ABD yönetimi, Trump ile birlikte, önce, İran ile yapılmış nükleer anlaşmayı tek taraflı olarak iptal ettiğini duyurdu. Sanırım, bunun üzerinden iki yıl geçmiştir. İki yıl boyunca Trump, bir yandan Suriye’den çekileceğini açıkladı, diğer yandan ise başka alanlarda saldırı planları devreye soktu.
Biz bu süre içinde, eğer doğru anladıksa, ABD içinde iki ayrı politikanın var olduğunu gördük. En azından iki ayrı. Biri şahin ve saldırgan politikadır, diğeri ise daha ağırdan alan bir politikadır. Doğru anladıksa diyoruz, çünkü, belki de bu durum, bir rol gereğidir. Yani biri şahin, diğeri güvercin olan iki kanat gösterilerek, ABD’nin kaybettiği hegemonyayı kazanmaya çalışıyorlar. En azından biz, bunu net olarak bilemiyoruz. Bilenler olduğu ise kesindir.
Trump, her gün ne dedi ise, tıpkı Erdoğan gibi, ertesi gün de tersini söylemiş ya da yapmıştır. Bu nedenle, ne kadar ağırlığı olduğu da tartışılır. Tıpkı Erdoğan gibi. 31 Mart gecesi Erdoğan, seçimi kaybettiğini, büyükşehir belediyesini kaybettiğini açıklıyordu. Ama sonra, seçimin açık olarak iptalini emretti. Demek, “küçük Amerika olmak”, biraz da böyle gerçekleşiyor.
Trump, son aylarda, hızla İran’ın üzerine saldırı planları yaptığını açıklamaya başladı. Trump, ABD, öncelikle, Arap ülkelerini, başta Suudi Arabistan olmak üzere, İran karşıtı bir cephede, İsrail yanında toplamaya başladı.
ABD’nin Suriye savaşındaki planı ile uyumludur. Clinton ekibi, eğer başarabilse idi, Suriye’yi hallettikten sonra, İran’a saldıracaktı. Suriye, İran’a giriş için bir anahtar idi. Ama öyle olmadı. Suriye’de ABD ve müttefikleri açıkça yenildiler.
Ama bu “lokal” yenilgi, ABD’yi durdurmaya yetmedi. Önce Ukrayna ile başladılar. Ukrayna, Rusya’yı sıkıştırmanın yolu olarak görüldü. Başarılı olamadılar. Elbette Ukrayna’dan, orada savaşı kışkırtmadan vazgeçmeyecekleri açıktır.
Ardından, Çin’e karşı harekete geçtiler. Sadece anlamsız bir ekonomik savaş başlatmadılar. Aynı zamanda Çin’e karşı, Hindistan’a karşı Keşmir’den denemeler başlattılar. Biraz hazırlıksız oldukları anlaşılıyor. Ama bundan da vazgeçmeyecekleri kesindir.
Ardından ise, Venezuela’ya karşı saldırıya geçtiler. Maduro yönetimine karşı tehditler, komplolar hiç bitmedi ve nihayet darbe denemesi ile 30 Nisan’da sahaya çıktılar. Orada da kaybettiler. Yine vazgeçmeyecekleri kesindir.
Ve bu dört “sıcak” noktaya yenilerini eklemek istiyorlar.
Kendilerine tetikçilik edecek ülkeleri de devreye sokuyorlar. Bölgemizde Erdoğan, tam bir ABD tetikçisidir, sadece “kuyruğunu” Rusya’ya kaptırmıştır. Yoksa Erdoğan’ın eline meşaleyi verip istedikleri yeri yangın yerine çevirmekte tereddüt etmezler. Bölgemizde Suudi Rejimi tam bir tetikçidir, hem de parası da var. İran’a karşı cephe oluşturmak için her türlü rezilliği yapmakta beis görmemektedir.
Ve ABD, Venezuela sonrasında, hızla okun ucuna, hedef tahtasına İran’ı koydu.
Aynı anda, Çin denizinde Çin’e karşı hamleler yapmaya başladı.
Demek ki, bu dört sıcak noktaya yenilerini ekleyecektir. Büyük ve dünya çapında süren bu savaştan kesin bir yenilgi alıncaya kadar, bu süreci süreceği anlaşılıyor. Ya da bu süreci, ancak yeni bir sosyalist devrim dalgası durdurabilir. Bu dalga, ABD halklarının isyanı ile birleşebilirse…
Elbette İran, ne bir Afganistan’dır, ne bir Irak. ABD’nin politikalarına diplomatik olarak da son derece akıllıca hamlelerle yanıt verebilecek geleneğe sahiptir. Ama ABD, saldırı niyetlerini açıktan ortaya koymaktan çekinmemektedir. Uçak gemileri ve beraberindekiler, bölgeye yığılmıştır.
120 bin asker gönderme planı, bir açıklanıp, bir yalanlanmaktadır.
Muhtemelen ABD, sahaya sürmek üzere, İran’a karşı Türk ordusunu düşünmektedir. Bunun o kadar kolay olmadığı da açıktır. Sonuçta ABD açısından fark etmez, İran ve Türkiye savaşırsa, buradan her ikisi de zararla çıkar ve bu ABD için bir kazançtır.
Suriye’den çekileceğini 6 ay önce ilan eden Trump idi. ABD, yıllar önce Afganistan ve Irak’tan çekileceğini ilan etmişti. Ama ortada hiçbir emare yoktur. Tersine, saldırı için hazırlık yapar görünmektedirler.
İran’a karşı savaş, savaşı dünya çapına yayma eğilimi demektir.
İran, bu savaşı, sadece İran topraklarında kabul etmeyecektir dersek, kâhin olarak görülmemiş oluruz.
Öte yandan ABD, bu saldırı ile, esas olarak Rusya ve Çin’i sınırlandırıp, dünyanın paylaşımı için, Almanya, İngiltere, Japonya ve Fransa ile karşı karşıya gelme isteğindedir. Rusya ve Çin, anlaşılan o ki, bir savaş istememektedirler ve bunu ertelemek için uğraşmaktadırlar. Her ikisi de, kendilerine karşı tehdidi durdurma isteğindedirler.
Hegemonyasını kaybetmeye başlamış ABD, durma niyetinde değil gibi görünmektedir. Bu nedenle, yeni savaş noktaları açmakta tereddüt etmemektedir.
İran savaşı, kuşku yok ki, bölgemizi kana boyayacaktır. Suudi krallığı başta olmak üzere, birçok Arap ülkesi, böylesi bir savaş için çok heveslidir. İsrail, elbette heveslidir. Türkiye’nin de fırsat kolladığı açıktır.
Türkiye, Rusya ile S-400 anlaşmalarını bozmak için de fırsat kollamaktadır.
Dahası böylesi bir savaş, bölge halklarına karşı katliam politikalarının devreye girmesi de demektir. Savaş bahane edilerek, tıpkı 1915’te olduğu gibi, bölgede direnen halklara karşı katliamlar gündeme getirilmesi mümkündür. Kürt halkı ve Filistin halkları ile sınırlı olmayacağı da açıktır.
Öte yandan, bu savaş, İran tarafından “olmayacak bir savaş” olarak da görülmektedir. Bu durumda bile, ABD, bölgede gerilimi artıracak, tüm bölgeyi etkileyecek sonuçlar elde edecektir. Bu durum sadece İsrail’in ABD tarafından korunması isteği ile sınırlı bir durum değildir.
ABD, bölgede, yeniden yerleşmektedir.
Suudi Arabistan başta olmak üzere, bölgedeki üslerini takviye etmekte, yeni üsler oluşturmaktadır. Buna Suriye de dahildir.
Suriye ordusunun İdlib’den gelen saldırılara karşı, artık saldırıya geçmesi de bu durumun bir parçasıdır. Tüm bölgeyi saran bir yeni gerilim gelişmektedir. Bu yolla ABD, bölgede kalıcı olduğunu beyan etmek istemektedir.
Suriye savaşının bitirilmesi bu kadar yakın iken, ABD yeni hamlelerle süreci uzatmaktadır.
Türkiye, en başından beri, buna Soçi mutabakatı da dahil, Suriye savaşında Rusya’yı oyalamak için rol almıştır. Evet bir yandan Rusya ile zorunlu bir işbirliği içine girmiştir. Rusya ve İran ile bu zorunlu işbirliği, aslında ABD hamlelerine de bir engel değildir.
ABD, bugünlerde İran’a karşı bir savaş senaryosunu devreye sokamasa dahi, bunun için hazırlıklar yapacak ve savaş naralarını yükseltecektir. Bu durumda, biraz daha uzak bir dönemde, bu aynı savaş, yeniden gündeme gelecektir.
ABD, ne Ukrayna’dan, ne Venezuela’dan, ne Çin denizindeki hamlelerinden, ne Suriye’den çekilme niyetinde değildir. İran hamleleri, açıkça bu durumu göstermektedir. ABD sadece ve sadece, AB ülkeleri ve Japonya’dan destek arama peşindedir. Bir adım ileri atıp, iki adım geri çekilmesi, aslında ABD’nin iki farklı politikasının ürünü müdür, yoksa durumun gereği midir? Önemli soru budur. Öyle anlaşılıyor ki, ABD, ipi gerip gevşeterek, daha büyük çaplı bir savaş için hazırlıklar yapmaktadır.
İran sürecinin ardından, başka noktalardan, yeni gerilim yaratan provokasyon hamleleri devreye sokacağı kesindir.
İran’a karşı savaş, tüm bölge halklarının kaybı demektir. Elbette, bölge ülkelerinde ABD kuklası iktidarlardan söz etmiyoruz. Doğrudan halklardan söz ediyoruz. Bu ne Arap halklarının, ne diğer halkların yararına bir durum yaratmaz.
Bu nedenle de, ancak ve ancak bu savaş, bölge halklarının kararlı anti-emperyalist mücadelesi ve tutumu ile önlenebilir. Suriye halklarının, Kürt halkının, Filistinlilerin gösterdiği direniş daha da genişleyebilirse, diğer bölge halklarına etki ederse, Mısır, Irak ve Türkiye gibi bölge ülkelerinin halklarını içine alırsa, işte o zaman savaş önlenebilir. Demek ki, ülkemiz halklarının direnişi, burada büyük önem taşımaktadır.
Saray Rejimi’nin baskıcı, IŞİD terörünü destekleyen, çeteleri besleyen, katliamcı, provokatif eylemlerine karşı gelişmekte olan direniş, işte tam da bu nedenle çok kıymetlidir. Barış ve özgürlük, büyük güçlere bel bağlamaktan geçmiyor, kendi gücünü, direnişi geliştirmekten, örgütlemekten geçiyor. ABD ve AB emperyalist güçlerinin halkları kullanmaktan, onları savaşlarının araçları hâline getirmekten başka bir amacı yoktur, olamaz.
Bu uzak gibi görünen bir çıkıştır. Ama bunun temeli vardır. Bölgemizde direniş gelişmektedir. Zor olduğu kesindir. Ama “imkânsızı istemek” denilen şey tam da budur. Kürt halkının ve diğer halkların gösterdiği direniş, bunun en somut kanıtıdır. Halklar, kendi geleceğini, kendi kaderini kendi ellerine alma olanağına, en zor durumda bile, sahiptir.
Emperyalist paylaşım savaşı ve ABD’nin saldırı histerisi, ancak bu yolla önlenebilir.