Ermeni’ye karşı Kürd’ü, Kürd’e karşı Laz’ı, Rum’a karşı Türk’ü, Alevi’ye karşı Sünni’yi vb. sürekli kullanmış, kışkırtmışlardır. Bunu yapmadıkları il ve bölge yoktur. Ama Karadeniz, sürekli üzerine oynadıkları bir bölge olagelmiştir.
Karadeniz’in sahillerini, devlete bağlı çetelerle denetleme süreci, 1915 sonrasında başlamıştır. Dinin acımasızca kullanılması ise 1960 sonrasında geliştirilmiştir. Karadeniz, sürekli olarak, devlet çeteleri eli ile denetim altına tutulmuştur.
Erdoğan ile birlikte, son yıllarda bu daha da artırıldı. Her şehirde mafya-işadamı çeteleri kuruldu ve bunlar doğrudan, Erdoğan’ın etrafında örgütlendi. Şimdilerde ise, iş daha ileri götürülüyor, her ilçede esnaf içinden muhbir ağı örgütleniyor. Bize gelen bilgilere bakılırsa, her ilçeden 4-5 kişilik bir muhbir esnaf ağı devreye sokulmuş durumdadır. Ama bu esnaf grubunun dışında, mafya- çete örgütlenmeleri de var. Bunlar iki şeyi aynı anda kullanmaktadır, din ve milliyetçilik. Ve arkada işadamı-mafya organizasyonu ile bu süreç canlı tutulmaktadır.
Bu örgütlenmenin, Karadeniz’de ne ölçüde tutacağı ayrı bir konudur. Ama buna girişilmiştir ve bu her alandan gelen bilgilerle doğrulanmaktadır. Halk, bunu günlük yaşamı içinde fark etmektedir.
Bu arada ise, Karadeniz’e sürekli olarak, büyük rant planları ile de müdahale edilmektedir.
Karadeniz sahil yolu, bundan 35 yıl önce başlatıldı ve o zamanlar, bu sahil yolu yerine; a- sahilden değil içerden, 5-10 km sahilin içinden geçecek bir yolun ve b- yanında bir demiryolunun olması gerektiğini savunanlara, dönemin tek tek tüm iktidarları “komünist bunlar” diye saldırmaktaydı. Elbette komünistler de bunu destekledi, ama sıradan insanlar, mühendisler vb. bunu dile getirdiğinde, büyük bir saldırı ile karşı karşıya kalıyorlardı. Ayrıca onlara, “sizin dediğiniz bu proje ancak 30 yılda biter” diyorlardı. Oysa Karadeniz sahil yolu, birçok iktidarı arkasında bırakarak, neredeyse 30 yılda bitti.
Ve Karadeniz sahil yolu, bölgedeki sel cinayetlerinin ilk temel taşıdır. Devlet, Karadeniz’i, mafya-işadamı örgütlenmeleri ile denetlerken, Karadeniz halklarına sürekli milliyetçilik ve din ile karışık bir ideoloji ile denetim kurmaya çalışırken, sel cinayetlerini yaşamın bir parçası hâline getirmekten geri durmuyor.
Sahil yolu yetmedi.
Devlet, belli bölgelerde eroin trafiği için tesisler oluşturmaya başladı.
Bu da yetmedi, bölgede milliyetçilik arttıkça, devlete bağlı mafya gruplarının çete eylemleri devreye girdi ve tarihi ile barışık olmayan cinayetler devreye girmeye başladı.
Ve işte tam da bu gerici yönelimin verdiği fırsatla, Karadeniz’e yeni bir “ödül” vermeye karar verdiler. HES projeleri devreye sokuldu. HES projeleri deyip geçmeyin, Rize, Artvin ve Trabzon’da 150’yi aşan HES projesine izin verildi. Ve bu projelerin eğer hepsi, istisnasız hayata geçmiş olsa, ülkenin elektrik üretimine toplam katkısı %2 olacaktı. Oysa, sadece Marmara bölgesindeki elektrik hatları toprak altına alınırsa, elde edilecek tasarruf, bunun 7 katıdır. O kadar çıplak bir çelişkidir ki bu, bölge halkı, gerçekten HES’lerin ardında başka şeyler aramaya başladı. Osmanlı’da oyun bitmez hesabı, devletin, devlete bağlı mafya-işadamı çetelerinin, halkın anasını bellemek ile para kazanmak arasında bağ kuran suç şebekelerinin neyin peşinde olduğunu düşünmekten geri durmadı.
HES projeleri büyük tepki ile karşılaştı.
1990’ların ortasına kadar elektrik ve yolu olmayan yaylalara, bugün, devlet, duble yol yapmaya, Karadeniz yaylalarını 2600 km yol ile “birleştirmeye” karar verdi. Benim görevim “rant üretmektir” diyen Erdoğan, bölge için gelen Arap taleplerini değerlendiriyor olmalıdır. Bölgede duble yollarla, bilmem kaç yıldızlı oteller yapımı planlanıyor. Bu otellere kimler gelecek, bu otellerin sahipleri kimler olacak? Şimdiden bellidir.
Karadeniz yaylalarında yaşayanların, hiçbir zaman bir yayladan başkasına araba ile gitmek gibi derdi olmamıştır. Her yaylaya, orada yaşayanların araçları ile ulaşacakları, köylerinden geçen bir yolları zaten vardır. Ama bu rant üretimi için yeterli değildir.
2600 km yol, Edirne’den Bağdat’a kadar giden yoldan daha uzundur. Karadeniz’in yaylalarını yaralamak dışında bir işe de yaramaz. Ama 2600 km yol, mesela “halkın anasını bellemek” konusunda kararlı işadamı-müteahhitler için on yıllarca sürecek gelir kaynağı demektir, milyarlarca dolar demektir.
İşte, tüm bunlar, herkesin aslında zaten bildiği bu rant projeleri, Karadeniz’deki milliyetçi-dinci-mafyacı-devletçi örgütlenmenin sayesinde yapılabiliyor.
Halkın çok ama çok büyük bir çoğunluğu buna karşı olduğu hâlde, bu çeteler eli ile orada devlet denetiminde işler kotarılıyor. Doğası yok ediliyor.
İşte Hopa’daki cinayet, adına sel denilen cinayetlerin ardında bu rant uygulamaları vardır.
Sahil yolu, Karadeniz’i öldürmektedir. Dere yataklarını tıkayan bu yol, buna bağlı ortaya çıkan kentleşme, ranta dayalı şehircilik, hem doğayı bitiriyor, hem de bu cinayetlerin temelini oluşturuyor.
Ordu açıklarında denizi doldurarak havalimanı yapacaklarına, mesela iki fabrika yapsınlar. Ama fabrika yapımında, müteahhitin kazanacağı büyük rantlar yok. İşte bu nedenle, sürekli ranta dayalı bir yaşam kuruluyor. Ranta dayalı yaşam, doğayı yok etmeyi emrediyor ve muktedir, bundan hiçbir biçimde geri durmuyor.
Bölgedeki, hatta ülkedeki büyük ve işbirlikçi müteahhitlerin karnelerini Bilal’e teslim ettiği bugün, tüm inşaat sektörü, bizzat Erdoğan ailesinin elindedir ve öyle “sıfırla” demekle sıfırlanmayacak kadar büyük paralardan söz edilmektedir.
Tam da bu noktada, Malezya’da AK Parti’nin kardeşi olan hükümetin yolsuzluklar ile çalkalanması ve anlaşıldığı kadarı ile, oradaki başbakanın da kendisine komplo kurulduğunu söylemesi, paralel yapıdan söz etmesi anlamlıdır. Tam da bugünlerde, Malezya kökenli bir şirket, sessiz sedasız, Nihat Özdemir’in Sabiha Gökçen Havalimanı’ndaki hisselerini satın almıştır. Malezya’ya gittiği konuşulan paralar, herhâlde bu yolla geri gelmektedir.
İşte Hopa’da ölen 11 kişinin kanında bu rant projeleri vardır.
İşte bu nedenle, Hopa’da sel olunca, bir doçent, “allahın cezası”ndan ve bundan Hopalıların ders çıkarmasından söz ediyor.
Herkesin hatırlayacağını sanıyorum: Özgecan öldürüldüğünde, tüm ülke, en çok da kadınlar ayağa kalkmış, adeta isyana başlamıştı. Neden olduğu bilinmez, AK Parti, neredeyse cinayeti savunur gibi, cinayeti protesto edenlerin üzerine yürüdü.
İşte Hopa’daki de böyledir. Bir sel, 11 cana mal oluyor, ortalığı alıp sürüklüyor, evler yıkılıyor, ama AK Parti hükümeti, bizzat muktedir, oradan yükselen feryadı, sanki kendilerine karşı bir muhalefet olarak okuyor.
Halk ve iktidar, halk ve devlet, en sıradan olaylarda bile iki ayrı cephede kendini gösteriyor. Devlet, halkları, her zaman kendine düşman, her zaman sağılacak inek, her zaman güdülecek koyun olarak görmüştür, öyle görmektedir.
Karadeniz’deki cinayetler, artık afet değildir. Anlamak isteyen, devletin tutumuna baksın yeter.