Hrant Dink bir Anadolu Ermenisi’ydi, sosyalistti, muhalifti, Türkçe-Ermenice bir gazete yayınlamaya cüret etmişti, “kutsal devletin” mayınlı alanına girmişti… Katli vacipti ve gereği düşüldü… Hakkında Türklüğü “aşağılamaktan”, “davayı etkilemekten” davalar açıldı. Aslında açılan davalar cinayete giden yolun taşlarını döşemek içindi…
Türkiye’deki rejim, muhalifini düşman, farklı düşüneni hain sayar ve gereğini yapar, yapıyor… En değerli şairlerini, yazarlarını, sanatçılarını, düşünürlerini, bilim insanlarını, gazetecilerini katletmediği zaman hapishanelerde çürütmüş, işsiz ve aç bırakmış, ilticaya zorlamıştır… Modernlik, ilericilik, çağdaşlık retoriğinin gerisinde özgür düşünceye, özgür tartışmaya, demokrasiye düşmanlık gizlidir…
Oysa, özgür düşünceyi, özgür tartışmayı, ifade özgürlüğünü yasaklayan bir toplum, bir rejim, önünü göremez, yolunu bulamaz, çürür ve çöker… Şimdilerde Türkiye’nin içine sürüklendiği durumda olduğu gibi…
Aslında Hrant Dink hakkında açılan davalar, neyin amaçlandığının habercisiydi… Kutsal devletin bekçileri ırkçı-faşist unsunlar Hrant’ı mahkeme salonlarında bile linç etmeye kalkışmışlardı… Davalar, hakkında yapılan yayınlar, iftiralar, sataşmalar “toplumu hazırlama” işlevi gördü…
İçeride ve dışarıda “yetkili kurumların” cinayeti önlemede yetersiz kaldığı şeklinde yaygın bir kanaat var. Aslında bunun tam tersi doğrudur. Tüm ilgili kurumlar: Milli Güvenlik Kurulu, Genelkurmay, MİT, İstanbul Emniyeti, valilik ve düzen medyasının dahliyle taammüden işlenmiş bir cinayet söz konusudur…
Rahatsız edici bir şey de her cinayet, her katliam sanki ilk defa yapılıyormuş gibi bir algı söz konusu… Oysa, bu ülkenin yüz küsur yıllık tarihi, siyasi cinayetlerin ve kitle katliamlarının da tarihidir…
Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğunun “doğrudan devamıdır.” Osmanlı İmparatorluğu da Bizans’ın devamıydı… Osmanlı İmparatorluğunda devlet kutsaldı. Cumhuriyet rejiminde daha da kutsaldır… Devletin kutsal sayıldığı yerde gerisi teferruattır denir…
Resmî tarihe ve resmî ideolojiye gönderme yapmadan yapılan ve yapılacak tahlillerin bir kıymet-i harbiyesi olması mümkün olmadığı gibi, Ermeni sorununa gönderme yapmadan da Hrant Dink cinayetini bilince çıkarmak mümkün değildir… Nasıl öldürüldüğüne değil, neden öldürüldüğüne odaklanmak gerekir…
Osmanlı İmparatorluğu doğu-tipi devletler, imparatorluklar ailesine dahildi ve onların sonuncusuydu. Doğu-tipi devletler, imparatorluklar kuruluyor, genişliyor, yayılıyor ve iç çelişkilerinin sonucunda kırılgan hâle geliyor ve bir dış saldırıyla da yıkılıyor, tarih sahnesini terk ediyorlar… Ben ona büyümü paradoksu diyorum…
Fakat, Osmanlı İmparatorluğunun kurulup-yayıldığı dönem, kapitalizm denilen yeni, farklı, “orijinal” bir üretim tarzı olan kapitalizmin de tarih sahnesinde yerini aldığı bir dönemdi…
Dolayısıyla imparatorluk sadece kendi işleyişinin, iç çelişkilerinin değil, kapitalizmin, kolonyalizmin, emperyalizmin aşındırmasına da maruz kalmıştı… Fakat çelişik bir durum da ortaya çıkmıştı: Kapitalizm Osmanlı sosyal formasyonunu etkisi altına alıp içini boşaltırken, çöküşünü de biraz geciktirmişti… Emperyalistler arasında paylaşımda en büyük parçaya el koyma rekabeti, imparatorluğun çöküşünü geciktirmişti…
Osmanlı yönetici sınıfı, imparatorluktaki aşınmanın-bozulmanın başlangıçtaki ilkelerden uzaklaşıldığı düşüncesiyle şanlı geçmişi ihya etmeyi deniyor… Oysa, tarihte geri dönüş mümkün değildir…
Önce İttihad-ı Anasır projesi güdeme geliyor. Bu, imparatorluk dahilindeki tüm etnik, dinî, mezhepsel, kültürel unsurları bir arada yaşatma arayışıydı ama gerçekleşme olasılığı yoktu.
Bunun üzerine Sultan II. Abdülhamid, İttihad-ı İslam projesini gündeme getiriyor ki, bu, Tüm Müslümanların Birliği demeye geliyordu…
Onun da gerçekleşme olasılığı olmadığı anlaşılınca İttihatçılar çözümü Türk ırkına dayalı bir devlet kurmakta gördüler.
Bu, Müslüman ve Türk olmayan tüm unsurlara savaş açmak demeye geliyordu… Fakat, yeni sınırlar içinde kalan Kürtler asimile edilebilir sayılıp denkleme dâhil edilmiyor… Ve fakat Kürtleri asimile etmek mümkün olmuyor… Sonuç, 100 yıllık Kürt sorunu, katliamlar ve isyanlar oluyor…
Anadolu’nun otokton halkları olan Ermeniler, Anadolu ve Pontus Rumları, Yahudiler, Asuriler, Keldaniler, dahası Müslüman olmayan Karaman Türkleri tasfiye ediliyor… Makbul sayılan “vatandaş” Türk-Müslüman-Sünnî-Hanefi olacaktı ki, bu Alevilerin de muteber sayılmamasıdır… Velhasıl tam bir temizlik operasyonu söz konusuydu… İster katliam ister jenosit, ister tehcir densin yapılanlar tartışmasız bir insanlık suçudur…
1914-1922 aralığında temizlik büyük ölçüde tamamlanıyor. Anadolu çölleşiyor, ülke kültürel erozyona uğruyor…
İşte Ermeni sorununu bu bağlam ve bu bütünlük içinde ele almak gerekiyor… Aksi hâlde yapılan ve yapılacak tahlillerin, değerlendirmelerin bir kıymet-i harbiye olması mümkün değildir…
Dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin anti-emperyalist bir kurtuluş savaşı sonucu kurulduğuna dair resmî tarih yalanlarından uzak durmak gerekiyor…
Yazık ki, Türkiye’de sol hareket, hiçbir zaman bağnaz resmî tarih ve resmî ideoloji ile cepheden bir hesaplaşmaya cüret etmedi-edemedi…
Daha önce de söylediğim gibi, Hrant Dink nasıl öldürüldü sorusuna değil, neden öldürüldü sorusuna odaklanmak gerekiyor… Bu da resmî tarih ve resmî ideoloji dışı bir okumayı varsayar…
*: Fikret Başkaya’nın Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nin, Hrant Dink Paneli’nde 19 Ocak 2023’te yaptığı açış konuşmasıdır…