Jahan-e-Emrouz gazetesine Kürt sorunu ve ilerleyen süreçle ilgili verdiğimiz röportaj*

Öcalan’ın yaptığı “Uzlaşma ve demokratik toplum” mesajı, PKK’nin tasfiyesi ve İmralı görüşmeleri ile ilgili İran Komünist Partisinin Farsça yayın yapan gazetesi Jahan-e Emrouz’un (Dünya Bugün) sorularını yanıtladık.[1]

“DEM Parti” ile Abdullah Öcalan arasında yapılan çeşitli görüşmelerin, bu heyetlerin Türkiye’deki siyasi partilerle yaptıkları temasların ve Irak Kürdistanı’ndaki iktidar partilerinin liderleriyle görüşmek üzere Kandil’e yaptıkları seyahatlerin ardından, Öcalan’ın “Uzlaşma ve Demokratik Toplum” mesajı nihayet cezaevinden yayımlandı. Bu mesajın yayımlanmasının nesnel zemini sizce nedir?

Kaldıraç: Bu konuyla ilgili TC devletini emperyalizmden ve NATO gibi hegemonya kurumlarından bağımsız varsayarak yapılan analizler de tabii ki var. Ancak biz hareket olarak TC devletinin kuruluşundan beri sınıf ve egemenlik niteliğinin açık olduğunu düşünüyoruz. Sovyetler’in yayılmasına karşı bir tampon ve Ortadoğu, Kuzey Afrika, Balkanlar ve Kafkasların sömürülmesi ve şekillendirilmesi için bir ileri karakol. Bir sömürge ülke.

Solun içinde de karşılık bulabilen bu fikir Türkiye ve İsrail arasında savaşa kadar gidebilecek bir çelişki varmış iddialarını da öne sürebilmektedir. Ve bu sözde çelişkinin TC devletini Kürtlerle barışa ittiğini öne sürüyor.

İkinci olarak Türkiye’nin iç meselesinin devlet tarafından içeride çözülmeye çalışıldığına dair de anlayışlar var. Bir kere Kürt sorununun 4 ülkeye yayılmış özgün niteliği bile bu sorunun uluslararası niteliğini ortaya koymaktadır.

Ancak biz ek olarak bölgede tartıştığımız hiçbir sorunun gittikçe yayılıp derinleşmekte olan savaştan (biz bunun gittikçe küreselleştiğini ve bunun bir versiyonuyla emperyalist paylaşım savaşına bir biçimiyle dünya savaşına dönüştüğünü düşünüyoruz) bağımsız ele alınamayacağını; bölgedeki silahlı direniş gruplarına emperyalizmin tavrının ve müdahalesinin patternleşen tarzının göz ardı edilemeyeceğini düşünüyoruz.

Bu anlamıyla emperyalizme ve ABD’ye tamamen teslim olmaması durumunda İran’a ve “direniş ekseni”ne dönük dozu gittikçe artan ve açık-topyekûn savaşa dönüşme potansiyeli olan durumdan bağımsız olmadığını düşünüyoruz.

Ek olarak “sürecin” “sözcülüğü”nü yapan Milliyetçi Hareket Partisi, komünizme karşı NATO tarafından örgütlenen iç savaş örgütlerinden biridir. Dolayısıyla NATO milliyetçiliğinden bağımsız bir tutum alması beklenemez.

Özetleyecek olursak adı tam konulamamış olan “terörsüz Türkiye” veya “barış ve demokratik toplum süreci” devletin kendi arzusu ve inisiyatifinden çok ABD ve emperyalizmin bölgenin yeniden dizaynına dair planlarının gerçekleşebilmesi için denenen adımlardır. Bir sona varacağının hiçbir garantisi de yoktur.

Öcalan’ın mesajının üzerinden yaklaşık yirmi ay geçti. Bu süre zarfında Erdoğan hükûmeti, Türkiye’deki, Irak Kürdistanı’ndaki ve özyönetim bölgeleriyle Suriye Demokratik Güçleri’ne karşı baskılarını, Pantürkist ve neo-Osmanlıcı politikalarını sürdürdü. Türk hükûmetinin bu tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

TC devleti sadece güncel hükûmetiyle değil bütün devleti ve devletinin bütün tarihiyle hiçbir zaman bu politikasını değiştirmedi.

Bu devlet sadece anti-komünizm, sınıfların reddine dayanan bir ileri karakol olarak kurulmadı. Ayrıca halkların imhası ve inkârının üzerine şekillendi. Mozaik hâlinde olan bir halklar bahçesinin üzerine bir mezar taşı olarak dikildi.

Bu tam olarak başarılamadı ise buna karşı direnişin ciddi bir önemi vardır. Kürt devrimi de bu direnişin önemli parçalarından biridir. Uzun bir süre boyunca TC devletini çözen önemli güçlerden biri olmuştur. Bu anlamıyla devletin Kürtlere karşı savaşı bir politikadan çok kuruluşundan gelmektedir.

Bu devletin bu geni değişmedi. Bu genin değişmesi de emin olun reformlarla sağlanamaz. Kürt halkının bir ulus olarak varlığının kabul edilmesi konu dışıdır. Ancak bu koşullarda küçük bir ihtimal olarak kısmî kazanımlarla Kürt devrimi sonlandırılmaya çalışılabilir.

Biz “süreç”e rağmen Kürtlere karşı devam eden saldırılara şaşırmıyoruz. Yukarıda da söz ettiğimiz gibi, TC açısından konu, emperyalizmin bölgeyi yeniden şekillendirirken, bölgedeki tüm direniş dinamiklerinin tasfiye edilmesi planına uygun olarak Kürt devrimci hareketinin tasfiyesidir. Dolayısıyla “süreç” işletilirken yeni katliam planlarının hazırlandığından şüphe duymamak gerekir.

Devletin Pantürkist veya neo-Osmanlıcı olması meselesine gelirsek: Devletin ve egemen sınıfın içinde tabii ki bu şekilde ideolojik temel oluşturmaya çalışan gruplar var. Ancak TC devleti kuruluşundan beri emperyalizme bağımlılık çizgisinden hiç çıkmadı. Bu grupların bu “ideolojik yaklaşımları” işe yarar olduğu sürece duyulabilir olur. Bunun dışında bütün Türk burjuvazisi emperyalizme göbekten bağlıdır. Tarihsel çıkarlar dedikleri artık ABD’nin çıkarları; ulusal çıkarlar dedikleri Avrupa’nın çıkarlarıdır.

Bu açıdan var olan kliklere rağmen TC’nin Pantürkist, neo-Osmanlıcı, milliyetçi bir çizgide olduğunu bile iddia etmek fazla kalır.

Ancak tabii ki Türkçülük, Osmanlıcılık ve İslamcılığın birlikte kullanılması da bu devletin tarihidir. Bugün bu siyaset biçimi emperyalizmin hizmetindedir.

Sizce Türk hükûmeti Kürt meselesine barışçıl ve demokratik bir çözüm için en küçük bir motivasyona veya yaklaşıma gerçekten sahip mi? Eğer ciddi olsalardı, iyi niyet göstergesi olarak en başta Öcalan’ı, Demirtaş’ı ve tüm siyasi tutukluları serbest bırakmaları gerekirdi.

Bu sorunun cevabını kısmî olarak önceki sorularda cevapladığımızı düşünüyoruz. Her ne kadar bugünlerde Demirtaş’ın tahliyesine dair konuşmalar yapılıyor olsa da bu durum fikrimizi değiştirmedi. Bunun dışında Suriye’de SDG ile HTŞ arasında ABD’nin koordinasyonunda yaşanan bazı gelişmeler de Türkiye’deki görüşmeleri etkileyebilir. Ancak soruda belirttiğiniz barışçıl ve demokratik ibareleri yaşananı tarif etmekten maalesef uzak.

Erdoğan hükûmetinin bu politikası göz önüne alındığında, Öcalan’ın mesajı ve PKK’nin silahsızlanma ve fesih kararnamesi, başka bir anlama gelmeksizin koşulsuz bir teslimiyet olarak mı değerlendirilmelidir?

Kürt devrimi ve Anadolu’daki devrimci mücadele her ne kadar girift ilişkiler barındırsa da biz Kürdistan devrimi ve öncüleriyle ilişkilerimizi enternasyonal ilişkiler olarak görüyoruz.

Bu anlamıyla farklı ülkelerin mücadeleleri farklı dinamikleri yaşayabilirler. Tabii ki Kürdistan devriminin her türlü kazanımını bölge halkları açısından da kazanım hanesine yazarız. Buna rağmen eleştirdiğimiz, yanlış bulduğumuz çizgiler çıksa da Kürt mücadelesinin renkli ve yaratıcı tarihini göz ardı edemeyiz. Bu yüzden bugün Kürdistan devriminin her ne şekilde olursa kendi yolunda yürüdüğünü iniş-çıkışlar yaşayarak ilerlediğini düşünüyoruz.

Bu açıdan biz Kürt devrimcilerinin mücadelesinin ve iradesinin de zaferler yaşayarak ilerlemesini umuyoruz. Bu açıdan öznelere yaptığımız eleştiriler, dostların dostlara yaptığı eleştirilerdir.

Bölgesel dinamikler ve Kürt halkına dayatılan varlık-yokluk denklemi basit değildir. Gazze’de yaratılan yıkım aynı zamanda Kürtlere yapılan tehdittir. Ve belki de bu durum geniş anlamıyla Kürt hareketinin heterojen yapısında yer alan devrimci-uzlaşmacı çizgiler mücadelesinde devrimci çizgiyi zorluyor.

Evet PKK ve daha geniş hâliyle Kürt hareketi bazı durumlarda tam anlamadığımız, beklenmedik adımlar atıyor. Bu durum bir yanıyla Kürt devrimi öncülerinin eleştirdiğimiz, yanlış veya doğru bulduğumuz hamleleriyle ilgiliyse bir yanıyla da bölgemizde devrimin yaşadığı sıkışmışlıkların da, yeni devrimci çıkışlar yapamamanın da, yeni cepheler açamamanın da sonucudur.

Bu açıdan bu hamleyi koşulsuz teslimiyet olarak tanımlamayı -biraz da Kürt yoldaşların binlerce fedakârlıkla ilerleyen mücadelesine de saygıyla- erken buluyoruz.

Son günlerde PKK, askerî güçlerini Türkiye’den çekeceğini açıkladı. Kandil’de sembolik silah yakma töreninin ardından bu, PKK’nin askerî alandaki politikası doğrultusundaki ikinci eylemi oldu. Ancak şimdiye kadar Türk hükûmeti cephesinde hiçbir siyasi değişiklik yaşanmadı. Bu durumda Öcalan’ın mesajının akıbetini nasıl görüyorsunuz?

Bu gelişmeler Kürdistan İşçi Partisinin tutsak liderinin başlattığı hamleyi sahiplenme konusunda ciddiyetini ortaya koymuştur. Artık “sürece” hukukî bir altyapı oluşturulması, siyasi tutsakların serbest bırakılması, kayyum gibi uygulamaların sonlandırılması gibi konularda kamuoyunun devletten ciddi bir beklentisi var.

Öte yandan muhalefetin bütününe karşı artan baskılar, her türlü hak arama eyleminin bile polis şiddetiyle karşılaşması vb. eğilimine baktığımızda ise bunun gerçekleşme ihtimali en olumlu gözlükle bile çok zor görünüyor.

Bütün bunlara rağmen biz Kürt halkının kazanımlarını kazanım olarak gören bir yerden maalesef berrak, parlak bir gelecek göremiyoruz.

PKK’nin tecrübeleri göz önüne alındığında, Kürtlere yönelik ulusal baskının ortadan kaldırılmasının çözümünü ve bunun ülke genelindeki sınıf mücadelesiyle ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Önce genel doğrularla başlarsak şöyle diyebiliriz:

– Sosyalizmsiz yani sosyal kurtuluş olmadan ulusal kurtuluştan bahsedemeyiz.

– Kürdistan’da ulusal kurtuluş ve sosyalizm mücadelesi iç içe geçmiştir. Ülkede işçi sınıfı ve ağırlıklı olarak yoksullar devrimin temel dayanağıdır. Bu açıdan devrimin yenilmesi demek devrimci öncünün ve devrimin dayanağı olan işçi sınıfı ve ağırlıklı olarak yoksul köylülüğün sosyalizmden vazgeçmesidir.

– Kürdistan devrimi ulusal sorunu özgün bir biçimiyle bir halkı var edip ayaklandırarak çözmeye başlamıştır. Bundan sonrası fiilî kazanımların çok gerisinde bir resmîleştirme aracılığıyla uzlaşma çizgisi ile toplumsal kurtuluşa yönelen, sosyalizm mücadelesinden vazgeçmeyip sahiplenen devrimci çizgi arasındaki mücadele olacaktır.

Bugünün güncel fotoğrafına geçersek; Kürtler üzerindeki ulusal baskı emek-sermaye temel çelişkisinin üzerini örten bir başat çelişki hâline gelmiştir.

Onlarca yıllık sömürü, işgal ve ulusal kurtuluş mücadelesinin renkliliği ve derinliğinin yanında aslında durum biraz da basittir. Dünyanın bütün işçilerinin birleşmesi çağrısı; işçi sınıfının zincirlerinden kurtulması çağrısıdır konu.

Bu durumda Kürt halkının ulusal haklarını kazanması (tabii ki ayrılma hakkı seçeneği de dâhil, nasıl olursa olsun) Kürdistan ve Anadolu işçi sınıflarının ve bölgede sosyalist cephenin birleşik mücadelesini büyütmeye, bölge devriminin de büyümesine katkı sağlayacaktır.

Kürt devrimi bugüne kadar kendi sorunlarını kendisi gelişerek çözdü. Bugün belki de en büyük sınavından geçmektedir. Bu konuda yapacağımız sayısız eleştiri var. Devletle yapılan görüşmelere veya “sürecin” nereye gittiğine dair açıkçası “olumlu” bir manzara görmüyoruz.

Buraya kadar söylediklerimiz bugün gelişen “sürece” dairdir. Öcalan’ın, Marksizm eleştirisi üzerine inşa ettiğini iddia ettiği, “demokratik toplum”, “komünalizm” gibi tezlerini burada tartışmıyoruz. Bu tezlerin Marksizmle, bilimle bir bağını görmüyor ve “yeni” “tezler” için Marksizme eleştiri getirmeye neden gerek duyulduğunu merak ediyoruz.

Ancak biz bugüne kadar bölge devrimine de katkısını düşünerek mücadeleci Kürt halkının büyük altüst oluşlara ihtiyaç duysa ve/veya neden olsa bile bağrından bir daha kendi çözümünü çıkaracağına inanıyoruz.

[1]*         Sorular 8 Kasım 2025 itibariyle cevaplandırılmıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz