21 Ağustos 2025’tir.
Birleşik Kamu-İş üyeleri, hepsi sendikacı, Saray’a yürüme kararı aldılar.
Kararı aldılar ve 21 Ağustos’ta, kendi sendika binalarının önünde kuşatıldılar.
Saray’a yürüme girişimidir.
Başarılamamıştır.
Başarılması için, sadece sendikacılar değil, tüm sendikalı çalışanlar Saray’a yürümelidir.
Birleşik Kamu-İş Sendikası, 176 bin üyesi ile, Memur-Sen ve T. Kamu-Sen’den sonra gelen 3. büyük kamu çalışanları sendikasıdır. 2 milyon 250 bin kamu çalışanı sendikalıdır.
Demek, 1- Birleşik Kamu-İş Saray’a yürüyüş kararı almış olmakla iyi yapmıştır.
Demek, 2- kendi üyelerini de yürüyüşe çağırmamıştır.
Demek, 3- hiçbir kamu sendikasını kendi kararına destek verecek hâle getirememiştir.
Tüm bunlara rağmen, “Saray’a yürüyüş kararı” önemlidir.
Sendikalar ciddi olmalıdır. Zira açlık ve işsizlik, yoksulluk ciddidir. Kitaplarda okunduğu gibi değildir açlık ve işsizlik.
Olayların gelişimine bakalım.
Biliniyor, kamu çalışanlarının sendikaları var. Ama kamu çalışanları sendikalarının grev hakkı yok. Kamu çalışanları “toplu sözleşme” yapıyorlar. Ama nasıl?
Bu komedi değil ise nedir?
Sendika var, toplu sözleşme var, ama grev hakkı yok. Yani, devlet ne diyorsa onu verecek. Sendikalar kabul etmezse, basın açıklaması yapacak. Sonra, hakem kuruluna gidilecek ve orası kadar verecek.
Öfkeli ve öfkesinde haklı olan Birleşik Kamu-İş Başkanı, hakem kurulunun 11 üyesinden 6’sını Cumhurbaşkanı seçiyor, diyor. Ve bu durumda sonuç bellidir; devlet ne diyorsa o olur. Bunu protesto ediyor.
Haklıdır ama hatalıdır.
1- Grev hakkı olmadan sendika olmaz.
2- Grev hakkı olmadan yapılan şeye toplu sözleşme denemez.
3- Hakem kurulunun 6 üyesi doğrudan Cumhurbaşkanınca atanıyor, güvenilmezdir, doğru, ama diğer 5 üye de güvenilir değildir. Ülkedeki yargı sistemine bakın, gerisine karar verin. Ülkedeki üniversitelerin durumuna bakın ve gerisine karar verin. 6/11, aslında, olur da işçiler her hesabı bozarsa, en son garantidir.
Sürece dönelim. Bu, sürecin pratikteki uygulamasıdır.
Önce, devlet, kamu çalışanlarının patronu sıfatı ile “toplu sözleşme” için 10+6 zam önerisi dile getirmiştir.
Devlet yetkilileri, devlet sendikası olan Memur-Sen (ismi bile, işçi olmasın diye, memur, emir kulu olarak konulmuştur ve 1 milyonu aşkın üyesi vardır) yetkililerine, yani devlet yetkilileri, diğer devlet yetkililerine, “benim elim kolum bağlı, M. Şimşek hayır diyor” demiştir.
18 Ağustos’ta, kamu çalışanları greve çıkmıştır. Bu grev sürecimde de KESK ile birlikte Birleşik Kamu-İş etkili olmuştur. Birçok sendika bu greve katılacağını açıklamıştır.
Demek ki,
1- Sendika var ama grev yok, bir tanrı buyruğu değildir.
2- Kamu çalışanları yasak olduğu hâlde greve çıkmışlardır.
3- PTT, çalışanlara greve katılmayı yasaklamıştır (Salaklık olmalıdır, çünkü zaten grevin kendisi yasak, kamu çalışanına grev yasak. Yasak, eğer yasaklanırsa, serbest olur). İşçi sınıfının zekâsıyla, aklıyla dalga geçenler, gerçekte birer su katılmamış salaktırlar.
18 Ağustos grevi, en azından psikolojik olarak etkili olmuştur.
Kamu işvereni, yani devlet, işçilere yeni bir öneri getirmiştir: 10+6 yerine, 11+7. İşçi sınıfını salak yerine koyanlara bir örnektir.
Bu zam, elbette kamu çalışanlarından, Memur-Sen’in kabulü ile memurlardan, zenginlere kaynak aktarma girişimidir. Öyle ya, hep asgarî ücret üzerinden kaynak aktarılmayacak. Sıra buraya gelmiştir. Her durumda, ben senden, sen benden çok ücret alıyorsun, diye kendi aralarında rekabet eden işçiler, çalışanlar, birleşerek mücadele etme gereğini anlayacaklardır. Daha bu bir his düzeyindedir. Bilinç düzeyine gelecektir.
İşte 18 Ağustos grev denemesinin ardından (ki böylesi bir grev, hiçbir pazarlık olmadan 5 gün yapılmalıdır ve genel grev sesleri yükseltilerek yapılmalıdır; bu nedenle “grev denemesi” diyoruz), kamu çalışanları ile dalga geçer gibi 11+7 önerisi gelince, dalga geçmenin çalışanlarda yarattığı öfke harekete geçmiştir. Ve şükür, Birleşik Kamu-İş, Saray’a yürüme kararı almıştır.
Bu da bir yürüyüş değildir.
Yürüyüş girişimidir.
Birleşik Kamu-İş sendikasının kapısında polis ile sendika başkanı arasında konuşma şöyle geçmektedir.
Sendika başkanı: Saray’a yürüyeceğiz. Derdimizi Erdoğan’a anlatacağız. En yüksek devlet görevlisi odur.
Eksiktir ama önemlidir.
Artık parlamentonun bir anlamı yoktur. Saray Rejimi vardır ve Saray Rejiminin merkezi Saray’dır.
Polis şefi yanıt veriyor: Müzakereye açık değil.
Demek Saray’a yürümek müzakereye açık değildir.
Sendika: Az kişi ile, yolun kaldırımından yürüyeceğiz.
Polis şefi: Müzakereye açık değil.
Öğreniyoruz: Saray’a yürümek, müzakereye açık değildir.
Öyle ise, ya Saray’a yürünecek -izin istenmeyecek- ya da bu konu unutulacak.
Saray’a yürümek için, eğer yollara, 176 bin Birleşik Kamu-İş üyesi toplanmış olsa, izin alınmasına gerek kalmaz.
176 bin Birleşik Kamu-İş üyesine, 160 bin üyeli KESK üyeleri de katılırsa, Memur-Sen’in artık memur olmaktan bıkmış üyeleri de devreye girerse, T. Kamu-Sen’in üyelerinin bir bölümü de katılırsa, işte “Saray’a yürümek müzakereye açık değildir” sözüne uygun olarak, fiilî Saray yürüyüşü başlamış olur.
Sendikacılar “anayasal hakkımız” diyor ve ellerinde anayasayı sallıyorlar. Ama yanıt belli, “müzakereye açık değil.” Yani hem yürümek yasak, hem de Saray’a yürümek hepten yasak.
Sendikacılar söz alıyor: “Kapıları, duvarları yıkmayacağız, kaldırımdan sessiz yürüyeceğiz.”
İşte gerçek böyledir.
Kapılar ve duvarlar yıkılacak mı?
Sendikacılar “yıkmayacağız” diyorlar. Süt dökmüş kedi gibi, sadece kaldırımdan sessizce yürüyeceğiz.
Sendikacı konuşuyor, “Sadece Ankara’daki kadroyu çağırdık, binlerce insanı çağırmadık, iyi niyetliyiz,” diyor.
Demek, binlerce insanı çağırmak da mümkün.
İyi niyetliyiz, diyor.
Peki “kötü niyetli olmak” nedir? Binlerce insanın, sokakları aşarak Saray’a yürümesi ve haklarını haykırması mıdır kötü? Öyle ise, 11+7 zam oranı iyi niyetli midir? Devlet kötü niyetli, işçiler iyi niyetli midir?
Sloganlar yükseliyor:
“İnsanca yaşamak istiyoruz.”
İşte bu kötü niyet demektir. Sen kimsin ki, insanca yaşamak için yürüyeceksin ve hem de Saray’a?
Sloganlardan biri şudur: “Emekçiye değil, tekellere barikat.” İşte yine işçi olmanın hâlidir. Çünkü, işçilerden, çalışanlardan kesilenler, tekellere aktarılıyor. Kim iyi niyetli, kim kötü niyetli?
İşçiler, çalışanlar, buradan ne sonuç çıkartmalıdırlar?
– Grev işçinin hakkıdır, üretimden gelen gücünün göstergesidir, silahıdır.
– Grev için kimseden izin alınmaz. Anlaşmazlık varsa, işçiler, çalışanlar haklarını almak için greve başvururlar ve bunun için hiç kimseden izin alınmasına gerek yoktur.
– Grev hakkı yasaklanamaz.
– Greve çıkmak, “iyi niyet” sınırlarını aşmak demek değildir. İşçinin hakkını araması, “kötü niyet” olarak adlandırılamaz. Kötü niyet aranacaksa, enflasyonun yüzde yüz olduğu bir ortamda, işçilere, çalışanlara verilmeyen haklarında aranmalıdır.
– Yürüyüş için izin alınmasına gerek yoktur. Yürüyüş hakkı polis barikatı ile engellenemez.
– Saray’a yürümek suç değildir. Mademki sistemin karar mekanizması Saray’dır, öyle ise muhatap da Saray’dır. Kamu çalışanlarının yürüyeceği yer Anıtkabir değildir, Bakanlık değildir, parlamento değildir. Bunların, sistemde bir rolü yoktur.
– Saray’a yürümek için az sayıda kadroyu çağırmak doğru tutum değildir. Devlete, “bak biz iyi niyetliyiz” diyerek, oradan bir medet ummak hayaldir, kendini kandırmaktır, korkunu gizlemektir. Saray’a milyonlarca işçi ile yürünür, az sayıda kadro ile değil. Bu durum bir kez daha ortaya çıkmıştır. Hiçbir biçimde sendikacıların “aklıselim” açıklamaları, polis barikatının açılmasına olanak vermemiştir, vermez.
Her yol Saray’a çıkar!
İşçi birlikleri Saray’ı yıkar!