da, Efkan Alâ eli ile planlanan saldırı, halka karşı bir saldırıdır ve amacı “savaş çıkarmak”tır. HDP binalarının bombalanması, HDP binalarının yakılması vb. bu savaşın bir parçasıdır. Diyarbakır bombalaması halka karşı savaşın bir yeni aşamasıdır. Suruç saldırısı, halka karşı saldırının bir yeni aşamasıdır. ve nihayet Ankara’daki saldırı, bir başka saldırıdır.
Devletin, Saray’ın, hükümetin, halka karşı saldırısıdır.
Peki bu saldırı nedendir?
Bu saldırı, Saray’ın, devletin, hükümetin, yeni bir karşı-devrim saldırısıdır. Hem Kürt devrimini bastırmak, hem Gezi ile birlikte, 12 Eylül 1980’den bu yana ilk büyük kalkışını gerçekleştiren halk hareketini bastırmak, Kürt devrimine karşı devlet eli ile yaratılan milliyetçi duvarların yıkılmaya başlamasını durdurmak. Saldırının amacı budur. Saldırının amacı, halkların uyanışını, gelişen devrimi bastırmaktır.
Erdoğan, kendi “ideal” iktidarı için, elinde olan tüm devlet gücünü, hiçbir hukuk tanımaksızın kullanmaktadır. Bu nedenle bu saldırı, onun için çok uygundur. Devlet, ister Erdoğan’a bağlı, ister diğer kadroları olsun, bu saldırıyı her yolla desteklemektedir. Nihayetinde devrimci kanı dökmek, işçi kanı dökmek, emekçi kanı dökmek, genç kanı dökmek, devletin her kanadı için uygundur. Bu nedenle, eski Ergenekonculara yaklaşmaya çalışan Erdoğan, arka planda saldırılar için alkış almaktadır elbette. Ve bu saldırılar, tek başına AK Parti iktidarı olanağı yaratır umuduyla, tüm AK Parti kadroları taarruza katılmaktadır. Kısacası, devlet çarkının tepeden tırnağa, bu savaş etrafında birleşmesi çok da olanaklıdır.
Bu savaş, terk edildi denilen eski yöntemlerin daha açık ve daha net devreye sokulduğu bir yeni savaştır. Bu savaş, faili meçhuller yerine, kitlelere dönük açık, faili belli saldırıların ortaya konduğu yeni bir savaştır.
Bu kitleye dönük saldırılar, sadece barış umutlarına dönük saldırılar değildir. Elbette barışı da hedef almaktadır. PKK’nin ateşkes ilan edeceğini ilan ettiği günden bir gün önce sahnelenmesi de boşuna değildir. Savaş hâlinin yaygınlaştırılacağı ve şiddetinin artırılacağı anlamına gelmektedir. Bu hukuk tanımaz bir savaştır ve açıktan, failler kendini gizlemeden saldırmaktadır. Saldırının bir hedefi de, kitlesel eylemlerin önlenmesidir. Kitlesel eylemler, halkların uyanışının arttığı, örgütlenmenin gelişmeye başladığı bugün, özellikle Batı’da son derece önemlidir. Devlet, doğrudan bu kitlesel eylemlere ve Ankara’da saldırarak, kitleleri korkutmayı amaçlamaktadır.
Devlet güçleri, bu saldırı ile, kendi korkusunu halklara bulaştırmak istemektedir.
Gerçekten de günler ağırdır, günler ölüm haberleri ile gelmektedir.
Bu bir boyun eğdirme saldırısıdır. Gezi Direnişi ile başını kaldıran kitlelere, işçi ve emekçilere, gençlere boyun eğdirme girişimidir. Bu, Kürt halkının özgürlük mücadelesine boyun eğdirme girişimidir. Bu, Kürt devriminin Batı’ya olan etkilerini yok etme girişimidir. Bir diz çöktürme operasyonudur.
Ama, bugün, ne yaparlarsa yapsınlar, istediklerine ulaşmaktan uzaktırlar. Halkların direnişi, sokaklara çıkışı sürmektedir.
Gezi Direnişi’nde gençleri öldürdüler ama Gezi daha da kökleşti. 7 Haziran öncesinde sayısız saldırı planladılar ama 7 Haziran’da barajları yıkıldı. Şimdi daha büyük saldırılar devreye sokuyorlar. Ve 10 Ekim’de patlayan bombaya rağmen, ülkenin her yanında halk, kitleler sokaklara çıktılar.
Hava, aynı zamanda, toprak gibi gebedir.
İşçi ve emekçilerin örgütlenmesi, devrimci örgütlenmenin gelişimi bu toprakta bir devrimi yükseltecektir. Toprak, devrime gebedir. Onun için bu denli korkakça, bu denli vahşice saldırıyorlar.
Şimdi, tüm devrimci enerjimizi, kitleleri örgütlemeye, daha ileri, daha sağlam örgütler yaratmaya vermeliyiz.