Kanal İstanbul, 2019 yılının sonlarında yeniden ısıtıldı ve tartışılmaya başlandı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığının CHP’de olması, “yaptırırsın-yaptıramazsın” gibi tartışmalara da yol açtı. Erdoğan, öyle anlaşılıyor ki bu tartışmayı çok sevdi. Belki bu sayede, her gün öldürülen kadınlar, her gün işyerlerinde ölen işçiler, her gün Kürt illerinde ölen insanlar, gasp edilen belediyeler, ayaklar altına alınmış hukuk sistemi, ekonomik kriz vb. biraz olsun unutulur diye düşünmüş olmalıdır.
Ama öte yandan, Kanal İstanbul meselesi de ilginç bir tartışmadır.
Saray Rejimi diyoruz ve iyi anlaşılmasını istiyoruz. Suriye savaşı sonrasında başlayan bir yeni örgütlenmedir.
Saray Rejimi’nin üzerine yükseldiği ekonomik politika, “rant, yağma ve savaş ekonomisi”dir. Bunu da özellikle vurguluyoruz. Çünkü Saray Rejimi, sadece baskı, sadece devlet terörü ile sınırlı değildir. Zaten bu konularda, yani Kürtlere karşı savaş ve işçi hareketinin bastırılması konusunda, tüm burjuvalar, tüm devlet çeteleri aynı fikirdedir. Ama iş daha derindedir.
Rant, yağma ve savaş ekonomisi, Saray Rejimi’nin hem dayanaklarından biri, hem de ayakta durma “olanakları”nın de önemli bir alanıdır.
Saray, eğer rant üretemezse, eğer yağma işi devam etmezse, eğer savaş ekonomisi olmazsa, bu durumda Saray çevresi diyebileceğimiz çeteler, ne için “destek” olmaya devam edecekler? Sadece bugüne kadar işledikleri suçlar, götürdükleri rantlar, yaptıkları yağmalar, işledikleri savaş suçları açığa çıkmasın diye mi? Bu yetmez, bu çeteler, devletin her bir grubu, aynı zamanda savaş, rant ve yağma peşindedir ve onlara yenileri gereklidir.
Suriye’den gelen IŞİD petrolü ile elde edilen “savaş ganimeti” biteli epeyce oluyor. Ve İdlib’de Rusya’yı oyalamakla görevlendirilmiş Türkiye destekli çeteler hâlâ orada iken, onların karşılığında ne kadar petrol alırız, diye açıkça sorması bundandır. Aynı şekilde Suriye sahasında, “toplu konut” projeleri başlatma isteğini pazarlık masasına getirmesi, uluslararası alanda, diplomasi alanında ne kadar “ucuz” bulunsa da, bu rant yaratma gereksinimini ifade etmektedir.
Saray Rejimi, yeni yağmalar, yeni rantlar, yeni savaşlar peşinde olmak zorundadır. Erdoğan, kendini bu konuda tüm yeteneklerini ortaya koyması gereken bir varlık-yokluk sorunu ile karşı karşıya hissetmektedir. Bahçeli’nin iki de bir kalkıp, “beka sorunu”ndan söz etmesi bundandır. Saray Rejimi için “beka sorunu”, rant, yağma ve savaş ekonomisi sorunudur. Erdoğan, eğer tökezlerse, sadece paralar, gelirler, dolarlar, çekler vb. kaybetmeyecek, aynı zamanda bu çetelerle karşı karşıya gelecek ki, ayıkla princin taşını, her birinin elinde akıl almaz dosyalar var.
Örnek ister misiniz?
Davutoğlu, partiyi kurduğunun açıklamasını bitirmeden, Şehir Üniversitesi’ne el konulmuştur. Davutoğlu, yolsuzlukla suçlandığında, hemen “başbakanların ve ailelerinin mal varlığı” tartışmasını açtı. Davutoğlu’nda ne bilgi vardır değil mi?
Erdoğan’ın bu paralar konusunda hassas olduğunu, pardon eksik oldu, “çok çok çok hassas” olduğunu hatırlamalıyız. Mesela “Barış Pınarı” harekâtı konusunda ABD ile pazarlığa oturduğunda, ABD, masaya mal varlığının araştırılmasını getirdiğinde, hemen kulaklar indirildi, süt dökmüş kedi moduna geçildi ve “ne istersiniz hemen yapalım” tutumu alındı. Oysa Erdoğan’ın kalkıp, “siz kimsiniz de benim mal varlığımı araştıracaksınız” demesi beklenirdi. Saray Rejimi’nin danışman kadrosu, mesela Mehmet Uçum, mesela Jöleli ve diğerlerinin, hemen devreye girip, “bir başka ülke, bizim ülkemizin Cumhurbaşkanının mal varlığını araştıramaz” demeçleri vermeleri gerekirdi. Öyle olmadı. Hemen istekler yerine getirildi.
Bir örnek daha var: ABD kongresinden Türkiye yaptırımları kararı çıkınca, Türk basını kesinlikle Erdoğan’la ilgili bölümleri tümüyle unutturmak istese de, Erdoğan, bir koşu önce İsviçre’ye, ardından da Malezya’ya gitti. Paralar oralarda mı? Saray’ın altında sadece hastahane mi var, ya paraların konulduğu kasalar yok mu? Bu soruların yanıtlarını bilmiyoruz ama, Erdoğan’ın paralar konusunda çok hassas olduğunu artık biliyoruz.
İşte bu Kanal İstanbul projesi, böylesine bir dönemde, büyük rant projesidir ve inşaat çetelerinin (çünkü bunlar tam birer çete olarak davranmaktadırlar. Penguen çetesi tartışmalarında bu ispatlanmıştır) tümünün ağızlarının suyunu akıtmaktadır.
Ortaya çıkan bilgiler göstermektedir ki, işin içinde Katar sermayesi, inşaat firmaları, yani Saray Rejimi’nin tüm rantiyeleri, tüm yağmacıları vardır.
Bu, yani rant meselesi, Kanal İstanbul’un sadece bir ayağıdır.
Erdoğan ve Saray, bunu yeniden gündeme getirirken, aynı zamanda uluslararası bazı güçlere de, “beklentilerinizin tek gerçekleştiricisi olabilecek güç benim” demek de istiyor. Saray Rejimi, “Kanal İstanbul” projesini geliştiren, ABD-İsrail güçlerine, eğer beni desteklemezsen, senin istediklerini yapacak hiç kimse ortaya çıkmaz. Ya da “var mı benden başka bu işi ve diğer isteklerinizi yerine getirecek bir kişi” sorusunu sormak istiyor.
Bir emperyalist paylaşım savaşının, yenisinin, üçüncüsünün arifesinde olduğumuz kesin. Bazılarına göre bu savaş çoktan başlamıştır. Biz de bu görüşteyiz. Ama bazıları, bu savaşın daha başlayacağını söylüyor. Belki, Birinci Dünya Savaşı gibi, bir başlangıç anı düşünüyorlardır. Mümkündür de. Bugün, daha çok bölgesel savaşlar ortaya çıkıyor. Tüm bölgesel savaşlar, daha büyük, dünya çapında bir savaşa evrilme potansiyelini taşıyor. Belki buna vurgu yapmak için, Üçüncü Dünya Savaşı’nın arifesindeyiz, denilebilir. Biz bu anlamda diyoruz. Yoksa paylaşım savaşımı başlamıştır, açıktır.
Bu paylaşım savaşımı, bize göre, bugün bölgemizi 1910’lu yıllarla kıyaslanacak bir duruma getirmektedir ya da getirmiştir. Her açıdan değil elbette. Çünkü tarih tekerrür etmez. Ama galiba bazı dönemler “tangır-tungur” ediyor olmalı ki, bu denli benzerlikler ortaya çıkmaktadır.
ABD, İngiltere güçleri, Karadeniz’e yerleşmek istiyor. Bunu biliyoruz.
ABD-İngiltere-İsrail cephesi, Akdeniz’in bir savaş denizine dönüşmesini istiyor. Bunu da biliyoruz ve bu konuda Türkiye tetikçidir, Libya-Türkiye anlaşması, tam da bir tetikçilik gösterisidir. TC devleti, burjuva anlamda, kapitalist anlamda, kendi devlet çıkarlarını bile düşünebilme yeteneğine sahip değildir. Savaş (paylaşım savaşı), o denli bir basınç yaratmıştır ki, artık, ABD cephesinin çıkarları için her şey feda edilebilir duruma gelinmiştir. Bir sömürge ülke olan Türkiye için, “yerli ve milli” işte tam da bu demektir. Sömürge bağları, bir devrimle kırılabilir, masallarla değil.
Kanal İstanbul, bize göre, bu paylaşım savaşında, İstanbul’un statüsü tartışmalarına oluşturulmak istenen bir cevaptır.
Almanya, Fransa, İngiltere, ABD ve Japonya, kendi aralarında anlaşsalar da, İstanbul’un nasıl paylaşılacağı, kimin elinde kalacağı bir sorudur. Buna üretilen yanıt, Kanal İstanbul projesidir. Bizim görebildiğimiz şeylerden ikincisi, rant meselesinin yanında, budur.
Kanal açıldıktan sonra, İstanbul’un Avrupa yakası, yani eski İstanbul, bir çeşit Hong-Kong olarak, yani “şehir-devlet” olarak organize edilecektir. Yönetimi, buna göre organize edilecektir. İstenen budur. Bunun için, sadece batıdan açılacak bir kanal yeterlidir.
Bir soru soralım: Acaba bu kanal, o kadar gerekli ise, neden Haliç devam ettirilerek açılmıyor? Öyle ya, bu alanın açılması daha da kolaydır. Acaba bunun nedeni, Haliç kanalının bölebileceği iki alanın da çok önemli olması mıdır?
Bu soru, sadece ve sadece, Küçükçekmece civarında tarif edilen kanalın neden oradan düşünüldüğü konusunda, biraz farklı düşünmeye olanak vermektir.
Üçüncü bir boyutu var işin.
O da, Boğazlar meselesidir. NATO ve ABD’nin Karadeniz’e yerleşme planlarının bir parçasıdır. Yoksa, açılacağı söylenen kanalın, büyük gemilerin geçişine olanak sağlayacağı vb. kesin değildir. Ama bu kanalın Karadeniz ucunda yapılacak bir ABD deniz üssü, tüm Karadeniz’i bir cehenneme çevirme yeteneğine sahip olur, diye düşünüyorum.
Demek ki, rant, paylaşım savaşımı açısından İstanbul’un geleceği ve ABD’nin Karadeniz’e çıkış istekleri açısından bu kanal önemli görünmektedir.
Şimdi, açıktır ki, bu uluslararası güçler, diğer iki amaç için, Saray Rejimi ve Erdoğan çevresinin elde edeceği ranta “evet” demekte tereddüt etmeyeceklerdir.
İşte yeniden tartışmanın gündeme gelmesi bundandır.
Libya ile anlaşma, nasıl “beka meselesi” ilan edildi ise, şimdi yakında “Kanal İstanbul” projesi de “beka meselesi” olarak ilan edilecektir.
Saray Rejimi, TC devleti, ordusu vb. için, Kanal İstanbul projesinin çevreye, insana, İstanbul’a vb. vereceği hasar, yaratacağı yıkım, hiçbir biçimde önemli değildir. Buradaki siyasi ve ticari taşeronlar için mesele kendi gelecekleridir ve başka hiç ama hiçbir konunun önemi yoktur. Olur da, devlet içinde mesela bir genelkurmay başkanı itiraz edecek olursa; a- Hemen onun dosyası devreye sokulur, b- Hemen ona istediği kadar para aktarılır. Bu kadardır.
Çevre raporları bu nedenle hasıraltı edilmekte, hemen değiştirilmektedir. Bu konuda “destek verecek” öğretim üyesi bulmaları da çok mümkündür. Zaten üniversitelerin “bilim” ile ilişkisi, tümü ile iki eksene oturtulmuştur; rant ve terör. Bu durumda üniversitelerden destek almaları elbette mümkündür.
Deprem tartışmaları, bu konu için Saray Rejimi’ni durduracak bir argüman olamayacaktır.
Saray Rejimi budur.
Rant, yağma ve savaş ekonomisi üzerine dayalı, kanla beslenen, katliamcı bir yapılanmadır.
Ayakta durmak için, karanlık üretmek zorundadırlar. Basınları bunun içindir.
Ayakta durabilmek için, baskı ve şiddet dışında yolları yoktur. Bu nedenle, iç savaş mekanizmalarını geliştirmektedirler.
Ayakta durmak için rant üretmek zorundadırlar, yağmaya devam etmek zorundadırlar.
Ayakta durabilmek için, emperyalist efendilerine, uluslararası alanda, bölgede tetikçilik yapmak zorundadırlar.
Bugün Saray Rejimi, tekelci polis devletinin bir görünümüdür. Saray Rejimi’nin gitmesi yeterli değildir. Sallanmaktadırlar. Korku, boylarını aşmıştır. Ama sadece Erdoğan’ın gitmesi yetmez, o giderse yenisini bulabilirler, hem de tüm bu işleri daha rahat yaptıracakları bir başkasını. Ve Saray Rejimi’nin durdurulması da yeterli değildir. Daha ilerisi vardır. Tekelci polis devletinin yıkılması gereklidir.
Bir devrim, bir sosyalist devrim, Anadolu Sosyalist Devrimi, bu topraklar için acil bir ihtiyaçtır.
Bu devlet, tekelci polis devletidir ve bu devlete karşı her yol ve araçla savaşmak; meşrudur, zorunludur.