Evet, kadın cinayetleri politiktir.
Sadece kadın cinayetleri değil, Saray Rejimi ile birlikte, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk cinayetleri, hepsi yükselmiştir. Son beş yılda, işlenen cinayetlerin sayısı bunun açık kanıtıdır. Ama kadın cinayetleri de politiktir.
Kürt hareketine karşı, devrimci harekete karşı kullanılan şiddet ve devlet terörü, aslında hayatın her alanında kullanılmaktadır. Kadına karşı şiddet, bireysel görünümlü olsa da, gerçekte, sistem tarafından teşvik edilen, beslenen bir saldırı türüdür.
Bunu anlamak için, çözülmekte olan sistemi, çözülmekte olan Saray Rejimi’ni, onun saldırganlığının nedenlerini anlamak gerekir.
Kadına karşı şiddet, sistem tarafından teşvik edilmektedir. Saray Rejimi, bunu “yanlışlıkla” değil, bilerek yapmaktadır.
Burjuva ideolojisi, binlerce yıllık sömürü ve mülkiyet ilişkilerinin devamı olarak, erkek egemendir. Erkek egemen ideoloji çözüldükçe, kadına karşı şiddet, bizzat Saray Rejimi, bizzat devlet tarafından teşvik edilmektedir.
Yani, kadın cinayetleri, “erkek egemen ideolojinin” sadece bir sonucu, sonuçlarından biri değildir, aynı zamanda, iktidarı sürdürmenin, erkek egemen ideolojinin dağılmakta olan ruhunu ayakta tutmanın yolu olarak görülmektedir.
Yoksa şöyle soralım: Neden “İstanbul Sözleşmesi” uygulanmıyor?
Öyle ya, AK Parti hükümeti döneminde, 2012 yılının başında imzalanmış bir sözleşmedir bu. Resmi Gazete’de yayınlanmış, yürürlüğe girmiş bir sözleşmedir bu. 81 madde olan sözleşmenin hiçbir yerinde, hiçbir maddesinde “ülkenin üniter yapısına” karşı, “devletin ilga edilmesine” dair, “kadınların sosyalizmi kurmasına dair”, “devlete karşı mücadelenin meşruluğuna” dair maddeler yoktur. Yani, İstanbul Sözleşmesi, aslında kapitalist sistemi doğrudan hedef almaz. Peki buna rağmen neden Saray Rejimi, altında imzası olduğu bu sözleşmeyi uygulamıyor?
Belki bu sorunun yanıtını verirseniz, belki bu konuyu netleştirirseniz, bizim “kadın cinayetleri politiktir” vurgumuzu da anlamanız kolaylaşır.
Öyle politik cinayetlerdir ki bunlar, azmettirici doğrudan Saray Rejimi’dir.
Saray Rejimi, Ayasofya’yı “cami” ilan ederken, aslında dünyaya “savaşa hazırız” mesajını veriyor. İçeride, “savaş için hazırlık yapacağız”ı ilan ediyor. Tarikatlara daha büyük bir alan açacağını ilan ediyor. Tarikatlar ve radikal İslamcı unsurlar, halkları tehdit etmenin, yeni katliamlara hazırlanmanın, bir kere daha Ermeni, Rum, Süryani ve ardından Alevi ve Kürt halklarına dönük şiddeti tırmandırmanın aracıdır.
Ama aynı zamanda, tarikatların hayallerindeki “halifelik”, “şeriat” adımlarına doğru da adım atmak demektir. Bu konunun kadın cinayetleri ile bağı da açık. Şeriat, halifelik, İslamî yaşam anlayışı, Diyanet İşleri Başkanı’nın açıklamaları, bugün kadının yaşam tarzına karşı bir saldırı değil midir? Sadece kadının yaşam tarzına değil elbette. Ama, kadın sokakta hak arıyorsa, kadın şiddete karşı mücadele ediyorsa, kadın “erkek egemen ideolojiyi” reddediyorsa Saray Rejimi, kendi geleceğini garantide görebilir mi?
Kafalarında şeriat olanlara verilen açık destek, sadece Erdoğan’ın iktidarını kaybetmemek üzere, onları yanına toplaması ile sınırlı mı kalır? Tarikatlar, sadece “para” kazanan çeteler olarak mı kalır? Elbette ki hayır.
Ayasofya saldırısı, örnek olsun, kadına karşı şiddeti artıracaktır. Zaten artmakta olan bu şiddet, her yeni adımla teşvik edilmektedir.
Saray Rejimi, burjuva sistem içinde “kadın hakları”nı da tanımamaktan yanadır. Siyasal iktidarını sürdürmek için Saray Rejimi, daha fazla şiddete başvurmaktadır. Korkuyorlar ve korktukça saldırıyorlar. Bu nedenle, en küçük bir hak arayışına karşı TOMA’larını devreye sokuyorlar. Sadece Çorlu’daki tren kazasına bakın. “Kaza”da hayatını kaybedenlerin karşısına, polis, mahkeme, basın vb. hep birlikte dikilmektedir. Artık buna kaza diyemeyiz.
Bir kadın öldürülüyor. Burjuva basın, “ama” diye başlayan birçok şey yazıyor. “Ama kadın açık giyinmişti”, “Ama kadının tahrik edici giyinmesi de olmaz”, “Ama kadın para karşılığı çalışıyordu.” Tüm bunlar, cinayeti örtmek, haklı göstermek için, burjuva basının gösterdiği olağanüstü çabanın kanıtıdır. Polis, öldüren kocanın haklı nedenlerini kayıt altına alıyor, hakim iyi hâl indirimleri uyguluyor. Otobüste tacize uğrayan kadına, devlet “hafif kadın” uygulaması ile davranıyor.
Şimdi tüm bu saldırıların, tüm bu şiddetin, tüm bu cinayetlerin “bireysel” olduğunu iddia etmek körlük değil midir?
Evet kadına karşı şiddet her zaman vardı. Mülkiyet ilişkileri ve erkek egemen ideoloji bunu her zaman besler. Ama Saray Rejimi altında kadına karşı saldırı, bir devlet saldırısı olarak, çıplak gözle de, sade bir akılla da görülebilmektedir.
Kadın öldürülüyor. Katil korunuyor. Kadını öldürenin “haklı” nedenleri basın aracılığı ile servis ediliyor. Kadının ölümünü protesto edenlere polis açıkça saldırıyor, gözaltına alıyor, dövüyor. Diyanet İşleri bu gibi konularda fetvalar veriyor. Tüm bunlar, kadın cinayetlerini teşvik ettiklerinin kanıtı değil midir?
Saray Rejimi, ayakta durmakta zorlanmaktadır. Ayakta durabilmek için, bir yandan savaş naraları atıyor ve Suriye, Libya cephelerine Ermenistan, Yunanistan cephelerini eklemek istiyor, öte yandan, bu savaşı sürdürmek için, ırkçı ve İslamcı ideolojiyi öne çıkarıyor. Erdoğan ve Saray Rejimi, giderek daha fazla, tarikatlara dayanmaya, oradan “İslamî çeteler” devşirmeye çalışıyor. Giderek daha fazla, günlük hayata “İslamî referansları” sokuyorlar.
Tüm toplumu susturmak istiyorlar.
Kadınları susturmak, eve kapatmak, erkek egemen ideolojinin su almaya başlamış bölümlerini yeniden öne çıkarmak, bu yolla iktidarlarının devamını sağlamak istiyorlar.
Nasıl ki, Kadirova cinayeti bir siyasal cinayettir, benzer biçimde, tüm kadın cinayetleri, artık politik cinayetlerdir. Her kadın cinayetinin ardında, artık, doğrudan Saray Rejimi vardır. Kadın cinayetleri, büyük ölçüde devlet terörünün bir parçasıdır.
Saray Rejimi ömrünün sonuna yaklaşmaktadır. Erkek egemen ideoloji, burjuva ideolojisi giderek parçalanmaktadır. İşte bu korku ile, hayatın her alanında saldırganlığı, devlet terörünü öne çıkarmaktadırlar. Amaçları korkuyu artırmak, her tür direnişi bastırmaktır. Amaçları “orta malı” hâline getirilmiş kadını, boyun eğdirmektir. Bu nedenle daha fazla saldıracakları da açıktır. Bizim de daha ileri direnişler örgütleyeceğimiz, bu saldırganlığa boyun eğmeyeceğimiz bilinmektedir.
Tüm hayatı savunmak, yaşama hakkını savunmak, ancak ve ancak, sisteme karşı açık ve net bir cephe içinde mücadele etmekle mümkündür.
Kadın cinayetlerine karşı mücadele, her yol ve araçla yapılmalıdır ve bu hem zorunludur, hem de meşrudur.