İşçiler grev yapamaz mı? | İrfan Taşkıran

Birçok değerli insanın bu dosya üzerine yazıyor olması işimi oldukça kolaylaştırmış gözüküyor. Zira konuya daha özgür ve farklı bir yerden bakma şansım oldu.

Grev, işçi sınıfının el yordamıyla, içgüdüsel olarak bulduğu bir eylem biçimi olarak ortaya çıkıyor. Zira işçi sınıfının, üretim araçlarından azade bir sınıfın tek geçim kaynağı emeğini satmaktı ve tek pazarlık yolu da çalışmayı durdurmaktı.

Daha önce kölelerin çalışmayı bırakarak ölüme yatmasını da biliyoruz. Ya da köylülerin efendilerine isyan ederek toprak işgal ettiğini de.

Emeğin metalaşması ile birlikte kapitalizmin evrensel bir sistem hâline gelmesi, giderek tekelleşme ve kitlesel üretimin artması ile birlikte işçinin emeği kolektif enek hâline geliveriyor. Kabaca söylersek, bir yerde duran üretim aynı anda birçok sektörde etkisini hissettirir oluyor. En basitinden belediye şoförleri çalışmayınca birçok insan işe gidemiyor ya da geç kalıyor vb.

Tabii daha komplike örnekler vermek mümkün. Örneğin ülkenin büyük iplik fabrikalarında üretim dursa, bütün tekstil sektörü yan sanayisine kadar durma noktasına gelecektir, AVM’lerdeki mağazalara kadar uzayacak şekilde.

Ama asıl mesele grev silahının silah olmaktan çıkmış olmasıdır. Ülkemizde grev, neredeyse gündemden düşmüş bir konudur. Saray Rejimi, böbürlenerek dediği üzere grevleri yasaklayarak patronlar için dikensiz gül bahçesi yaratmıştır. Sendikacılar için ise grev, “çalışma barışı”nı bozan, mümkün olmadıkça başvurulmayacak bir araçtır ama asla bir silah değildir. Herhâlde ikide bir ”birkaç mücadeleci sendika hariç” dememize gerek yoktur.

Her işçi sömürüldüğünü bilir. Her işçi, çalışmazsa hayatın duracağını bilir. Ama bilgi başka, bilinç başkadır. Bilinç, bilginin eylemle birleşmesidir. Bu yüzden en küçük direnişler bile birer okuldur.

Bildiğini hayata geçiremeyen, üstelik bu bilgisinden korkması öğretilen işçiler için grev yapılması zor şeylerden biri hâline gelir. Yani mesela her sabah uykunu alamadan kalkıp işe gitmek daha mı kolaydır? Günde 10-12 saat çalışıp, en az 2 saat yollarda sürünüp, ay sonunda 6-7 kredi kartına takla attırıp, ay sonunu getirmeye çalışmak daha mı kolaydır? Boktan bir işi kaybetmemek için beş para etmez şeflerin, müdürlerin ağız kokusunu çekmek, sanırım çok da kolay değildir. Dahası eklenebilir şeyler.

Ama yine de işçiler kitleler hâlinde işe koşa koşa gider hâldedir; metroda, metrobüste, otobüslerde birbirini eze eze bir yarış içerisinde hem de. Yani bunu bir köleye izletsek belki de hâlimize acıyacaktır.

Velhasılıkelam, hayatını idame ettirmek için her şeyi deneyen, yapan işçi sınıfının ana gövdesi, üretimden gelen gücünü kullanmayı aklının ucundan dahi geçirmiyor. Bunun belli başlı nedenleri var. Aslında bir miktar Anadolu devriminin sorunları ile kesişen nedenler olarak sayabiliriz bunları.

Biri ideolojik nedenlerdir. İşçi sınıfı ideolojik olarak burjuvaziye teslim olmuş durumdadır. Bu teslimiyet düşünmeyi, sorgulamayı reddeden, egemenin düşüncelerini mutlak doğru kabul eden bir teslimiyettir: Okulda, medyada, ailede, askerde, camide, parti binalarında, hattâ sendikalarda bir güzel işlenir, beyinlere kazınır. Gerçekten ideolojik arınma ciddi bir mücadele alanıdır ve bir işçinin böylesi bir arınmayı yaşaması, öncü bir işçi olmasının temel adımıdır.

İkincisi politik nedenlerdir. İşçi sınıfı ne kadar siyaset sahnesinde varsa o kadar kendini var etmiş olur. Bunun dışında varlığı bir nesneden öteye gidemez. Sadece bir “şey” olarak kalır; şekilsiz, şemalsiz.

Politikayı sadece burjuva partilerden birini tutmak ve ona oy vermeye indirgemek, politik alanı egemenlere teslim etmektir. İşte bugün bu rahatlıkla iktidar da muhalefet de her soruna sandığı işaret ederek cevap verebiliyor.

Üstüne üstlük derneklere, sendikalara politika yapmak yasaktır. Anlayacağınız işçiye burjuva partilere oy vermek dışında politika kapıları kapalıdır.

İşçiler de politikadan uzak durmayı tercih ediyorlar. Hem bedel ödemek istemeyişi hem de devletin saldığı korku bunda etkilidir. Oysa işçi sınıfı doğası gereği politik bir varlıktır.

Bir üçüncü neden ise örgütsel nedenlerdir. İşçi sınıfı devrimci örgütlenmelerden ısrarla uzak durmaktadır. 12 Eylül yenilgisinin en ağır sonuçlarından biridir bu. Bu duruş, zaman içinde işçilere ekonomik örgütleri olan sendikaları da kaybettirdi. Bugün birkaçı hariç sendikalar sendika mafyasının kontrolü altındadır. Bu, devlet ve sermayenin kontrolü demektir aynı zamanda. Örgüt dendiğinde öcü gibi korkan bir işçi sınıfının bugünkü çürümüşlüğü tesadüf olamaz. Elbette iğneyi oraya batırırken çuvaldızı kendimize batırmayı ihmal etmeden yürüyeceğiz.

Bu ve benzeri etkenler altında grev, işçi sınıfının en önemli silahı olmaktan çıkıyor, hak olmaktan çıkıyor. Peki gerçekten işçiler grev yapamaz mı? Yaptığına şahidiz. Yok öyle Kavel’e kadar falan gitmeye gerek yok. Daha yakın zamanda Birleşik Metal-İş üyesi işçiler, Saray’ın grev yasaklarına rağmen günlerce süren ve zaferle sonuçlanan bir greve imza attılar. Meselenin doğru örgütlenme, kararlılık ve bir miktar cesaret gerektirdiğini anlıyoruz.

Bağımsız Maden-İş üyeleri, sendikaları öncülüğünde defalarca fiilî grev yaparak haklarını aldılar.

Birtek-Sen sendikasında örgütlenen Başpınar işçilerinin deneyimi henüz tazedir.

Depo işçileri her zaman en ufak hakları için greve gitmekten imtina etmiyorlar.

İnşaat işkolunda, maaş almanın bir koşulu çalışmak ise bir koşulu da grev yapmak gibidir.

Biraz daha ileri gidelim. Açlığa mahkûm edilen kamu emekçileri, derli toplu bir grev yapamazlar mıydı? Memur-Sen’e rağmen evet, yapılabilirdi, ama önce KESK’in kendi fiilî meşru mücadele tarihini ortaya koyması gerekirdi. Hatırlanacağı üzere, 15-16 Haziran büyük işçi direnişini başlatan DİSK olduysa da büyüten Türk-İş üyesi fabrikaların katılımıydı. Yani tam bir “sen yanmazsan, ben yanmazsam” durumu.

Bir de tamamen bundan bağımsız düşünelim; ücretleri bırakın dondurulmayı resmen geriletilen milyonlarca emekçinin, çare olarak düşündükleri, yaptıkları şeylerden hangileri grevden daha kolaydır? Yukarıda da bahsettik, borçları döndürmek için binbir takla atmak, ek işten kumara, fazla mesaiden gayrimeşru işlere kadar her şeyi deneyip sadece üretimden gelen gücünü kullanmayan kocaman bir gövde söz konusu.

Bir de işin genel grev boyutu var. Bir dönem ağızlara sakız edilen ama adamakıllı örgütlenmeyip suyu çıkarılan genel grev, bugün sendikalar eliyle bir ütopya hâline getiriliyor. Olsa çok iyi olur ama bizde mümkün değil, nakaratlı bir şarkı dinler gibiyiz. Oysa grev dediğiniz, her zamanki gibi iş yerine gitmek, üretim yapmak yerine halaylar, türküler ve sloganlar eşliğinde patronlara taleplerimizi ilettiğimiz son derece meşru, haklı ve barışçıl bir eylemdir. Genel grev bunun yurt çapına ve çeşitli sektörlere yayılmış büyük çaplı hâlidir.

Bizim sendikacılar ve tatlı su solcuları zora gelince yasallıktan dem vurur. Bu bağlamda genel grev yasal değildir. Tıpkı bir zamanlar sendikaların yasal olmadığı gibi ve grevlerin de tabii. Neyse ki bunlardan öncekiler böyle düşünmemiş, eylemle değiştirmiş. İşte bu meşru ve fiilî mücadele hattı ile örgütlenebilir grev dediğiniz, genel grev dediğiniz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz