1 Mayıs 2015’te İstanbul’da ortaya konan “savaş hâli”, bu OHAL uygulaması, aslında, Çağlayan’da savcının polis kurşunları ile öldürülmesi, HDP binalarına ve standlarına saldırı ve Ağrı’daki provokasyon gibi uygulamaların bir devamıdır. Bu, tümden bir “iç savaş” organizasyonudur. İktidarını kaybetme korkusu, öyle anlaşılıyor ki, Muktedir’i sarmıştır. Bu, cennetini kaybetme korkusudur. Erdoğan, iktidarını, bu dünyada kurduğu cennetini kaybetme korkusuna düşmüştür. Ve bu cennetini kaybetmemek için, İslam’ı bir silâh olarak kullanmaya başlamıştır. Yolsuzluklar ve hırsızlıklar meselesi gündeme geldiğinde, “çalıyorsak İslam için çalıyoruz”, “çalıyorsak cihad için çalıyoruz”, “halife de %10 alırdı” gibi sözlerle kendilerini aklama girişimlerini devreye
sokmaları budur. Şimdi de seçimi kaybetme, iktidarını kaybetme tehlikesi karşısında, “seçimler
cihad”dır diye buyruklar veriliyor. Seçimler cihad ise, savaşta hile mübah ise, demek ki seçimlerde
hile mübahtır. İşte size İslam’ın bir silâh olarak kullanılması.
Erdoğan ve siyasal iktidar, devlet, İslam’ı kontr-gerilla örgütlenmesinin bir parçası olarak kullanmak istiyor. Suriye’de IŞİD destekleniyor ve bu konuda bir sınır tanınmıyor. Kobanê’de biz bunu her açıdan gördük. Ve IŞİD, içeride, ülke içinde de kullanılmaktadır.
1 Mayıs 2015’te ellerinde önceden hazırlanmış sopalarla işçilere, göstericilere saldıran “siviller”, gazetelere çıkıp, İslamcı olduklarını açıktan söylüyorlar. Polis tarafından destekleniyorlar. Bunu Gezi’de de gördük, bunu Kobanê eylemlerinde de gördük ve bugün bunu 1 Mayıs’ta da görüyoruz.
Erdoğan, Taksim 1 Mayıs için organize edilirse kaos olur, diyor. İstanbul’da 1 Mayıs 2015’te zaten kaos vardı. Kaosu yaratan devlettir. Devlet yoksa, polis yoksa, sorun da yoktur. Polis varsa, işte o zaman sorun başlamaktadır.
İstanbul’un üç bölgesinin bağlarını kesmek, tüm toplu ulaşımı iptal etmek, her sokak başını tutmak, ablukaya almak, kaos değilse nedir?
İstanbul’da, Taksim’de 1 Mayıs kutlansa idi, bunların hiçbiri olmazdı. Bunun örnekleri de vardır.
1 Mayıs 2015’e giderken, seçim son derece önemli olmuştur. Seçim süreci, AK Parti’nin kaybını işaret eden bir yönde gelişmektedir. AK Parti’nin oyları düşmektedir. Her ne kadar Bilal Erdoğan, doğrudan devreye girip, milli eğitim aracılığı ile, seçim sandıklarına açıktan müdahaleye başlamışsa da, bunu değiştirebileceği belli değildir. Bilal Erdoğan’ın, seçimler cihaddır, demesi, cihadda hile serbesttir vurgusu, bunu milli eğitim müdürlerini
toplayarak yapması boşuna değildir. Seçilen yerler, İzmir, Ankara Çankaya ve Diyarbakır’dır. Bu illerde ve başkalarında da birçok hile devreye sokacaklardır. Bu amaçla saldırganlaşmışlardır. Ve bu saldırganlık, pek çok yerde provokasyonlara dönüşmektedir. Bu nedenle, 1 Mayıs 2015’te provokasyon olacağı propagandası etkili olmuştur. Bu, katılımı olumsuz yönde etkilemiştir. Ne ölçüde etkilediğini bilmek zor olsa da, katılımında
bir azalma olduğu kanısındayız. Bunu tespit etmenin en büyük zorluğu, ulaşıma getirilen engeller ve yaratılan ablukadır. Öyle bir abluka yaratılmış ki, araçlarla insanlar gözaltına alınmıştır.
AK Parti, “iç güvenlik” yasası ile, tüm yasaları, anayasayı askıya almıştır. Bu, gerçekte fiili bir olağanüstü hâldir. Bu, gerçekte bir “iç savaş hazırlığı”dır.
İç güvenlik yasası, 1 Mayıs’ın üzerinde bir kılıç gibi sallandırıldı. Provokasyon beklentileri de buna eklendi. Provokasyon beklentileri, gerçekte, AK Parti’nin iktidarı kaybetme eğiliminin ortaya çıkması nedeniyle geliştirdiği saldırganlık ile bağlantılıdır. Yani bir temele dayanmaktadır. İktidarını kaybetme riski, Erdoğan’ı saldırganlaştırmaktadır. Efkan Ala ve diğer ekibi ile IŞİD’i destekleyen ve içeride IŞİD güçlerini besleyen bir süreci başlatmışlardır. Bu, kendilerine de uzak değildir. Erdoğan’ın kendisi, komünizme karşı, SSCB’ye karşı
kurulan Amerikan patentli, NATO patentli “yeşil kuşak” projesinin ürünüdür. Yeşil kuşak projesi olmamış olsa idi, 12 Eylül darbesi olmamış olsa idi, Erdoğan diye birisi olmazdı.
Erdoğan’ın bu saldırganlığı, iktidarı kaybetme korkusuna bağlıdır. İktidarı kaybetme korkusu, onu saldırganlaştırmaktadır. Bu, akıl sağlığını da etkilemiş gibidir. Gezi’den bu yana, iktidarın, en çok da Erdoğan’ın kimyası değişmiştir. Tüm gerçek yüzü ortaya çıkmaktadır. Bir an için düşünelim, Erdoğan, Taksim’i yasaklamasaydı, bu yasadışı kararı vermeseydi, İstanbul’u sıkıyönetim uygulamaları ile karşı karşıya bırakmasaydı, acaba ne olurdu? Acaba, bu OHAL uygulamaları, AK Parti’yi daya çekici, daha sempatik mi yapmıştır, oylarını artırma eğilimini mi beslemiştir? Acaba Taksim kapatılmasaydı, ne olurdu?
Burada AK Parti için, aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık meselesi gibi bir durum vardır. 1 Mayıs’ta Taksim kapatılmasaydı, yüzbinler alana gelse idi, bu durum da, Gezi ile başlayan süreci daha da ilerletecekti. İşçi ve emekçilerin örgütlülüğünde gelişmeler ortaya çıkacaktı. İzin vermemelerinin nedeni bu korkudur. Ama 1 Mayıs
2015’in bu biçimde bastırılması, İstanbul’da “iç savaş” uygulamalarının devreye sokulması, durumu değiştirebilmiş midir? Kesinlikle hayır.
Bu, tarihsel bir süreçtir ve iktidar, ne yaparsa yapsın, ancak bu süreci geciktirebilir, durduramaz. Gezi Direnişi ile başlayan süreç, daha da ileri gidecektir.
7 Haziran seçimlerine kadar, önümüzde uzun bir süre olduğu açıktır. Bu süre içinde, AK Parti’nin, Erdoğan’ın, devletin her yolla saldırılarını artıracağı açıktır. Korkuyorlar ve kendi korkularını halka bulaştırmak istiyor. Korkuyorlar ve bu nedenle halkı korkutuyorlar. Buna devam edeceklerdir.
Ama bu saldırılara karşı halkın, halkların direnişi de gelişmektedir. Bu açıdan biriken deneyimler
azımsanmayacak ölçüdedir.
7 Haziran seçimlerine kadar, önümüzde, mücadelenin yükseltileceği, örgütlenme çalışmalarının geliştirileceği bir süreç vardır. Toplumun her alanında örgütlenmeyi geliştirmek, seçim çalışmalarının da garantisi olacaktır.
1 Mayıs 2015’in İstanbul’da kitlesel kutlanmasını önleyebildiler. Öyle ise buradan doğan boşluğu, önümüzdeki süreçte doldurmak, örgütlenme faaliyetlerini geliştirmek mümkündür.
Onlar, 1 Mayıs 2015’te, iç savaş uygulamalarını devreye soktular. Ellerinden ne geliyorsa yaptılar. Şimdi sıra bizdedir. Şimdi sıra işçi alaylarındadır, şimdi sıra özgürlük ve adalet arayanlardadır, şimdi sıra halkların ortak mücadele cephesindedir, şimdi sıra emek cephesindedir.