“Heraklit! Heraklit! Akar suya kabil mi vurmak kilit?”* | Tutku Kırcalı

1 Mayıs Uluslararası İşçi ve Emekçi Günü’nün işçi sınıfı nezdinde tarihsel önemini ve bu topraklarda Taksim Meydanı’nın hem 1 Mayıs için hem de toplumsal direniş mekânı olarak nerede yer tuttuğunu arkadaşlar zaten açıkladı (ve açıklayacaklardır). Benim söyleyeceklerim biraz daha taraflara ve günümüzün koşullarına dair olacak.

Marx’ın söylediği gibi, “Sınıflı toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir.” İki sınıf var; egemen olan burjuvazi ve burjuvazinin egemenliğini henüz alt edememiş olan proletarya. Onlar ve biz. Onlar: sömüren, sırtımızdan geçinen ve sahip oldukları en güçlü örgütleriyle -devletleriyle- birlikte, her türlü ideolojik aygıt ve baskı unsurlarını; hukuk, eğitim, aile ve din gibi üstyapı kurumlarını kullanarak, egemenliklerini sürdürenler. Bizler: onların zenginlikleri dâhil olmak üzere, yaşama dair ne varsa üreten, zamanı geldiğinde onların egemenliklerini, devrimci öncü örgütün önderliğinde devirerek bizden çaldıkları ne varsa; bilimi, sanatı, tekniği ya da sadece üç öğün yemeği onların kilitli kasalarından kurtararak, ürettiğine sahip çıkacak olan; asalakları devirecek ve emeğin, halkların, yaşamın özgür olacağı bir dünya kuracak olanlarız. Kişisel inanç ya da yorumlardan bağımsız olarak tarihin zorunlu akışına göre çürümekte olan kapitalizmi alaşağı edecek ve insanlığı emek sömürüsünün prangalarından kurtaracak olanlarız.

Elbette egemenler bunun gerçekleşmesini mümkün olduğu kadar erteleyerek kendi saltanatlarını sürdürebilmek adına ellerinden geleni yapıyorlar. Ama sistem sarsılıyor. Bugün yağma, rant ve savaş ekonomisi üzerine kurulu sistem neredeyse on yılda bir tekrarlanan sistematik ekonomik krizlerinden artık çıkamıyor, kendi vadettiklerini dahi topluma sunamıyor. Artık SSCB’nin de olmadığı bir denklemde kendisinden söke söke alınmış hakları bir bir geri alıyor, tırpanlıyor. Başta ABD’nin öncülük ettiği NATO eliyle Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da, Suriye’de, Ukrayna’da, Filistin’de çıkardığı savaşlarla hem kendini finanse etmeye çalışıyor hem terörle dünyayı yeniden paylaşmaya. Medya ve kültürel çalışmalar aracılığıyla hepimizi biraz daha aptallaştırmaya, körleştirmeye, yabancılaştırmaya, tüketen ve tükettikçe kendini tüketen, toplumsal bağlarını inkâr edip birey olma illüzyonuna kapılarak gittikçe yalnızlaşan insan müsveddeleri olmaya itiyor. Ve bunların arasından sıyrılarak çıkıp tekerine çomak sokan -iktidar ufkuyla olsun olmasın- en ufak bir “hak” arama eylemine dahi, üç kişinin bile yan yana gelişine karşı, hem polisiyle hem hukukuyla hem medyasıyla saldırıyor.

Bu sadece bizim topraklarımıza has bir olgu değil, egemenin krizi yalnızca TC’ye özgü değil. Bugün Almanya’da Filistin’le dayanışma eylemi yapan öğrencilere polis saldırıyor, Fransa’da polis işçileri katlediyor, Amerika’da üniversiteler direnişçi akademisyenlere kapılarını kapatıyor.

Ancak güzel bir deyişi var şairin: “Heraklit! Heraklit!/ Akar suya kabil mi vurmak kilit?”

Aynı Almanya’da öğrenciler Filistin için çadır atmaya devam ediyor, Fransa’da yüz binler sokağa dökülüyor, Amerika’da “işgal, yeniden” sesleri yükseliyor.

Ve topraklarımızda, Filistin İçin Bin Genç’in eylemlerine saldırarak, “Boğaziçili teröristler” diye manşet manşet bizleri afişe ederek, sendikalaşan işçileri işten atarak ya da İstanbul Sözleşmesi’ni iptal ederek devlet; dört bir koldan bizlere saldırsa da, bizler; İstanbul Üniversitesi’nde “Kayyum rektör istemiyoruz” diye nöbet tutmaya, ABD üslerinin önünde “Nehirden Denize Özgür Filistin”in sesini yükseltmeye, Özak’ta ya da başka bir fabrikada taşeronlaşmaya karşı greve, kadın cinayetlerine karşı sokak eylemlerine, İkizdere’de ya da Akbelen’de ranta kurban edilen doğa için direnmeye, “Suruç için Adalet” çağrısını yükseltmeye, “Gezi’de düşene dövüşene bin selâm!” demeye, 1 Mayıs’ta Taksim’e yürümeye devam ediyoruz. Durmadan akan, yıkıp yapan akışın, çizgilenmiş sesi olmaya devam ediyoruz. Anadolu’da bir devrim mayalanıyor. Ve TC’nin egemeni Saray Rejimi, Gezi’den bu yana bilhassa süregelen devrim korkusunu hissetmekte haklı olmakla birlikte son çırpınışlarını umarsızca sergiliyor. Yaşadığımız 1 Mayıs süreci bu durumun kanıtıdır. Belki bizden bile iyi bilmektedir egemenler; yüreklerimize düşen özgürlük ateşi onların ölüm yangını olacaktır. Bu yüzden kitlelerin 1 Mayıs’ta Taksim’de olma iradesini kırmak için her yolu denemişlerdir.

Taksim Meydanı’nı yasaklamak bunun sadece bir yanıdır. Bir yanıysa sözde işçi sendikalarının yürüyüş rotalarında son günlerde yaptıkları değişimdir. Saray Rejimi’nin aparatı olarak, toplumun isyancı yanlarını kurutmak hariç bir görevi olmayan CHP’nin ve DİSK’in o gün kitleleri geri çekerek, alanı dağıtmaya yönelik müdahaleleri bir yanıdır. Surların önüne dizdikleri polis ordusu bir tarafı; devrimcileri, 1 Mayıs’ı ve Taksim’e yürüme iradesini kriminalize etmek için şafak operasyonlarıyla yapılan tutuklamalar, medyada gerçekleşen karalamalar, devrimciler ve halk arasına örmeye çalıştıkları korku barikatları bir tarafıdır.

Ancak egemenlerin çabaları nafiledir. Çürüyen sisteminize karşı yavaş yavaş yan yana gelen, meydanlarda biriken ve sonunda sizleri alaşağı edecek olan yüz binleri susturamazsınız. Devrimcilerin mücadelenin içinde; toplamın içinde ve onun bir adım önünde, önderlik ederek iktidarı alacak olan savaşımını durduramazsınız. İki ay, dört ay ya da çok daha uzun süreli tutuklamalar, işkence ve baskılarla buradaki bizlerin bu savaşımın neferleri olmamızın önüne geçemezsiniz. 1 Mayıs’ın kavgamızın berraklaştığı gün olmasını ve çok yakında barikatlarınızı kıra kıra Taksim’e çıkarak yerinde kutlanacak olmasını engelleyemezsiniz. Sizin mahkemelerinizin ve vereceğiniz kararların tarih nezdinde fazla bir hükmü yok. Biz devrimcilik yapmaya, devrimciler mücadeleyi örgütlemeye, halklar mücadele etmeye devam edecek/edeceğiz. Önümüzdeki sene yine ellerimiz bayraklarımızı güneşe yakınlaştıracak, bacaklarımız barikatların üzerine atılacak ve 1 Mayıs’ta Taksim’de olmak için saf tutacağız. Ve gün gelecek Taksim açılacak, yetmez, gün gelecek hükümdarlığınız da yıkılacak.

Bugün verilecek karar ne olursa olsun bunları değiştiremez. Ama bize şunun bilgisini sağlayacaktır: Düzenlenen bu mahkemenin hâkimi, tarihin akışına kör kalıp egemenlerin önünde diz çökerek isminin yanına unutmayacağımız bir çentik mi ekleyecek, yoksa; bu tarihin akışına, önemsiz de olsa, bir set çekme çabasından vazgeçerek çoktandır verilmesi gereken kararı mı verecek? Bu mahkemede yargılanan ne bizleriz ne eylemlerimiz. Bu mahkemede siz, kendi kendinizi yargılıyorsunuz. Derhal beraatimizi talep ediyorum. Buyrun. Kendiniz için en doğru kararı verin. Bizim içinse, söylenecek çok söz yok:

Her gün 1 Mayıs, her gün kavga!

*Nâzım Hikmet. 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkmak isteyip tutuklananlar hakkında açılan davanın 17 Temmuz’daki duruşmasında yapılan savunma.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz