“Kararlar Brüksel veya Paris’te değil, Bamako, Ouagadougou, Niamey’de alınacak” | Mikaela Nhondo Erskog ile röportaj*

S

ahel Devletleri İttifakı, AES ile ilgili hazırladıkları “Sahel Egemenlik Arayışında” dosyasıyla ilgili Tricontinental ile iletişime geçtik. Dosyayı hazırlayanlardan Erskog sorularımıza içtenlikle cevap verdi.[1]

Nijer, Mali ve Burkina Faso’dan oluşan ittifak; kamulaştırmalar, muazzam bir enerji açığa çıkaran halk seferberlikleri ile birlikte emperyalizmin öfkesini çekmesiyle de gündeme geliyor.

Bu ittifakın egemenlik coğrafyası yeryüzü uranyumunun çok büyük bir kısmını barındırması gibi doğal; ABD’nin en önemli bölgesel dron üslerini (AES’in kuruluşu sonrası egemenliğe aykırı bulunduğu için kapatıldı) kapsıyor olması gibi askerî; dekolonyal bir isyan rengi barındırması gibi politik etkilere hem sahip hem bu etkileri yaratan; aynı zamanda Fransız sömürgesi Yukarı Volta’yı altüst edip onurlu insanlar ülkesi Burkina Faso’yu kuran Sankara’nın hikâyesine de sahip.

İşte AES ile ilgili Mikaela Nhondo Erskog’un sorularımıza cevapları:

Batı Sahel’de bir kez daha gördük ki, Afrika’da Fransız baskısına karşı direniş büyüyor; Fransız emperyalizmi kan kaybediyor ve eski kolonilerinden kovuluyor. Güç dengelerindeki değişiklikler, dünyanın farklı coğrafyalarında bölgesel olarak gelişen savaşlarda da görülüyor. Fransız emperyalizminin özellikle Batı Sahel’de güç kaybettiği doğru olsa da, diğer emperyalist ülkeler nasıl bir konum alıyor?

Fransa sahadan çekildi: Son Fransız birliği 22 Aralık 2023’te Nijer’den ayrıldı ve böylece on yılı aşkın süredir devam eden konuşlanmayı sona erdirdi ve Paris’in Orta Sahel’deki karşı-ayaklanma faaliyetlerinin bir dönemini kapattı. Bu model çöktükçe ABD de yön değiştirdi. Niamey’in Kuvvetler Statüsü Anlaşması’nı (SOFA) reddetmesinin ardından Washington, 7 Temmuz 2024’te 101 No’lu Hava Üssü’ndeki tesisini kapattı ve 5 Ağustos 2024’te 201 No’lu Hava Üssü’nden çekilme sürecini tamamladı. AFRICOM, Eylül 2024’te çekilmenin tamamlandığını doğruladı. Tüm bunlar; daha hafif, daha kolay yer değiştirebilen bir kuvvet yapısına ve siyasi-mali koşullara dayalı bir etki gücüne doğru açık bir kayma anlamına geliyor. ABD’nin güvenlik yapılanması Sahel’in merkezinden Gine Körfezi kıyılarına kayıyor. Washington artık “kıyı ortakları” olarak adlandırdığı özellikle Gine ve Benin gibi ülkeler üzerinde yoğunlaşıyor. Bu ülkeler üslenme, keşif-gözetleme (ISR) ve eğitim faaliyetleri için merkezler hâline geliyor. ABD, Benin’de bir havaalanını yenilemeye başladı ve burada özel kuvvetler danışmanlığı ile sınır güvenliği eğitimini yaygınlaştırdı. Aslında Benin, tıpkı bir zamanlar Nijer’in olduğu gibi, ABD’nin ayak izini hafif ve yer değiştirebilir tutarken, ortak ülkelerin öncülüğünde yürütülen operasyonlara destek veren bir keşif karakolu hâline fiilen gelebilir.

Bu yeniden konumlanma, sınır bölgelerinde kötüleşen güvenlik tablosuna karşı gerçekleşiyor. Batı’nın hava ve keşif desteğinin ortadan kalkmasıyla birlikte, ISGS, JNIM[2] ve onlarla bağlantılı aşırı gruplar daha fazla hareket alanı kazandı ve Gine Körfezi’ne doğru güneye ilerlemeye başladı. Bu yalnızca teorik bir tehlike değil: Benin’in kuzeyinde, düzinelerce Beninli askerin hayatını kaybettiği Nisan 2025 saldırıları da dâhil olmak üzere, ölümcül saldırılar yaşandı. Bu durum, çatışmanın Sahel bölgesinden kapasitesi yetersiz kıyı devletlerine taştığını açıkça gösteriyor.

Aynı zamanda Mali, Burkina Faso ve Nijer, AES (Alliance des États du Sahel – Sahel Devletleri İttifakı) çatısı altında birleşerek kendi aralarındaki ekonomik, siyasi ve güvenlik işbirliğini derinleştirdiler. Ayrıca diğer ülkelerle de güvenlik alanında işbirliği geliştiriyorlar. AES açısından Wagner’in resmî halefi olan Rusya’nın “Afrika Kolordusu”, Batılı ortaklıklara açık bir alternatif oluşturuyor. Moskova’nın teklifi, eğitmen desteği, askerî ekipman ve siyasi koruma unsurlarını birleştiriyor. Bu da AES’in, cezalandırıcı olarak görülen ECOWAS[3] çerçevelerinden bağımsız biçimde güvenliği kendi kontrolünde yürütme hedefiyle örtüşüyor.

Konunun bir de Ankara boyutu var. Türkiye, Mali, Nijer ve Burkina Faso’ya Bayraktar TB2 SİHA satışı, özel şirketler aracılığıyla verilen eğitimler ve ticari varlığın hızla artmasıyla birlikte bu süreçte fırsatçı bir galip olarak öne çıktı. Türk inşaat firmaları Niamey’deki Diori-Hamani Havalimanı’nın yeni terminalini tamamladı ve Bamako’daki hastane projeleriyle de bağlantılılar. Fransız havayollarının kısıtlanmasıyla oluşan boşluk, Türkiye’nin neredeyse günlük hava bağlantılarıyla kısmen dolduruluyor. Bu durum, klasik Türk devlet-ticaret uyumunun bir örneği: savunma ihracatı kapıları açıyor, ardından inşaat, lojistik ve havacılık sektörleri bu kapılardan hızla giriyor.

İleriye bakıldığında, Trump dönemi politikalarının yeniden gündeme gelme olasılığı belirsizlik yaratıyor. Olası bir “Önce Amerika” (America First) anlayışının benimsenmesi söz konusu: USAID bütçe kesintileri, “demokrasi yardımı” programlarına sınırlamalar ve hattâ AFRICOM’un (ABD Afrika Komutanlığı) yeniden yapılandırılarak EUCOM (Avrupa Komutanlığı) bünyesine alınması gibi adımlar gündeme gelebilir. Bu tür hamleler, ABD’nin bölgedeki varlığını ve etkisini daha da azaltırken, Rusya, Türkiye ve (daha sınırlı ölçüde de olsa) Çin gibi aktörlere daha geniş bir hareket alanı sağlayacaktır.

Özetle: Batı, stratejisini kıyı ülkelerinin direncini artırmaya ve sınırlı işbirliklerine dayalı olarak yeniden şekillendiriyor. Ancak sonuçlar, bu devletlerin güçlü bir hava desteği veya keşif/gözetleme (ISR) kapasitesi olmadan savunma hatlarını koruyup koruyamayacaklarına ve AES’in yeni kazandığı manevra alanını (ödemeler, maden ve enerji sektörlerinde kamu payları, bölgesel standartların oluşturulması gibi adımlarla) egemen kalkınmayı kurumsallaştırmak için kullanıp kullanamayacağına bağlı olacak. Böylelikle ister Batılı ister Batı dışı olsun dış ortaklıklar, halkın taleplerine hizmet eden, bağımlılığı yeniden üreten değil, onu aşan bir nitelik kazanabilir.

Macron’un ittifaka karşı söylemleri, giderek artan agresif bir tonla devam ediyor. Bölgedeki diğer emperyalist devletlerin bıraktığı miras da açıkça ortada. Ancak, protestolarda ve diplomatik ilişkilerde Rusya ile Çin Halk Cumhuriyeti’ne yönelik sempati ve bu ülkelerle kurulan yakın bağların arttığı da açıkça görülüyor. Ancak bazıları, bunun yalnızca sömürge ilişkilerinin öznesinin değişmesinden ibaret olduğunu söylüyor.

Ayrıca, dönüşümün ciddi dinamiklerinin yalnızca Batı’da değil, Afrika Boynuzu’nda ve Kuzey’de de adım adım ortaya çıktığını belirtmek önemli. Bu dönüşümü kıta halkları açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir sahneyle başlayayım. Kasım 2024’teki dayanışma konferansında, AES bayraklarının yanında biri Rusya bayrağını dalgalandırdı; elinde o bayrağı tutan genç, Çin bayrağı bulunan bir eşofman ceketi giymişti. Bu, Batı’ya yönelik büyük, filtrelenmemiş bir reddiye gibiydi. Kalabalık, yıllardır fısıldanarak söylenen şeyi yüksek sesle dile getiriyordu: Alternatif olmadığı söylenmesinden bıktık. O an, bugün yaşananların iki katmanını yansıtıyordu: birincisi, eski düzene karşı halkın reddi; ikincisi ise, bu reddi somut yeteneklere dönüştürme yönündeki devlet aklı çalışması. Politik ekonomi açısından, Tricontinental’ın Hiper-Emperyalizm (2024) çalışması (ben de bu çalışmanın hazırlanmasına katkıda bulundum), bayrakların neden önemli olduğunu, ama aynı zamanda neden yeterli olmadığını açıklamaya yardımcı oluyor. Hiper-emperyalizm, egemenliğin sadece askerlerle ilgili olmadığı bir sistemi ifade eder; eski sömürge üniformaları ortadan kalktığında bile Küresel Güney’i tâbi tutan, finans, standartlar, yaptırımlar, hukuk savaşı, veri toplama ve anlatı gücünden oluşan yoğun bir ağa işaret eder. Bu sistemde “ortak seçmek” ancak koşulları değiştirirsen anlamlı hâle gelir; yerel içerik zorunlulukları, kamu payları, teknoloji transferi, ödeme sistemlerinin reformu ve değer kaybını önleyecek bölgesel standartlar gibi. Sahel Seeks Sovereignty[4] dosyamızın AES için ısrarla vurguladığı kurumsal dönüşüm tam da budur.

Sahada, insanların neden Moskova’yı bir güvenlik denge unsuru, Pekin’i ise altyapı ve sanayi alanında bir ortak olarak gördüklerini anlamak zor değil. Fransa ve ABD geri çekildiğinde, Rusya AES ortak gücünü desteklemeyi taahhüt etti ve varlığını Afrika Kolordusu (Africa Corps- Wagner sonrası oluşum) aracılığıyla resmîleştirerek, kendisini koşullar ve vetolarla eşanlamlı hâle gelen Batı “ortaklıklarına” alternatif olarak açıkça konumlandırdı. 2024-25’te, Sahel’e konuşlandırılan veya bayrağını değiştiren Rus personeli ve Moskova, kamuoyu önünde üç hükûmete ekipman ve eğitim sağlama sözü verdi. Bu, etkinliği ne olursa olsun, açık bir siyasi sinyaldir.

Kalkınma cephesinde ise Çin’in rolü somuttur. CNPC[5] tarafından inşa edilip işletilen 1.950 kilometre uzunluğundaki Nijer–Benin boru hattı, Nijer’in ilk ham petrol ihracatını 2024 Mayısı’nda denize ulaştırdı; sabotajlar ve sınır ötesi gerilimlerle dolu zorlu bir yazı atlattıktan sonra, yapılan müzakerelerin ardından 2024 Ağustosu’nda ihracata yeniden başladı. Bu, denize kıyısı olmayan bir AES ülkesinin, kendi koşullarıyla deniz ticaretine fiziksel olarak erişebileceğinin bir kanıtı niteliğindedir. Mali’de ise devlet, 2023 tarihli madencilik yasasını kullanarak Ganfeng[6] ile yapılan 2024–25 yeniden yapılandırması kapsamında Goulamina lityum projesindeki hisselerini %35’e çıkardı. Bu artış, spodümen işleme tesisiyle bağlantılı olarak gerçekleştirildi. Bu, Afrika’da pil metallerinin kamu gelirine ve en azından ilk işleme aşamasına dönüştürülmesinin nadir bir örneğidir. Bunlar bir kürsüdeki logo gösterilerinden ibaret değildir; mali ve endüstriyel manevra alanını genişleten, tarihlenmiş, kontrol edilebilir adımlardır.

Peki bu “sadece hamileri değiştirmek” mi? Devletler sadece tedarikçileri değiştirirse öyle olabilir. Ama olmak zorunda da değil ve işte mesele de tam da burada düğümleniyor. Hiper-Emperyalizm çalışması, egemenliğin çekirdeğinin artık sistemik olduğunu ve bu döngüyü kırmanın, daha fazla değeri ülke içinde ve bölgede tutabilecek kurumlar inşa etmeyi gerektirdiğini savunuyor. 6 Temmuz 2024’te Niamey’de imzalanan AES Konfederasyon Antlaşması da bu yönde bir adım atıyor: ortak güvenlik, ödeme ve finans sistemleri, maden ve enerji alanlarında kamu payları, standartlar ve üç ekonomiyi yalnızca ihracat bölgesi toplamı olmaktan çıkaracak bir lojistik ağı. Eğer bu kurumlar gelişirse, o Rus bayrağını taşıyan ve Çin ceketini giyen çocuk yeni efendileri kutlamıyordu; o, bir pazarlık stratejisine işaret ediyordu, farklı bir bayrak altında bağımlılığı yeniden üretmek yerine, rekabet hâlindeki dış bağlantıları kullanarak egemen kapasite inşa etme stratejisini.

Başka bir deyişle: Rusya ve Çin’e duyulan görünür sempati, gerçek deneyimlerden kaynaklanıyor. İnsanlar Batı’nın “güvenliği”nin güvenlik sağlamadığını ve “kalkınmasının” sanayi olmadan gerçekleştiğini gördüler. Sahel’de, ama aynı zamanda Afrika Boynuzu ve Kuzey Afrika’da da gördüğüm dönüşüm, hizalanmayı “oynamaktan” özerkliği “inşa etmeye” geçiştir. Benim ölçütüm de bu: geçit töreninde kimlerin durduğuna değil, gelecek yıl bu yıla kıyasla kamu denetiminde daha fazla trafo merkezi, klinik, tahıl silosu, jenerik ilaç üretim hattı ve işleme tesisi olup olmadığına bakarım. Eğer AES, Rusya’nın güvenlik desteğini ve Çin’in sanayi finansmanını, yerel içerik ve teknoloji transferini güvence altına alan bölgesel kurumlar aracılığıyla değerlendirirse, o zaman bu dönem yalnızca bir protesto jesti olmaktan çıkar ve Aşırı Emperyalizm’in 21. yüzyıl imparatorluğunu aşmak için gerekli olduğunu söylediği egemenlik mimarisine dönüşür.

Nijerya Okullar Birliği Genel Sekreteri Al-Hassan’ın Kasım 2024 Konferansında yaptığı konuşmayı hatırlarsak, İttifak liderlerine şöyle demişti: “Siz halkın yanındaysanız sizi destekleriz. Aksi takdirde, sömürgecilere karşı savaştığımız gibi size karşı da savaşırız.” Emperyalizmin Afrika’yı derinlemesine sömürmesi ile sosyalizmden etkilenen ulusal kurtuluş hareketleri ve Pan-Afrika hareketleri her zaman bir arada var olmuştur. Bu mücadele, Sankara, Sekou Toure, Kwame Nkrumah, Amilcar Cabral ve Lumumba gibi liderleri de ortaya çıkarmıştır. İşte bu yüzden özellikle Traoré, bir figür olarak sık sık Sankara ve diğer Afrika kahramanlarıyla karşılaştırılmaktadır. Batı Sahel ittifakı ülkelerinin liderlerinin bu sorumluluğu/yolu benimsediğini düşünüyor musunuz?

Öncelikle, bu iktidar değişim döngüsünün gerçekte ne olduğunu ve onu oluşturan unsurları ele almalıyız. İlk olarak, Batı Afrika Halkları Örgütü başkanı Philippe Toyo Noudjenoume Archives, 2020’de başlayan bu son darbeleri “egemenlik için askerî müdahale” olarak nitelendirmişti. Bu darbeler, saray entrikalarından değil, güvensizlik ve yeni sömürgeci vesayete karşı yıllarca süren halk hareketlerinden doğdu. 2017’den 2022’ye kadar halk CFA[7] frangına karşı yürüyüşler düzenledi, Burkina Faso’nun Kaya kentinde Fransız konvoylarını durdurdu (Kasım 2021), Mali’de Bouti’nin düğün partisine düzenlenen hava saldırısını protesto etti (Ocak 2021) ve Mali’deki Ogossagou gibi katliamların ardından şu temel politik soruyu gündeme getirdi: Sivilleri kim koruyor ve kimin şartlarına göre? Bu sokaklar, daha sonra cuntaları kısıtlayan kırmızı çizgileri belirledi.

İkincisi, bu darbe liderleri farklı bir sınıfsal çıkarı temsil ediyorlar; genellikle elit fraksiyonlar ve oportünizmden doğan “albay darbeleri” değil, kitle duyarlılığına daha yakın olanların “yüzbaşı darbeleri”. Onların sınıfsal bağları ve yaşam çizgileri, kırsal bölgeler, pazar kasabaları, devlet üniversiteleri ve destekçileriyle aynı kemer sıkma politikalarının vurduğu alanlardan geçiyor. Bu yüzden Traoré gibi bir figür yankı uyandırıyor; onun söylemi açıkça anti-emperyalist ve halk egemenliğine dayalı, teknokratik “istikrar” söylemi değil. Bu müdahaleler, 1960’lardan 1980’lere uzanan klasik darbe modelinden farklı. O dönemde ordular çoğu zaman anti-emperyalist hükûmetleri devirip kendilerini dış hamilerin korumasına demirlerdi. Günümüzün liderleri ise farklı derecelerde de olsa, dış güçlerle bağlarını koparıyor, AES Konfederasyonu aracılığıyla bölgesel özerkliği savunuyor ve resmî bildirilerde “kararlar Brüksel veya Paris’te değil, Bamako, Ouagadougou, Niamey’de alınacak” gibi ifadelerle siyasi niyetlerini açıkça ortaya koyuyorlar. Bu, her ne kadar bunu hayata geçirecek idarî kapasite henüz eşit biçimde gelişmemiş olsa da bağımlılığı tersine çevirme arzusunu ifade ediyor.

Üçüncüsü, tabandan gelen örgütlerin katılımının rolü (üç ülkede de eşit olmasa da) merkezî bir öneme sahip olmuştur. Niamey’de elçilikleri ve üsleri çepeçevre saran kitle cepheleri, cuntayı alkışlamak için harekete geçmedi; yabancı garnizonları kovmak; anlaşmaları yayımlamak şartları dayatmak için harekete geçti – yabancı garnizonları kovmak; anlaşmaları yayımlamak ve değerleri iade etmek gibi şartları dayatmak için harekete geçmiştir. Niamey’deki öğrencilerin “Halkın yanında olduğunuz sürece sizi destekleriz; aksi takdirde, sömürgecilere karşı savaştığımız gibi size karşı savaşırız” şeklindeki söyleminin ardındaki mantık da budur. Bu şartlı yetki, şu anda Sahel’deki en önemli hesap verebilirlik mekanizmasıdır.

Son olarak, sert güvenlik çerçevesinin ötesinde bazı ulus inşa projeleri girişimleri de görüyoruz. İşte tam burada, Sankara tarzı bir sorumluluk aramak gerekiyor. Eğer egemenliği bir slogandan fazlası olarak ciddiye alıyorsak, Mali’nin şu anki yönelimi öğretici niteliktedir. Mali’nin “Yeni Mali: 2063 Vizyonu” başlıklı öngörü raporuna dayanan 2024-2033 Ulusal Kalkınma ve Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi, yenilenmeyi üç medeniyet direğine dayandırıyor: Manden Şartı (1236), Massina İmparatorluğu’nun hukuk kuralları (1818-1862) ve Timbuktu el yazmaları gelenekleri.[8] Buradaki amaç, sergilenecek bir miras yaratmak değil; devlet aklı için işleyen bir dilbilgisi kurmaktır: sosyal adalet, kolektif yönetişim, çevresel sorumluluk ve iktidarın yasal denetimi. Bu nedenle Vizyon, egemenlik için yetiştirilmiş bir vatandaş olan “yeni Malili bireyin” (Maliden kura) oluşturulmasından bahsediyor. Böylece yeniden inşa süreci hem siyasal hem de uygarlık boyutuna sahip oluyor. Peki bunun anlamı ne? Vizyon, halkın katılımı ve yönetişim, eğitim, adalet ve ekonomi politikalarında “yeni bir içsel kalkınma modeli” (Mali Kura Taasira) aracılığıyla inşa edilen, stratejik sektörler üzerinde kontrolünü ortaya koyan güçlü, ekonomik açıdan egemen bir devleti öngörmektedir. Bu, kültürel bütünlüğü ve egemenliği kalkınmanın merkezine koyarak bağışçıların şablonlarından açıkça ayrılmaktadır.

Burkina Faso da aynı ruhu pratik yönetişime dönüştürüyor. Bu bir halkla ilişkiler faaliyeti değil; parçalanmış toplumsal dokuyu yeniden örmek üzere hazırlanmış bir müfredat, öğretmen eğitimi ve idarî rehberlik programıdır. Ekonomik açıdan bakıldığında, yerel tasarrufların mobilizasyonu (CDI-BF), kalkınmayı ulusal koşullarda finanse etmeyi amaçlıyor; devlet, âtıl durumdaki endüstrileri canlandırdı, tarımsal işlemeyi (domates, pamuk) genişletti ve Sahra sıcaklarında da kullanılabilir sınıflar yaratmak amacıyla biyoklimatik okul tasarımlarını denemeye başladı. 2024 Ağustosu’nda devlet Boungou ve Wahgnion madenlerini kamulaştırdı, 2024-2025 yıllarının sonlarında varlıkları SOPAMIB[9] çatısı altında birleştirdi ve yeni madencilik yasasında yer alan %15 bedelsiz kamu payını uygulamaya koyarak, buna uymayan işletmelere ruhsat iptali tehdidinde bulundu. Bu, performatif değil, kurumsal bir dönüşümdür. Yol düzensiz olsa da gerçektir. Sokak bu görevi yarattı; AES ona bölgesel bir biçim verdi; ve şimdi devlet aygıtı, kendinden emin ama aynı zamanda doğaçlamacı bir biçimde, değeri korumak ve temel ihtiyaçları karşılamak için yeniden donatılıyor. Eğer bu hükûmetler sözleşmeleri kamuya açıklar, sendikalarla kadın ve gençlik örgütlerini denetim mekanizmalarına dâhil eder ve kaynak gelirlerini kliniklere, elektriğe, sulamaya ve okullara dönüştürürse, o zaman Sankara benzetmesi bir metafor olmaktan çıkıp bir yönteme dönüşür. Ama şeffaflık yitirilir ya da sosyal kazanımlar olmaksızın sadece bayraklar değişirse, kapıyı açan aynı halk hareketleri onu kapatacaktır. İşte bu hem diyalektik hem de güvencedir.

Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğunun (ECOWAS) etkisi azalmış olmasına rağmen bölgede hâlâ belirli bir nüfuza sahip olduğu bilinmektedir. Nijerya da bölgede önemli bir askerî güce sahiptir. Bu noktada, bu iki ittifakın bir arada var olması mümkün müdür?

Birlikte var olmak, Batı Afrika’nın “ya tek bir, reforme edilemez bölgeselcilik ya da hiçbir şey” ikilemine sıkışmak zorunda olduğu kurgusundan vazgeçtiğimiz takdirde mümkündür. Değişken biçimli bölgeselcilik zaten dünya genelinde mevcuttur. Pragmatik bir yol ise şöyle olabilir:

  • Siyasi anlaşmazlıklara rağmen ekonomik iş birliği: Sınır ötesi ticaret koridorlarının açık tutulması, standartların karşılıklı tanınması, ortak hastalık gözetimi ve meteorolojik hizmetler.
  • Enerji ve ödeme alanında işbirliği: Siyasi ayrılıklar olsa bile, bağlantı hatları ve takas mekanizmaları vatandaşların maliyetlerini azaltır; kimse mükerrer altyapıdan fayda sağlamaz.
  • Güvenlik geriliminin azaltılmasına yönelik kanallar: sınır olaylarını ve yanlış hesaplamaları önlemek için savunma bakanları arasında sürekliliği olan bir forum oluşturulması.
  • ECOWAS’ın egemenlik maddelerine ilişkin reformu: Rejim değişikliği görevlerinden uzaklaşarak, halk odaklı kalkınma anlaşmalarına yönelmek, kamu yatırımlarının koordinasyonu, gıda rezervleri ve şok tamponları oluşturmak

Nijerya’nın iç ihtiyaçları (istihdam, enerji güvenilirliği, çiftçi güvenliği) Sahel bölgesinin öncelikleri ile örtüşmektedir. Demiryolu, gübre ve elektrik takası alanlarında işbirliği, retorik yerine somut sonuçlar üzerinde bir arada yaşama sürecini sağlamlaştırabilir.

Sosyal medyada madenlerin ve ilaç şirketlerinin kamulaştırıldığına dair onlarca haber dolaşıyor. İttifakın klasik sosyalist merkezî planlamayı hemen benimseyeceğini söylemek cesurca olur. Ancak sosyalist ekonomi politikalarına doğru bir eğilim olduğunu söylemek cesurca olur mu?

Mao ve Fidel, devrimlerinden ancak birkaç yıl sonra devlet projelerinin sosyalist niteliğini resmen ilan ettiler. Amilcar Cabral gibi devrimci liderler ise kendilerini açıkça “sosyalist” olarak tanımlamadılar; ancak sınıf, kültür ve halkın ihtiyaçlarına göre üretim merkezli analiz ve pratikleri, sosyalist gelenekle uyum içindeydi. Günümüz liderlerinin bir etiket benimsemeleri konusunda temkinliyim; isimler bölücü olabilirken, uygulamalar birleştirici olabilir. Aynı zamanda, bazı seçimlerin, biz onlara öyle ad versek de vermesek de, sosyalist çalışma biçimlerine alan açtığını söylemek doğru olur.

Bu açıdan bakıldığında, Sahel bölgesinin yönelimi klasik emir-komuta planlamasından ziyade kamu yararına odaklı, egemen bir karma ekonomi modeline benziyor; ama yine de sol çevrelerin tanıdığı pek çok araç setini barındırıyor:

  • Kaynak egemenliği ve bunun takibi. Kamu payları (“ücretsiz taşıma” ve ücretli opsiyonlar dahil), haklı görülen durumlarda seçici kamulaştırmalar, daha sıkı denetimler ve ülke içinde işleme hedefleriyle, katma değerin yalnızca çıkarımdan öteye taşınması.
  • Üretim için kalkınma finansmanı. Yerel katma değer ve istihdamı destekleyen kamu kredi kuruluşları; döviz ve ödeme düzenlemeleriyle gelir kaçaklarını azaltmak ve kazancın yerel ekonomide dolaşımını sağlamak.
  • Temel ihtiyaçların maliyetinin düşürülmesi. Tahıl kurulları, depolama ve lojistik ağlarıyla gıda fiyatlarını istikrara kavuşturmak; temel ilaç stratejileri ve aşamalı yerli ilaç üretimi; kamu şebekelerine dayalı evrensel elektrifikasyon (elektrik altyapısının geliştirilmesi ve yayılması kastediliyor. ç.n.) – tüm bunlar egemenliği günlük yaşamda alım gücüne ve yetebilirliğe dönüştürüyor.
  • İnşa ederek öğrenme. Gerçek teknoloji transferiyle desteklenen yerel içerik tabanları, çıraklık yolları ve madencilik, enerji, tarım-sanayi alanlarına bağlı kamu Ar-Ge programları; çünkü egemenlik yalnızca mülkiyet değil, aynı zamanda yetkinlik gerektirir.
  • Örgütlü katılım. Bütçe görüşmeleri, sektör konseylerinde toplumsal temsil ve devlet işletmeleri ile büyük imtiyazların sendika/toplum denetimi. Böylece “halk için” ilkesi, yönetimde somut bir pratiğe dönüşür.

AES bunu hâlihazırda gerçekleştirdi mi? Kısmen, ancak dengesiz bir şekilde. Daha sağlam devlet yatırımları, mevzuat uygulamaları, yurtiçi tasarrufların harekete geçirilmesi, yeni tarımsal işleme girişimleri ve değer odaklı eğitim reformları gibi politikayı sosyal ihtiyaçlara yaklaştıran somut adımlara işaret edebiliriz.

Bu nedenle benim görüşüm kibar ama nettir: beyanları zorlamayalım, içeriği besleyelim. AES hükûmetleri, stratejik sektörlerde kamusal denetimi genişletmeye, yaşam maliyetini metalaşmadan çıkarılmış temel ihtiyaçlar aracılığıyla düşürmeye ve gelirlerin nasıl kullanıldığında halkın denetimini yerleştirmeye devam ederlerse, sözcüğün kendisi kullanılsın ya da kullanılmasın, gerçek bir sosyalist alan açmış olacaklardır. Bu, Cabral’ın ruhuna da uygun bir yaklaşımdır: maddî kazanımlara ve sınıfsal etkilerine göre değerlendirmek ve geniş, umut dolu ittifaklara kapıyı açık tutmak.

Batı Sahel halklarının bu mücadelesinden ne öğrenmeliyiz?

Egemenlik, somut bir altyapıdır. Nijer–Benin boru hattı, denize kıyısı olmayan bir ülkenin nasıl okyanusa ulaşıp ham petrol satabildiğini göstermektedir. Ağustos 2024’te akış yeniden başladığında, bu bir slogan değildi; milyonlarca varil taşındı, gelirler kaydedildi, pazarlık gücü kazanıldı.

Aşağıdan yükselen bölgeselcilik, seçkinlerin yeniden hizalanmasını zorlayabilir: Niamey konfederasyon antlaşması ve resmî ECOWAS’tan ayrılık (29 Ocak 2025), izolasyon değil ortak kurumlar kurma programıyla birlikte, onur ve kalkınma talep eden kitlesel baskı altında gerçekleşti. Dikkat ve denetim, liderleri dürüst tutar: SOMAÏR’ın[10] kamulaştırılması (Haziran 2025), sözleşmelerin kamuya açık olması ve faaliyetlerin istikrarlı olması durumunda bir kazanç haline gelir, bu nedenle madenciler sendikası üretimin devam edeceğini açıklamıştır.

Son bir ders ise sıralamadır. Dosya, gelir artışlarının ithalat ve döviz kaybı yoluyla sızmaması için kaynak politikasıyla birlikte ödeme/finans reformu, standartlar ve lojistik konularının ele alınmasını savunuyor. Bu da tahıl kurulları ve soğuk zincirle gıda güvenliğini sağlamak, jenerik ilaçlar için temel ilaç stratejileri geliştirmek ve demiryolu/enerji bağlantılarını kurmak anlamına gelir; egemenliğin sıradan ama hayati altyapısı, anti-emperyal duruşu okullara, kliniklere ve istihdama dönüştürür.

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Bugüne kadar elde edilen sembolik ve stratejik kazanımlara rağmen, AES projesi kurumlara bağlı olarak ayakta kalacak ya da çökecektir. Önemli olan, ittifakın kalıcı kurumlar kurabilip kuramayacağı, gerçek ekonomik entegrasyonu teşvik edip edemeyeceği ve iç hedefleri bölgesel istikrarla uyumlu hâle getirip getiremeyeceği, böylece egemenliğin ara sıra değil rutin hâle gelip gelemeyeceğidir. Kaynak yönetimi konusunda bölgesel koordinasyon, Sahel para birimi önerileri, serbest dolaşım için AES pasaportu, elektrik şebekesi ve ulaşım bağlantısı, daimi ortak kuvvet ve Güney-Güney işbirliğine açık bir dönüş gibi yeni girişimleri, egemenlik, kendi kendine yeterlilik ve halkın katılımına dayalı bir kalkınma paradigmasına doğru atılan ilk adımlar olarak görüyorum. Bunların hiçbiri garanti edilemez; paradigma kırılgan ve kapasite dengesizdir. Ancak bu, emperyal komuta modelinin kesin bir şekilde reddedilmesi anlamına gelir ve Küresel Güney’in özgürleşme arzularıyla yankı bulan bir siyasi ufuk açar. Benim için ileriye dönük test budur: büyük sözleri, insanların hissedebileceği gündelik kurumlara dönüştürmek: ödemeler zamanında ve eksiksiz gerçekleşmeli, sınırlar emekçiler için çalışmalı, standartlar ücretleri yükseltmeli ve kamu hizmetleri zamanında ulaşmalı.

Ve bunların hiçbiri tabandan gelen dayanışma olmadan ayakta kalamaz. Sadece devletler arası jestler değil, halkın dayanışması gerekir: sınır ötesi ücret ve güvenlik standartlarını koordine eden sendikalar; gıda ve sağlık sistemlerini şekillendiren çiftçi ve kadın örgütleri; sadece konuşmalar değil, becerileri de aktaran öğrenci değişimleri ve teknik eğitimler; dezenformasyona karşı gerçeği savunan medya ağları; ve bir ülke sıkıntıya düştüğünde pratik destek: ilaç, tohum, yedek parça, enerji ve ödeme desteği. Egemenlik gerçek olacaksa, halk bunu hissetmeli ve birlikte inşa etmeye yardımcı olmalıdır.

*Mikaela Nhondo Erskog, Tricontinental Toplumsal Araştırmalar Enstitüsünde eğitimci ve araştırmacıdır. UCKAR ismiyle bilinen üniversiteden tarih alanında yüksek lisans, beşerî bilimler alanında lisans derecesine sahiptir.

 

[2] ISGS: The Islamic State in the Greater Sahara, Büyük Sahra İslam Devleti; İslam Devleti’nin (IŞİD, DAİŞ, ISIL) Sahra kolu.

JNIM: Jama’a Nusrat ul-Islam wa al-Muslimin, Mağrip ve Batı Afrika’da aktif, El Kaide ve lideri Eymen Zevahiri’ye biat etmiş olan selefi cihatçı grup.

 

[3]           The Economic Community of West African States, Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu. Başta Fransız, Batı etkili ekonomik topluluk. 5’i Fransızca, 5’i İngilizce, 2’si Portekizce konuşulan 12 üyeden oluşuyor. Üyeler; Benin, Yeşil Burun adaları, Gambiya, Gana, Gine, Gine Bissau, Fildişi Sahili, Liberya, Nijerya, Senegal, Sierra Leone ve Togo’dur. 320 milyondan büyük bir nüfusu kapsıyordu. Sahel Devletleri İttifakını kuran Burkina Faso, Mali ve Nijer’le birlikte Gine de topluluktan ayrıldı/uzaklaştırıldı.

 

[4] “Sahel Seeks Sovereignty” dosya isminin çevirisi; Sahel Egemenlik Arıyor.

 

[5] Çin Ulusal Petrol Şirketi; Çin devletine ait (SOE, state-owned enterprises) dünyanın en büyük petrokimya şirketlerinden biri.

 

[6] Lityum üretim şirketi. Kamu mülkü SOE olmayan, Çin devleti ile yüksek stratejik uyum kapsamında ilişki kuran Şangay-Hong Kong temelli şirket.

 

[7] Afrika Finans Topluluğu.

 

[8] Batı Afrika’nın siyasal ve entelektüel tarihinde, yazılı olmayan anayasal geleneklerin ve İslam hukukuyla harmanlanmış yerel hukuk sistemlerinin erken örnekleri… Manden Paktı (1236), Mali İmparatorluğu’nun kurucusu Keita’ya atfedilen, toplumsal barış, köleliğin sınırlandırılması, kadınların ve yabancıların korunması gibi ilkeleri düzenleyen sözlü bir “anayasa” niteliğindedir; Afrika’da insan hakları düşüncesinin en eski tezahürlerinden biri sayılır. Massina İmparatorluğu’nun hukuk kuralları (1818–1862) ise günümüz Mali’sinde, Fulani (Peul) lider Seku Amadu tarafından İslam şeriatını yerel teamüllerle birleştirerek oluşturulmuş bir yönetim modelini temsil eder; adalet, vergi, mülkiyet ve dinî otoriteyi ayrıntılı biçimde tanımlamıştır. Timbuktu el yazmaları geleneği ise 14.-19. yüzyıllar arasında Timbuktu’daki medreselerde üretilmiş binlerce Arapça ve yerel dillerdeki metinden oluşur; astronomiden fıkha, şiirden ticaret hukukuna uzanan bu külliyat, Sahra-altı Afrika’da köklü bir entelektüel yaşamın varlığını belgeler. Üçü birlikte, Afrika’nın modern öncesi döneminde hukuk, ahlâk ve bilgi üretiminin yalnızca Avrupa merkezli olmadığını hatırlatan güçlü örneklerdir.

 

[9] Société de Participation Minière du Burkina (SOPAMIB): Burkina Faso devletinin maden sektöründeki stratejik varlıklarını elinde tutmak, işletmek ve yönetmek üzere kurduğu devlet-mülkiyeti bir şirket olarak işlev görmektedir. Özellikle ülkenin altın rezervleri ve yabancı şirketlerce işletilen maden sahalarının devletleştirilmesi sürecinde merkezî bir rol almaktadır.

 

[10] Nijer’de, Aïr çöl bölgesinde yer alan uranyum madenleriyle faaliyet gösteren bir maden şirketidir.

Fransız nükleer/uranyum şirketi Orano (eski adıyla Areva) yaklaşık %63.4 hisseye sahip; devlet-mülkiyeti maden kuruluşu SOPAMIN (Nijer) tarafından %36.6 hissesi bulunuyordu. Nijer hükûmeti 2025 yılı ortalarında Somaïr madenini ulusallaştırma kararı almıştır; bu karar şirketin sahibi Orano ile ilişkilerde ciddi gerilim yaratmıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz